TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI - Ünite 8: Türkiye’nin Toplumsal Yapısı: Özellikler, Sorunlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Türkiye’nin Toplumsal Yapısı: Özellikler, Sorunlar

Giriş

Türkiye’de yaşayan insanların, grupların, kurumların birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen toplumsal yapı, birçok özellik ve sorunları da barındırmaktadır. Toplumsal yapı ile ilgili temel vurgulara girmeden önce nüfus ile ilgili bazı boyutların bilinmesi önemlidir;

TÜİK 2018 “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçlarına” göre Türkiye’nin nüfusu 82.003.888 kişidir. Türkiye’de erkek nüfus 41.139.980 kişi (%50.2), kadın nüfus ise 40.863.902 (%49.8) kişidir. Türkiye’de erkek ve kadın nüfus neredeyse birbirine eşittir. Türkiye’de yıllık nüfus artış hızı 2017 yılında ‰12,4 iken, 2018 yılında ‰14,7 oldu.

Günümüzde Türkiye’de Nüfusun %92,si il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır. Cumhuriyetin kuruluşunda nüfusun yaklaşık sadece %25’i kentlerde yaşamaktaydı.

Türkiye’de çalışma çağındaki nüfus olan 15- 64 yaş grubundaki nüfusun toplam nüfusa oranı % 67.8, çocuk yaş grubu olarak tanımlanan nüfusu belirten 0-14 yaş grubundaki nüfusun toplam nüfusa oranı %23.4, 65 ve üstü yaştaki nüfusun toplam nüfusa oranı %8.8’dir. Türkiye açısından gelecekte sorun alanını oluşturabilecek durum, nüfusun giderek yaşlanmaya başlaması oluşturmaktadır.

Türkiye’de doğuşta beklenen yaşam süresi, Türkiye geneli için toplamda 78,3 yıl, erkeklerde 75,6 yıl ve kadınlarda 81 yıl oldu. Türkiye’de genel olarak kadınlar erkeklerden daha uzun süre yaşamakta olup, doğuşta beklenen yaşam süresi farkı 5,4 yıldır (TÜİK, Hayat Tabloları, 2016-2018).

Türkiye’de Çalışma Hayatı ile İlgili Özellikler, Sorunlar

Türkiye’de toplumsal yapının önemli bir boyutunu çalışma hayatı ve çalışma ilişkileri oluşturmaktadır;

İşgücüne Katılım Oranları Sorunlu: Özellikle Kadınlar Açısından Büyük Sorun Bulunmakta

Türkiye’de İşgücü istatistikleri üç aylık periyodlar hâlinde yayımlanmaktadır.

İşgücüne katılım oranı çalışan, işsiz ve iş arayan nüfusun, çalışabilir durumdaki nüfusa oranıdır. Biraz daha açmak gerekirse 15-64 yaşları arasında olup hâlen çalışan, işsiz olan ama iş arayan nüfusun, 15-64 yaşında olup çalışabilir nüfusa oranıdır. 15-64 yaş arasında çalışabilir konumda olan ama değişik nedenlerden dolayı işgücü piyasalarının dışında olan, çalışmayan ve iş arama gibi bir niyeti de olmayan yani işgücü piyasaları ile bağını koparmış ciddi bir kesim de bulunmaktadır.

TÜİK, Haziran 2019 İşgücü İstatistiklerine göre Türkiye’de İşgücüne katılma oranı %53.3’dür. Erkeklerde işgücüne katılma oranı %72.3, kadınlarda işgücüne katılma oranı %34.7’dir. Türkiye’de çalışma çağındaki her iki kişiden biri işgücü piyasalarının dışındadır.

Kadınların işgücüne katılma oranları değerlendirildiğinde oldukça önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de çalışma çağında olup, çalışabilecek durumdaki 3 kadından yaklaşık 2 si işgücü piyasasının tamamen dışındadır. Ne çalışmakta ne de iş aramaktadır. Türkiye’de çalışma hayatında kadın emeğinden yararlanılamamaktadır.

İşsizlik: Her Dönem Önemli Bir Sorun

Öncelikle tam istihdamı sağlamak hükümetler açısından bir amaç olsa da işsizlik, bütün iktidarlar açısından reel bir durumu yansıtır. Türkiye açısından değerlendirildiğinde de işsizlik her dönem, önemli toplumsal sorunlardan birini oluşturmaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşu ve sonraki ilk döneminde, tarımsal ağırlıkta bir yapı söz konusuydu. 1950 yılına gelindiğinde sanayileşme konusunda henüz köklü bir gelişme sağlanamamıştı.

