SİYASİ TARİH - Ünite 2: Emperyalizmin Yükselişi ve Sonuçları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Emperyalizmin Yükselişi ve Sonuçları

Sanayi Devrimi ve Emperyalizm

Sanayi Devrimi , dünya tarihini belki de en çok etkileyen olay, James Watt tarafından 1765’te icat edilen buhar makinesidir ve bir simge niteliğindedir. Yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla ekonomide bir üretim patlaması gerçekleşmiş, ayrıca buharlı gemi ve demiryolu ulaşımının devreye girmesiyle büyük bir dönüşüm yaşanmıştır. Sanayi Devrimi’nin ekonomik temelleri de sömürgecilikten sağlanmıştır. Avrupa’nın sömürgecilik seferleriyle, dünyanın dört bir köşesinden çok değerli kaynaklar Avrupa’ya getirildi ve genel olarak refah düzeyinin artmasına ve ekonominin büyümesine yol açtı. Kömür ve demir, yeni dönemin başlıca ham maddeleri oldu. Bu buluş ve keşif çağı ile birlikte üretimin tamamıyla insana bağlı olmaktan çıkarak makinelerin kullanıma girmesi, özellikle tarımsal üretimde ve kırsal alanda önemli değişiklikler yarattı. Köyden kente göç arttı ve kentlerde sayıları giderek artan bir işçi sınıfı oluştu. Emperyalizm , eski tip sömürgecilikten farklı olarak özellikle 1870’lerden itibaren ortaya çıkmıştır ve kapitalist ekonomik gelişimin bir sonucudur. Daha fazla üretmek, daha fazla satmak, yani yeni pazarlar bulmak gerekliydi. Emperyalizmin girdiği bölgeler ya ham madde kaynaklarına sahipti ya da uygun pazar niteliği taşıyordu. Sömürgecilikten farklı olarak, emperyalist devletler işgal ettikleri bölgeleri çoğu zaman doğrudan anavatana bağlayarak ilhak ettiler. Emperyalist yayılmacılık furyasının doğrudan ekonomi dışında nedenleri de vardı. Bunlardan bir tanesi, fazla nüfus sorunudur. Yeni alanlar, bu nüfusu besleyecek tarımsal üretim bakımından önemli olduğu kadar, bu nüfusun bir bölümünün gönderilebileceği ve merkezin rahatlamasının sağlanacağı bir imkân sunmuştur. Avrupa’nın, gittiği yerlere “medeniyet” taşıdığı, bunun bir misyon olduğu iddiası, emperyalizmin çeşitli biçimlerde meşrulaştırılma çabasından kaynaklanmaktadır.

