ADALET MESLEK ETİĞİ - Ünite 1: Etiğe Giriş: Kavramlar-Teoriler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Etiğe Giriş: Kavramlar-Teoriler

Bir Felsefe Dalı Olarak Etik

Teorik Akıl - Pratik Akıl

İnsanı diğer canlılardan ayırt etmek için kullanılan klasik ölçüt, akıl sahipliğidir. Sahip olduğu bu özelliği sayesinde insan, diğer hayvanlardan farklı olarak doğa yasalarınca belirlenmiş bir canlı olmaktan çıkar. O, kendisi üzerine de düşünüp kendisini bilincinin konusu edinme yetisi ile donatılmıştır. Bu yönüyle insana “bilen varlık” da diyebiliriz. Burada insanın ‘’bildiği’’ ya da bilmesi gereken kendi varlığıdır.

Nitekim insan, yaşamı boyunca sürekli eylemde bulunmak zorundadır çünkü eylemde bulunmak kaçınılmaz olarak seçim yapmaktır. Somut durumda insanın ne tür bir seçim yapacağını belirleyen ise birtakım değerlerdir. Yani seçim yapmak, aslında değerlendirmektir. Bu anlamda eylem de aslında belirli bir ereğe (gayeye) bağlı seçim yapmak, diğer bir ifadeyle seçilmiş bir değer için davranmaktır.

Felsefe tarihinde insanın bu asli özellikleri dikkate alınarak iki tür akıldan bahsedilmesi genel bir eğilim olmuştur. Buna göre gözlemleme, karşılaştırma ve ilişkilendirme yetisine teorik akıl (nazari akıl, kuramsal us) buna karşılık tasarlama, planlama, tercihte bulunma yetisine ise pratik akıl (ameli akıl, kılgısal us) denilmiştir.

Teorik Felsefe - Pratik Felsefe

En yalın ifadeyle felsefe; insanın, içinde yaşadığı evrene, yaratıcısına, kendisine ve toplumuna dair tutarlı, bütünlüklü ve akli bir sorgulama faaliyetidir. İnsan bu faaliyeti sırasında; varlık, bilgi ve değer sorunları hakkında doğru bir bilgi elde etmeyi amaçlar. Bu anlamda felsefe, teorik ve pratik olmak üzere ikiye ayrılabilir. Teorik felsefede kişi, bilgiyi salt bilgi için bilmek için elde etmeyi gözetir. Buna karşılık pratik felsefede bilme faaliyeti, eylemlerimize yöneliktir. Herhangi somut bir durumda nasıl eylemde bulunmamız gerektiği bilgisi hedeflenir. Teorik felsefenin iki alanı ontoloji ve epistemolojidir. Ontoloji, yani varlık felsefesi, varlığı varlık olarak inceler. Varolmanın anlamı, niteliği ve amacı vb. sorularla uğraşır. Burada felsefi düşünce, varolan bütün eşya ve hadiseler üzerine refleksiyon geliştirir. Felsefenin temel kategorileri “varlık” ve “yokluk’tur. Bu yönüyle felsefi düşünce, neyin varolup neyin varolmadığını, varlık ve oluşu neyin belirlediğini, varolmanın ne anlama geldiğini, varolanların arasındaki ilişkileri, varlığın ilkelerini soruşturur.

Epistemoloji, diğer bir ifadeyle bilgi felsefesi ise bilme faaliyetinin bizatihi kendisi hakkındaki refleksiyonlardan oluşur. Yani burada varolan eşya ve hadiselerin kendileri değil, bunlara dair bilginin imkânı hakkında düşünülür. Bir anlamda bizim varolanlar hakkındaki bilgilerimiz üzerine bir bilgiye ulaşma amaçlanır. Epistemolojinin iş gördüğü temel kategoriler “doğru” ve “yanlış”tır. Bu iki kategori aracılığıyla felsefi düşünce eşya ve hadiseler hakkında ortaya koyduğumuz yargıların, yani önermelerin geçerliliğini sorgular.

