AFET EKONOMİSİ VE SİGORTACILIĞI - Ünite 3: Makroekonominin Genel İlkeleri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Makroekonominin Genel İlkeleri
Giriş
Makroekonomi, bütünün parçalarıyla ilgilenmekten ziyade, ekonomiyi bir bütün olarak inceler ve çözüm önerileri sunar. Bu nedenle makroekonominin çalışma alanına giren konular, yalnızca sınırlı sayıda birey veya firmayı değil siyasi iktidardan merkez bankasına kadar tüm politika yapıcıları ve tüm piyasa aktörlerini yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bu bölümde makroekonominin temel değişkenleri ile ilgili genel bilgilerin yanı sıra makroekonominin amaçlarına yönelik uygulanan ekonomi politikalarının işleyişi ve makroekonomik değişkenlerin birbirleriyle olan ilişkilerine dair özet bilgiler e yer verilecektir.
Temel Makroekonomik Değişkenler
Ekonominin içerisinde birçok değişken bulunmaktadır. Bu değişkenler içerisinde temel makroekonomik değişkenler:
- Millî Gelir
- Üretim Yöntemi
- Gelir Yöntemi
- Harcamalar Yöntemi
- İstihdam ve İşsizlik
- Enflasyon
- Dış Ticaret ve Ödemeler Bilançosu
- Faiz şeklinde sıralanabilir.
Millî Gelir
Bir ülkede belirli bir dönem içinde üretin nihai mal ve hizmetlerin parasal karşılığı millî gelir olarak tanımlanmaktadır. Millî gelir iktisat literatüründe temel olarak iki kavramla açıklanır. Bunlar:
- Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ve
- Gayri Safi Millî Hasıla (GSMH) kavramlarıdır.
GSYH, bir ülkenin sınırları içerisinde belirli bir dönemde üretilen nihai mal ve hizmetlerin parasal değerlerinin toplamından oluşurken, GSMH bir ülkenin vatandaşları tarafından ülke sınırları içerisinde ve dışarısında üretilen nihai mal ve hizmetlerin toplam parasal değerini temsil etmektedir.
Burada sözü edilen belirli bir dönem genellikle 1 yıl olarak belirlenmektedir. Kavramda yer alan nihai mal ve hizmet terimi ise üretimde ara malı olarak kullanılmayan, tüketime hazır mal ve hizmetleri tanımlamaktadır. Millî gelir hesaplamalarında nihai mal ve hizmetlerin parasal değerinin kullanılmasındaki amaç, millî gelir hesaplanırken mükerrer saymanın önüne geçmektir. Millî gelir hesaplamalarında yalnızca nihai mal ve hizmetlerin parasal değeri kullanılmakta, ara mallarının parasal karşılığı hesaplamalarda yer almamaktadır. Burada bahsedilmesi gereken önemli bir diğer nokta ise hangi malların nihai mal, hangi malların ise ara malı olarak değerlendirileceği ile ilgilidir. Bu ayrımı yapmak millî gelir hesaplamalarında oldukça önemlidir. Öyle ki, aynı mal bazı durumlarda nihai mal bazı durumlarda ise ara malı olarak kullanılabilir.
GSYH ve GSMH kavramları ekonominin genel büyüklüğü hakkında bilgi verirken, o ülke de yaşayan insanların genel refah düzeyleri hakkında bir fikir vermez. Bu nedenle millî gelir kavramını açıklarken bahsetmemiz gereken iki önemli kavram daha vardır. Bunlar; Kişi Başına Düşen GSYH (KBGSYH) ve Kişi Başına Düşen GSMH (KBGSMH) kavramlarıdır. KBGSYH, toplam GSYH’nin ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen değeri, KBGSMH ise toplam GSMH’nin yine ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen kişi başına geliri temsil etmektedir.
Millî gelirden bahsederken genellikle GSYH ima edilmektedir. Yani bir ülkenin kendi sınırları içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerinden söz edilmektedir. GSYH’deki yıllık yüzde artış ise ekonomik büyüme olarak nitelendirilir.
Üretim Yöntemi
Üretim yöntemine dayalı GSYH hesaplanırken iki yol izlenir. Bunların ilkinde, ekonomide üretilen nihai mal ve hizmetlerin parasal değeri toplanırken, ikincisinde üretilen mal ve hizmetlerin her bir aşamadaki katma değerleri toplanarak millî gelir hesaplanmaktadır.