Avrupa Uyumu’nun Bozulması

1815 Viyana Kongresi sonrasında kurulan düzeni ifade etmek için kullanılan Avrupa Uyumu, ilk önemli darbeyi Kırım Savaşı sırasında aldı. Kırım Savaşı’nın görünürdeki nedeni, Rusya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan Filistin’deki Kutsal Yerler bahanesiyle Katolikler ile Ortodokslar arasında gerilimi yükseltmesi, Avrupa’nın başlıca ülkelerini karşı karşıya getirdi. Sorun, kısa sürede bir Fransız-Rus çekişmesi halini aldı ve Rusya Osmanlı yönetimi üzerindeki baskısını giderek artırdı. Bu savaşın asıl nedeni ise Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması sürecini kendi çıkarlarını sağlayacak şekilde başlatmak istemesinden kaynaklanıyordu. Savaşa Osmanlı tarafında giren İngiltere, Fransa ve Piyemonte, Rusya’nın bu planlarını gerçekleştirmesine engel oldu. Savaş sonunda imzalanan 1856 Paris Barışı ile Osmanlı İmparatorluğu Avrupa devletler sistemine dâhil edildi, Boğazlar yolunun kendisi için kapalı olduğunu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu tek başına parçalamasına Avrupa devletlerinin izin vermeyeceğini anlayan Rusya, bölgedeki hedeflerine ulaşabilmek için “Slav birliği” (Panislavizm) politikası ile Balkanlardaki Slav halklar üzerinde egemenlik ve nüfuz kurma arayışına yöneldi. Bu durum, Avusturya-Rusya ilişkilerini bozarak Balkanlar’da gerginliği giderek artırdı. Avrupa Uyumu’na bundan sonraki darbeler İtalyan ve Alman birlikleri nin kuruluşuyla geldi. Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından itibaren irili ufaklı birçok devlete bölünmüş bir halde bulunan İtalya yarımadası, üzerinde nüfuzu bulunan Fransa’nın yardımıyla, İtalyan birliği önündeki başlıca engel konumundaki Avusturya’ya karşı verilen mücadeleyle ve Piyemonte önderliğinde olmak üzere, 1859-1870 arasında aşamalı olarak birleştirildi. Avusturya’yı yenen Piyemonte’ye tüm Kuzey ve Orta İtalya’daki devletler katıldı. 1860’ta Sicilya ve Napoli de bu birliğe dahil oldular. Venedik ve Roma’nın da 1866 ve 1870’te katılmasıyla İtalya yarımadası tek bir devlet egemenliği altına girmiş oldu. Piyemonte’ye göre çok daha güçlü bir devlet olan Prusya, aynı zamanda da Alman Konfederasyonu çatısı altında toplanan devletlerden en önemlisidir. 19. yüzyılın ilk yarısında ekonomik açıdan giderek gelişti ve sahip olduğu kömür ve demir-çelik üretimi sayesinde Kıta Avrupası’nda Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren ilk devletlerden biri oldu ve Alman devletlerinin üyesi bulunduğu Gümrük Birliği (Zollverein: Daha etkin ekonomi politikaları izleyebilmek ve pazar alanını genişleterek daha çok ticaret yapabilmek amacıyla çeşitli egemen birimler arasındaki gümrük tarifelerini aynılaştıran bir uygulama) sayesinde de giderek güçlendi. Şansölye Bismarck’ın realpolitik (Almanca kökenli kavram, idealist ya da ahlaki kaygılardan ziyade, somut duruma ve o anki çıkarlara dayanan politika anlamına gelmektedir) temelinde izlediği incelikli diplomasinin desteğiyle sırasıyla Danimarka, Avusturya ve Fransa’yla savaşarak 1864-1870 arasında Alman birliğini kurdu. Prusya’nın asıl önemli bir engel olarak gördüğü ülke Fransa’dır. Aslında Fransa da Prusya’nın tehlikeli bir rakip olarak yükseldiğini fark edip önlem almaya başlamıştı. Bu çerçevede, İspanya’daki meşruti yönetimin meclisi, krallık makamını, Prusya kral ailesinden, Leopold’e teklif edince Fransa hem güneyden hem de kuzeyden kuşatılma endişesiyle buna karşı çıktı. Fransa’nın baskılarıyla bu teklifin reddedilmesine karşın, Fransa bir daha böyle bir durumun yaşanmayacağının Prusya tarafından garanti edilmesini isteyince daha fazla geri adım atmayan Prusya’ya karşı Fransa savaş ilan etti. Yalnız kalan Fransa, 1870’te yapılan Sedan Muharebesi’nde yenildi ve savaş sonrasında, Ocak 1871’de Alman İmparatorluğu ilan edildi. Mayıs ayında Fransa’yla yapılan Frankfurt Barışı’yla Almanya Fransa’dan kömür madenleri açısından zengin Alsace ve Lorraine bölgesini aldı. Savaş sonunda Fransa’nın zayıflamasından yararlanan Rusya ise, 1856 Paris Antlaşması’nın Karadeniz’i askerden arındıran hükümlerini tanımadığını bildirerek önemli bir kazanım elde etti.

