AİLE EKONOMİSİ - Ünite 2: Ailenin Önemi ve Değişimi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Ailenin Önemi ve Değişimi

Giriş

Bugünün gelişmiş ülkeleri 1750-1950 yılları arasına yayılan uzun bir zaman dilimi içinde modernleşme ve kentleşme sürecinden geçmişlerdi. Kentler, bireysel yaşam ve aile yaşamı için pek çok olumlu gelişmeyi içermekle birlikte çarpık ve hızlı kentleşmenin yol açtığı olumsuzluklar da göz ardı edilmemelidir. Günümüzün gelişmiş ülkelerinde giderek görünür hale gelen bir gelişme ise ataerkil ailenin krizidir. Bu krizin yaşanmasına yol açan en önemli gelişme kadınların davranışlarında ve bilinçlerinde ortaya çıkan farklılıklardır.

Ailenin Tanımı

Aile, aynı çatı altında yaşayan anne, baba ve çocuklar olarak tanımlanmaktadır (Doğan, 2000:167-175). Aile biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün devamını sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal ve benzeri yönleri bulunan toplumsal bir kurumdur.

Aile Biçimleri

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de dünya nüfusunun hemen hemen tamamı aile birimlerinde yaşamaktadır. Bu birimler topluma ve toplumsal sınıflara göre farklılık gösterirler. Bu nedenle farklı aile biçimlerinden söz etmek mümkündür:

  • Büyük köylü aileleri
  • Kök aile
  • Hane grupları
  • Geleneksel yapılı geniş aile
  • Bileşik aile
  • Coğrafi konumlarına göre biçimlenen aile: Kent ailesi, kasaba ailesi, göçebe ailesi, gecekondu ailesi
  • Köylü ailesi
  • Esnaf ve zanaatkâr ailesi
  • İşçi ailesi
  • Burjuva ailesi
  • Sanayi ötesi toplumlara özgü aile
  • Geleceğe yönelik kuramsal ai le, sanal aile.

Ailenin Sosyo-Ekonomik Yönleri ve İşlevleri

Çekirdek aile: Evlilik ve ana-babalık ya da evlatlık ilişkisi ile birbirine bağlı bir erkek ve bir kadın ile onların toplumca kabul edilen çocuklarından oluşan bireyler grubudur. Geniş aile: Anne, baba ve onlara bağımlı çocuklardan oluşan çekirdek ailenin genellikle tek yanlı (ana ya da baba yanlı) bir soy grubu çevresinde örgütlenmiş geniş biçimidir. Kural olarak değilse de çoğunlukla ekonomik koşulların çekirdek ailenin kendine yeterli olmasını engellediği durumlarda ortaya çıkar. Gerekli işbirliği baba ya da ana soyundan akrabalarla sağlanır. Geniş ailenin işlevlerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:

  • Psikolojik doyum sağlama işlevi
  • Çocuk yapma işlevi
  • Eğitim işlevi
  • Koruyucu işlev
  • Dini işlev
  • Eğlence ve dinlenme işlevi
  • Saygınlık işlevi
  • Ekonomik işlev

Aile İçinde Kadının Değişen Konumu

Tarihte birçok kültürde ailenin reisi erkektir. Ataerkil yapı erkeği egemen kılmaktadır. M.Ö.1200 ila 100 yılları arasında Yahudi din adamları tarafından yazıldığı kabul edilen, Eski Ahit’te sözü edilen aile yapısında klanların başı olan erkeğin hem birçok eş hem de cariye alma hakkı bulunmaktadır. Bu dönemde kural olarak kadınların konumu çok düşüktür. İnsan evriminin ilk aşamalarında üretim güçlerinin toplumsal (kolektif) mülkiyeti söz konusudur. Bu aşamada aile kurumu henüz oluşmamıştır. Toplumda cinsel ilişkileri ve bireyleri sınırlayan kurallar bulunmamaktadır. Özel mülkiyetin ortaya çıkışı ile birlikte tek eşli aile ve evlilik gelişmiştir. Sanayi devrimi ve onu izleyen kentleşme, aile yapısına birçok değişiklik getirmiş ve hâlâ da getirmektedir. Sanayileşme ve kentleşme feodal mülklerin parçalanmasına yol açmıştır. Sanayileşme ile birlikte yaşam biçiminde ve meslek tiplerinde keskin değişiklikler ortaya çıkmıştır Sanayi devriminden bu yana ortaya çıkan modern aile, önceki dönemlerdeki aile tipinden oldukça farklıdır. Özellikle gelişmiş sanayi toplumlarında ataerkil düzen yerini cinsler arasında giderek artan bir eşitliğe bırakmaktadır. Aile içinde kadın ve erkeğin kalıplaşmış rolleri yıkılmaktadır. Eve ve çocuklara bakmak sadece kadınların görevi olmadığı gibi para kazanmak ve ev dışında toplumsal bir yaşam sürdürmek de erkeğin tekelinden çıkmaktadır. Bu gün birçok kadın çalışıp mesleğini sürdürürken, birçok erkek de ev işlerinin yürütülmesine katılmaktadır.

