ADALET MESLEK ETİĞİ - Ünite 2: Etik Kuramları ve Uygulamalı Etik Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Etik Kuramları ve Uygulamalı Etik

Ünite 2: Etik Kuramları ve Uygulamalı Etik

Giriş

Etik, soru sormanın mümkün olduğu son noktaya kadar her yeni yanıtı ‘Neden?’ sorusuyla karşılar.

‘Nasıl davranmalıyım?’ sorusuna verdiğimiz cevaplar, ahlaki değerlendirmeye açık bir eylemin gerçekleştirilmesi sonrasında sorulan ‘Neden?’ sorusuna verilen cevaplarda belirginleşir. Bu cevapları, ahlaki duyarlılığın gelişmediği bir noktadan, etik düşünmenin en olgun hâline kadar giden bir çizgideki altı aşamada gruplayabiliriz.

  1. İlk aşamada, gündelik hayatta kullanılan sıradan ve ahlakiliği sorgulanabilecek gerek- çeler bulunur.

  2. Bir sonraki aşama, tekil durumlarda izlenen kuralların belli kuram çerçevesinde genelleştirilmesidir.

  3. Ne var ki bu aşamada ortaya çıkan kuramların doğruluğu sorunu, artık kuramların da sorgulanmasıyla sonuçlanır.

  4. Bir sonraki aşama, genel olarak ahlaki yargıların doğrulanması aşamasıdır.

  5. Nihayet son aşamada, kuramların ve ahlaki yargıların doğruluğu nasıl tartışılırsa tartışılsın, etik düşünme eyleminin bizzat kendisinin sahip olması gereken bazı özelliklere ihtiyaç duyulur.

Birinci Düzey Gerekçelendirme: Somut Durumda Eylem Sebebi Bulmak

Somut bir eylemi, çok da fazla etik bir duyarlılık sahibi olmadan gerekçelendirme, çoğunca alışkanlıklara veya duygulara dayanır ve belli bir ahlaki yargıya dayandığı durumlarda dahi kişi, bu yargıları sorgulamaksızın kabul etmiştir.

  • Olguyla Gerekçelendirme

Bazen eylemler, somut bir olay veya olguyla ilişkilendirilerek gerekçelendirilir. Böylece eylem sahibi, eyleminin doğru veya iyi oluşunu bu olgunun varlığına bağlar gibi görünür. Söz gelimi, yaşlı bir kişinin zorlukla taşıdığı çantasını gideceği yere kadar götüren veya toplu taşıma aracında bir yaşlıya yer veren kişi, kendisine eyleminin sebebi sorulduğunda, ‘Yaşlıydı ve çantayı taşımakta zorlanıyordu.’ veya ‘Yaşlıydı ve ayakta duracak hâli yoktu.’ gibi bir cevap verebilir. Bu durumda çantayı taşımasının nedeni yardım edilen kişinin “yaşlı olması” olgusu ile “çantayı taşımakta zorlanması” olayı olacaktır. Görünüşte eylemin sebebi bir olay veya olgu ise de esasen kişi, toplumsal bir norma dayanmaktadır. Gerekçelendirme yapan kişi bu normu kolaylıkla dile getiremediği durumlarda bile, en azından soruyu soran kişinin de farkında olduğu bir ‘olması gereken’ veya ‘yapılması gereken’, yani ‘ödev’ düşüncesi, eylem sebebinin arkasında durmaktadır. Bu durum özellikle ‘kınayan’ veya ‘yapmamış olmayı sorgulayan’ yargılarda daha açık bir şekilde kendini belli eder.

Eylemlerin olgularla ilişkilendirildiği durumlarda, esasında muhatabın bildiği varsayılan ve benimsemesi gerektiği varsayılan bir ahlak kuralına gönderme yapılmaktadır.

Olgu veya olayla gerekçelendirme yapılan durumlarda, her ne kadar kişi, eyleminin sebebi olarak bir olgu veya olayı gösterse de esasında bir ahlak normuna dayanmaktadır. Ancak büyük bir ihtimalle böyle bir ahlak normuna uyduğunun veya dayandığının farkında değildir.