İki Bloklu Avrupa’nın Ortaya Çıkması

Üçlü İttifak’ın çıkış noktası, Bismarck idaresindeki Almanya’nın, Fransa’nın olası bir rövanş hamlesinden çekinerek kendisini güvenceye alma isteğidir. Diğer Avrupa devletlerine cazip gelmesinin nedeni ise bu devletlerin ya Osmanlı toprakları ya da Uzak Doğu’da, doğrudan ya da dolaylı olarak karşı karşıya gelmiş bulunmaları ve politikalarını gerçekleştirmek üzere desteğe ihtiyaç duymalarıdır. Alman birliği kurulurken Fransa’yı yenen Bismarck, bu ülkeyi yalnız bıraktırma ve Almanya’ya müttefik kazanma arayışına girdi. Bu çerçevede önce Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın dahil olduğu Birinci Üç İmparatorlar Birliği’nin kurulmasını sağladı. Avusturya-Macaristan ve Rusya, 1872 yılında yapılan sözlü anlaşma uyarınca Almanya ile Avrupa’daki statükoyu korumak, Avrupa barışı tehlikeye düşerse birbirlerine danışmak, başka bir devletle antlaşma yapmamak, devrimci hareketlere karşı iş birliği yapmak üzere anlaştılar. Fakat Almanya’nın bu iki ülkeyi uzlaştırma siyaseti kısa zamanda başarısız oldu.1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması Rusya’ya Balkanlar’daki Osmanlı toprakları üzerinde geniş haklar getiriyordu ve söz konusu antlaşma, Berlin Kongresi’nde (1878) revize edildi ve özellikle Bosna-Hersek üzerinde Avusturya nüfuzu kuruldu. Balkanlar konusunda Avusturya-Macaristan’ın bu tutumuna tepki gösteren Rusya, 1878 Berlin Kongresi sonrasında Birinci Üç İmparatorlar Birliği’nden çekildi. Sonra Bismarck Avusturya-Macaristan’ı garantiye almak için bu ülkeyle 1879’da ittifak yaptı. Rusya, yalnızlıktan kurtulmak için Üç İmparatorlar Birliği’ni yeniden önerdi. Almanya, Fransa endişesi nedeniyle, Rus önerisini olumlu karşılamıştır. Avusturya-Macaristan ise Rusya’yı bu şekilde Balkanlar’da daha iyi denetleyebileceğini hesap ederek öneriyi desteklemiştir. Üç yıl geçerli olmak üzere İkinci Üç İmparatorlar Birliği kuruldu ancak Bulgaristan nedeniyle yaşanan gerilim, Rusya’nın 1885’te süresi dolan anlaşmayı bir daha uzatmamasına sebep oldu. Yani bu girişim de yine aynı nedenle başarısızlığa uğradı. Bismarck’ın bundan sonraki adımı, 1882’de İtalya ve Avusturya-Macaristan’ın katıldığı bir Üçlü İttifak kurmak oldu. İtalya, Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında Mayıs 1882’de kurulan Üçlü İttifak emperyalist rekabetin ne kadar karmaşıklaştığını göstermesi bakımından ilginçtir. İttifakın kuruluşunu İtalya talep etmiştir. Bunun nedeni İtalya’nın kendisi için düşündüğü Tunus’u Fransa’nın 1881’de işgal etmesidir. Fransa ve ona katılmasından endişelendiği Rusya karşısında Bismarck, sadece Üçlü İttifak’ın kurulmasıyla yetinmedi. Bu ittifakların ruhuna aykırı biçimde, Almanya 1887’de Rusya’yla bir Güvence Antlaşması imzaladı. Burada, Avusturya-Macaristan ile Fransa hariç tutuldu. Böylece Fransa ile çıkacak olası bir savaşta kendisini güvenceye alan Almanya, Rusya’nın da dâhil olacağı iki cepheli bir savaşta bile müttefiklerinin yardımıyla zor durumda kalmaktan kurtulacaktı. Üçlü İttifak, doğrudan Avrupa’daki güç dengesi çerçevesinde ve somut ittifak antlaşmalarıyla kurulmuşken Üçlü İtilaf, üyelerinin sömürge paylaşım sorunlarını çözmek üzere oluşturdukları bir mekanizma olarak gerçekleştirildi.