1950’li yıllar, devletçi ekonomi politikalarından liberal politikalara yönelik bir geçiş isteğini de yansıtmaktadır. Başarılı bir ilk dönem sonrasında, 1950’li yılların ikinci yarısında önemli sorunlar ortaya çıkmış ve özellikle dış borçlarda artış olmuş, sanayileşme istenen düzeyde gerçekleşmemiştir.

1960’lı yılların ilk yarısı 1960 darbesi sonrasındaki siyasal istikrarsızlıklarla geçmiş, ikinci yarısında kısa bir süre için önemli bir kalkınma ve sanayileşme hamlesi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde Türkiye’den yurt dışına mavi yakalı işçi göçü başlamış, bu göç 1970’li yıllarda yaygınlık kazanmıştır.

1970’li yılların ikinci yarısı, dünyada çalışma hayatında önemli değişimlerin yaşandığı yıllardır. Devletin, ekonomide ve çalışma hayatında aktif rol oynadığı Keynesyen ekonomi politikalarından geri adım atılmıştır. 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren yeni liberal politikalar ön plana çıkmış, devletin ekonomideki rolü sınırlandırılmış, özel sektör öne çıkarılmıştır.

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de 1980’li yıllardan itibaren mavi yakalı çalışanlar arasında işsizlik giderek artmaya başladı.

Günümüzde dünyada üniversiteleşme oranı artmıştır. Bu durum, üniversite mezunu/yüksekokul mezunu sayısını tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar arttırmıştır. Türkiye’de üniversiteleşme oranı son 10 yılda giderek artış göstermiştir. İstihdam olanakları ise aynı oranda artmamaktadır. Bu durum özellikle üniversite mezunları ve genç nüfus arasında işsizliği giderek arttırmaktadır. Günümüzde çalışma hayatına yönelik sorunlardan en önemlisini genç işsizliğinin artışı oluşturmaktadır.

TÜİK, Haziran 2019 işgücü istatistikleri incelendiğinde istihdam ve işsizlikle ilgili bazı rakamlar aşağıdaki gibidir:

  • İstihdam oranı, %46,4’tür.
  • 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 4 milyon 253 bin kişi, İşsizlik oranı ise %13,0’dır. Türkiye’de son 10 yıl analiz edildiğinde işsizlik oranları dünya konjonktüründeki krizlerin de etkili olduğu bazı dönemler haricinde yaklaşık %10 civarında seyretmektedir.
  • 15-24 yaş olarak tanımlanan genç nüfusta işsizlik oranı %24,8’dir. 15-64 yaş grubunda bu oran, %13,3 olarak gerçekleşti.
  • Türkiye’nin toplumsal yapısı açısından çok önemli bir gösterge ise çalışmayan ve eğitimde olmayan gençlerin toplam genç nüfus içindeki oranını gösteren “ne eğitimde ne istihdamda olanlar”ın oranının %26.2 olmasıdır. Genç nüfusun yaklaşık her 4 kişisinden biri, ne herhangi bir eğitim kurumunun içerisinde bulunmakta ne de herhangi bir işte çalışmaktadır.

Rakamlar analiz edildiğinde Türkiye’de genç işsizliğinin yüksek olduğunu ve genç işsizliğini azaltacak politikalara öncelik verilmesi gerektiği görülmektedir.

Türkiye’de işsizliğin nedenleri arasında bazı temel faktörler olarak şunlar sayılabilir:

  • Üretime yönelik sektörlerin büyüme hızının düşüklüğü,
  • Kayıt dışı ekonominin yüksek oluşu,
  • Eğitim seviyesi ile ihtiyaç duyulan işgücü vasıf seviyeleri arasındaki farklılıklar,
  • Hızlı nüfus artışı,
  • Üretimde teknoloji kullanımının işgücüne ihtiyacı azaltması ve üretimin daha az işgücüyle daha verimli olarak gerçekleştirilebilmesi.