  • Duygularla Gerekçelendirme

Ahlaki değerlendirmeye açık eylemler, zaman zaman duygularla ilişkilendirilerek gerekçelendirilir. Eylem sahibi, davranışının sebebi olarak bir olay veya olguyla ilgili duygularını gösterir. Söz gelimi, çocuk bir dilenciye yüklü bir para veren kişi, bunun sebebi olarak, ‘Çocukları çok seviyorum’ diyebilir veya bir yaşlıya yardım eden kişi, o yaşlıyı gördüğünde anneannesini hatırladığını ve ‘içinin bir hoş olduğunu’ söyleyebilir. Bu tarz gerekçeler, eylem sebebi olarak sadece ve sadece söz konusu duyguya işaret ediyorlarsa bu gerekçelendirmenin ahlakilikle ilgisi yoktur. Tutarlı bir ahlak düşüncesi, salt duyguların eylem sebebi olarak ahlakilik iddiasında bulunmasına izin vermez.

  • Olası Sonuçlarla Gerekçelendirme

Eylemi bir olgu veya olayla gerekçelendirmeye benzer bir gerekçelendirme, eylemin olası sonuçlarını gündeme getirmek suretiyle gerçekleştirilebilir. Böyle bir durumda kişi, farklı davranması durumunda ortaya çıkması olası sonuçları dile getirerek yaptığı eylemi ahlaken meşrulaştırmaya çalışır. Söz gelimi, ailesi yoksul olan ve eğitim masraflarını karşılayamayacağı bir çocuğa burs veren kişi, eylemini ‘aksi takdirde çocuğun iyi bir gelecek imkânı olmayacaktı’ diyerek gerekçelendirebilir. Böyle bir gerekçelendirmenin asıl dayanağı, yapılan eylemin sonuçları, özellikle vurgulamak gerekirse, sonucun yararlı oluşu veya farklı bir duruma tercih edilmesi gerektiği düşüncesidir. Dolayısıyla olası sonuçlarla ilişkilendirme, esasında, eylemin yarar sağladığı takdirde doğru olduğu kabulüne dayanır. Eylemlerin ahlaki açıdan gerekçelendirilmesinde sadece sonuçlara odaklanmak, iyi sonuçlar uğruna ahlaken kabul edilebilmesi mümkün olmayan eylemlerin yapılmasına neden olabilir. Bir eylemin olası sonuçlarla gerekçelendirilmesi, alt düzey bir ahlaki gerekçelendirmedir.

  • Ahlak Kurallarıyla Gerekçelendirme

Bazı durumlarda eylemler, belli bir ahlak kuralına dayanılmak suretiyle gerekçelendirilir. Bir ahlak kuralına dayanarak yapılan gerekçelendirme, genellikle ya herkesin paylaştığına inanılan yaygın ahlak kurallarını kullanır yahut da söz konusu ahlak kuralını benimsediği bilinen küçük gruplar içerisinde hayat bulur.

Bir eylemin ahlak kuralıyla gerekçelendirilmesi, başka şekilde gerekçelendirilmesinden iyidir. Ne var ki bu gerekçelendirme etik düşünme ile daha ileri düzeyde gerekçelendirilmemişse kişi farkında olmadan başkalarının ahlaki düşüncesine dayanmış olabilir ve benzer durumlarda farklı davranma riskiyle karşı karşıyadır.

  • Ahlaki Otoriteyle Gerekçelendirme

İster tekil olaylarda nasıl davranılacağı ile ilgili isterse kural şeklinde ifade edilmiş ahlaki yargılar olsun; anne, baba, öğretmen, grup lideri, parti başkanı, din adamı veya dinî bir örgüt, devlet, yüksek mahkeme vb. kişi ve kurumların görüşlerine, eylemi ahlaken meşrulaştıran sebepler olarak başvurulabilir.

