ADALET MESLEK ETİĞİ - Ünite 1: Etikte Temel Kavramlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Etikte Temel Kavramlar

Ünite 1: Etikte Temel Kavramlar

Giriş

Ahlak, hangi insan eylemlerinin doğru (ahlaki) hangi insan eylemlerinin ise yanlış (gayriahlaki, ahlaka aykırı) olduğunu söyler. Bu açıdan bakıldığında bir kurallar toplamıdır. Etik ise, ahlak felsefesi anlamına gelir. Ahlak felsefesi olarak etik, ahlaki anlayışımızın ve ahlaki yargılarımızın mahiyetine, kökenine ve geçerliliğine ilişkin yürütülen derin ve kapsamlı bir düşünme faaliyetine karşılık gelir.

Ahlak Kavramı

‘Ahlak’ sözcüğünü kullandığımızda, bir eylemden, bir insan eyleminden bahsediyoruzdur. Nesneler, olaylar, durumlar; ahlaka uygun veya ahlaka aykırı olarak nitelenemez. Aynı şekilde hayvanların hareketleri de ahlakla ilgili değildir. Ahlaka uygun veya ahlaka aykırı olan, ancak ve ancak insan eylemleridir. Ahlaka uygun veya aykırı olabilen şey, insanların bilinçli, iradi (istençli), isteyerek yaptıkları davranışlar olarak eylemdir. Ahlakın konusu insanların bilinçli eylemleridir.

  • Ahlak Sözcüğünün Kullanımları

Bir kişiyi ahlaksız olarak nitelemekle, uyulması gerektiğini düşündüğümüz bazı kurallara uymadan hareket etmeyi alışkanlık haline getirmiş olmasını kastederiz. ‘Ahlaksız’, bazı durumlarda, kötü huyluluğa da gönderme yapar. ‘Ahlaksız’, anlamı itibariyle muhatabı hakkında bizde olumsuz düşünceler uyandırır.

Ahlaksız sözcüğünün bu kullanımı, yapısı itibariyle, bir yoksunluk belirtir: ahlak yoksunluğu. Bu yoksunluk ifade etmesi açısından düşündüğümüzde, ahlaksız sözcüğünün varsaydığı ahlak, öncelikle kişiliğe, karaktere, huya gönderme yapar. Öyleyse ahlaksız kötü huylu, kötü karakterli, zayıf kişilikli anlamına gelirken ahlak yahut ahlaka sahip olmak, ahlaklı olmak; iyi huyluluğa, dürüstlüğe, iyi karakterli olmaya, sağlam kişiliğe işaret eder. Güzel ahlak ve karşıtı olarak kötü ahlak sahibi olmak da, aynı anlam çerçevesine dâhildir.

Erdem, ahlaken değerli görülen bir durumun gerçekleştirilmesi için kişinin sahip olması gereken yetenek, beceri, kapasite ve yeterliliklerdir.

‘Uyulması gerektiği düşünülen bazı kurallar’ düşüncesi, ‘ahlaka aykırı’ (gayriahlaki, ahlaka mugayir) ifadesini kullandığımızda açık bir şekilde ortaya çıkar. Bir eylemin ahlaka aykırı olduğunu söylemek, ahlak adı verilen, uyulması gerektiğini düşündüğümüz bazı kurallar bütününe aykırı davranıldığını söylemektir. ‘Ahlaka aykırı’ ifadesinin karşıtı olarak gündelik dilde, ‘ahlaka uygunluktan çok, ‘ahlakilik ’i kullanırız. Bir eylemin ahla- ki olması, o eylemin ahlak adı verilen, uyulması gerektiğini düşündüğümüz bazı kurallar bütününe uygun olmasıdır.