Kayıt Dışı Çalışma Oranları Yüksek

Kayıt dışı ekonomi, günümüzde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler açısından en önemli sorunlardan biridir. Küreselleşme sürecinde özellikle metropol kentlere yönelik yoğun içgöçler, dünyanın bütün büyük şehirlerinde kayıt dışı ekonomiyi arttırmaktadır.

Türkiye’de 1950’li yıllardan günümüze her dönem kayıt dışı çalışmanın olduğunu söylemek mümkündür.

1950’li yıllardan itibaren Türkiye’de büyük kentlere yönelik iç göç giderek artış göstermeye başlıyor. İçgöçün arka planında büyük şehirlerde iş bulma, hiç olmazsa enformel yollarla geçimini sağlama düşüncesi önemli rol oynuyor. Göç edilen büyük şehirler özellikle İstanbul “taşı toprağı altın” olan bir fırsatlar şehri olarak görülüyor. Türkiye’de içgöç sürecinde göç edenlerin çok büyük bir bölümünü eğitimsiz, vasıfsız, herhangi bir becerisi/mesleği olmayan kişiler oluşturuyor.

Günümüzde Türkiye’de kayıt dışı çalışma oranı yaklaşık %35,2’dir. (TÜİK, Eylül 2019). Bu oran Türkiye’de her 3 kişiden birinin kayıt dışı olarak çalıştığı anlamına gelmektedir. Kayıt dışı çalışma herhangi bir sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmayı ifade etmektedir. Kişilerin ortaya çıkacak iş kazalarında güvenceden yoksun olmaları, sigortalı haklarından mahrum olmaları da söz konusudur. Bütün bunlara rağmen kayıt dışı çalışma yaygındır. Kayıt dışı ekonominin yüksek ve kayıt dışı çalışmanın yaygın olmasının bazı nedenleri şunlardır:

  • İşsizliğin yüksek olması,
  • Eğitim seviyesinin düşüklüğü ve niteliğinin yetersizliği,
  • Yoksulluğun yüksek olması,
  • Gelir dağılımı adaletsizliği,
  • Sigorta primlerinin yüksek olması,
  • İşverenler açısından kısa süreli işlerde kayıt dışı işçi çalıştırmanın cazip gelmesi,
  • Halkın genelinde gündelik işlerde sigorta yaptırma bilincinin olmaması,
  • Ucuz işgücü çalıştırma düşüncesi,
  • Denetim eksikliği,
  • Çarpık kentleşme ve yüksek içgöç.

Türkiye’de Toplumsal Alan ile İlgili Özellikler, Sorunlar

Türkiye’de Engelliler

Türkiye’de nüfusun yaklaşık % 10’unu engelliler oluşturmaktadır. Engelli nüfus ile ilgili son dönemlerde iktidarlar, belediyeler, sivil toplum örgütleri tarafından önemli hizmetler sunulmaktadır.

Türkiye’de engellilere yönelik bazı önemli sorunlar ve iyileştirilmesi gereken boyutlar olarak şunlar belirtilebilir:

  • Yollar, yaya geçitleri, bina girişlerinin engellilerin kullanımı açısından uygun olmaması. Bu durum, engelliler için önemli bir sorun alanını oluşturmaktadır. Engelli bireylerin kendi başlarına toplumsal hayatın her alanında hareket edebilecekleri düzenlemelerin yapılması önem kazanmaktadır.
  • Hükümetler tarafından, engellilerin çalıştırılmasına yönelik önemli hukuki düzenlemeler yapıldı. Yasalara göre 50 veya daha üstü işçi çalıştıran kamu işyerlerinde %4, özel sektördeki işyerlerinde %3 engelli istihdamı zorunlu.
  • Engellilerin mesleki eğitimi konusunda sorunlar bulunmaktadır.
  • Engellilere yönelik düzenlenen kurslara katılım ve mesleki yeterliliğe sahip olma genel engelli nüfusa göre çok düşük düzeyde kalmaktadır.

Kadınların Çalışma Hayatında ve Toplumsal Alanda Önemli Dezavantajları Bulunmaktadır

Türkiye’de kadınlar, farklı unsurların etkisiyle çalışma hayatında erkeklerden çok daha az yer almaktadır. Günümüzde işgücüne katılma oranı kadınlarda % 34.7, erkeklerde %72,4’tür. Bu oran, her 100 kadından yaklaşık 65’inin ne çalıştığını, ne de herhangi bir iş arayışında olduğunu göstermektedir. Türkiye’de 100 kadından 65’i iş hayatına/ çalışma hayatına girmeye teşebbüs bile etmiyor.

Kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük olmasının önemli toplumsal nedenlerinden bazıları şunlardır:

  • Türkiye’de ataerkil aile yapısı ağırlıkta olduğundan; kadın ve erkekten beklenilen toplumsal cinsiyet rolleri belirlidir. Erkekten çalışması ve evin geçimini üstlenmesi, kadından iyi bir eş ve anne olması beklenir. Toplumsal cinsiyete dayalı rol beklentileri nedeniyle kadınlardan çalışma yerine evlenmeden önce ailesinde ev işlerine yardımcı olmaları, evlenince de eş ve annelik rollerine ağırlık vermeleri beklenmektedir.
  • Ataerkil aile yapısının hâkim olduğu ailelerde, ağırlıklı olarak, kız çocuklarının iyi bir eğitim alma, üniversiteye gitme, iyi bir iş bulup kendi ayakları üzerinde durması yerine hem evlenmeden önce hem evlendikten sonra aileye yardımcı olma rolüne öncelik verilmesi istenmektedir. Bu nedenle, kız çocukları zorunlu eğitim dışında okullara gönderilmemekte, genç yaşta da evlendirilmektedir.
  • Türkiye’de bazı bölgelerde kadınların eğitim oranları, erkeklerle kıyaslandığında çok düşüktür. Eğitim seviyesi düşüklüğü, kadınların önce ailesine, evlendiğinde de eşine bağımlı bir hayat sürmesine neden olmaktadır. Eğitim seviyesi düşüklüğü, herhangi bir becerinin olmaması ise kadınlarda bir işe girme umudunu daha ilk aşamada engellemektedir.
  • Çalışma hayatında kamuoyuna da sıklıkla yansıyan kadınlara yönelik ayrımcı uygulamalar, mobbing davranışları kadınların çalışma hayatına yönelik bakışını olumsuz etkilemektedir.
  • İşsizliğin yaygın olması ve bu yaygın işsizlik ortamında “nasıl olsa iş bulamam” şeklinde tanımlanabilecek bir düşünce de daha ilk aşamada kadınların çalışma hayatından uzak kalmalarına neden olabilmektedir.
  • Kadınların küçük bir bölümünde de olsa çalışma hayatına girme yerine, ekonomik durumu iyi bir eş bulup, eş ve annelik rolüne ağırlık verme düşüncesi de işgücüne katılım oranlarını olumsuz etkilemektedir.
  • Kayıt dışı ekonominin yaygın olması, kadınlarda kayıtlı bir iş bulamayacağı düşüncesini öne çıkarabilmektedir.
  • Evli kadınlar için önemli bir sorun da çocuk bakımıyla ilgilidir. Günümüzde çocuk bakımı için tutulan yardımcıların ücretleri yüksektir. Kadının çalışıp, aldığı aylık ücret çoğu zaman çocuğun bakımı için tutulan kişinin ücretine yakındır. Bu nedenle özellikle çocuğu olan kadınlar için, çalışma yerine evde çocuğun bakımıyla ilgilenme, çocuğunu istediği şartlarda yetiştirme çok daha tercih edilebilir bir durumu oluşturmaktadır.
  • Sanayi toplumu sürecinden itibaren bazı meslekler özellikle kadınlarla özdeşleştirilmekte ve genelde bu mesleklerde ücretler düşük düzeyde kalmaktadır. Türkiye’de de “kadın işleri” olarak görülen çok sayıda meslekte (sağlık sektörü, vasıf gerektirmeyen hizmet sektörleri vb.) ücretler düşük düzeyde seyretmektedir.

Kadına yönelik şiddet günümüzde giderek yaygınlaşmaktadır. Türkiye açısından bu durum, çok büyük bir toplumsal sorunu oluşturmaktadır.

Çocuk gelin olarak adlandırılan 16 ve 17 yaşındaki kız çocuklarının evlenme oranı Türkiye’de çok yüksektir. TÜİK’in “İstatistiklerle Çocuk, 2018” raporuna göre son beş yılda 16-17 yaşında evlendirilen kız çocuklarının sayısı 138.288’dir. Son beş yılda 18 yaşının altında evlenen kişilerin %95’inden fazlası kız çocuklarıdır.