Gelir Yöntemi
Gelir yönteminde, mal ve hizmetlerin üretim aşamasında yer alan üretim faktörlerinin toplam üretimden aldıkları paylar toplanarak GSYH değerine ulaşılmaktadır. Temel olarak dört üretim faktörü vardır. Bunlar; emek, sermaye, toprak ve girişimcidir. Bu üretim faktörlerinin ise dört tür geliri vardır. Bunlar; emek faktörünün elde ettiği ücret, sermaye faktörünün elde ettiği faiz, toprak faktörünün elde ettiği rant ve girişimcinin elde ettiği kardır. Bu gelirlerin toplamına, doğrudan gelir sayılmayan ancak GSYH içinde yer alan dolaylı vergiler ve amortismanlar da dâhil ederek GSYH hesaplanabilir.
Harcamalar Yöntemi
Nihai mal ve hizmet üretiminde yer alan üretim faktörleri aynı zamanda üretilmiş mal ve hizmetleri satın alırlar. Dolayısıyla üretim faktörleri bir taraftan gelir elde ederken diğer taraftan çeşitli harcamalarda bulunurlar. Bu harcamaların toplamı da yine bize GSYH değerini vermektedir. Devletin olmadığı dışa kapalı bir ekonomide ekonomi iki kesimden oluşur. Bunlar hane halkı ve firmalardır. Ancak günümüzde bu tür bir ekonomiyle karşılaşmak mümkün değildir. Günümüz ekonomilerinde hane halkı ve firmaların yanı sıra devlet kesimi ve dış kesim de analizlere dâhil edilmelidir. Hane halkı ve firmalar gelirlerinin bir kısmını tüketim harcamalarına ayırırken bir kısmını yatırım harcamalarında kullanırlar. Benzer şekilde devlet de bir takım tüketim ve yatırım harcamalarında bulunur. Dolayısıyla tüm bu harcamaların toplamı yine GSYH değerini verecektir. Ancak günümüz dışa açık ekonomileri için eşitliğe ihracat ve ithalatın da dâhil edilmesi gerekir. Burada ihracattan elde edilen gelir eşitliğe eklenirken, ithalat için yapılan harcamalar eşitlikten çıkarılır ve net ihracat değeri modele dâhil edilir.
İstihdam ve İşsizlik
İstihdam kavramı geniş anlamda tüm üretim faktörleri için kullanılsa da dar anlamda emek faktörü için kullanılan bir kavramdır. Tam istihdam, ekonomide iş arayanların tamamının iş bulduğu durumu temsil etmektedir. Ancak günümüz ekonomilerinde emek faktörünün tam istihdamı oldukça güçtür. Eğer bir ekonomide çalışma istek ve arzusunda olup iş arayan ancak bulamayan bir kitle varsa bu ekonomi için eksik istihdam söz konusudur. Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi eksik istihdam ekonomide işsizlerin olduğunu yani işsizlik olgusunu ima etmektedir. İktisatta, çalışma istek ve arzusunda olup, cari ücret düzeyinden çalışmaya razı olmasına rağmen iş arayan ancak bulamayanlara “işsiz” adı verilmektedir. Bir ekonomi için “işsizlik oranı” ise tanımda bahsi geçen işsizlerin toplam işgücü içindeki payını ifade etmektedir. Toplam işgücü ise, istihdam edilenler ve işsizlerin toplamından oluşmaktadır. İşsizliğin temel olarak üç türü vardır. Bunlar;
- Geçici (Friksiyonel) İşsizlik,
- Yapısal İşsizlik ve
- Konjonktürel İşsizliktir.
Geçici (Friksiyonel) İşsizlik: Ekonomilerde her zaman yeni iş hayatına girecek olanlar, bir işi bıraktıktan sonra tekrar başka iş arayanlar veya iş değiştirenler olmaktadır. Bu durumlarda ortaya çıkan işsizlik türüne geçici, friksiyonel veya arızi işsizlik adı verilmektedir. Bu tür işsizlik ekonomiler tam istihdam düzeyinde iken dahi karşılaşılabilecek işsizlik türüdür.