Erdemlerin ‘eylem’ olmadan tanımlanamaması ise erdem sözcüğünün eylemlerle ve eyleme kabiliyetiyle, potansiyeliyle ilgili olmasıdır. Öyleyse bir kişinin erdemlere gönderme yaparak ahlaksız olduğunu söylemek, onun sarı saçlı veya yeşil gözlü olduğunu söylemekten farklıdır. Bir kişinin dürüst olduğunu söyleyebilmek için, ama bunu gerçekten söyleyebilmek için, o kişinin o güne kadar şahit olunan kayda değer bir yalan söyleme eylemine şahit olunmamış olmalıdır.

Erdem, kişilik özelliğidir. Ama bu özellik, ancak eylemler vasıtasıyla görünür hâle gelir.

Ahlak sözcüğü, bir toplum, grup veya kurumla ilişkilendirilerek de kullanılır. ‘Burjuva ahlakı’ veya ‘köle ahlakı’, ‘Hristiyan ahlakı’ veya ‘İslam ahlakı’, ‘Alman ahlakı’ veya ‘Türk ahlakı’, ‘Avrupa ahlakı’ veya ‘Orta Doğu ahlakı’ gibi kullanımlar, ahlak sözcüğünün ilişkilendirildiği toplum, grup veya kurumun davranış kuralları bütününe gönderme yapar.

Ahlak eylemlerle ilgilidir, davranış kurallarıdır ama her türlü eylemle ve bütün davranış kurallarıyla ilgili olarak ahlak sözcüğünü kullanmaktan kaçınırız. Bir toplumda geçerli olan pek çok davranış kuralı vardır. Ahlak sözcüğünü çok geniş bir anlamda ele alırsak bütün davranış kurallarına ahlak demek mümkündür. Ama bir ülkenin hukuk sisteminde geçerli olan bir hukuk normuna ahlak kuralı dersek veya o toplumun ahlakından bahse- derken hukuk normlarını da ahlaka katarsak yadırganırız. Öyleyse ahlak sözcüğünü, kurumlaşmış ve devlet desteğini almış kurallar olarak hukuktan, daha çok bazı ritüelleri, törensel nitelikli eylemleri işaret etmek anlamında geleneklerden ayrı bir anlamda kullanıyoruz.

Ahlak sözcüğünün betimsel ve normatif anlam taşıyan iki kullanımı vardır. Birincisi, özellikle toplum veya gruplarla ilgili olduğunda, var olan davranış kurallarına gönderme yapar. Bir toplumun ahlakından bahsederken uyulması gereken kurallardan değil, uyulmakta olan kurallardan bahsederiz. Bu nedenle böyle bir kullanım, tasvir etme, betimleme işlevine sahip olmak anlamında betimseldir. İkincisinde ise uyulması gereken kurallar düşüncesi vardır. Bu anlamıyla ahlak, insanlara uyma talebinde bulunmak anlamında kullanılır, dolayısıyla da normatiftir.

Ahlak iyiye yönelmiş eylemi gerektirir.

  • Pratik Akıl ve Ahlak

Teorik akıl; aklın, nesne ve olgular hakkında neye inanılması gerektiğiyle ilgili yapılan düşünmeyi gerçekleştiren yönüdür.

Pratik akıl; aklın eylemle ilgili düşünmeyi gerçekleştiren, ne yapılması gerektiğine karar veren yönüdür.

Filozoflar öteden beri, insan aklının iki yönünü birbirinden ayırmıştır. Bunların birincisi teorik akıl olarak isimlendirilir ve nesne ve olguları seyretmeye, karşılaştırmaya ve bağlantılandırmaya karşılık gelir. Teorik akıl, nesneler ve olgular üzerine düşünür. Neye inanılması gerektiğine karar verir. Bunun yanında pratik akıl, ne yapılması gerektiğine karar verir. Pratik akıl, amaçlar ve hedefler koyar, projeler üretir, bu amaç ve hedeflere nasıl ulaşılacağını belirler. Dolayısıyla pratik akıl, eylemleri yönlendirir. İnsanın her eylemi öncesinde pratik akıl devreye girer ve kişi farkında olsun olmasın ‘Şimdi ne yapmalıyım?’ sorusuna verdiği yanıta göre eylemde bulunur. Pratik aklın genel olarak iki tür yargıda bulunduğunu söyleyebiliriz: Konusuna değer yükleyen değer yargıları ile yapılması gereken bir eyleme işaret eden yükümlülük yargıları. Bu yargıların da ahlaki olan ve olmayan iki yönü bulunur.