Söz konusu gerekçelendirme, başvurulan otoritelerin ahlaki yetkinliğini kabul etmiş bireyler açısından yeterli görülebilir ve daha ileri bir sorgulama gerekli görülmez. Ne var ki ahlaki sebepler konusunda salt otoriteye başvuruluyor olması, ahlaki sorumluluğun devri anlamına gelir. Böyle bir devir umudu, çoğunca, ahlaki sorumluluktan kurtulma niyeti de taşır. Oysa ahlaki sorumluluk, devrederek kurtulabileceğimiz bir şey değildir. Eylemi ahlaki kılan koşullardan biri, eylem sahibinin eylem sebebini de benimsemesidir. Eylem sebebini başka bir iradeye bağlamış kişi, özgürlüğünden ve kişiliğinden vazgeçmiştir.

  • Vicdanla Gerekçelendirme

İnsanlar ‘vicdanlarının sesini dinleyerek’ karar verirler yahut ‘vicdan azabı çekmek’ ten korkarak bazı eylemlerden kaçınırlar. Hatta bazı zor kararların alınması arifesinde, ‘içinden gelen sesi dinle’ tavsiyesi, oldukça iyi bir tavsiye gibi görünür.

Vicdanın sesi, ancak eylem sahibinin kendi kendine yaptığı sorgulamada tatmin sağlayabilir, o da eğer rasyonel ve derin bir sorgulama değilse. Eylemimizin sebebini, özellikle de eylemimizi eleştiren birisine karşı vicdanımızın sesini dinlediğimizi söyleyerek gerekçelendirmek ne makul ne de makbuldür. Vicdan yanılabilir. Vicdanın sesi olarak adlandırdığımız şey, sorgulamaksızın kabul ettiğimiz otoritelerin yankısı yahut çıkarı peşinde koşan egomuzun aldatmacası olabilir.

Vicdan azabı, psikolojik bir sürece gündelik dilde verdiğimiz bir isimdir. İçimizde bizi mutlak doğruya kendiliğinden yöneltecek bir mekanizma yoktur.

Bazı örneklerini saydığımız birinci düzey gerekçelendirme, kişi farkında olsun olmasın, belli bir kurala dayanır yahut dayandırılabilir. Ancak gerekçelendirmenin bu düzeyde bırakılması, ahlaki düzeyinin gelişmemişliğini gösterebileceği gibi, esasen çelişik davranışlarda bulunulması anlamına da gelebilir. Eğer kâmil anlamıyla ahlaki bir tutum veya bilinçten bahsetmek mümkünse birinci düzey gerekçelendirmenin ötesine gitmemiş bir kişinin ahlaki değerlendirmeye açık eylemlerinin bu kişi açısından henüz ‘ahlaki’lik sıfatını kazanmamış olduğu söylenebilir. Bu aşamada, henüz etiğin alanına girilmemiştir. Ahlaki eylem, her şeyden önce kurallı eylemdir.

İkinci Düzey Gerekçelendirme: Kuralı Genelleştirmek

Etik kuramlar olarak bilinen, ahlaki eylemin gerekçelendirme tarzlarını, aynı zamanda normatif etik düşünme olarak da bilinir. Normatif etik, etik düşünmenin kurallar koyan, nasıl davranılmasını gerektiğini söyleyen, bir değer anlayışını savunan biçimidir. .Zira söz konusu kuramlar, ahlaken ne yapmamız gerektiğini, ahlaken neyin doğru ya da yanlış olduğunu söyleme iddiasındadır. Bu açıdan da normatif, yani norm koyan niteliğe sahiptir. Yine bir kuram olmakla, tek tek olayların ahlaki gerekçelendirmesiyle ilgilenmekten, tek tek ahlak kuralları oluşturmaktan ziyade, genel olarak izlenmesi gereken bir çizgi çizmeye çalışır.

