ADALET MESLEK ETİĞİ - Ünite 3: Kamu Etiği Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Kamu Etiği
Ünite 3: Kamu Etiği
Meslek Etiği Olarak Kamu Etiği
Kamu; genel olarak devlet organlarını anlatır. Teknik anlamıyla, kamu idaresi anlamında, yasama ile yargı organları dışında, devletin yürütme erkini kullanan organlarına karşılık gelir.
Kamu hizmeti; kamu idaresinin toplumun günlük yaşamını sürdürmek, dolayısıyla kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yaptığı faaliyetlerdir.
Kamu yararı; tek tek kişilerin çıkarlarını değil, toplumun genel çıkarını ifade eder. Kamu yararı, toplumdaki çıkar çatışmalarında çoğunluğun azınlığa üstün tutulması gerektiğini kabul eder.
Kamu yararını gerçekleştirme hedefine sahip kamu, büyük bir örgüttür. Klasik kamu yönetimi anlayışında, yani kamunun yahut gündelik dilde kullandığımız şekliyle devletin, kamu yararını nasıl gerçekleştireceği, kâğıt üstünde hesaplanabilir gibi görünür. Kamu, işlevini bağlı olduğu kurallarla ve kamu görevlileri eliyle yerine getirmek durumundadır. İlk bakıştaki basitlik, şu formüle dayanır: İyi kurallarınız varsa kamu görevlilerinin bu kuralları uygulamasıyla örgüt, yani devlet işlevini yerine getirecektir. Kamu görevlilerinin kuralları uygulaması, bunları öğrenmeleri ve iyi bir denetim sistemi kurularak ihlal durumunda cezalandırılmaları ile sağlanacaktır. Ne var ki devletin kamu hizmeti üreten bir güç olarak ortaya çıktığı birkaç yüzyıldan beri, bu basit formülün çok da işe yaramadığını gözlenmiştir. Yani, kâğıt üstünde iyi görünen bir sistem, iyi sonuçların alınacağının garantisi değildir.
İşte ‘kamu etiği’, kamunun kaybetmekte olduğu itibara yeniden kavuşması için, kamu görevlilerinin kurulmuş olan sistemin kurallarına uygun davranmayı gönüllü olarak benimsemelerini, kuralların boşlukta bıraktığı noktalardaki kararlarını ahlaki kaygılarla vermelerini sağlamayı hedeflemektedir. Başka bir ifadeyle kamu etiği, klasik kamu yönetimi anlayışının ihmal ettiği düşünülen bir boyutu inşa etmekte, dış denetim mekanizmalarının önüne iç denetim düşüncesini almaktadır. Kamu etiği, dış denetim mekanizmalarının önüne iç denetim düşüncesini alır.
Meslek, belli bir eğitim ile kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek, hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş iştir. Meslek etiği ise; belirli bir meslek grubunun bir mesleğe ilişkin olarak oluşturup, koruduğu; meslek üyelerine uymaları gereken ilkeleri gösteren, onları belli bir şekilde davranmaya zorlayan, kişisel eğilimlerini sınırlayan, yetersiz ve ilkesiz üyeleri meslekten dışlayan; meslek içi rekabeti düzenleyen ve hizmet ideallerini korumayı amaçlayan mesleki ilkeler bütünüdür.
Kamu etiğinin en genel taleplerini şu şekilde listeleyebiliriz:
\1. Hukuka (mevzuata) uygun davranma
\2. Etik kodlara uygun davranma
\3. Mevzuatın ve etik kodların boşlukta bırak- tığı gri alanlarda tercih ve takdirini etik düşünme ile belirleme
\4. Ahlaki kuralları benimsemeyerek uygulama
Kamu etiği; meslek örgütlerinin meslek üyelerine rehberlik etmek üzere, bazen de disiplin uygulamalarında kullanılmak üzere hazırladıkları meslek ahlakı kuralları ve etik ilkeler metinleridir. Kamu etiği, bir tür meslek etiğidir.
Kamuda Ahlak Sorunları ve Etiğin Önemi
Kamu yönetiminde en sık karşılaşılan ahlaka aykırı davranışlar şunlardır:
Rüşvet: Kamu görevlisinin görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlaması.
