AİLE EKONOMİSİ - Ünite 6: Türk Aile Yapısında Değişim Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Türk Aile Yapısında Değişim
Giriş
\19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, kapitalizme özgü sanayi ekonomisinin, ulus devlet yapısı, aktörleri, kurumları yavaş yavaş oluşmaya başladı. Yüz yıldan uzun bir zaman alan ve halen devam etmekte olan bu sürecin ilk etkilediği toplumsal kurumlardan biri Osmanlı ailesiydi. Osmanlı ailesinin, modern çekirdek aileye dönüşüm süreci ele alınacaktır. Bu sürecin aile içi ilişkileri nasıl etkilediği: Babanın rolünün, annenin aile içi statüsünün ve çocuklarla ebeveynlerin ilişkisinin zaman içinde ve sosyo–ekonomik düzey farklılıklarına göre nasıl değiştiği tartışılacaktır.
Değişen Türk Ailesi
Atatürk devrimleri ile hız kazanan Türk modernleşmesinin en önemli amaçlarından biri aile kurumunun değişmesidir. Osmanlı toplumunun geleneksel ataerkil geniş ailesinin yerini daha farklı bir yapıya bırakması beklenmektedir. Bu yapı içinde aile üyelerinin rolleri ve birbirleri ile ilişkileri değişim baskısı altındadır. Özellikle kadınların toplumsal rolünün artması, erkeğin yanında kadının da sosyal, ekonomik ve siyasal varlık göstermesi gerektiği genel kabul görmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan modern çağdaş ulus devlet yapısına geçiş döneminde, Türkiye’de ailenin yapısal değişimi hukuksal çabalarla desteklenmiştir. 1926 yılında İsviçre Medeni Yasası örnek alınmış ve yasanın yürürlüğe girmesi meclis tarafından kabul edilmiştir. Bu yasa ile gerek malların yönetiminde gerekse ölümlerden sonra malların paylaşımında kadınlara erkeklerle eşit haklar tanınmaktadır. Erkeğin çok eşliliği yasaklanmış evlilik anlaşması güvence altına alınmıştır. Medeni haklar yanında siyasi kazanımlar da sağlanmıştır. 1930 yılında yerel seçimlerde, 1934 yılında ise genel seçimlerde kadınlara oy hakkı tanınmıştır. Kadınların meclise seçilmesi için kadınların öncülüğünde seferberlik başlatılmış ve ilk kadın milletvekili 1935 yılında seçilmiştir. Kadın ve erkeğin hayatın zorluklarına karşı dayanışma içinde birlikte davranacağı sanayi toplumlarına özgü anne baba ve çocuklardan oluşan çekirdek ailenin ortaya çıkış süreci bu zihniyet değişikliği çerçevesinde izlenir hale gelmiştir. Türkiye’de, çekirdek ailenin ortaya çıkış süreci gerek kırsal gerekse kentsel alanlarda aile yaşamını etkilemiştir. Kadının toplumsal yaşamın ekonomik, siyasi ve kültürel olmak üzere her alanında erkeklerle eşit konuma yükselmesi düşüncesi yaygın aile tipi olarak çekirdek ailenin ortaya çıkışını sağlamıştır. Türkiye’de boşanma oranları uzun yıllar düşük oranlarda seyretmiştir. Bunun nedenlerinden biri toplumsal dönüşüme rağmen tutucu yapının varlığını korumasıdır. Ayrıca uzun yıllar Türkiye’de boşanma ile ilgili yasalar boşanmayı oldukça zor ve iki eşin de onayını gerektiren uzun işlemlere bağlı bir süreç halinde tutmuştur. Medeni Kanun değişikliğine ilişkin talepler uzun yıllar sonuçlanmadan sürüncemede kalmıştır. 1990lı yıllarda kadınların talepleri yönünde değişimler yapılmıştır:
- Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan 159. madde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir (1990).
- Kadının kocasının soyadı ile birlikte kendi soyadını da taşıyabilmesine izin verilmiştir (1997).
- Bakire, dul, boşanmış gibi tanımlar nüfus kâğıtlarından çıkarılmıştır.
- Zina suç olmaktan çıkarılmıştır.
- Yeni Medeni Kanun 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Özellikle aile hukuku alanında ve kadın erkek eşitliğini zedeleyen hükümlerde değişikliğe gidilmiştir.