Türkiye’de Eğitim Konusunda hem Fırsatlar hem de Sorunlar Bulunmaktadır

Cumhuriyetin kuruluş döneminde %10 olan okuryazarlık oranı, günümüzde %95 civarındadır. Bunun yanında Türkiye’nin her yanında üniversite, MYO ve Yüksekokullar açılmıştır. Üniversiteleşme oranı yaklaşık %20’lere ulaşmış durumdadır.

Türkiye’de de üniversiteleşme oranı arttıkça ve istihdam olanaklarında yeteri kadar artış sağlanamadığında üniversite mezunu işsizlerin sayısında artış yaşanmaya devam edecektir.

Türkiye’de Gelir Dağılımı Eşitsizliği ve Yoksulluk

Sosyal devletin zayıfladığı, neo-liberal politikaların yükselişe geçtiği 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren dünyada gelir dağılımı adaletsizliğinin giderek arttığı, zengin kesimler ile fakirler arasındaki gelir dağılımı farklılığının keskinleştiği görülmektedir. Günümüzde küresel eşitsizlik çok büyük boyutlardadır. Küresel eşitsizlik ile ilgili önemli çalışmalar yapılmaktadır. İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın hazırladığı rapora göre dünyanın en zengin 26 kişisinin serveti, dünyanın en yoksul yarısını oluşturan 3,8 milyar insanın sahip olduğu servete eşittir (Oxfam, 2019).

Türkiye’nin önemli bir sorunu olarak varlığını devam ettirdi. Yoksulluğun bazı nedenleri olarak şunlar sayılabilir:

  • İşsizlik,
  • Ekonomik krizler,
  • Siyasal istikrarsızlıklar,
  • Hızlı nüfus artışı,
  • Düşük eğitim seviyesi,
  • Çalışma hayatında yaşanan değişimler: Proje odaklı çalışma, istikrarsızlık, teknolojinin emeğin yerini alması vb.,
  • Ayrımcılık. Örneğin; kadınlara yönelik ayrımcılık, kadınların işgücüne katılımında ve çalışma hayatında önemli sorunlar yaşamasını beraberinde getirmekte, kadınlar arasında yoksulluğu arttırmaktadır.

Türkiye’de Teknoloji Kullanımı ve Üretimi

Türkiye’de çok uzun dönem toplumsal alanda etkileşim, haberleşme, boş zaman etkinliklerinin değerlendirilmesinde yazılı medya ve radyonun önemli etkisi oldu.

Teknoloji ve bilgiyi üretme anlamında Türkiye’nin önemli sorunları bulunmaktadır. Bu bağlamda öncelikle eğitim sisteminde önemli değişiklikler yapılması, ezberci eğitim yerine düşünen, eleştiren, farklı boyutları analiz eden, yaratıcı bir eğitim sisteminin öne çıkarılması hayati öneme sahiptir.

Son yıllarda GSMH’den AR-GE çalışmalarına ayrılan pay yükselse de bu oran gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında çok düşüktür. Gelişmiş ülkelerde bu oran yaklaşık %3 ve daha fazlası olmaktadır. Türkiye’de bu oran çoğu zaman %1’ler seviyesinde seyretmektedir.

Çarpık Kentleşme ve Hızlı İçgöç Sorunu

Türkiye’de içgöç, uzun yıllar birkaç büyük kente göç şeklinde gerçekleşmiştir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Türkiye’de nüfus açısından en büyük dört kenti olan İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa’da Türkiye nüfusunun %34’ü yaşamaktadır. Yani Türkiye’de 81 il olmasına rağmen her üç kişiden biri bu dört şehirde yaşamaktadır. Özellikle İstanbul’da Türkiye nüfusunun yaklaşık %18’i yaşamaktadır.