İrtikâp: Kamu görevlisinin konumundan meşru olmayan bir biçimde yararlanarak kamu idaresiyle ilişkisi olanlardan haksız yararlar sağlaması; görevi gereği yapması gereken bir işi ancak menfaat karşılığı yapması.
Zimmet (ihtilas): Kamu görevlisinin görevi gereği kendisine teslim edilen malı, kendi malı gibi kullanması veya başkasına devretmesi.
Kaçakçılık: Vergi vermeden veya yasalarca alım satımı yasak edilen nesneleri yurda sokma, yurttan çıkarma, gizlice alıp satma ve bundan bir kazanç sağlama eylemi.
Resmî ihaleye fesat karıştırma: Kamunun açtığı ihalelerin adalet ve dürüstlük ilkeleri çerçevesinde yapılmasını engelleyecek eylemlerde bulunma.
Görevi Kötüye Kullanma: Kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı davranarak veya görevini yapmakta gecikmek suretiyle, vatandaşların mağduriyetine yol açması veya bazı kişilere kazanç sağlaması.
Gücün istismar edilmesi: Kamu görevlisi olmanın verdiği gücü, işkence veya şiddet uygulama gibi eylemlerle kötüye kullanma.
Kayırmacılık ve ayrımcılık: Kamu hizmetinin verilmesinde çeşitli nedenlerle bazı kişilere öncelik ve ayrıcalık tanıma; çeşitli nedenlerle bazı kişilerin kamu hizmeti almasını engelleme veya geciktirme.
Hakaret ve kötü muamele: Kamu hizmeti sunumu sırasında vatandaşlarla girilen ilişkide hakaret etme, saygısız ve kaba davranma, azarlama vs.
Dedikodu: Kamu görevlilerinin, görev yaptıkları birimde, çalışma arkadaşları veya üstleriyle ilgili olumsuz görüşler ile çalışma ortamıyla ilgili olmayan ve hakkında konuşulan kişi hakkında olumsuz düşüncelere neden olabilecek özel bilgileri paylaşması.
Aracılık: Bir kamu hizmetinin sağlanmasında görevi olmadığı hâlde tanıdıklarının işlerinin yapılmasında diğer kamu görevlilerine ricacı olma, işlemleri bu suretle hızlandırma.
Yolsuzluk, kamu görevlilerinin sahip oldukları kimi kamusal yetkiyi, kamu yararının dışında kendi kişisel çıkarları için kullanmasıdır. Kamu etiğinin kapsamı, yolsuzluktan daha geniştir.
Kamuda ahlaka aykırı davranışların yaygınlaşmasının, kamu hizmetlerinin temel hedefi olan kamu yararının gerçekleşmemesi sonucunu vereceği açık olmakla birlikte, kamuya ahlak kazandırılmasının önemi, TÜSİAD tarafından 2005 yılında hazırlatılan Devlette Etikten Etik Devlete: Kamu Yönetiminde Etik başlıklı çalışmada şu şekilde belirtilmiştir:
Kamu yönetiminde ahlaka aykırı faaliyetler, her şeyden önce, hukuk sistemine ve devlete olan güveni azaltmaktadır.
Kamu yönetiminde etiğin en önemli özelliklerinden birisi, sosyal sorumluluk bilin- cini içermesidir.
Etik bilincin devlet yönetiminde en tepeden aşağıya kadar var olması, bir siyasal sistemin iyi işleyişinin garantilerinden birisidir. Etiğin yokluğu varlığından daha kolay fark edilir.
Kamu yönetiminde ahlaka aykırı faaliyetlerin, ülkenin kalkınmasına da doğrudan olumsuz etkisi bulunmaktadır.
Bürokrasinin etkisizliği ve verimsizliği, kamu görevlilerinin motivasyonlarını azaltırken kamu hizmetinin kalitesini düşürür.
Kamu yatırımlarındaki ahlaka aykırı faaliyetler, büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir.
Kamu yönetiminde ahlaka aykırı faaliyetler söz konusu olduğunda altyapı ve hizmetler için ayrılan kamu kaynakları etkin olmayan bir şekilde kullanılacağından, bu altyapı ve hizmetlerin kalitesi düşük düzeyde olacaktır.