Felsefenin üçüncü alanı ise aksiyoloji olarak isimlendirilir. Aslında aksiyoloji pratik felsefe alanıdır. Kişinin eylemlerine yöneliktir. Eylem alanı, doğal olarak beraberinde başta diğer kişilerle olmak üzere kişinin bütün bir varlık alanıyla ilişkisi sorununu da gündeme getirir.

Ahlak - Etik Ayrımı

Her ne kadar Sokrates ve Platon’un eserlerinde ahlâki meselelere rastlansa da ayrı bir felsefe dalı olarak etik ilk olarak Aristoteles’te karşımıza çıkar. Dolayısıyla etik kelimesinin kökeni için Eski Yunan’a, özellikle de Aristoteles’in eserlerine bakmak gerekir. Etik, Eski Yunanca Ethos’tan gelir. Ethos’un Latince karşılığı ise “Mos”, çoğulu ise “Mores”tir. Nitekim gerek Almanca “Moral/Moralität” gerekse İngilizce “Moral/Morality”, Mos’tan türer. Hem Ethos, hem de Mos, iki anlamda kullanılır. Ya belirli bir insan topluluğunda bağlayıcı ve geçerli kabul edilen, o topluluğun diğer üyelerinin karşılıklı saygı ve tanımasına dayanan normlara uygunluk anlamına gelir ya da bu normlar üzerine sorgulayıcı, eleştirel bir düşünme sonucunda ortaya çıkan bir alışkanlığa, yani bir karakter özelliğine işaret eder. Türkçe’de “ahlâki” kelimesiyle ifade ettiğimiz ethos ve mos kelimelerinin sıfat hâlleri ise bir eylemin, ya belirli bir insan topluluğunda genel kabul gören, bağlayıcılık ve geçerlilik atfedilen normlara uygun olduğu ya da söz konusu bu eylemin bir alışkanlık sonucunda ortaya çıktığı, bir karakter özelliği taşıdığı zaman kullanılan yargıların niteliğidir.

Ahlâk Dili: Ahlâk - Ahlâkilik - Ahlâk Felsefesi ( Etik) Kavramları

Tarih boyunca “Ahlâk nedir?” sorusu çok farklı şekillerde cevaplandırılmıştır. Bu soru, beraberinde “Ahlâk bir fikir midir yoksa bir kurum mudur?”, “Ahlâk bir duygu mudur yoksa bir davranış türü müdür?” gibi birtakım soruları da getirir. İlk bakışta herkesin cevabını bildiğini düşündüğü bu sorulara biraz daha yakından bakıldığında o kadar da basit olmadığı görülür.

Ahlâk kelimesinin sıfat hâli olan “ahlâki”den hareket edildiğinde ise sorunun nispeten kolaylaştığı söylenebilir. Zira bu sıfatla kullanılan bir çok tamlama bulunmaktadır. “Ahlâki yargı”, “ahlâki davranış”, “ahlâki tercih” ve “ahlâki ilke” bu tamlamalara örnek verilebilir. Bütün bu tamlamalarda ortak unsuru oluşturan “ahlâki” sıfatının da ne anlama geldiği üzerine düşünüldüğünde ahlâk hakkında biraz daha net bir bilgiye ulaşabiliriz.

Diğer tamlamalar bir yana özellikle “ahlâki yargı”, bize ahlâki olan, dolayısıyla da “ahlâk”a dair önemli ipuçları verebilecek niteliktedir. Ahlâki yargılar ile diğer yargılar arasında çok net bir fark vardır. Örneğin “Zina yanlıştır.” yargısı ile “İstanbul Türkiye’nin başkentidir.” yargısı arasında bir fark olduğu tartışma götürmez. Bu fark, en açık şekilde söz konusu yargıları oluşturan kelimelerin özelliklerinde görülür. Ahlâki yargılarda “doğru”, “yanlış”, “iyi”, “kötü”, “-meli, -malı”, “-mak zorunda” vb. kelime veya ibareler kullanılır. Bu kelime veya ibareler, değer bildiren terimlerdir. Demek ki değer terimlerinin kullanıldığı yargıların ahlâki yargılar olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Sonuç itibariyle ahlâkın, kendisine bağlayıcılık atfedilen birtakım norm ve değerlerin soyutlaması olduğu ve belirli bir topluluğa buyruklar (“- melisin”, “-malısın”) veya yasaklar (“-memelisin”, “- mamalısın”) aracılığıyla uyarıda bulunduğu söylenebilir.