Üçlü İtilaf, Bismarck sonrası “dünya politikası” (weltpolitik) anlayışına yönelen İmparator II. Wilhelm yönetimindeki Almanya’nın diplomatik hareket alanını genişletmek istemesi ve Avursturya-Macaristan’ı politikasında öne çıkarmasını tehdit olarak algılayan Fransa ve Rusya arasındaki 1894 tarihli ittifakla başladı. İki ülke genelkurmayları arasında 1892’de askeri nitelikli bir antlaşma imzalandı. Almanya 1892 Antlaşması sonrasında durumun ciddiyetini anlayarak çeşitli önlemler almaya başladı. Bundan sonra, 1904’te İngiltere ile Fransa arasında yapılan anlaşma, iki ülke arasında bir süre devam eden ve sömürge paylaşımından kaynaklanan ciddi sorunların aşılması amacına dayanmaktadır. Boer Savaşı sürecinde İngiltere’nin hissettiği yalnızlık iki ülkenin sorunlarını çözerek anlaşma noktasına varmasına yol açtı. İngiltere bu dönemde, söz konusu yalnızlığını aşmak ve Uzak Doğu’da destek bulmak için Japonya’yla bir ittifak anlaşması imzaladı. Bu anlaşma sonrasında ise Rusya, tek başına Fransa’nın ittifakından yeterince fayda sağlayamamış, Balkanlar ve Uzak Doğu’daki çıkarlarını koruyabilmek için İngiltere’yle anlaşmak zorunluluğunu hissetmiştir. İngiltere ile Rusya 1907’de sömürge alanları konusunda anlaşmaya varmışlardır. Almanya’nın Balkanlar’da Avusturya-Macaristan’a destek vermekten başka, özellikle Berlin-Bağdat Demiryolu Projesiyle (II. Wilhelm yönetimindeki Almanya’nın, İngiltere karşısında avantajlı duruma geçmek üzere geliştirdiği demiryolu projesi) Orta Doğu’daki Osmanlı topraklarına ilgi göstermesi de Rusya’yı endişelendiren bir başka gelişmedir. İngiltere ise Almanya’nın giderek artan askeri kapasitesi ve saldırganlaşan dış politikasından endişelendi. Dünya politikası çerçevesinde 1906’dan itibaren “drednot” denen zırhlı savaş gemisi yapımına başlaması, İngiltere’nin yıllardır sürdürdüğü deniz üstünlüğüne yönelik önemli bir tehdit olarak algılandı. İşte bu bloklaşma, beraberinde getirdiği silahlanmayla savaşa giden süreci de hızlandırmış oldu.

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti Avrupa’daki gelişmelerin de etkisiyle büyük sorunlar yaşadı. Kendi emperyalist politikaları çerçevesinde buradaki bağımsızlık hareketlerine başta AvusturyaMacaristan ve Rusya olmak üzere dış güçlerin de destek vermesi, sorunu daha da ciddileştirdi. Kırım Savaşı sonunda imzalanan Paris Barış Antlaşması’yla Avrupa devletler topluluğuna kabul edilmişse de bu durum beklenen güvenceyi sağlamadı hatta “Doğu Sorunu” olarak bilinen Osmanlı topraklarının paylaşılması süreci daha da hızlandı. 1875’te Hersek’te başlayıp kısa zamanda Balkanlar’a yayılan ayaklanma Osmanlı Devleti bakımından çok önemli sonuçlar doğurdu. Rusya’nın, Panislavizm siyaseti çerçevesinde bölgede ıslahat yapılması talebine Osmanlı Devleti de 1876’da meşrutiyet ilan ederek Osmanlı tebaası arasında eşitliği sağlamaya yönelik önemli bir adım atarak dış baskıya yanıt vermek istedi. Rusya başta olmak üzere Avrupa devletlerinin I. Meşrutiyet’i yetersiz görmesi sonucunda 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Savaş sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması’yla Rusya’nın büyük kazanımlar elde etmesi ise diğer ilgili devletleri rahatsız etti. Osmanlı Devleti, içte giderek kötüleşen durumun da etkisiyle, diplomasi alanında da zorlu bir sürece girdi. Ülkede yaşanan karışıklıklar sonucu devleti kurtarma arzusu II. Meşrutiyet ile sonuçlandı. Fakat bu gelişme de iç ve dış sorunları çözmedi.