  • Kendi Çıkarı Peşinde Koşmak: Bencilik

Bencilik, kişinin kendi çıkarına uygun olanı yapması gerektiğini söyleyen etik kuramıdır. Buna göre, kişinin diğer insanlarla girdiği ilişkilerdeki yapma veya yapmama şeklindeki eyleminin belirleyicisi, eylem sahibinin kendi çıkarı olur. Buradaki ‘çıkar’ ifadesi haz, mutluluk, maddi çıkar vs. gibi bir hedef olarak belirlenebilir. Bu belirleme çerçevesinde, kişi belli bir şekilde davranmıştır çünkü bu eylem onun çıkarınadır; ona haz vermiştir onu mutlu etmiştir; ona maddi çıkar sağlamıştır. Bundan sonra da aynı şekilde davranacaktır. Belli bir durumda yapmak durumunda olduğu eylemle ilgili karar verirken, söz konusu unsurları dikkate alarak bir hesap yapacak, kendi çıkarını sağlayan eylemi seçecektir, seçmelidir.

Benci dediğimiz kişi, eğer iddiasını genelleştirirse herkesin kendi çıkarı peşinde koşmasının, aynı zamanda iddiayı dile getiren olarak kendisinin de çıkarını sağlayacağını göstermek durumundadır. Hâlbuki bir kişinin kendi çıkarını sağlamaya çalışması, çoğunca başka bir insanın çıkarına aykırı bir durum yaratacaktır. Dolayısıyla benci bir ahlaki görüş, mantıken tutarlı değildir. Bireylerinin her birisi benci olan bir toplumun devamlılığının nasıl sağlanacağı ise başka bir çözümsüz sorun olarak ortaya çıkar. Sonuç olarak, bencilik mantıken tutarsızdır. Herkesin kendi çıkarına olan şeyi yapmasını söyleyemeyiz, zira çıkarlar çoğunca çatışır.

  • Sonuçları Dikkate Almak: Sonuçculuk

Sonuçculuk, bir eylemin ahlaki açıdan doğruluğunun, eylemin sonuçlarına bakılarak belirlenmesi gerektiğini söyleyen etik kuramlara verilen isimdir. Benciler, esasen bir tür sonuççudur. Çünkü benciler, eylemin sonuçlarının kişinin çıkarını sağlayıp sağlamadığını araştırırlar.

Sonuççu nitelik taşıyan ve faydacılık olarak bilinen bir gerekçelendirme tarzı, yapılan eylemin sonucunda ortaya çıkacak faydanın, mümkün olan en fazla sayıdaki insanın mümkün olan en fazla faydasını gözetmesi gerektiğini söyler. Böylece eylem sahibi kişi salt kendi faydasını değil, eylemden etkilenen diğer insanların elde edeceği faydayı da hesaplamak durumundadır.

Faydacılık, bir eylemin ahlaken doğru olabilmesi için, eylemin sonuçlarının toplumdaki mümkün olan en fazla sayıdaki insanın mümkün olan en büyük mutluluğunu sağlaması gerektiğini söyleyen etik kuramdır.

Kural faydacılığı ise, bazı kuralların toplum için faydalı olduğundan hareketle, eylemlerin o andaki sonuçlarından çok, kuralın daima uygulanmasıyla ortaya çıkacak faydayı dikkate alan etik kuramdır.

Hayatın karmaşıklığı çerçevesinde eylemlerin sonuçlarını sağlıklı bir şekilde hesaplayabilmek mümkün değildir.

  • Ödeve Uygun Eylemde Bulunmak: Ödev Etiği

Bu tarz gerekçelendirmeyi benimseyenler, insanın somut durumlar karşısındaki doğru eyleminin, tek bir veya birkaç genel ilkeden türetilebileceğini belirtirler ve bu ilke veya kuralları ‘ödev’ olarak isimlendirirler.

Ödev etiği, kişilerin bazı kuralları sonuçları ne olursa olsun uygulamasının ahlaken ödevleri olduğunu söyleyen etik kuramdır.

  • Erdemli Olmak: Erdem Etiği

Erdem, ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllü- lük, yiğitlik, doğruluk vb. kişiliğe ait niteliklerin genel adıdır.

Erdem etiği ise, ahlaken doğru eylemin belirlenmesinde kişilerin eylemlerinden çok kişilik özelliklerine vurgu yapan etik kuramdır.