Kamu yönetiminde ahlaka aykırı faaliyetlerin yaygın olduğu ülkelerde enflasyonist eğilimler de yüksektir.
Kamu yönetiminde ahlaka aykırı faaliyetlerin hem yerli hem de yabancı yatırımcıların yatırım kararları üzerinde ciddi negatif etkileri vardır.
Kamu yönetiminde ahlaka aykırı faaliyetlerin yaygın olduğu ülkelerde bürokratik işlemler yavaştır.
Kamu yönetiminde ahlaka aykırı faaliyetler, devlete olan güveni olumsuz yönde etkilemekte, devletin gerekli kamu ihtiyaçlarını karşılamasındaki etkinliğini düşürmekte, sosyal ve ekonomik kurumların verimli ve etkin bir şekilde çalışmasını engellemekte ve kaynak dağılımını bozucu etkilerde bulunmaktadır.
Kamu Ahlakı Yaratmak
Kamu etiği tartışma ve araştırmaları, kamu yararının gerçekleştirilebilmesi için kamu görevlilerinin ahlaki norm ve standartlara uygun davranmasının sağlanması üzerinde durur. Kamu görevlilerinin ahlaki norm ve standartlara uygun davranmaları, görevlilerin ahlaki bilinç düzeylerinin artırılması ve ahlaka aykırı davranışlarının önlenmesi araçlarıyla sağlanmaya çalışılır. Kamu etiği tartışma ve araştırmalarının işlevi, kamu görevlilerinin hukukça yaptırıma konu edilmiş eylemlerden ahlaki kaygılarla, yani isteyerek kaçınmalarını sağlamak olmaktadır. Bir başka işlev ise kanunların yaptırıma tabi tutmadığı ama yine de ahlaka aykırı görülen davranışların da bu yolla önlenmesidir.
Ahlaka aykırı davranışların önlenmesi için iki temel yaklaşım geliştirmek mümkündür. İlk yaklaşım, ahlaka aykırı her türlü davranışın yaptırıma sahip kurallarla kapsanarak etkili denetim ve cezalandırma mekanizmaları kurulması gerektiğini savunur. Ne var ki, bu yaklaşım, modern dönemde kamu etiği tartışmalarının canlanmasına neden olan ve artık eskidiği düşünülen klasik kamu yönetimi anlayışını devam ettirmektedir. Bu eski kamu yönetimi anlayışı kurallara dayanan iyi bir sistemin, kamu görevlilerinin bu kurallara uymasını sağlayacak yaptırım kurallarıyla desteklenmesini ve sistemin bu şekilde işlemesini öngörmekteydi. Hâlbuki söz konusu yaklaşım, kendinden beklenen sonucu vermemiştir. Denetim ve cezalandırma mekanizmaları yeni bir bürokrasi yaratır, dolayısıyla kamu hizmetlerinin maliyetini artırır. Bunun yanında, denetimin ve cezanın artması, çalışanların kurumlarına olan bağlılığını ve güvenini azaltır. İkinci yaklaşım, kamu görevlilerinin ahlaki bilinç düzeylerini artırmayı hedeflemektedir. Söz konusu yaklaşımda, erdem etiği düşüncesini yansıtan bir iddiayla, kamu görevlileri ne kadar erdemli, ahlaklı olurlarsa ahlaka aykırı davranışların da o oranda azalacağı beklenmektedir. Ne var ki bu önerme doğru olmakla birlikte, kamu görevlilerinin erdemli olması kamu eliyle sağlanmaya çalışıldığında, kamu gücü belli bir ahlak anlayışının dayatılması olarak ortaya çıkabilir. Bunun ise bizatihi kendisi, ancak özgürlüğe dayanmakla tutarlı olabilen ahlak düşüncesine aykırı olacaktır. Taşıdıkları sorunlara rağmen, iki yaklaşımın dengeli bir sentezinin hayata geçirilmesi, kamuya ahlak kazandırılmasının en kabul edilebilir yöntemi olarak görülmektedir. Belki bu konudaki daha ileri bir adım olarak felsefi temellere dayanan, etik düşünmeye ağırlık verilen bir tartışma kültürünün yaratılması ve eğitim-öğretim aşamalarında etik tartışmalara daha fazla yer verilmesi için çaba gösterilebilir.