Demografik ve Kentsel Dönüşümün Aileyi Etkileyen Sonuçları

Dünya nüfusu, artış hızı ve büyüklüğü çeşitli ulusal ya da uluslararası örgütlerce takip edilen önemli bir değişkendir. Yaklaşık 227 ülkeden toplanan doğurganlık, ölümlülük ve göç gibi bilgilere dayanarak nüfus tahminleri yapılmaktadır. 1750-1950 dönemini kapsayan 200 yıl boyunca, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarında birinci dalga modern dönüşüm olarak tanımlanan ekonomik, demografik ve kentsel bir dönüşüm yaşanmıştır. Bu dalga bugün dünyaya hâkim olan gelişmiş, kentsel, sanayi toplumlarını yaratmıştır. 1950’lerden bu yana ise ikinci dalga dönüşüm, dünyanın az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler olarak tanımlanan grubunda yaşanmaktadır. Ölüm oranları çarpıcı biçimde düşmüş, gelişmiş ülkelerde 100 ya da 200 yıl süren dönüşüm 10 ila 20 yıllık zaman dilimlerine sığdırılmış ve etkisi büyük olmuştur. Kentsel dönüşüm, öncelikle kırsal alanlarda yaşayanlardan oluşan bir toplumdan, kentlerde yaşayanların çoğunluğu oluşturduğu bir topluma dönüşmek anlamına gelmektedir. Kent, ulusal istatistik kurumlarının kent olarak tanımladığı yerel yerleşim birimleridir. Kentleşme, kırsal bir toplumdan kentsel bir topluma dönüşme sürecidir. Kentleşmeye yol açan nedenler, kırdan kente göç, doğal artış (bir toplumda doğanlarla ölenler arasındaki fark) ve yeniden sınıflandırma (kent sınırlarının yenilenmesi) olarak sıralanabilir. Gelişme çabasındaki ülkelerin pek çoğu hızlı kentleşmeden kaynaklanan taleplere cevap vermekte yetersiz kalmaktadırlar. Yoksul ülke kentlerinde yaşanan problemlerin niceliği artmakta, niteliği farklılaşmaktadır. Ekonomik, sosyal, çevresel problemlerden söz etmek mümkündür. Kentsel altyapının sağlanması, enerji, su, ulaşım, atık sistemlerinin kurulması, ticaret, üretim ve istihdam olanaklarının arttırılması gibi problemlere acilen cevap verilmesi gerekmektedir. Son bir araştırma doğal artışın kentleşmeye etkisini diğer etkenlerden ayrıştırmaktadır. Buna göre, doğal artışın medyan ülkedeki kentleşmeye katkısı yüzde 60, göç ve yeniden sınıflamanın toplam katkısı ise yüzde 40 olarak hesaplanmıştır. Doğal artışın katkısı kentleşme arttıkça daha da yükselecektir çünkü göçün kaynağı olan kırsal alanlarda yaşayanların sayısı giderek azalmaktadır. Bu durumda kentleşmede doğal artışın etkisi ön plana geçmektedir. Söz konusu araştırmanın bütünsel bir bakış açısı ile yorumlandığını hatırlayarak tek tek ülke deneyimlerinin farklılıklar gösterebileceğini akılda tutmamız gerekir. Örneğin, Hindistan için yapılan bir araştırma, 1961-2001 döneminde doğal artışın kentsel büyümeye etkisinin yüzde 51’den yüzde 65’e çıktığını göstermektedir. Latin Amerika’da günümüzde yaşanan kentsel büyümenin, kentsel doğurganlık oranlarındaki hızlı düşüşe rağmen yüzde 65 oranında doğal artış etkisiyle gerçekleştiği hesaplanmıştır. Günümüz kentleşmesinde dikkatlerden kaçan önemli bir gelişme yaşanmaktadır. Kentleşme gelişmekte olan ülkelerde yaşanmaktadır ve kentsel yoksulluk, kırsal yoksulluktan çok daha hızlı artmaktadır. Toplulaştırılmış istatistikler, kentlerde kol gezen yoğun yoksulluğu gizlemektedir. Düşük ve orta gelirli ülkelerde milyonlarca insan şehirlerde fakirlik içinde yaşamaktadır. Kent yoksullarının yaşadıkları yoksul mahalleler İngilizce slum kelimesi ile ifade edilmektedir. Varoş kelimesi ile de ifade edilen yoksul mahalleler, genellikle şehrin eteklerinde yer almaktadır. Birleşmiş Milletler Habitat Raporu, yoksul mahallelerde yaşayan hane halklarını, aynı çatı altında yaşayan ve aşağıda sıralananların en az bir tanesinden ya da daha fazlasından mahrum olan insan toplulukları olarak tanımlamaktadır.