Çevrenin Türk Aile Yapısına Etkisi
Türk toplumunda aile yapısının ekonomik sonuçlarını ve toplumsal dönüşüme katkısını değerlendirebilmek için ailenin içinde bulunduğu çevre ile birlikte ele alınması gerekmektedir. Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye (1998) başlıklı kitabında Türk toplumundaki aile yapısının üç farklı çevre içinde incelenmesi gerektiğini ileri sürmektedir (s.586-596). Köy, gecekondu ve kent ayrımı yapmadan aile kurumunu anlamak olanaksızdır. Bu üç farklı çevre, ailenin biçimlenmesi ve sonuçta toplumsal dönüşüme etkisi bakımından farklı sonuçlar doğurmuştur. Bu nedenle aşağıda kırsal aile, gecekondu ailesi ve kentsel aile üzerinde durulacaktır. Kırsal Aile Kırsal alanlarda da Türkiye’deki genel görünüme uygun olarak ana, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile egemen yapı haline gelmiştir. 1970’li yıllarda kırsal ailenin büyüklüğü 6,2 ortalama ile Türkiye ortalamasının üzerinde seyretmiştir. Ancak istatistikler zaman içinde Türkiye ortalaması ile kent ve köy ortalamaları arasındaki farkın kaybolduğunu ve her üçünün de 4-4,5 arasında seyrettiğini göstermektedir. Kırsal kesimde çekirdek aileden sonra ikinci derecede yaygın aile yapısı geleneksel geniş ailedir. Aynı hane içinde birden fazla evli çiftin varlığı olarak açıklayabileceğimiz geniş aile daha çok baba akrabaları arasında örgütlenmekte ve baba soyunu devam ettirmektedir. (Japonya’da ortalama hane halkı büyüklüğü içim Bknz: S:124) Kırsal geniş ailenin bölünme ve yerini çekirdek ailelere bırakma nedenlerinden biri de aile büyüğünün ölümünden sonra miras kalan toprağın bölünmesini gerektiren yasalardır. Ölümden sonra toprağın bölünmesinin diğer bir sonucu ise kırdan kente göç olgusudur. Kırsal ailede yaşanan yapısal dönüşümün diğer nedenleri arasında 1950li yıllardan sonra yaşanan yüksek nüfus artışı, traktör kullanımının yaygınlaşması, tarımın çağdaşlaşmasına bağlı olarak tarım sektöründe kol gücüne duyulan gereksinimin azalması ve tarımsal nüfusun kırsal ortamda iş bulamaması gibi pek çok neden sıralanabilmektedir. Bütün değişmelere karşın, kırsal alanlarda hâlâ varlığını koruyabilen aile işletmeleri bulunmaktadır. Büyük işletmelerden kaynaklanan rekabete karşı koymak ve verimli olabilmek için aile üyeleri sağlam bir dayanışma içinde olmak zorundadırlar ve bu durumun farkındadırlar. Tarımdaki açık ve gizli işsizliğin sonucu iç göç ya da yurt dışına göç olabilmektedir. Göç kırsal hayatın dönüşümüne yol açan yapısal nedenlerden doğmakla birlikte bir kez ortaya çıktıktan sonra aile yapısını etkileyen ve değiştiren bir olgu haline gelmektedir.
yüzyılda kitle iletişim araçlarının da etkisi ile kırsal aile yapısının büyük ölçüde değişime uğrayacağı açıktır. Bu değişimin en önemli nedenleri televizyon yanında kırdan kente göç ve sanayileşmedir. Gecekondu Ailesi: Gecekondu, dar gelirli insanların yasa dışı ya da en azından normal dışı yoldan konut sahibi olmasını ifade etmek için kullanılan bir terimdir. En temel insan ihtiyaçlarından biri olan konut gereksinimine cevap vermek için icat edilmiş bir çözümdür. 1950li yıllar Türkiye’de toplumsal hareketliliğin arttığı yıllar olarak tarihe geçmiştir. Tarımsal yapıdan, sanayiye ve hizmetlere geçiş sürecinin hızlandığı bir dönemdir. Kırsal alanlar üzerinde yaşayan nüfusu besleyemez hale gelirken kentlerde yeni kurulmaya başlayan sanayi tesisleri göçü göze alanlar için yeni umutlar vaat etmektedir. Genellikle önce baba, köyden kente göç etmekte, başını sokacak bir ev bulduğunda ise ailesini de yanına almaktadır. Türkiye’nin genelinde olduğu gibi gecekondu ailesinde de hane halkı büyüklüğü 4,5’tir ve çekirdek aile yapısına sahiptir. Gecekondu ailesi sanayileşmeden ve kentsel yaşamdan etkilenmiştir. Köy koşullarının yetersizliği nedeni ile göç etmek zorunda kaldığından kent yaşamına adapte olmaktan başka çaresi yoktur ve bu konuda da isteklidir. Gecekondu aileleri arasında yapılan araştırmalar