Türkiye’de çarpık kentleşme ve içgöç günümüzde çok önemli toplumsal sorunları da yol açmıştır:

  • Hızlı içgöç sürecinde bir an önce barınma sorununu çözme düşüncesi Türkiye’de binaların önemli bir bölümünün sağlıksız bir şekilde yapılmasını da beraberinde getirmiştir.
  • Gecekondu ve benzeri yapılarda yaşayan nüfusun oranı özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir’de çok yüksektir. Son on yılda özellikle gecekondu vb. yapılarda yaşayan nüfusun adım adım kentsel dönüşüm yapılanması çerçevesinde yeni yapılmış yerleşim alanlarına yönlendirilmeleri söz konusudur.
  • Türkiye’de hızlı kentleşme, özellikle nüfusun üçte birinin yaşadığı dört büyük kentte, kayıt dışı ekonomiyi de arttırmaktadır.
  • Türkiye’de çarpık kentleşme ve hızlı içgöçün neden olduğu önemli bir sorun da özellikle büyük kentlerde suç oranlarını arttırmasıdır.
  • Çarpık kentleşmenin yaşandığı yerlerde trafik yoğunluğu, ulaşım sorunları, gürültü kirliliği, altyapı sorunları, kiralarda yükseklik, kentle bütünleşmede sorunlar ortaya çıkmakta, bu durum da geniş kitleler açısından stres, gerilim, tartışma, memnuniyetsizlik, mutsuzluğu beraberinde getirmektedir.
  • Günümüzde kentlerde ikili bir yapı ortaya çıkmaktadır. Bir yanda belirli merkezler kentlerin yeni gözde yaşam alanları olarak öne çıkmaktadır. Bu yerlerde kiralar yüksek olup tüketim mekânlarında ürün ve hizmet fiyatları yüksektir. Ekonomik olarak alt ve orta gelir gruplarında bulunan kesimler ise kentin yeni yaşam merkezleri dışındaki alanlarında yaşamaktadırlar.

Hızlı içgöç ve çarpık kentleşmenin özellikle büyük şehirlerde toplumsal alana yansımaları çok olumsuz şekilde gündelik hayatta görülmektedir.

Türkiye’deki Suriyeliler ve Toplumsal Etkileri

Suriye’deki iç savaş nedeniyle çok zor durumda kalan milyonlarca Suriyeliye Türkiye, büyük bir devlete yakışır refleks ve misafirperverlik örneği göstererek, sınırlarını açtı. Amaç, Suriye’deki iç savaş bitene kadar bu Suriyelilerin Türkiye’de oluşturulacak bölgelerde insani koşullarda barınmaları ve yaşamlarını sürdürmeleriydi. Suriye’deki iç savaşın bitiminde de Suriyeliler ’in önemli bir bölümünün ülkelerine döneceği düşünülmekteydi. Süreç biraz farklı gelişti. Öncelikle gelen Suriyeli sayısı beklenilenin çok üzerinde seyretti. Günümüzde resmî açıklamalara göre yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli Türkiye’de bulunmaktadır.