Türk Kamu Yönetiminde Yolsuzluk
Türk kamu yönetimindeki yolsuzluk ve ahlaka aykırı davranışların nedenleriyle ilgili olarak şu noktaların altı çizilebilir:
Kamuda hukuk devleti ilkesinin yerleşmemiş olması. (Hukuk devleti ilkesine göre, devletin eylem ve işlemlerinin hukuka dayanması ve bu eylem ve işlemlerin bağımsız yargı organlarınca denetlenebilmesi gerekir.)
Kamuda etik kültürünün yerleşmemiş olması
Bürokrasinin merkeziyetçi ve statükocu yapısı
Siyasilerin bürokratik yapı üzerindeki etkisi
Takdir yetkisinin keyfi kullanılışı
Bürokratik hizmetlerin kalitesi
Kamu görevlilerinin kamu hizmetine adanmışlığında yetersizlik
Bürokratik işlemlerdeki kuralların çokluğu ve karmaşıklığı
İdari usul eksikliği
Kamuda istihdam sorunları
Kamu yönetiminde saydamlık eksikliği (Saydamlık; devletin; hedeflerini, bu hedeflere ulaşmak için hayata geçirdiği politikaları ve bu politikaların yarattığı sonuçları izlemek için gerekli olan bilgiyi düzenli, anlaşılabilir, tutarlı ve güvenilir bir biçimde sunmasıdır.)
Kamu yönetiminde denetim yetersizliği
Ekonomik nedenler
Eğitimin yetersizliği
Medya ve sivil toplumun etkinliğinin az oluşu
Bürokratik ayrıcalıklar
Toplumsal yapı
Kamu Etiği ve İnsan Hakları
İnsan Haklarının Felsefi Temelleri
‘İnsan hakları düşüncesi’, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası siyasetin en hararetli tartışma konularından birisi olmuştur. Batılı ülkelerin önderliğinde yapılan tartışmalar, salt akademik veya siyasi gündemin belirleyicisi olmaktan ziyade, Birleşmiş Milletlerin küresel, Amerika ve Avrupa’nın ise bölgesel ölçekli örgütlenmelerinin, Batılı devletlerin diğer devletlerle ilişkilerindeki en azından görünürdeki temel anlayışı hâline gelmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi insan hakları alanındaki temel, kurucu ama herhangi bir denetim mekanizması öngörmeyen bir metni, Amerika ve Avrupa’da kabul edilen uluslararası insan hakları sözleşmeleri izlemiş ve bölgesel insan hakları denetim mekanizmaları oluşturulmuştur. Nitekim Türkiye de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini kabul etmiştir.
İnsan hakları kavramının kazandığı önem sonucunda insan hakları düşüncesini benimsediği iddiasında bulunan devletler temel eğitimden itibaren her alan ve aşamada vatandaşlarına insan hakları eğitimi vermiş, vatandaşlarını insan hakları düşüncesinden ve bu düşüncenin iç hukuka yansıyan somut görünümünden haberdar etmiş, devlet görevlileri sürekli insan hakları eğitimine tabi tutulmuştur.
İnsan haklarının ahlaki iddialar olarak görül- mesi, tek tek bireylerin bu düşünceyle ilgili ‘samimi’ tutum oluşturmasını gerektirir. İnsan haklarının samimi olarak kabul edilmesi, etik gerekçelendirmeyle mümkündür.
İnsanların Hakları ve İnsan Hakları
İnsan hakları, kişilerin eylemlerine yön verme iddiasında olan ahlaki talepler ve kurallardır. Modern toplumlardaki siyasi iktidar yapılanması, yani devlet, söz konusu hakların korunması ödevini de üstlenmiştir. Günümüz demokratik devlet anlayışı, insan haklarını koruma kabiliyetiyle meşruiyet iddiasında bulunabilmektedir. Toplumun bütün üyeleri, gerek gündelik yaşamda gerekse toplumsal kurumların inşa ve işletilme süreçlerinde, insan hakları düşüncesinin ahlaki taleplerinin muhatabı durumundadır. Gerek sıradan vatandaş gerekse kamu görevlisi, insan hakları konusunu kendisine yabancı hukuki bir düzenleme konusu olarak değil, ahlaki eylemlerinin bir parçası olarak görmek durumundadır.