Etik Teorileri

Çağdaş Etiğin Kısa Tarihi

Etiğin veya daha genel bir ifadeyle ahlâk felsefesinin, çağdaş yapısına ulaşıncaya kadar geçirdiği değişiklikler incelendiğinde, bu süreç içerisinde belli başlı üç farklı ahlâk felsefesi yaklaşımının ortaya çıktığı göze çarpar. Bunlar, Eski Yunan felsefesi, özelikle de Sokrates-PlatonAristoteles çizgisi, onu izleyen Helenistik ve Stoacı felsefe geleneklerinin kabul ettiği klasik ahlâk felsefesi yaklaşımı; büyük ölçüde bundan etkilenmiş Ortaçağ din temelli ahlâk felsefesi yaklaşımı; din temelli bir ahlâkın reddedilmesiyle ortaya çıkan modern laik ahlâk felsefesi yaklaşımıdır.

Meta - Etik Teoriler

Genellikle, çağdaş ahlâk felsefesinin, en azından AngloSakson ahlâk felsefesinin, G.E. Moore’un (1873-1958) 1903 tarihli Principia Ethica isimli eseriyle başladığı kabul edilir. Aslında, doğalcı ahlâk felsefesinin iddialarını çürütmek amacıyla yazılmış bu eser, XX. yüzyılın ilk yarısındaki ahlâk felsefesi tartışmalarına damgasını vuran ve adına daha sonraları meta-etik denilen bağımsız bir ahlâk felsefesi yaklaşımının teorik zeminini oluşturur. Birbirinden çok farklı, hatta birbirine zıt yaklaşımlara sahip olsalar da meta-etik teorilerinin, temelde kabul ettikleri esas, ahlâkın dilini ve bu dilde geçerli kavramların, önermelerin, yargıların anlamını çözümlemektir. Aslında meta-etik teorileri, yine XX. yüzyılın ilk yarısında gelişen analitik felsefe / dilbilimsel felsefenin ahlâk alanına uyarlanması olarak görülebilir. Meta-etik teorileri, geleneksel ahlâk felsefesinin üzerinde durduğu, hangi eylemin iyi ve doğru, hangisinin kötü ve yanlış olduğu gibi sorulara değil, doğrunun, iyinin, kötünün ve yanlışın ne demek olduğu gibi sorulara cevap bulmaya çalışır. Böylece, genel eylem kuralları inşa etmeye çalışan normatif etik teorilerinden ayrılır. Ahlâk filozofunun görevi, insanlara nasihat vermek, herhangi bir yaşam tarzını teklif etmek, herhangi bir dünya görüşünü haklı çıkarmak veya desteklemek, uyulması gereken kurallar koymak yerine etik alanına giren kavramların, yargıların, önermelerin anlamını ve niteliğini açıklığa kavuşturmaktır.

Her ne kadar meta-etik teorilerinin hangileri olduğu, normatif etik teorileriyle aralarındaki sınırın nerede başlayıp nerede bittiği tam açık değilse de genellikle kabul edilen meta-etik teorileri şunlardır:

  • Doğalcılık
  • Sezgicilik
  • Duyguculuk
  • Kural koyuculuk

Normatif Etik Teoriler

Her ne kadar XX. yüzyılın büyük bir kısmına meta-etik teorileri hâkim olmuş ve ahlâk tartışmaları, daha çok ahlâki kavramlar ve yargılar üzerine yapılan betimleyici çalışmaların birbirlerine yönelttikleri mantıksal ve dilbilimsel argümanlara dayandırılmışsa da geleneksel etik, normatif bir yaklaşım sergilemiştir. Betimleyici çalışmalar, mantıksal ve dilbilimsel yaklaşımlar önemli olsa da etik için yeterli değildir. Zira tarih boyunca etikten, insan varlıklarına, neyin doğru ve neyin yanlış, neyin iyi ve kötü olduğuyla, belirli durumlarda, ne yapıp ne yapmamaları gerektiğiyle, hayatta hangi nihai amaçların peşinden gitmek durumunda olduklarıyla, hayatlarını nasıl sürdürmeleri gerektiğiyle ilgili bilgi vermesi; insanların ahlâki eylemleri için norm ve düzenleyici ilkeler getirmesi beklenmiştir. Bu tür bir yaklaşıma sahip normatif etik teorilerinin en önemlileri, Kantçı etik, faydacı etik ve erdem etiğidir. Bu etik teorileri, etik tarihi boyunca büyük bir kabul görmüş ve çağdaş normatif etik tartışmalarını da doğrudan etkilemiştir.