Yapısal İşsizlik: Üretim yapısında meydana gelen değişikliklerin uyarlanma sürecinde oluşan işsizlik türüne yapısal işsizlik adı verilir. Bu tür işsizlik teknolojik gelişme, tüketicilerin talep yapısının değişmesi veya firmaların üretim yapılarının değişmesi gibi çok sayıda faktörden etkilenmektedir. Ekonomilerde yapısal işsizliği de tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmadığından belirli bir düzeyde oluşan yapısal işsizlik normal kabul edilmektedir. Geçici işsizlik oranı ile yapısal işsizlik oranının toplamına doğal işsizlik oranı adı verilmektedir
Konjonktürel İşsizlik: Ekonominin daralma dönemlerinde talepte yaşanan azalmalara bağlı olarak oluşan işsizlik türünü tanımlar. Öte yandan konjonktürel işsizlik fiili hasılanın, tam istihdam hasılasını temsil eden potansiyel hasılanın altında kalmasına yol açmaktadır. Bir ekonomide toplam işsizlik oranı geçici ve yapısal işsizliği içeren doğal işsizlik oranı ile konjonktürel işsizlik oranının toplamından oluşmaktadır.
İşsizliğin Maliyeti: İşsizliğin parasal olarak ölçülebilen ekonomik maliyetleri ve parasal olarak ölçülmesi mümkün olmayan sosyal maliyetleri vardır. İşsizliğin en önemli ekonomik maliyeti yaşanan hasıla kaybıdır. İşsizliğin ekonomik olmayan ve parasal olarak ölçülmesi mümkün olmayan en önemli sosyal maliyet, işsizliğin bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlıkları üzerinde oluşturduğu olumsuz etkilerdir.
Enflasyon
Enflasyon kısaca fiyatlar genel düzeyinde yaşanan sürekli artışlar şeklinde tanımlanır. Bu tanımda dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır. Bunlardan ilki, “fiyatlar genel düzeyi”, diğeri ise “sürekli artışlar” ifadeleridir. Bir ekonomide enflasyondan söz edilebilmesi için her iki durumun birlikte oluşması gerekir. Dolayısıyla fiyatlar genel düzeyinde bir defaya mahsus bir artış enflasyon olarak tanımlanamayacağı gibi yalnızca belirli malların fiyatlarındaki sürekli artışlar da ekonomide enflasyon yaşandığı anlamına gelmez.
Enflasyonun Ölçülmesi
Enflasyonun ölçümünde kullanılan birtakım endeksler vardır. Bunlar temel olarak;
- Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE),
- Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) ve
- GSYH Deflatörü’dür.
Enflasyon Türleri
Enflasyon çeşitli kriterlere göre sınıflandırılabilir. Şiddetine göre enflasyon temelde üç farklı şekilde kendini gösterir. Bunlar;
- Ilımlı Enflasyon,
- Yüksek Enflasyon ve
- Hiperenflasyondur.
Ilımlı enflasyon , net bir oran verilmemekle birlikte genelde enflasyonun çift haneli rakamları görmediği ancak bireylerin alım gücünü etkileyen enflasyon oranı şeklinde tanımlanmaktadır. Yüksek enflasyon enflasyonun iki haneli hatta bazen üç haneli rakamları gördüğü enflasyon oranını temsil etmektedir. Dörtnala enflasyon da denilen yüksek enflasyon dönemlerinde para, işlevlerini önemli ölçüde yitirmektedir. Hiperenflasyon ise paranın bütün işlevlerini artık yitirdiği, enflasyon oranının bazı kaynaklara göre yıllık %1000’in, bazı kaynaklara göre ise aylık %50’nin üzerine çıktığı enflasyonu ifade etmektedir.
Enflasyon ortaya çıkış nedenlerine göre;
- Talep Enflasyonu ve
- Maliyet Enflasyonu olmak üzere ikiye ayrılır.
Talep enflasyonunda, cari fiyatlar genel düzeyinde, ekonomide üretilen toplam mal ve hizmetler, toplam talebi karşılayamamaktadır ve bu da fiyatlar genel düzeyinin artmasına neden olmaktadır. Maliyet enflasyonu ise üretim girdi maliyetlerinde meydana gelen artışların fiyatlar genel düzeyini arttırmasıyla oluşan enflasyon türünü ifade etmektedir.
Enflasyonun Maliyetleri: Enflasyon maliyetlerini beklenen enflasyonun maliyetleri ve beklenmeyen enflasyonun maliyetleri şeklinde ayrı ayrı değerlendirmek mümkündür.