İnsan Haklarının Gerekçelendirilmesi
‘İnsan hakları’ düşüncesini gerekçelendirmek, “Neden insan haklarına saygılı olmak zorundayız?” gibi genel bir sorunun veya insan hakları içerisinde kabul edilen tek tek hakların, mesela yaşama hakkının neden bir hak olarak kabul edilmesi gerektiği, insanların yaşama hakkına neden saygı gösterilmesi gerektiği sorularını yanıtlamak demektir. Bu sorulara verilecek en önemli ve tutarlı cevaplardan biri, ‘insan onuru’ kavramıdır. Yani insan haklarının dayanağı, çıkış noktası, sebebi; insan onurunun gereği olmasıdır. Akla sahip olmanın bir başka görünümü olan ‘hür irade’ yahut tercihte bulunabilme imkânı da insan onurunu destekleyen bir özelliktir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olarak hangi eylemde bulunabileceğine karar verebilmekte ve bu kabiliyeti sayesinde, değer yargıları üretebilmekte, kültür inşa edebilmekte, medeniyet kurabilmekte, inşa ettiği kültürü ve bilgi birimini gelecek nesillere aktarabilmekte ve bu sayede sürekli gelişme imkânı bulabilmektedir. Yeryüzünde bu özellikler, istisnai olarak insana aittir ve bu onu eşsiz ve değerli kılar. İnsan onuruna yüklenen anlam, hangi hakların insan hakkı olarak kabul edileceğini belirleyebilir. Bu anlama göre haklar listesi daralabilir veya genişleyebilir. Ancak insan onuru, yani insanın akıl ve vicdan sahibi bir varlık olarak değerli olduğu bir kere kabul edildikten sonra, insanın yaşam hakkının, özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün, işkenceye maruz kalmama, aşağılanmama hakları gibi haklarının, bu listenin hiçbir durumda dışında kalmayacağını söyleyebiliriz. İnsan haklarını tanımış ve koruma altına almış olmak, bir devletin veya hukuk sisteminin ahlaken meşru sayılabilmesinin de asgari koşuludur.
İnsan Haklarının Temel Özellikleri
Evrensellik: İnsan haklarının evrensel olduğunu söylediğimizde, insan haklarından yararlanılabilmesi için zaman ve mekân (coğrafya) sınırı veya koşulu aranamayacağını söylemiş oluruz. Farklı kültürler insan haklarının yorumlanmasında ve detaylandırılmasında farklılık gösterebilir, ancak özü ve ana yapısı itibariyle insan hakları evrenseldir.
Doğuştanlık: İnsanlar, insan haklarına doğuştan sahiptir. İnsan haklarının kazanılması, toplum- sal örgütlenme biçimlerinin veya devletin tanımasına bağlı değildir.
Mutlaklık: Mutlak olmak, öncelikle, herhangi bir kayda ve şarta bağlanamamak anlamına gelir. İnsan hakları, ırk, din, dil vb. şartlara bağlanamayacağı gibi iyi insan olmaya, hak etmeye vs. de bağlanamaz. Bu mutlaklığın anlamı, herkesin her insan hakkını sınırsız kullanabilmesi değildir. Ancak söz konusu sınır da doğrudan insan haklarıyla ilgilidir. Bir insan hakkının sınırlanabilmesi, ancak hakkın somut durumda kullanılmasının bir başka kişinin insan hakkını ihlal etmesi veya insan haklarının varlık şartlarını ortadan kaldıracak şekilde kullanılması hâlinde olanaklıdır. İnsan haklarını ihlal etmek, insan onuruna zarar vermektir.