Değerler Etiği

Her ne kadar çağdaş Anglo-Sakson ahlâk felsefesinde normatif etik - meta-etik tartışmasının gölgesi altında kalmışsa da değer kavramı, etiğin tarihinde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur. Özellikle XX. yüzyılın ilk yarısına hakim olan pozitivist bilim ve bilgi anlayışının ve bu anlayışın ahlâk felsefesindeki karşılığı niteliğindeki meta-etiğin, ahlâki kavramların olgusal olmaması sebebiyle felsefenin dışına çıkarması sonucunda değerlere dayalı bir etiğin de imkânı kalmamıştır. Fakat yine XX. yüzyılın ilk yarısında etiği, değerler üzerine kuran yeni teorik yaklaşımların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu tür bir etiğin kurucuları ve en önemli temsilcileri Max Scheler (1874-1928) ve Nicolai Hartmann (1882- 1950)’dır. XIX. yüzyılın sonunda Edmund Husserl (1859-1938) tarafından ortaya konan fenomenolojiden büyük ölçüde esinlenen değerler etiği, fenomenolojik-ontolojik bir etik teorisidir.

Normatif etik - meta-etik tasnifinde kolayca bir yere oturtulamayacak değerler etiği, her iki etik yaklaşıma da uygun görüşlere sahiptir. Dolayısıyla normatif etik teorileri arasında ele alsak da bu iki kategoriye indirgenemeyecek, bağımsız bir teori olduğuna dikkat çekmek gerekir. Kant’ın evrensel ahlâk yasasına dayanan rasyonel-biçimsel ödev etiğinin bir eleştirisi niteliğindeki değerler etiğine, bu sebepten ötürü içerikli değer etiği ismi de verilmektedir. Çünkü burada bir eylemin ahlâken doğru olup olmadığı, tamamen biçimsel bir yolla soyut bir ahlâk yasasına uygunluğu gözetilerek değil de o eylem aracılığıyla gerçekleştirilen şeye, yani içeriğini oluşturan özelliğe bakarak tespit edilmektedir.

Bununla birlikte değerler etiği de tıpkı Kant’ın ödev etiği gibi etiğin temel sorununun ahlâken doğru eylem olduğunu kabul eder. Fakat Kant’tan farkı, söz konusu bu doğru eylemin tespitinde akıl yoluyla bilinebilen evrensel ahlâk yasasını değil de salt akılla kavranamayan birtakımdeğerlere uygunluğu ölçüt almasıdır. Değerler etiğinin Kant’a yönelik en önemli eleştirisi, ahlâkın temeline aklı koymasıdır. Kant’a göre ahlâkilik, irade özgürlüğüne sahip akıllı bir varlık olarak insanın kendi kendisine koyduğu evrensel yasaya uygun eylemde bulunması anlamına gelir. Dolayısıyla Kant’ın ahlâkı, aklın ürünü, diğer bir ifadeyle aklın bir olgusu kabul ettiği söylenebilir. Değerler etiği Kant’ın irade özgürlüğüne yönelik vurgusunu kabul etmekle birlikte bu özgürlüğü, evrensel ahlâk yasasına dayandırmasını biçimsel, tamamen içi boş bir yaklaşım olmakla itham eder. Zira Kant, istek ve arzuları, heyecanları, sevgi ve nefret gibi duygulardan arındırılmış, salt akıl sahibi soyut bir bireyi etiğin merkezine koymakla ahlâkiliğin içini boşaltmıştır. Bu tür bir etik teori ise kişilere hangi eylemin doğru olduğunu göstermekte başarısızdır.