  • Ahlak ve Toplum

Ahlak beşeridir. İnsan ürünüdür. Doğada ahlak olmaz; doğanın ahlakı olmaz. Doğanın yasaları vardır, olgular ve nesneler yasalara tabidir.

Olgular bizatihi değer yaratmazlar. Yaşlı bir insanın varlığı, kendisine yardım edilmesini ‘doğal’ olarak gerektirmez. Karnını doyurmak için sürekli başkalarını öldüren bir aslan, ahlaksız değildir. Eğer insanın değerlendirme özelliği, yani ahlaki yönü veya boyutu olmasaydı, bir insanın bugün vahşet kabul ettiğimiz herhangi bir eyleminin vahşet olduğunu söyleme imkânı olmayacaktı. Dolayısıyla, ahlak, insanın ürünüdür ve insana bağlıdır ve insan tarafından yaratılmıştır.

Ahlakın beşeri olması, insan ürünü olması, toplumsallıktan ayrı düşünülemez. Hepimiz, adı nasıl konmuş olursa olsun, uyulması gereken kurallar bütünü olarak ahlakı, doğmakla katıldığımız toplumda hazır buluruz. Hatta dâhil olduğumuz toplumsal gruplar değiştikçe, yeni ahlaklarla tanışırız.

Ahlakla ilk olarak çocuklukta tanışılır. Uzunca bir süre, neyin doğru neyin yanlış olduğu öğrenilir. Bazı değer yargılarını reddetmiş bile olsa, çocuk, değerlendirme sistemini öğrenmiştir. Bu gerçek, ahlakın toplumsal, topluma bağlı olduğunu, ahlak kurallarının toplum tarafından belirlendiğini söylemek için oldukça güçlü bir nedendir.

Ama öğretilen değer yargılarını reddetme imkânı daima vardır. Çoğumuz, toplumun ahlaki yargılarından zaman zaman şikâyet etmişizdir. Belli bir olgunluk seviyesine eriştikten sonra, toplumdan öğrendiğimiz ahlaki yargıları kendi içimizde sorgular, değerlendirir ve değerlendirmemize göre farklı bir ahlaki yargıya tutunabiliriz. Herkesin yaşadığı bu deneyim ise ahlakın, bireyin kendi koyduğu kurallar olduğunu düşündürür.

Ne var ki hiçbir zaman ahlaki yargılarımızı bizzat kendimizin mi oluşturduğu yoksa toplumun küçüklükten bilinçaltımıza kazıdığı inançlar mı olduğu konusunda kesin bir karar veremeyiz. Üstelik ahlakın bireysel olduğunu savunurken pek çok ahlaki konuda pek çok kişiyle anlaşabilmek tuhaftır. Dolayısıyla pek çok konuda toplumsal mutabakatın sağlanmış olması, bireysellik ile toplumsallık arasında karar vermeyi güçleştirir.

Ahlaki yargılar öncelikle toplumdan öğrenilir. Bu durumda ahlak dışarıdadır. Ama bir eylemin ahlaki bir eylem olması, iyiye yönelmeye ve isteyerek yapmaya bağlı ise kişinin derin bir düşünme yapmaksızın kabullendiği ve yöneldiği hedefin iyiliği konusunda hiç düşünmediği bir eylem standardı, zaten ahlaki değildir.

  • İnsan Doğası ve Ahlak

İnsana doğa bilimlerinin gözüyle baktığımızda ahlakın doğaya ait kökenlerini görebiliriz.