hemen hemen hiç birinin köye geri dönmek istemediğini göstermektedir. Kentsel Aile: Kentsel aile de çekirdek yapıya sahiptir. Ancak ileri derecede sanayileşmiş ülkelerde var olandan daha farklı aile içi ilişkiler söz konusudur. Babanın otoritesinin gücü bakımından ataerkil özellikler varlığını korumaktadır. Ailede kazanılan paranın kontrolü genelde babadadır. Paranın karı-koca tarafından ortaklaşa yönetilme oranı düşüktür. Türk ailelerinde kadının parayı yönettiği aileler sınırlı sayıdadır. Ancak tüketim harcamaları ile ilgili kararların alınmasında kadının rolü artmaktadır. Genel olarak görülen durum kazanılan paranın babanın elinde toplanması ve sonra baba tarafından aile üyeleri arasında ihtiyaçlara göre dağıtılmasıdır. Kentsel aileler, çocukları için genellikle en yüksek eğitim düzeylerini hedeflemektedirler. Ortaokul, lise ve üniversite sınavlarına hazırlık için katlanılan maliyetler verilen önemin göstergesidir. Gençlerin evlilik yaşı kırsal ve gecekondu ailelerinin gençlerinden daha ileridir. Bu durum uzun okul yılları ile ilişkilendirilmektedir. Günümüz iletişim-bilişim teknolojisinin sunduğu bu sanal dünyada çok farklı arkadaşlıklar kurulabilmekte, kararlar alınabilmekte, farklı yaşam tarzlarından haberdar olunabilmekte ve etkilenilmektedir. Anne ve babaların çocukları üzerindeki kontrol yeteneği azalmaktadır. Gençler ve ebeveynlerinin sahip oldukları değer yargıları farklılaşmaktadır. Kentsel yaşam piyasa ekonomisinin tüm avantajlarını kentli ailelere sunmaktadır. Bankacılık hizmetleri, kredi olanakları, taksitli satışlar kentsel ailenin gelirinin üstünde tüketim yapmasına fırsat vermektedir. Beklentiler yüksektir. Yaşam kalitesini yükselten dayanıklı tüketim mallarına talep yoğundur. Kentli aileler çok çalışır, bir ihtiyaçtan tasarruf sağlar, dayanıklı tüketim mallarına kaynak ayırır. Hedeflere ulaşabilmek için aile içinde çalışan kişi sayısı genellikle birden fazladır. Ancak kentsel ailenin özelliklerini sıralarken, aileler arasında bölgeden bölgeye hatta aynı kent içinde aileden aileye farklılıklar olduğu gözden kaçmamalıdır. Çok kaba hatları ile yukarıda anlatılanlar kentsel ailelerin sadece bir grubunun davranışlarına uygundur.
Aile Planlaması
Birinci Dünya Savaşı ve arkasından yaşanan Bağımsızlık Savaşı, Türkiye’nin nüfusunun azalmasına neden olmuştur. Bu kaybı gidermek üzere pro-natalist politikalar uygulanmıştır. Gebeliği önleyici ve istenmeyen çocukları düşürücü ilaçların Türkiye’ye girişi yasaklanmış, isteyerek düşük yapmak suç kabul edilmiş ve ceza kapsamına alınmıştır. 1930’larda nüfus artışını sağlama görevi Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğuna verilmiştir. 1950lerden itibaren nüfus hızlı artış sürecine girmiştir. Artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak üretim artışı yetersiz kalmaya başlamıştır. Ayrıca çocuk düşürmeye çalışırken ölenlerin sayısındaki artış özellikle kırsal alanlarda önemli bir problem olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. İsteyerek çocuk düşürmek suç sayıldığından hastanelere başvurma oranı düşüktür. Bu konuda kırsal alanlarla kentsel alanlar arasında bir dengesizlik bulunmaktadır. Kentlerde istenmeyen gebeliklerden kurtulma konusunda gerek eczanelerden gerekse doktorlardan yardım almak mümkünken kırsal alanlarda ne eczane ne de doktor bulunmaktadır. Nüfusla ilgili gelişmeler nüfus artışının kontrol altına alınması gerektiğine işaret etmektedir. Türkiye’de aile planlaması ile ilgili üç gerekçe ileri sürülmektedir.
- Ekonomi ile ilgili gerekçe, kişi başına düşen geliri arttırmanın yollarından birinin nüfus artış hızının azalması olmasıdır.
- Sağlıkla ilgili gerekçe, hijyenik olmayan ortamlarda çocuk düşürmenin yol açtığı anne ve bebek ölümlerini engellemek amacını taşımaktadır.
- Toplumsal gerekçe ise aile planlaması programlarının yaygınlaştırılması ile kırsal ve kentsel bölgeler arasındaki adaletsizliği önleme amacını taşımaktadır.