Beklenen enflasyon durumunda bireylerin oluşacak enflasyon oranını önceden öngördükleri varsayılmaktadır. Enflasyon beklenildiği oranda gerçekleşse dahi elde para tutmanın bir maliyeti olacaktır. Buna “enflasyon vergisi” adı da verilir. Bu özelliği ile enflasyon bireylerin satın alma gücünü düşüren bir tür vergi olarak değerlendirilebilir. Bireylerin ellerinde daha az para tutmak için harcayacakları zamana ve çabaya “ayakkabı eskitme maliyeti” adı verilir. Beklenen enflasyonun diğer bir maliyeti ise firmaların fiyat kataloglarını sıklıkla değiştirmek durumunda kalmalarıdır. Menü maliyetleri adı verilen bu durumda firmalar fiyatları güncellemek için yeni katalog basımı ve dağıtımı gibi birtakım maliyetlere katlanmak zorunda kalır.
Enflasyon beklenmedik oranda gerçekleştiğinde ise temel olarak gelir ve servetin yeniden dağılması yoluyla kişilerin alım gücünde beklenmeyen etkiler ortaya çıkar. Enflasyon oranındaki beklenmeyen artışlar borçluların lehine alacaklıların aleyhine bir sonuç doğurmaktadır. Aksi durumda ise yani enflasyonun beklenenin altında gerçekleştiği bir ekonomide borç verenlerin reel faiz getirisi artar. Bu durumda da borç verenler kârlı çıkarlar. Bu şekilde beklenmeyen enflasyon bireylerin gelir düzeylerini etkileyerek serveti borç alanlar ve borç verenler arasında yeniden dağıtmaktadır. Beklenmeyen enflasyonun diğer bir önemli maliyeti ise enflasyonun sabit gelirlilerin alım gücüne olan etkisidir. Enflasyon oranının beklenenin üzerinde gerçekleştiği durumlarda, maaşı beklenen enflasyon oranına göre önceden belirlenen sabit gelirli çalışanların reel geliri düşmektedir. Aksi durumda ise yani enflasyonun beklenenin altında gerçekleşmesi durumunda, sabit gelirlilerin reel geliri artacaktır. Bu şekilde beklenmeyen enflasyon bireylerin satın alma gücünü etkileyerek gelir ve servetin yeniden dağıtılmasına neden olmaktadır. Beklenmeyen enflasyon için bahsedilmesi gereken diğer bir önemli maliyet ise beklenmeyen enflasyonun bireylerin arz ve talep kararlarını yanlış yönlendirmesidir.
Dış Ticaret ve Ödemeler Bilançosu
Dış ticaretin oluşmasındaki temel neden ülkelerin farklı doğal kaynaklara sahip olması ve sermaye ve emek yapılarının farklılık göstermesidir. Dış ticaret ithalat ve ihracat yoluyla yapılır. İthalat, yabancı ülkelerde üretilen mal ve hizmetlerin satın alınmasını temsil ederken, ihracat ülke içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin yabancı ülkelere satılmasını ifade eder. Genel olarak mal ithalatının mal ihracatını aşması durumu dış ticaret açığı, mal ihracatının mal ithalatını aşması durumu ise dış ticaret fazlası olarak adlandırılmaktadır. Ülkelerin, belirli bir zamanda diğer ülkelerle yaptığı ekonomik faaliyetlerin kaydedildiği tabloya “ödemeler bilançosu” adı verilir. Ödemeler bilançosu, temel olarak cari işlemler hesabı, sermaye hesabı, finans hesabı, net hata ve noksan ile rezerv hareketlerinden oluşmaktadır.
Faiz
Faiz kısaca ertelenen ödemenin bedeli olarak tanımlanır. Başka bir ifadeyle faiz alınan borcun kullanımı için ödenen ücreti temsil eder. Faiz oranı ise alınan borçla gelecekte yapılacak ödeme arasındaki oransal farkı ifade eder Ekonomilerde tek bir faiz oranından bahsetmek mümkün değildir. Ekonomilerde çeşitli sınıflandırılmaları yapılmış çok sayıda faiz tanımı vardır. İktisatta faiz oranları genel olarak kısa ve uzun vadeli faizler, basit ve bileşik faiz ve nominal ve reel faiz şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Kısa ve Uzun Vadeli Faizler: Faizler vade yapısına göre kısa ve uzun vadeli faizler olmak üzere ikiye ayrılır. İktisatta temel olarak vadesi 1 yıla kadar olan faizler kısa vadeli, vadesi 1 yıl ve daha uzun olan faizler ise uzun vadeli faizler olarak tanımlanmaktadır.