İlk tartışma, biyolojik açıdan düşünen, akıl sahibi olan bir tür kabul edilen insanın nasıl olup da ‘ahlaki’ davranışlar sergileyebildiğidir. Buradaki ahlakiliğin temel anlamı, özgeciliktir. Zira mevcut farklı yaklaşımlar bulunsa da ortalama insanın ahlaklı olmaktan anladığı, başkalarının lehine kendi çıkarından vazgeçmesidir, yani özgeci veya fedakârlık anlamına gelen davranışlar sergilemesidir. Bu soruyu sorduran yaklaşım ise hayvan ile insan arasında kurulan karşıtlıkta hayvanların bencil ve saldırgan, insanların ise en azından özgeci potansiyele sahip olarak belirlenmesidir. Nitekim sıklıkla bencillik ve saldırganlık, insanın doğal yahut hayvani yönü olarak vurgulanmakta ve insanın bu yönünden kurtularak gerçek, medeni yahut kültür sahibi insan olması gerektiği dile getirilir. Yani özgecilik anlamıyla ahlakilik tümüyle insana ait kabul edilir. Unutmamak gerekir ki kurulan bu karşıtlıkta ahlakiliğin yanında akıl sahibi olmak da yine insana hastır.

Hayvanlarda ve insanlarda özgeci davranışlarda gördüğümüz en önemli ortak yan, özellikle annelerin yavrularıyla ilişkilerinde ortaya çıkar. Evrimci biyoloji bunu, türün devam etmesi için gösterilen bir davranış olarak yorumlar. Hayvanlar her ne kadar insanlar gibi anne ve yavru ilişkisine dair edebiyat ürünleri ortaya koyamamışsa da, esasında annelerin özellikle doğumun ilk dönemlerinde yavrularının yaşayabilmesi için gösterdikleri özgeci davranışlar arasında fark yoktur. Sonuç olarak özgecilik sadece insana has bir tutum değildir.

Ahlakilik ile ilgili özgecilik dışındaki diğer bir önemli kavram iş birliğidir. İş birliği, bireylerin sadece kendi çıkarları peşinde koşmaması, ortaklaşa çalışma ile belli bir hedefe yönelik çalışma yapması anlamına gelir. İş birliği kavramsal olarak özgecilik veya dayanışmayı içermese bile, fiili olarak iş birliğiyle yürütülen faaliyetlerde katılımcıların ortaya çıkan sonuçtan eşit olarak yararlanması çoğunca mümkün olmaz. Bu açıdan bakıldığında iş birliği yapma düşüncesi veya pratiği kendi çıkarı için çalışmanın karşısında yer alır. Üstelik iş birliği, saldırganlığı da ortadan kaldıran veya saldırganlıkla uyumsuz bir tutumdur.

İş birliğine yönelik insan davranışları yorumlandığında, türün korunmasına yönelik iş birliğinin evrimsel açıdan en uygun tercih olduğu söylenebilir ve ahlakiliğin kökenini oluşturduğu söylenebilir.

  • Ahlak ve Etik

Etik sözcüğünün kökeni, Yunanca bir sözcük olan ethos’tur. Yunancada ethos, ikili bir anlam yapısına sahiptir. Birincisinde alışkanlık, töre, görenek gibi sözcükleri işaret eder; ikincisinde ise toplumda hazır bulduğu töre, alışkanlık ve görenekleri aynen uygulamayıp, bunların üzerine düşünerek, sorgulayarak, eleştirerek içselleştirme ve bunu kişiliğin belirleyici özelliği hâline getirme anlamına gelir. Aynı şekilde, Latince ortak kökenli Batı dillerindeki ve zaman zaman Türkçe kullanımıyla da karşılaştığımız moral sözcüğü ikili bir anlam yapısına sahiptir. Eski Latincedeki mos (çoğulu mores) sözcüğünden türetilen moral, öncelikle belirli bir insan topluluğunda, bu insan topluluğunun üyelerinin birbirleriyle ilişkilerini belirleyen eylem modellerini veya normlarını ifade eder. İkinci olarak ise bu normlarla bağlı olmanın, kişi açısından bir kişilik meselesi oluşunu yansıtır. Nitekim aslen Arapça hulk sözcüğünün çoğulu olan ahlak da huy, seciye, tabiat, fıtrat, yaratılış anlamlarına gelir.