Üçüncü Düzey Gerekçelendirme: Kuramın Doğruluğunu Sınama

Meta-etik, belli bir ahlaki anlayışın veya etik kuramın değil, genel olarak ahlaki yargıların doğası ve doğruluk-yanlışlığı hakkında yapılan felsefi düşünmedir.

  • Doğalcılık

Doğalcılık, ahlaki yargılarımızın bize olgulara karşılık gelen bir bilgi sağladığı dolayısıyla da bu yargıları rasyonel bir sınama imkânına sahip olduğumuzu söyleyen meta- etik kuramdır.

Doğalcılık görüşene göre, ahlaki yargılar üstü kapalı olgusal ifadelerdir. Söz gelimi, “Yalan söylememelisin!” ahlaki yargısı, esasında “Toplum senin yalan söylememeni istiyor.” anlamına gelen olgusal bir ifadeye dönüştürülebilir. Doğalcılar, ahlaki yargıların merkezinde yer alan ‘yükümlülük’, ‘değer’, ‘iyi’ gibi kavramların olgusal karşılığını bulmaya çalışırlar. Böylece, ahlaki yargılar bir bilgi konusu hâline gelmiş olur.

  • Sezgicilik

Sezgicilik, temel ahlaki ilkelerin ve değerlerin bilgisinin sezgi yoluyla bilinebileceğini ve kanıtlanmak için başka bir araca gerek olmadığını söyleyen meta-etik kuramdır ve gizemli bir sezgi yeteneği varsayımına dayanır. Sezgicilik, ahlaki yargılarımızın doğası hakkındaki başka bir tür gerekçelendirme, ahlaki kavram ve ilkelerin sezgiyle bilindiğini veya kavrandığını savunur. Sezgici gerekçelendirme, ahlaki yargıların, aynen doğalcıların söylediği gibi doğru veya yanlış olabileceğini savunur. Aynı zamanda, insandan bağımsız bir ahlaki niteliğin bulunduğu da kabul edilir.

  • Duyguculuk ve Öznelcilik

Duyguculuk, ahlaki yargıların sadece yargıda bulunan kişinin duygularını yansıttığını savunan meta-etik kuramdır. Öznelcilik ise, ahlaki yargıların kişilerin duygularına bağlı olduğu, salt o kişiye ait olması nedeniyle doğru veya yanlış olamayacağını söyleyen meta-etik kuramdır.

Duyguculuk ve öznelcilik ile ilgili olarak dikkat etmemiz gereken bir nokta, bu yaklaşımın ahlaki doğru veya yanlışların olmadığını iddia etmedikleridir. Böyle bir iddiaya, ahlaki hiççilik (nihilizm) adı verilir. Öznelcilik ise ahlaki doğru ve yanlış olmadığını değil, her bir kişiye has ama duygulardan kaynaklanan ahlaki doğru ve yanlışların bulunduğunu söyler. Bu yaklaşımla ilgili temel sorun, farklı ahlaki görüşlerin karşı karşıya gelmesi durumunda tarafların kendi beğenilerini dile getirmelerinden başka yapacak bir şeyin olmamasıdır.

  • Görelilikçilik

Dünya üzerinde, hâlihazırda ve tarihte, toplumlar arasında ve hatta belli bir toplum içinde farklı ahlaki düşüncelerin ve ahlak sistemlerinin, farklı etik kuramların bulunması, görelilikçilik (rölativizm) olarak isimlendirilen bir düşünceye kaynaklık eder.

Görelilikçilik, ahlaki yargıların kültürel temele sahip olması nedeniyle karşılaştırılamayacaklarını ve/veya farklı kültürlerde birbirleriyle çatışan ahlaki yargıların aynı anda geçerli/ doğru olabileceğini söyleyen meta-etik kuramdır.