Avrupa Dışı Dünyadaki Gelişmeler

Büyük bir ekonomik potansiyeli olan ABD, kuruluşundan itibaren hızla gelişti ve coğrafi olarak da genişledi. Özellikle büyüyen sınai ve ekonomik potansiyelinin bir sonucu olarak gerçekleşmiş, özgürlük söylemi temelinde olmak üzere felsefi ve ahlaki gerekçelerle de desteklenmiştir. Monroe Doktrini ile bölgesinde nüfuz kuran ABD’nin ilk önemli genişlemesi, Meksika’dan bağımsızlığını ilan eden Teksas’la 1844’te yapılan bir anlaşmayla bu devletin 28. eyalet olarak ABD’ye katılmasıdır. Daha sonra Arizona, Utah ve Nevada’yı da içine alan ve resmen Meksika toprağı olan Kaliforniya için 1846’da savaş krizi yaşandı. 1848’de ki anlaşma ile ABD burayı satın aldı. 1846-52 arasında Kanada ile olan sınır kesin olarak belirlendi ve Kuzey Amerika kıtasındaki bugünkü sınırlarını belirleyen son ve en büyük toprak kazancı olan Alaska ülkeye dâhil edildi, burası Rusya tarafından ABD’ye satılmıştır. Kuzey eyaletlerinde sanayi devriminin etkileri 1850’lerden itibaren büyük ölçüde görülmeye başladı. Artan sınai üretim ve bu üretimi destekleyecek iş gücü ihtiyacı bu eyaletlerde, köle emeği yerine gelişen kapitalizm bakımından çok daha uygun bir iş gücü biçimi olan işçi çalıştırma sistemini gündeme getirdi. Ekonomileri büyük ölçüde tarıma dayanan ve köle emeğine bağlı olan güney eyaletleri bu durumdan rahatsız oldular ve 11 güney eyaleti ABD’den ayrılarak bir Konfederasyon kurdular. Washington yönetimine savaş açan Konfederasyon güçleriyle Birlik olarak alınan Kuzey güçleri arasında 1861’de başlayan savaş, 1865’te Birlik güçlerinin galibiyetiyle sona erdi. Latin Amerika ülkeleri üzerinde artan bir etkiye sahip olan ABD, klasik sömürgecilik anlayışıyla değil de, bölge ülkelerini özellikle ekonomik açıdan denetleyerek çıkarlarını gerçekleştirdiği bir Pax-Americana kurma hedefiyle hareket etmekteydi. Özellikle 1898’de İspanya’yı yenerek Pasifik Okyanusu üzerinden genişleme sürecinin en önemli adımı, Kuzey ve Güney Amerika kıtalarını ayıran Panama Kanalı’nın açılması ile olmuştur, ABD böylelikle Asya-Pasifik gücü haline gelmiştir.

Asya’da ise emperyalizm, girdiği belli başlı üç ülke olan Hindistan, Çin ve Japonya’da farklı sonuçlar verdi. Hindistan, Britanya emperyalizminin en önemli merkezlerinden birisi, Uzak Doğu’yla bağlantı bakımındansa kesinlikle en hayati toprak parçasıydı. Bu yüzden “medenileştirme” kisvesi altında burada İngiliz tarzı okullar açılmış, Türk-Moğol tarihine ait toplumsal yapının tasfiyesine çalışılmış, ülkede demir yolu ağı kurulmuş ve kapitalizmin tüm imkanları İngiliz tüccarların kullanımına sunulmuştur. Bu süreçte Hindistan’da belli bir karşı tepki de oluştu. Bunun ilk örneği, 1857’de patlak veren geleneksel yapının bozulmasına bir tepki olarak çıkan Hint İsyanı’dır.