Türkiye’deki Suriyelilerin günümüzdeki toplumsal yapıya etkilerini ve geleceğe yönelik oluşabilecek bazı toplumsal boyutları kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Çalışma hayatı açısından değerlendirildiğinde Suriyelilerin, yaşadıkları yerlerde çok düşük ücretlerle, kayıt dışı olarak çalışması sıklıkla görülen bir durumu oluşturdu. O bölgelerde ücretler düştü, Türk çalışanlar arasında işsizlik arttı.
  • Bütün dünyada ekonomik kriz dönemlerinde azınlıklara, göçmenlere yönelik tepkiler yükselir. Göçmenlerin bulunduğu yerlerde işsizliğin artışı vb. süreçler görüldüğünde göçmenlere yönelik tepkiler de özellikle artış görülür. Türkiye’de de Suriyelilerin bulunduğu yerlerde gerek Suriyeli bazı kişilerin karıştığı suç, şiddet vb. olaylar gerekse Suriyeliler nedeniyle yaşanan işsizlik, kira artışı vb. nedenlerle bölgedeki Türklerle, Suriyeliler arasında ciddi gerilimlerin yaşandığı durumlarla karşılaşılmaktadır.
  • Türkiye’de Suriyelilerle evlenme oranı artış göstermektedir. Örneğin 2018 yılında Türkiye’de yabancılarla evlenmede erkekler açısından ilk sırayı Suriyeli kadınlarla yapılan evlilikler aldı. Kadınlar açısından ise Suriyeli erkeklerle evlenme, Almanlardan sonra ikinci sırada yer aldı.
  • Farklı bir ülkeye giden göçmenlerin yaptıkları ilk davranışlardan birini, benzerleriyle bir araya gelip yabancısı oldukları ülkede bir dayanışma sergilemek oluşturur. Suriyelilerin önemli bir bölümü de Türkiye’de taşındıkları bölgelerde birbirlerine yakın yerlerde ev tutmaya çalıştılar. Suriyelilerin ağırlıkta olmaya başladığı mahalleler oluşmaya başladı. Ekonomik nedenlerden dolayı birkaç Suriyeli ailenin bir araya gelip, aynı evde yaşaması durumları sıklıkla görüldü. Bu durum Suriyelilerin bulunduğu yerlerde ev kiralarını 2-4 kat oranında yükseltti. Gelecekte Türkiye’de çok sayıda Suriyeli mahallesi oluşacağı söylenebilir.
  • Suriyeliler, çok farklı alanlarda Türkiye’de iş hayatına girmeye başladılar. Cafe, lokanta, dükkânlar vb. yerler açtılar. Bu durum zamanla çok daha yaygın bir özellik gösterecek. Yemek, müzik, medya, mimari, çalışma hayatı vb. birçok alanda kültürel anlamda bir çeşitlilik ve zenginlikte ortaya çıkacak.
  • Suriyeliler konusunda Türkiye’nin toplumsal yapısı açısından en önemli boyutu Suriyeli çocukların eğitimi ve entegrasyonu konusu almaktadır. Günümüzde aileleriyle birlikte Türkiye’ye gelen ve Türkiye’de büyüyen, bunun yanında Türkiye’de doğan, büyüyen ve Suriye’yi hiç görmemiş önemli bir çocuk nüfus bulunmaktadır. Bu çocukların Türkiye’de kalması durumunda, bu çocuklar ve gençlere iyi eğitim verilemezse ve Türkiye’ye entegre edilemezse gelecekte vasıfsız, eğitimsiz ve aidiyeti olmayan çok kalabalık bir insan kitlesi ile karşı karşıya kalınacaktır. Bu durum gelecekte Türkiye’de toplumla huzuru bozabilecek çok sayıda olaya yol açabilir. İşsizliğin artması, kayıt dışı ekonominin artışı, her türlü suçun yükselişi, Suriyeli mafya/ suç çetelerinin oluşması yaşanacak gelişmelerden sadece birkaçını oluşturmaktadır.

Türkiye’de Toplumsal Alanda Şiddetin Yükselişi

Günümüzde şiddetin yükselişinin küresel boyutu söz konusudur. Dünyada özellikle son yirmi yılda risk, belirsizlik güvencesizliğin artışı, yaşanan ekonomik krizler, çalışma hayatında istikrarın ortadan kalkması küresel düzeyde şiddeti arttırmış durumdadır.

Türkiye açısından değerlendirildiğinde her düzeyde şiddetin özellikle son on yılda giderek arttığını söylemek mümkündür.

Son otuz yılda çalışma hayatında yaşanan gelişmeler, özellikle bilgisayar teknolojilerinin üretimde kullanılması, daha az çalışanla daha verimli iş yapabilmeyi mümkün hale getirdi. Bu bağlamda özellikle 1980’li yıllarda vasıfsız mavi yakalı çalışanlar arasında işsizlik arttı. Günümüzde ise üniversiteleşme oranlarındaki artış, yeni teknolojilerin etkisi, endüstri 4.0 gibi uygulamalar eğitimli, vasıflı, beyaz yakalı çalışanlar arasında da işsizliği arttırmaktadır. İşsiz kalan, işsiz kalma korkusu yaşayan, yoğun rekabet nedeniyle iş bulamayan kişiler arasında da kaygı, endişe, psikolojik sorunlar giderek artıyor. Bu durum iletişimsizliği, gerilimleri, çatışmaları, şiddeti tetikliyor.

İşsizliğin artışı, güvensizlik, gelecek kaygısı kişilere aidiyet sağlayan her türlü fundamentalist hareketlerin yükselişini beraberinde getiriyor. Bu durum, farklı alanlarda şiddeti tetikleyen bir işlev görmektedir.

Günümüzde özellikle aile içi şiddetin artması söz konusudur. Ailede şiddete maruz kalan ya da şahit olan çocukların bir sarmal olarak kendi yaşıtlarına şiddet uygulaması da artmaktadır.

Bütün istatistikler, eğitimli kişiler arasında suçun eğitim düzeyi düşük kişilere göre çok daha az olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu bağlamda hem şiddetin hem de suçun azaltılması için nitelikli bir eğitim sistemi büyük önem taşımaktadır.