Görüldüğü üzere, kökleri itibariyle etik, moral ve ahlak sözcükleri, temel olarak ikili bir anlama sahiptir ve bu şekilde ele alındıklarında neredeyse eş anlamlı olarak da kabul edilebilirler. Bununla birlikte, zaman içerisinde konuya ilişkin literatürde bu sözcüklerin daha belirgin içerikleri olan terimler hâline getirilmesine yönelik tartışma ve çabalara da tanık oluruz. Bu bağlamda, etik sözcüğünün, ‘ahlak felsefesi’ anlamına gelmek üzere kullanılmasının uygun olduğu söylenebilir. ‘Ahlak’ ise insan eylemlerinin doğru ve yanlış gibi değer ölçüleriyle ifade edilmesini mümkün kılan yargı, tutum, davranış, ilke ve kurallardır. Dolayısıyla etik, ahlakı konu edinen bir derin düşünme faaliyetidir.

Etiğin temel sorununun, “Ne yapmalıyım?” sorusunun cevabını vermek olduğunu söyleyebiliriz.

Etik düşünce sadece filozoflara ait değildir. ‘Ne yapmalıyım’ sorusunun sorulduğu bir durumda, herkes etik düşünce gerçekleştirmek durumundadır.

Ahlaki Sorumluluk: Özgürlük, Öznellik ve Görelilik

Ahlakın dili normatiftir; yasaklar, izin verir, buyurur.

İnsanın iradesini kullanmakta özgür olduğu düşüncesinin karşısında belirlenim (determinasyon) düşüncesi yer alır. Belirlenimcilik, insan eylemlerini doğal olaylar olarak açıklar; yani yüksekten bırakılan bir nesnenin yere düşmesi nasıl açıklanıyorsa insan eylemleri de aynı şekilde açıklanır. Belirlenim düşüncesine göre, “evrende doğal bir neden olmadan hiçbir şey gerçekleşmez. İnsanlar doğal dünyanın bir parçasıdırlar; insanın her edimi ya da kararı, doğal olayların bir türünden başka bir şey değildir; dolayısıyla onun da bir nedeni vardır” . Belirlenimcilik; insan eylemlerinin, aynen doğa olaylarındaki gibi doğal süreçlerle belirlendiğini savunan görüştür.

Öznelcilik; ahlaki yargıların kişilerin duygularına bağlı olduğu, salt o kişiye ait olması nedeniyle doğru veya yanlış olmayacağını söyleyen görüştür.

Nesnellik ve evrensellik, ahlaki yargıların özelliği olarak ileri sürüldüğünde, şu söylenmiş oluyor: Kişiden kişiye, zamandan zamana, toplumdan topluma değişebilen değer yargıları ve ahlaki yargılar vardır. Ancak bunların hepsi aynı anda geçerli veya doğru olamaz. Bazı ahlaki yargılar vardır ki bunlar herkes için ahlaki sorumluluk iddiasında bulunur.

Evrenselcilik; bazı ahlaki yargıların herkes için geçerli olduğunu savunan görüştür.

Kültürel görelilik; ahlaki yargıların kültürel temele sahip olması nedeniyle karşılaştırılamayacaklarını ve/veya farklı kültürlerde birbirleriyle çatışan ahlaki yargıların aynı anda geçerli/ doğru olabilmesi anlamına gelir.