Vazgeçilemezlik: İnsan haklarının insan onuruyla ilgisinin korunmuş olması ve doğuştanlığının kabul edilmiş olması, bu haklardan vazgeçilemeyeceği anlamına gelir. Zira insan, insan olarak varlığını devam ettirmek, insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak için, sahip olduğu insan haklarının hayata geçirilmesine ihtiyaç duyar. Bir kişinin insan hakları talebinde bulunmayacağını söylemesi, insan haklarından vazgeçtiğini söylemesi, hiçbir kişi veya kurum için bu hakları ihlal etme imkânı sağlamaz. Rızasıyla özgürlüğünü bir başkasına devrederek köle olmak isteyen kişi için yapacak bir şey yoktur ama böyle bir kişiyi bile köle olarak kullanmak, insan hakkı ihlalidir. Böyle bir sözleşmeyi tanıyan ve koruyan bir hukuk sistemi, insan haklarına saygı göstermiyor, demektir.
Kamu Etiğinde İnsan Hakları
Sistem, yani kurallar için temel oluşturan insan hakları, doğal olarak kamu görevlilerini de insan haklarına saygılı davranmaya zorlayacaktır. İnsan haklarına saygı göstermeyen devletlere bakıldığında, yaşam hakkının, kişi özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün en büyük tehdidi, devlettir. Kamu görevlilerinin devletin sahip olduğu gücü kullanarak insan haklarının en büyük ihlalcisi hâline gelmesi, en acil insan hakları tartışmalarının devlet merkezli yürütülmesini haklı kılar niteliktedir. Devletler arasında yapılan insan hakları konulu uluslararası sözleşmeler, bu sözleşmelerin bir kısmının kurduğu bölgesel düzeydeki denetim mekanizmaları, devletlerin uluslararası alanda yüklendikleri sorumluluğu yerine getirmek üzere ulusal düzeyde kurulan denetim ve yaptırım mekanizmaları, insan hakları düşüncesinin bir kamu ahlakı olarak görülmesini mümkün kılmaktadır.
Adil Yargılanma Hakkı
Uluslararası Belgelerde Adil Yargılanma Hakkı
1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ‘Adil Yargılanma Hakkı’ başlıklı 10.maddesine göre, “herkes, hakları ve yükümlülükleri ile hakkındaki bir suç isnadının karara bağlanmasında bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak tam bir eşitlikle yargılanma hakkına sahiptir.” 1966 ve 1976 tarihli BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin yine ‘Adil Yargılanma Hakkı’ başlıklı 14. maddesi biraz daha ayrıntılı bir düzenleme içermektedir. Maddenin ilk üç fıkrası şöyledir:
\1. Herkes mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşittir.
\2. Hakkında bir suç isnadı bulunan bir kimse, hukuka göre suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılma hakkına sahiptir.
\3. Hakkında bir suç isnadı bulunan bir kimsenin bu isnadın karara bağlanmasında, tam bir eşitlik içinde asgari şu haklara sahiptir:
a) Hakkındaki suç isnadının niteliği ve nedenleri konusunda ayrıntılı bir şekilde ve anlayabileceği bir dilde derhal bilgilendirilme;
b) Savunmasını hazırlamak için yeterli za- mana ve kolaylıklara sahip olma ve kendi seçtiği avukatla görüşme;
c) Sebepsiz yere gecikmeden yargılanma;
d) Duruşmalarda hazır bulundurulma ve kendisini bizzat veya kendi seçeceği bir avukat aracılığıyla savunma; eğer avukatı bulunmuyorsa sahip olduğu haklar konusunda bilgilendirilme; adaletin yararı gerektirdiği her durumda kendisine bir avukat tayin edilme ve eğer avukata ödeme yapabilecek yeterli imkânı yoksa ücretsiz olarak avukat tayin edilme;
e) Aleyhindeki tanıkları sorguya çekme veya çektirme ve lehindeki tanıkların mahkemeye çıkmalarını ve aleyhindeki tanıklarla aynı koşullarda sorguya çekilmelerini sağlama;
f) Mahkemede konuşulan dili anlamıyor veya konuşamıyorsa, bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanma;
g) Kendisini suçlandırıcı tanıklık yapmaya veya bir suçu itirafa zorlanmama.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ‘Adil Yargılanma Hakkı’ başlığını taşıyan 6. maddesi ise aşağıdaki gibidir:
\1. Herkes, kişisel hak ve yükümlülükleri ile hakkındaki bir suç isnadının karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından, makul bir sürede, adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir.