  • Dayanıklı tüketim mallarından yoksun olmak
  • Yeterli yaşam alanına sahip olmamak
  • Sağlıklı suya erişim olanağından yoksun olmak
  • Sağlık hizmetlerine erişim olanağından yoksun olmak
  • Güvenli iş olanaklarından yoksun olmak

Günümüzde yoksul mahallelerde yaşayanların sayısı 1 milyara ulaşmıştır. Dünya nüfusunun 1/6’sı, her üç kentliden birisi bu koşullarda yaşamaktadır. Kent yoksullarının yüzde 90’ından fazlası gelişmekte olan ülke insanıdır. Kentli yoksulların durumlarını en iyi yansıtan alan sağlık hizmetlerine erişim yetersizliğidir. Aşağıda bir kısmı sıralanan nedenlerden dolayı yoksul kent kadınlarının sağlık hizmetlerine yeterli erişimi engellenmektedir.

  • Yoksulluk
  • Diğer hane giderlerinin daha ön planda olması
  • Yüklenilen pek çok sorumluluk nedeniyle zamanı kendisi için kullanamama
  • Ulaşım araçları, çocuk bakım hizmetleri gibi destekleyici alt yapıdan uzak ve mahrum olmak

Yoksul mahallelerde konutların durumu, alt yapı hizmetlerine erişim ve çevre koşulları çözülmesi gereken problemleri barındırmaktadır. Kentsel alanlarda, yoksulluk, çevre ve konut ilişkisi müdahale edilmesi gereken alanlardan biri olarak ön plana çıkmaktadır. Kentlerdeki fiziksel ve sosyal ortam cinsiyet eşitliğine yol açar. Nüfusun kentlerde yoğunlaşması kadınlara yerli ya da göçmen olsunlar, çalışma, sosyal destek ağları kurma, bilgi alışverişinde bulunma, önem verdikleri şeyleri elde etmek için örgütlenme, daha iyi eğitim ve sağlık hizmeti alma gibi olanaklar sağlar. Geleneklerden kaynaklanan baskıcı tutumlar hafifler. Kadınların toplumsal hayata etkin katılımının alternatif yollarına kentlerde rastlamak mümkündür. Önce kendilerinin sonra da ailelerinin refahının artmasına yol açacak süreçlerden geçme şansı yakalarlar. Artan kentleşme ve modernleşme süreci birtakım sosyal sorunları da bünyesinde taşımaktadır. Gelenek ve göreneklerden kaynaklanan baskının azalması, modern yaşama adaptasyon güçlüklerinin çekilmesi, kişileri kimlik bunalımına sürüklerken marjinalleşme riski ile karşı karşıya bırakmıştır. Laik yaşamın benimsenmesi beklenirken tam tersi gelişmeler yaşanmış dini açıdan radikal eğilimlere kapılma olasılığı yükselmiştir. Hızlı kentleşme ve küreselleşme süreci ile paralel giden bir eğilim ise artan şiddet ve güvensizlik ortamıdır. Kentsel şiddetin çözümü uzun dönemli bir bakış açısını gerektirmektedir. Gençlere yatırım yapmak, topluma adapte olmalarına yardımcı olmak, bir insan hakkı ve adalet meselesidir. Ayrıca potansiyel ekonomik fayda artışının ve kent güvenliğindeki artışın da anahtarıdır. İnternet aracılığı ile gençleri kendileri ile ilgili kararlara katmak, gençlere yönelik eğitim hizmetleri vermek bu konuda izlenebilecek akılcı bir politika olabilir. Kent yoksulluğu, kırsal yoksulluktan çok da farklı değildir. Kentliler arasındaki refah farkı, kent yönetimlerinin yetersizliğine işaret etmektedir. Kentleşmenin refah artışı ile sonuçlanmasının yolu, kentlerin iyi yönetilmesinden geçmektedir.