Yüzyıllarca dışa kapalı yaşamış olan Çin, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin zoruyla dünya ticaretine açıldı fakat içine bulunduğu iç karışıklıklar imparatorluğun sonunu getirdi. Burada yaşanan ve yaklaşık 100 yıl kadar süren bu toplumsal çatışmaları bahane edip, durumlarından faydalanan Fransa, ABD ve Rusya gibi ülkeler çeşitli anlaşmalarla ülkenin önemli limanlarını ticarete açarak Çin üzerindeki etkinliklerini artırmışlardır. Aynı durumdaki Japonya’nın dış dünyayla tanışması ise, 1853’te ABD’nin Tokyo limanına gelerek Japon İmparatoru’na ültimatom niteliğinde olan, iki devlet arasında diplomatik ilişki kurulmasını öngören bir mektup sunmasıyla olmuştur. Japonların bu ültimatomu kabul etmesi üzerine ABD başta olmak üzere Avrupalı emperyalist devletlerin Japonya’daki ticari etkinliği giderek arttı. Japonya bir reform sürecine girerek bu durumu avantaja çevirmeyi başardı. Çin ve Japonya’nın, aynı nedene bağlı olarak girdikleri dönüşüm arasındaki fark en fazla, iki ülke arasında 1894-95’te yaşanan savaş vesilesiyle görüldü. Japonya’nın hem ekonomik hem de askeri nedenlerle önemli bir yayılma alanı olarak gördüğü ve Çin’e bağlı bulunan Kore üzerinden yükselen gerilim sonucu başlayan savaşta Japonya galip geldi. Kısa zamanda bölgenin en önemli güçlerinden biri haline geldi. Özellikle 1904-1905 arasında Rusya’yla savaşıp galip gelmesi, dünya tarihi bakımından bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir.

Avrupalı devletlerin içine girdikleri emperyalist rekabet, 19. yüzyılın ikinci yarısında kızışmış ve bu nedenle daha önce el atılmamış bölgeler önem kazanmaya başlamıştı. Avrupalı gezginlerin kıta içlerinde yüzyıl ortalarından itibaren çıktıkları keşifler ve bölgenin doğal kaynaklar bakımından zenginliğine ilişkin aktardıkları bilgiler Avrupa devletlerinin dikkatini, Afrika’nın diğer bölgelerine çekti. Afrika’daki sömürgeciliğin geleceğini belirleyen 1884-1885 Berlin Konferansı’nda alınan en önemli karar “fiili işgal” ilkesinin kabulüdür. Avrupalı güçler tarafından hızla parçalanarak nüfuz bölgelerine ayrılmıştır. Bu ülkeler Belçika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’dır. Boer ismi, sömürgeciliğin ilk dönemlerindeki keşifler sırasında Güney Afrika’ya gelip burada Kap Kolonisini kurup yerleşen Hollandalılar için kullanılıyordu. Kap, İngiltere’ye geçtiğinde bu koloni Oranj Devletini, sonrasında ise daha kuzeye giderek Transvaal Devletini kurdular. Bulundukları bölgedeki altın rezervinden dolayı İngilizlerin buraya yoğun göçünden doğan gerginlik sonucunda İngiltere’nin galip geldiği “Boer Savaşı” patlak vermiştir. Boer Savaşı, Afrika’daki Avrupa sömürgeciliğinin vardığı noktayı göstermesi bakımından olduğu kadar İngiltere’nin Avrupa siyasetine daha aktif bir biçimde girerek müttefikler edinme ihtiyacını doğurması bakımından da önemlidir.