Basit ve Bileşik Faiz: Eğer her dönem sonunda aynı anapara üzerinden faiz hesaplanıyorsa burada basit faiz söz konusudur. Eğer her dönem sonunda hesaplanan faiz anaparaya ekleniyor ve bu anapara üzerinden tekrar faiz hesaplanıyorsa burada ise bileşik faiz söz konusudur. Diğer bir ifadeyle, basit faizde anapara değişmezken, bileşik faizde anapara her dönem vade sonunda oluşan faiz getirisi kadar artmaktadır.
Nominal ve Reel Faiz: Nominal faiz piyasada işlem gören faiz oranıdır. Dolayısıyla piyasada oluşan tüm faiz oranları nominal faizi temsil etmektedir. Reel faiz ise enflasyondan arındırılmış nominal faizi ifade eder.
Döviz Kuru
Ülkeler arası ticarette ise ödemeler tüm ülkeler tarafından genel kabul gören para birimleri ile yapılır. Günümüzde ABD Doları tüm ülkeler tarafından ödeme aracı olarak kabul gören para birimidir. Ülkeler arasında ödemeler yapılırken, ödemeyi yapacak olan ülkenin ulusal parasının ödemenin gerçekleştirileceği para cinsinden değerinin bilinmesi gerekir. Bu noktada karşımıza döviz kuru kavramı çıkmaktadır. Döviz kuru en net tanımıyla, ulusal paranın yabancı para cinsinden değerini ifade eder. İktisat literatüründe yer alan alternatif döviz kuru kavramları ise
- Reel döviz kuru,
- Reel efektif döviz kuru ve
- Çapraz kurdur.
Ekonomi Politikası
Ekonomi politikaları maliye politikası ve para politikası uygulamaları olarak ikiye ayrılır. Ekonomide maliye politikası hükümetler tarafından uygulanırken, para politikasının temel uygulayıcısı merkez bankalarıdır.
Maliye Politikası
Maliye politikası toplam talebi düzenlemeye yönelik, hükümet tarafından uygulanan politikaları kapsamaktadır. Temel olarak toplam harcamalara odaklanır. Eğer ekonomide harcamalar istenilen düzeyde değilse hükümet toplam harcamaları ve toplam talebi canlandırmaya yönelik politika uygulamalarına başvurur. Maliye politikasının temel uygulama araçları hükümet harcamaları ve vergilerdir. Hükümet bu politika araçlarını kullanarak toplam talebe müdahale etmektedir. Toplam talebi arttırmaya yönelik uygulanan maliye politikası uygulamalarına “genişletici maliye politikası” adı verilmektedir.
Hükümetler zaman zaman toplam talebi kısmaya yönelik politika uygulamalarına da yönelmektedir Toplam talebi azaltmaya yönelik uygulanan her türlü maliye politikası uygulamaları “daraltıcı maliye politikası” olarak ifade edilir. Hükümetlerin doğrudan toplam talebi düzenlemeye yönelik politikalarının yanı sıra ekonomide toplam harcamalardaki dalgalanmayı kendiliğinden düzenleyen bazı düzenleyici mekanizmalar da vardır. Otomatik stabilizatör adı verilen bu değişkenler temel olarak gelir vergisi ve işsizlik ödemeleridir.
Para Politikası
Para politikası, merkez bankasının fiyat istikrarı, millî gelir ve istihdam artışı gibi makroekonomik hedeflere ulaşabilmek için para arzını kontrol etmeye yönelik uyguladığı politikaları ifade etmektedir. Para politikasının temel yürütücüsü merkez bankalarıdır. Ülkemizde de bu görevi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) üstlenmiştir.
Merkez Bankası’nın para arzını arttırmaya yönelik politikalarına “genişletici para politikası”, para arzını azaltmaya yönelik politikalarına ise “daraltıcı para politikası” denir. Merkez Bankası’nın para politikası uygulamalarında kullandığı politika araçları ise açık piyasa işlemleri, zorunlu karşılıklar ve reeskont oranıdır.
Makroekonomik Değişkenler Arasındaki İlişkiler
Makroekonomik hedeflere ulaşmada bazı değişkenler uyumlu hareket ederken, bazı değişkenler için uygulanan politikalar diğer hedeflerle çakışmaktadır. Bu durumda değişkenler arasındaki ilişkileri bilmek politikaların etkinliği açısından önem arz etmektedir.
Millî Gelir ve Enflasyon
Ekonomiyi canlandırmaya ve millî geliri arttırmaya yönelik uygulanan toplam talebi arttırıcı politikalar fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı oluşturmaktadır. Toplam talebi azaltmaya yönelik uygulanan politikalar ise fiyatlar genel düzeyi üzerindeki baskıyı azaltmaktadır. Buna göre ekonominin genişleme dönemlerinde enflasyon artmakta, daralma dönemlerinde ise azalmaktadır. Dolayısıyla millî gelir ile enflasyon arasında doğru yönlü bir ilişki olduğu varsayılmaktadır.