Ahlaki ve etik yargılar, yargıda bulunanın kişiliğine bağlıdır; bu bakımdan kişi kendi özerkliğinin farkına varmalıdır; kişinin özerkliği, diğer insanlarla ve bir bütün olarak toplumla ilişkisini kesmek anlamına gelmez. Özerklikle kişi, kendi biricikliğiyle özgürlüğünü birleştirir ve kendi ahlaki yargılarını diğer bütün ahlaki yargılarla eşit konumda görür. Bu durumda ahlaki yargıda bulunan kişi, diğer insanları ve toplumları muhatap alır. Ortaya koyduğu ahlaki yargı, herkesin kabul etmesini beklediğimiz bir yargıdır.

Kültürel görelilik, toplumu ahlaki bir otorite hâline getirir.

Ahlaki Eylemin Gayesi: İyinin Gerçekleştirilmesi

Ahlaki eylem, iyiye yönelmiş eylemdir. Ancak iyiye yönelmiş olmakla bir eylemin ahlaki olup olmadığını belirleyebiliriz.

  • En Yüksek İyi Olarak Mutluluk

Felsefe tarihinde iyinin ne olduğuna ilişkin ortaya çıkan sorun, ‘en yüksek iyi’ sorunu olarak adlandırılır. Bu çerçevede yapılan tartışma, insan eyleminin neyi gerçekleştirmesi gerektiğiyle, insanın ahlaki eylemiyle ulaşmaya çalıştığı veya ulaşmak zorunda olduğu en yüksek iyi hedefinin ne olduğuyla ilgilidir. Bir hedefe yönelmişlik açısından, bu yönde ortaya konan felsefi görüşlere amaççı, erekçi veya teleolojik adları verilir. Aynı zamanda bu görüşler, eylemlerin sonuçlarını önemsediklerinden, sonuççudur.

İnsanın gerçekleştirmesi gereken en yüksek iyinin ne olduğuna dair bir görüş, mutlulukçuluktur. Mutlulukçuluk, insanın en büyük hedefi, gayesi, ereği olarak mutluluğu belirler. Böylece insan eylemlerinin belirleyicisi, eylemin mutluluk sağlaması olmaktadır.

Mutluluğun ne olduğu yahut neyin insanı mutlu ettiği sorusunun bir yanıtı, ‘haz’dır. Hedonizm adı da verilen hazcılıkta, haz, büyük ölçüde bedensel haz olarak anlaşılır. Hazcılığın bir türü, “hiçbir özgeci (diğerkâm) yön içermeyen, kişiyi zevk düşkünü, zevkperest bir konuma sokan, toplumsal sorumlulukları hiç dikkate almayan” benci (egoist) hazcılıktır. Niteliksel hazcılık adı verilen başka bir tür hazcılıkta ise “insanın ahlaksal eylemlerinin ereğinin yalnızca bedensel hazza ulaşmak olmadığı, hatta daha çok tüm yaşam süresi, tüm bir ömür göz önünde tutulduğunda, uzun vadeli yarar ve çıkarlarımızı gözetmemiz gerektiği, bu yüzden bir anlık ve gelip geçici hazların sağlayacağı geçici mutluluklar yanında ve hatta onlardan daha çok, sürekli mutluluk getirecek hazlara yönelmenin esas olduğu” söylenir. Bu düşüncede bedensel hazların üstünde yer alan zihinsel hazlar, söz gelimi bilgilenmekten, düşünmekten, sanatsal faaliyetlerde bulunmaktan duyulan hazlar önemsenir.

Hazcılık; duyusal hazlara bağlanan mutlulukçuluktur.

Mutluluğu ve hazzı en yüksek iyi olarak belirleyen mutlulukçuluğun bir başka türü, fayda/yarar kavramını kullanarak ortaya çıkar. Faydacılık olarak adlandırılan düşünce, insanın hazza yönelen ve acıdan kaçan bir varlık olduğu tespitiyle başlayarak insan doğasına ait bu olguyu, bir ahlak ilkesine dönüştürür: Ahlaken doğru eylem, hazzı artıran, acıyı azaltan eylemdir. Bu şekliyle dile getirildiğinde, faydacılık, yukarıda gördüğümüz hazcılıktan, hatta egoist hazcılıktan farksızdır.