Görelilikçilik, özellikle devletin koyduğu yasalarla vatandaşları belli bir ahlak kuralları bütününe uymaya zorlama olanağı ve uluslararası siyasette demokrasi ve insan hakları gibi kavramların bazı devletlerce baskı ve hatta askeri güç kullanma gerekçesi olarak kullanılması karşısında kendine önemli ölçüde taraftar bulmuştur. Ahlaki yargıların evrenselliğini iddia ederken belli bir ahlak anlayışının dayatılmasını reddetmek mümkündür.

Dördüncü Düzey Gerekçelendirme: Kuramları Karşılaştırma

  • Temelcilik

Temelcilik, inanç sistemlerinin, gerekçelendirme gerektiren inançlar arasındaki mantıksal bağlantılarla gerekçelendirilebileceğini savunur. Bu görüş, gerekçelendirmeye gerek duymayan bazı temel inançların sistemin köşe taşlarını oluşturduğunu varsayar.

Temelcilik, bir ahlak sisteminin bazı temel apaçık hakikatlerle gerekçelendirilebileceğini söyleyen meta-etik kuramdır.

  • Tutarlılıkçılık

Tutarlılıkçılık, bir ahlak sisteminin, sistemi kuran önermelerin birbirleriyle tutarlı olmaları durumunda gerekçelendirilebileceğini söyleyen meta-etik kuramdır. Bu görüş, inanç sisteminin parçalarının, ancak birbirleriyle olan uyumlu ilişkileri çerçevesinde gerekçelendirilebileceğini söyler. Sistemin parçaları birbirleriyle uyumlu ve tutarlı ise sistem de bir bütün olarak gerekçelendirilmiştir. Bu görüşün temelci görüşten farkı, temelci görüşün bazı inançları apaçık kabul ederek gerekçelendirme dışı bırakması ve sistemin diğer parçalarını bu inançlar üzerine kurmasına karşın, tutarlılıkçılığın sistemin her bir parçası için gerekçelendirme talep etmesidir. Bu gerekçelendirme de yine bizzat sistemin kendi unsurları ile gerçekleştirilmelidir. Bu gerekçelendirmenin taşıdığı en büyük risk, tutarlılıkçılığın sistemin ahlakiliği açısından hiçbir şey söyleyememesidir.

Beşinci Düzey Gerekçelendirme: Etik Düşünme Eylemine Ahlak Kazandırma

Etik düşünme, bireyin bizzat kendisinin gerçekleştirebileceği bir eylemdir. Eylemi bireyin kendisinin gerçekleştirmesi, iki anlama sahiptir: İlk olarak etik düşünme, bireyin özgürlüğünün sonucudur. Kişi öz- gürlüğünün ifadesi olarak eylem, dışsal fiziksel ve düşünsel dayatmalardan bağımsız eylemdir. Zorlamayla ve tehditle gerçekleştirilen eylem, ahlaki olmadığı, bu eylemi gerçekleştirme kararı etik düşünmeye dayanmadığı gibi, başkaları tarafından oluşturulmuş ahlak kurallarının ve etik kuramların, salt başkalarına ait olarak hayata geçirilmesi de bireyin ahlaki davranması anlamına gelmez. Birey, etik düşünme ile kendi özgürlüğünü kullanarak yine kendi özgürlüğünü sınırlayan kurallar koyar. Bu noktadan, eylemi bireyin kendisinin gerçekleştirmesinin ikinci anlamına ulaşırız: Ahlaki eylem, hazır verilmiş bir kılavuza bakılarak belirlenemez. Kişi bu eylemi bizzat istiyor olmalı ve ahlaki olduğu için istiyor olmalıdır. Toplumun genel olarak kabul ettiği ahlak kurallarına uygun bir eylemin, eylemi gerçekleştirenin kişisel kabulü ve iradesi yok ise sadece toplumsal normlara uygun olduğu söylenebilir. Fakat eylemin ahlaki olması, kişinin istemesine, iradesine bağlıdır.