Farklı Toplumlarda Aile Yapısı

Ataerkillik, bütün çağdaş toplumların temel yapılarından biridir (Castells, 2006: 251-277). Aile biriminde erkeklerin, kadınlar ve çocuklar üzerinde kurumsal olarak desteklenen bir otoriteye sahip olması olarak tanımlanmaktadır.

  1. yüzyıl başında ataerkil aile yapısı tehdit altındadır. Bu durum kadınların bilinçlerinin ve uğraş alanlarının dönüşümü ile yakından ilgilidir. Bu dönüşüme yol açan üç eğilim şöyledir:
  2. Enformasyonel ve küresel bir toplumun yükselişi
  3. İnsan türünün çoğalması ile ilgili teknolojik değişiklikler
  4. Kadın mücadelelerinin, çok yönlü feminist hareketin isyanı

Sanayileşmiş ülkelerde, kadınların büyük bölümü kendilerini erkeklerle eşit görmektedir. Aynı haklara sahip olduklarını, kendi hayatları ve kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olduklarını düşünmektedirler. Kadın ve erkek arasındaki iş bölümü yeniden yapılanmaktadır. Tüm bu gelişmeler siyasi, ekonomik ve kültürel boyutları olan bir toplumsal dönüşüme işaret etmektedir. Manuel Castells, dönüşümün en önemli dinamiğinin ataerkil ailenin bozulması olduğunu ileri sürmektedir. Ataerkilliğe başkaldırının, ataerkilliği savunmaya yönelik radikal hareketleri tetikleyen en önemli nedenlerden biri olduğunu düşünmektedir. Toplumsal hareketlerin, özellikle de feminizmin cinsiyet ilişkileri üzerindeki etkisi güçlü bir sarsıntı yaratmıştır. Ataerkil sistemin temel kurallarından olan heteroseksüelliği sorgulayan etkili akımlar yükselmiştir. Geleneksel ailenin sorgulanması, erkekler ile kadınlar arasındaki çatışmalı ilişkiler, yeni aile biçimlerinin olabilirliğine yönelik tartışmaları ve talepleri uyarmıştır. Eşcinseller ve lezbiyenlerden kaynaklanan toplumsal hareketler, özellikle insan hakları ve demokrasi anlamında gelişmiş olan ülkelerde, bu grupların taleplerine cevap veren yasal kazanımlarla sonuçlanmaktadır. Küresel çapta yapılan bir araştırma küçük çocukları olmasına rağmen boşanan çift sayısında da artış eğilimini ortaya çıkarmıştır. Bu durum tek başına çocuk büyüten ebeveyn sayısında artışa işaret etmektedir. İtalya, Batı Almanya ve İsveç’te yapılan araştırmalar genç yaş grubundaki kadınların evliliklerini sürdürme eğiliminin kendilerinden yaşça daha büyük olan kadınlardan daha az olduğunu ortaya koymaktadır. Ataerkil ailenin yaşadığı krizin en önemli sonuçlarından birisi gelişmiş ülkelerde doğurganlık oranının nüfusun yenilenme oranının altına düşmesidir. İspanya ve Japonya dışında gelişmiş ülkelerin çoğunda ataerkil aile yapısı nüfusun tamamı içinde azınlıkta kalma eğilimindedir. 1990larda, ABD’de ailelerin ancak dörtte birine yakını ideal evli ve çocuklu aile tipine uymaktadır. Tanıma çiftin kendi çocukları ile birlikte olması ilave edilecek olursa oran daha da düşmektedir. ABD’de, ataerkil aile oranının azalmakta oluşunun tek nedeni kadınların özgürleşmekte oluşu değildir. Demografik dönüşüme bağlı olarak nüfusun yaşlanması ve kadın erkek ölüm yaşı arasındaki farklılığın da etkisi ile daha çok yaşlı kadınların tek başına yaşadıkları hanelerin tüm hanelere oranının dörtte bire yakın olmasıdır. Gelişmekte olan ülke kentlerinde ataerkil ailenin benzer tehditler altında olduğu görülmekle birlikte kırsal kesimlerde ataerkil aile üzerinde aynı baskıların izine rastlamak zordur.