Faydacılık, hazzın ne olduğunu belirlerken sadece bedensel hazları dikkate almamıştır. Bedensel hazlardan daha yüksek olduğu kabul edilebilecek estetik, entelektüel ve ahlaki hazlar vardır ki bazen bu hazlar bedensel hazların yokluğunda bile tercih edilebilir. Bununla birlikte entelektüel ve estetik hazlar, bireylerin tek başına ulaşabilecekleri hazlar değildir. Bireyin bu hazlara mümkün olan en fazla miktarda ulaşması, toplumun bir bütün olarak mutluluğa ulaşmasıyla mümkündür. Dolayısıyla insan, kendi mutluluğu için, toplumun mutluluğunu istemelidir. Dolayısıyla fayda, kişinin salt kendi faydası değil, bir bütün olarak toplumun, toplumdaki mümkün olduğunca çok insanın mümkün olan en fazla mutluluğudur. Böylece özünde benci bir karakter taşıyan hazcılık, toplumsal sorumluluk düşüncesiyle birleşmiş olmaktadır.

Faydacılık, özünde benci bir düşüncedir. Ancak kişilerin mutluluğunun toplumun genel mutluluğuna bağlı olduğunu savunduğundan, toplumsal mutluluğu artırmayı ahlaki bir görev olarak görür.

  • Doğru Eylem Olarak İyi

Ahlaki eylemin gerçekleştirmeye yöneldiği iyi, eylemin sonucuyla sağlanacak bir durum, ulaşılacak bir hedef olarak en yüksek iyi şeklinde düşünülebileceği gibi, bizatihi eylemin kendisinin iyiliği olarak da düşünülebilir.

Bu düşüncenin en önemli örneğini, Immanuel Kant’ta görüyoruz. Kant, ahlakı mutluluk olarak belirlenmiş bir en yüksek iyi ile temellendirmenin mümkün olmadığını söyler. Herkesin üzerinde uzlaşacağı bir en yüksek iyi yoktur. Öyleyse etiğin temeli olarak herkes için geçerli bir yasa bulunmalıdır. Ne var ki bu yasa, doğanın yasaları gibi olmayacaktır. Doğanın yasaları olanı gösterir, oysa ahlak yasası, olması gerekeni göstermelidir. Bu ise insanın sonradan aklı ile tasarlayıp uygulamaya soktuğu bir yasadır.

Kant insanın akıl sahibi varlık olarak ahlak yasasına sahip olması gerektiğini söylerken ahlakın salt insaniliğini vurgulamış olur. Zira ahlak mutluluk ile açıklandığında, mutluluk da çoğunca haz ile özdeşleştirildiğinde, hayvanların hazza ulaşmaya çabalamalarıyla, insanın haz yönelimli hareketlerini birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Öyleyse ahlak, akıl sahibi olmakla mümkündür. Akıl sahibi bir varlık olarak insanın koyduğu ahlak yasası;

insanın hem kendisi için istemiş ve kendisine koymuş olduğu, eylemlerini ona göre yönlendirdiği bir bireysel ilke, hem de aynı zamanda başkalarının da isteyebileceği ve başkalarının da kendine koymuş oldukları, eylemlerini ona göre yönlendirdikleri bir genel ilke olarak konumlanabilir. Böyle bir yasayı ise, ancak özgür bir insan isteye- bilir. Özgürlük, zaten, insanın isteyerek, yani istencini (iradesini) harekete geçirerek kendisine yasa koymasından başka bir şey de değildir. Ahlak yasası bir “en yüksek iyi” de değildir. “İyi”, ancak böyle bir yasayı isteme ve ona uymada kendini gösterebilir.”

Kant’ın ahlak yasası, kendi ifadesiyle şu şekilde formüle edilir:

Öyle eyle ki, eyleminin dayandığı ilke, aynı zamanda öbür insanların eylemleri için de bir ilke ve yasa olabilsin!