Zorlamayla yapılan ve ahlaken doğru olduğu inancıyla yapılmayan eylem, ahlaki bir eylem değildir. Ahlaki eylem kişi özgürlüğünün bir yansıması olarak kişinin kendisi için kurallar koymasıdır. Ahlaki eylemin ancak özgürlükle ortaya çıkması, aynı zamanda, ahlaki eylemin diğer insanların özgürlüklerini önemsemesini gerektirir. Ahlaki eylem, başka insanları dikkate alan, onların özgürlüğünü önemseyen eylemdir. Ahlaki eylemin diğer insanları önemsemesi gerektiği, içerisinde bir başka düşünceyi barındırır: diğer insanların iyiliğini istemek. Ama özgürlük, iyilikten önce gelir.

Ahlaki bilincin gelişmişliği yahut kişinin gündelik, sıradan, otomatikleşmiş eylemlerden, etik düşünmeyle yönlendirilmiş eylemlere geçmesinin anlamı, evrenselleştirilmiş kuralları benimsemesidir. Etik, ahlak kurallarının benzer olaylara benzer şekilde uygulanmasını talep eder.

Evrenselleştirme düşüncesinin uzantısı, adalet düşüncesidir. Adalet, ahlaki eylemin belirleyicisi olmak durumundadır. Adaletin ilk şartı, eşit davranmadır. Böylece, oluşturulan kuralların ayrımcılığı destekleyen bir evrenselliğe değil, eşitliği temel alan bir evrenselliğe sahip olması gerekir. Eşitlik ilkesinden ayrılma, yine özgürlük ve iyilik düşüncesiyle gerekçelendirilebilen ve benzer durumlar açısından evrenselleştirilen güçlü gerekçelere ihtiyaç duyar.

Etik, ahlak kurallarının benzer olaylarda benzer şekilde uygulanırken eşitliği temel alan bir adalet anlayışını talep eder.

Ahlaki yargılarda bulunurken başkalarının görüşlerine de değer verilmelidir. Sahip olunan ahlaki yargılar sürekli diğer görüşlerle karşılaştırılmalı ve değerlendirilmelidir.

Uygulamalı Etik

Etik genelde üç ana başlık altında işlenir: (1) Normatif Etik, (2) Meta-Etik ve (3) Uygulamalı Etik. Uygulamalı Etik, bir açıdan Normatif Etiğe benzer. Her ikisi de somut durumlarda nasıl davranılmasını gerektiğini söyleyen ilke ve kurallar geliştirmeye çalışır. Ancak Normatif Etik tekil sorunlara yönelmekten ziyade, tekil sorunlara uygulanabilecek soyutlanmış genel ilke ve kurallar getirirken Uygulamalı Etikte belirlenmiş sorun alanlarına özgülenmiş tartışmalar yürütülür.

  • İş Etiği

İş etiği çerçevesinde ortaya çıkan sorunlardan ilki, anonim şirketlerin nihai karar alıcıları pozisyonundaki yöneticilerinin ahlaki sorumluluğudur. İş etiği çerçevesinde gündeme gelen sorunlardan bir başkası, ticari işin mahiyetinin aldatıcı olup olmadığı yahut ticari bir iş yaparken aldatmanın ahlaki olmadığını söylemenin mümkün olup olmadığıdır.

  • Çevre Etiği

Çevre etiği çerçevesinde ortaya çıktığı iddia edilen ahlaki yükümlülüklerin temel varsayımı, çevrenin insandan bağımsız bir varlık olduğudur. Çevre etiği çevreyi insan merkezli bir evren anlayışında bir araç olarak değil, kendi başına bir amaç olarak görür. Dolayısıyla çevreyle ilgili ahlaki yükümlülükler, doğrudan çevrenin kendi öz varlığına saygı duyma gerekliliğinden ortaya çıkar.

  • Biyoetik

Biyolojik canlılarla ilgili her türlü ahlaki sorun, biyoetik başlığı altında incelenir. Ötanazi, kürtaj, klonlama, hücre çalışmaları, hayvanlar ve insanlar üzerindeki tıbbi deneyler, yapay döllenme, genetik araştırmalar ve genetikle oynama, insan dışı biyolojik varlıkların hakları ve onlara karşı ahlaki sorumluluklarımız ile tıp etiği önde gelen konulardır.