\2. Hakkında suç isnadı bulunan bir kimse, hukuka göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılır.
\3. Hakkında suç isnadı bulunan bir kimse asgari şu haklara sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebepleri hakkında anlaya- bileceği dilde ve ayrıntılı olarak derhal bilgilendirilme;
b) Savunmasını hazırlamak için yeterli zamana ve kolaylıklara sahip olma;
c) Kendisini bizzat veya seçeceği bir avukat aracılığıyla savunma; avukata ödeme yapabilmek için yeterli imkânı yoksa ve adaletin yararı gerektiriyorsa ücretsiz hukukî yardım alma;
d) Aleyhine olan tanıkları sorguya çekme ve sorguya çektirme; lehine olan tanıkların aleyhine olan tanıklarla aynı şartlarda hazır bulunmalarını ve sorguya çekilmelerini sağlama;
e) Mahkemede kullanılan dili anlamıyor veya konuşamıyorsa, bir çevirmenden ücretsiz yararlanma.
Mahkemede Yargılanma Hakkı
Mahkemeye Başvurma Hakkı: Bu hak, ‘mahkemeye ulaşma’, ‘adalete ulaşma’ veya ‘adaletten yararlanma hakkı’ olarak da anılır. Hukuk devletinin ve hukukun genel ilkelerinin gereği olarak ortaya çıkar. Mahkemeye başvurma hakkının hukuken var olması, hakkın gerçekten, yani fiilen var olduğu anlamına gelmez. Bu hakkın gerçekten tanındığının kabul edilebilmesi için, önüne gidilen yargılama makamının tam yargısal yetkiye, yani iddiayı hem tartışma konusu yapılan olaylar hem de hukuk açısından inceleyip karar verme yetkisi olmalıdır. Mahkemelere başvurma hakkı sınırsız değildir ancak sınırların makul olmaması, hakkın özüne zarar verecektir.
Yasayla Kurulmuş Mahkeme: Demokratik bir sistemde, yargı teşkilatı yürütmeye bağlı değildir. Yargıyla ilgili kurucu düzenlemeler yasalarla, yani meclis tarafından yapılır. Böylece mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulü, yürütmenin işlemleriyle değil, yasa yoluyla belirlenecektir. Bunun en önemli gerekçesi, yargılamaya ilişkin düzenlemelerin olaylar gerçekleşmeden önce yapılması gereğidir. Bu konuda, ‘doğal hâkim ilkesi’ geçerlidir. Bu ilkeye göre, hiç kimse hukuken belirlenmiş yargı yerleri dışında yargılanamaz. Olaya ve kişiye özgü olağanüstü mahkemeler kurulamaz.
Bağımsız ve Tarafsız Yargılama
Bağımsızlık, herhangi bir kişi, kurum veya organdan emir almamak, yasamanın, yürütme erkinin ve diğer dış etkilerin baskısı altında kalmamak demektir. Tarafsızlık ise hâkimlerin yargılamada taraf tutmaması, tarafların iddialarını nesnel bir şekilde ele alması ve dünya görüşü, ideoloji, dini ve felsefi inanç gibi kişilik özelliklerinden sıyrılabilmesi demektir.
Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı
Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargı: Yargılamanın hakkaniyetle yürütülmesi için, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülük açısından tarafların eşit imkânlara sahip olması gerekir. Silahların eşitliği adı verilen bu ilke çerçevesinde, davanın taraflarından birisi, iddiasını ortaya koymak ve delillerin değerlendirilmesini istemek bakımından diğer tarafa göre dezavantajlı konumda bulunma- malıdır. Çelişmeli yargı ilkesi ise “bir davada tarafların, karşı tarafın sunduğu delil veya dosyada yer alan mütalaalar hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkânına sahip olması” anlamına gelir. Çelişmeli yargı, silahların eşitliğini sağlayan bir ilkedir.