Millî Gelir ve İşsizlik
Millî gelir hesaplama yöntemlerine değinirken, GSYH’nin üretilen toplam nihai malların parasal değerlerinin toplamından oluştuğunu ve temel olarak dört üretim faktörünün üretim sürecinde yer aldığını söylemiştik. Söz konusu üretim faktörlerinden biri de emek faktörüydü. Bu durumda emek faktörünün verimliliği ve miktarı toplam üretim miktarının temel belirleyicileri arasında yer almaktadır. Buna göre emek faktöründeki artış üretimi ve millî geliri artırmaktadır. Dolayısıyla istihdam artışı ile millî gelir artışı arasında pozitif yönlü bir ilişki söz konusudur. Bu aynı zamanda işsizlik ile millî gelir arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu anlamına gelir. Okun Yasası millî gelir ile işsizlik arasındaki ters yönlü ilişkiyi açıklamaktadır.
Enflasyon ve İşsizlik
Millî gelir ve işsizlik arasındaki ters yönlü ilişki aynı zamanda, enflasyon ile işsizlik arasındaki ters yönlü ilişkiyi de ima etmektedir. Ekonominin canlanma dönemlerinde işsizliğin azaldığı enflasyonun arttığı, ekonominin daralma dönemlerinde ise enflasyonun azaldığı işsizliğin arttığı çoğu kez tecrübe edilmiştir. Buna göre enflasyon ile işsizlik arsında ters yönlü bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür. Enflasyon ile işsizlik arasındaki ters yönlü ilişki Philips Eğrisi ile açıklanmaktadır.
Enflasyon ve Faiz
Enflasyon ile faiz arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek için enflasyonun talep itişli mi, yoksa maliyet çekişli mi olduğunu tespit etmek gerekmektedir. Eğer enflasyon talep itişli ise burada üretilen toplam mal ve hizmetler toplam talebi karşılamıyor demektir. Burada enflasyonu düşürmeye yönelik toplam talebi azaltıcı uygulamalara başvurulacaktır. Bu durumda faizler arttırılarak toplam talep azaltılabilir. Toplam talebin azalması fiyatlar genel düzeyi üzerindeki baskıyı azaltıcı etki gösterecektir. Buna göre talep itişli enflasyonda, enflasyon ve faizler arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur diyebiliriz. Maliyet çekişli enflasyon ise üretim girdilerinin maliyetlerinde meydana gelen artışların fiyatlar genel düzeyini arttırmasını ifade eder. Sermaye en önemli üretim faktörlerindendir ve sermayenin fiyatı faizdir. Dolayısıyla faiz bir maliyet unsurudur ve faizlerdeki yükselme üretim faktörlerinin maliyetini arttırmaktadır. Bu durumda faizlerdeki yükselme fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı oluşturacaktır. Dolayısıyla maliyet çekişli enflasyonda enflasyon ile faiz arasında doğru yönlü bir ilişkinin varlığından söz edebiliriz.
Enflasyon ve Döviz Kuru
Döviz kurunda yaşanan artış ihraç edilen ürünleri görece daha ucuz hâle getirirken, ithal malların fiyatını yükseltmektedir. Bu durum iç piyasada fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı oluşturarak enflasyonu tetiklemektedir. Dolayısıyla burada enflasyon ile döviz kuru arasında doğru yönlü bir ilişki vardır. Öte yandan enflasyonun arttığı dönemlerde, ihraç edilen malların fiyatları görece artmaktadır. Bu durumda ihracat hacminin azalmaması ve ülkenin uluslararası rekabetten olumsuz etkilenmemesi adına döviz kurunu arttırmaya yönelik politikalar uygulamaya sokulabilir. Burada da yine iki değişken arasında doğru yönlü bir ilişki söz konusudur. Faiz ve Döviz Kuru Faizler yükseldikçe sermayenin reel getirisi de artmaktadır. Dolayısıyla faizlerdeki artış yüksek reel getirir elde etmek isteyen yabancı sermayeyi çekmektedir. Bu durumda döviz miktarı artacağından ulusal para değerlenirken, döviz kuru düşecektir. Buna göre faiz ile döviz kuru arasında ters yönlü bir ilişki olduğu söylenebilir.