Duruşmada Bulunma Hakkı: Duruşmada bulunma hakkı, kişinin kendi davasının duruşmasına bizzat katılma imkânını içerir. Bu hak özellikle kendisine suç isnat edilmiş sanıklar için geçerlidir. Böylece sanık, kendisine ceza verilmesi olasılığı bulunan yargılamayı izleyebilecek, davaya katılabilecek, gerektiğinde delil göstermek, avukatına tavsiyede bulunmak veya suçlamalara karşı bizzat savunma yaparak davanın seyrini etkileyebilecektir.
Susma Hakkı: Susma hakkı, ceza davalarında sanığın kendi mahkûmiyetine yardımcı olmaya, kendi aleyhine beyanda bulunmaya veya delil vermeye zorlanmama hakkıdır.
Delillere İlişkin Haklar: Ceza davalarında delillere ilişkin bir ilke, delillerin aleni olarak sanığın huzurunda mahkemeye sunulmasıdır. Böylece sanığın aleyhine sunulan delilleri öğrenmesi, değerlendirmesi ve savunma yapması imkânı sağlanmış olur.
Gerekçeli Karar Hakkı: Mahkemelerin verdikleri kararların gerekçeli olması beklenir. Hukukun gerçekten uygulanıp uygulanmadığı, kararın adil olup olmadığı, uzman hukukçular dışındaki kişiler açısından ancak bu yolla görülebilir. Üstelik mahkemelerin verdikleri kararlara karşı temyiz imkânı varsa, bu imkânın etkili bir şekilde kullanılmasının en önemli aracı, gerekçeli karardır.
Avukat ile Temsil Hakkı: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi md. 6/3(c), hakkında suç isnadında bulunulanların “kendisini bizzat veya seçeceği bir avukat aracılığıyla savunma; avukata ödeme yapabilmek için yeterli imkânı yoksa ve adaletin yararı gerektiriyorsa ücretsiz hukuki yardım alma” hakkını tanımaktadır.
Yargıya Müdahale Edilmemesi: Yargılamanın müdahalelerden arınmış bir şekilde sürmesi ve sonuçlanması, adil yargılanma hakkının gerçekleşmesi açısından önem taşır. Ancak özellikle toplumun gündemini oluşturan davalar söz konusu olduğunda müdahale olup olmadığını belirlemek zordur. Burada temel kabul edilen ilke, profesyonel yargıçların bu tür tartışmalardan etkilenmeyecekleridir. Müdahale konusunda asıl önemli olan, kamu görevlilerinin beyan ve eylemleridir.
Aleniyet İlkesi
Adil yargılanma hakkının gerçekleşebilmesinin önemli bir unsuru, yargılamadaki aleniyet ilkesidir. Aleniyet, duruşmaların kamuya ve medyaya açık bir şekilde yapılması anlamına gelir. Asıl olan, ilk derece mahkemelerindeki duruşmaların aleni olmasıdır. İlke, sadece duruşmaların değil, mahkemenin verdiği kararın da aleni olmasını gerektirir.
Temyiz mahkemelerinin yaptığı duruşmalar açısından mutlak bir aleniyet şartı aranmaz. Bu çerçevede tanıkların, çelişmeli usulle bile olsa aleni olmayan bir şekilde dinlenmesi, aleniyet ilkesine aykırıdır. Ancak bazı durumlarda aleniyet ilkesinin sınırlanması mümkün, hatta gereklidir. Bu durumlar şöyle listelenebilir: Milli güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak, küçüklerin menfaatlerinin veya davaya taraf olanların özel yaşamlarının korunması, mahkemenin davaya has koşullarının aleniyeti adaletin selameti açısından zararlı görmesi
Makul Sürede Yargılanma Hakkı
Adil yargılanma hakkının gerçekleşebilmesi için aranan son unsur, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasıdır. Yargılamanın süresini etkileyen çeşitli nedenler vardır. Bu hakkın ihlali anlamına gelebilecek neden, yetkili makamların, kamu görevlilerinin tutumları ve eylemleridir. Bunun yanında yargı sisteminin kötü işlemesi de hakkın ihlal edilmesi nedenlerindendir. Yargılamanın ‘makul süresi’ni kestirmek zordur. Dolayısıyla bu konuda ‘ortalama’ bir süre zikretmek mümkün değildir. ‘Makul süre’, her davanın kendine has koşulları içerisinde değerlendirilmek durumundadır.