Türkiye’de Çocuğun Değeri Araştırması
Çiğdem Kâğıtçıbaşı, çocuğun değeri araştırmalarının, ailenin zaman içindeki değişimini ve toplumsal sosyo-ekonomik dönüşümü anlamada yardımcı olduğunu savunmaktadır. Çocuğun değeri araştırmaları, 1970’lerde Kore, Filipinler, Singapur, Tayvan, Tayland, Türkiye, Endonezya, ABD ve Almanya’da 20.000’den fazla evli ve doğurgan yaşlarda kadınla yürütülmüştür. 2000’li yıllarda sıraladığımız ülkelerin çoğunda ve Türkiye’de araştırmaların tekrarı yapılmıştır. Kâğıtçıbaşı, çocuğun değeri araştırmalarına dayanarak, modernleşme yaklaşımının ileri sürdüğü bir geçiş sürecinden sonra Batı modelinin dünyaya yayılacağı varsayımına karşı çıkmış ve kendi aile değişimi kuramını yaratmıştır. Kâğıtçıbaşı, Modernleşme Kuramının popülerliğini yitirmesine rağmen halen varlığını sürdürdüğünü ileri sürmektedir. Bu kuramda sosyal değişim ve aile ile ilgili düşünceler geniş yer tutmaktadır. Batı modeline doğru tek yönlü bir değişim beklentisi sosyal bilimciler arasında yaygındır ve bu nedenle gelişmekte olan ülkeler geçiş toplumları olarak tanımlanmaktadır.
- Batı ailesinin özellikleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:
- Bağımsız ilişkiler sistemidir.
- Akrabalardan bağımsızdır.
- Kendi başına çekirdek bir birimdir.
- Aile içinde kişiler birbirlerinden iyi belirlenmiş sınırlarla ayrılmıştır.
Bu model bütünü temsil etmemekle birlikte orta sınıf Amerikan ailesinin dünya görüşünü yansıtmaktadır. Modernleşme kuramı’nın değişime bakışı durağandır. Evrimsel bir ilerleme sonucunda er geç Batı modeline ulaşılacağını ileri sürmektedir. Modernleşme varsayımı Batıdan farklı olanı yetersiz görmektedir. Bu görüş, özellikle ekonomik gelişme ile ilgili tartışmalarda etkili olmaktadır. Japonya, Kore, Tayvan, Hong Kong, Singapur, Tayland ve Malezya gibi bireyci olmayan toplumların gösterdikleri ekonomik gelişme bu varsayımın sorgulanmasına neden olmuştur. Bu toplumlarda var olan bağımlı insan ilişkileri ekonomik gelişmeyi engellememiştir. Kâğıtçıbaşı, Türkiye’de evli kadınlar ve kocalarından oluşan 2300 kişiyi kapsayan bir örneklem ile gerçekleştirilen “çocuğun değeri araştırması”, bulgularına dayanarak kendi aile değişimi kuramını geliştirmiştir. Çocuğun değeri araştırmalarında ana babaların çocuk sahibi olma konusundaki istekleri, çocuklarına atfettikleri değerler, doğurganlık tercihleri gibi konular incelenmektedir. Ana babalar tarafından çocuklarına atfedilen üç ana değer tipi bulunmaktadır: Ekonomik: Çocukların sağladığı maddi faydalarla ilgilidir. En önemli değer yetişkin evlâdın ana babaya sağladığı yaşlılık güvencesidir. Psikolojik: Mutluluk, sevgi, gurur gibi manevi doyumlarla ilgilidir. Sosyal: Çocuk sahibi olmanın sağladığı sosyal kabul ile ilgilidir. Aile isminin devamı erkek çocuk sahibi olmanın getirdiği sosyal değerdir. Refah ve sosyo-ekonomik düzeyi düşük kırsal toplumlarda, yetişkin evlâda maddi bağımlılık nedeni ile yüksek doğurganlık oranlarına rastlanmaktadır. Çocuğun ekonomik değerini ve yaşlılık güvencesi değerini ön planda tutan sosyalleşme değerleri ve özellikle erkek evlât tercihi yaygındır. Ataerkil toplumlarda erkek evlât daha güvenilir bir yaşlılık güvencesi ve ekonomik fayda kaynağıdır.
Aile Değişimi Kuramı
Çocuğun değeri araştırmaları, üç farklı aile modelinin oluşturulmasına yardımcı olmuştur. Kâğıtçbaşı’nın önerdiği aile değişimi kuramı, üç farklı aile ilişkisi kalıbını inceleyen genel bir modeli ve bu modellerden birine doğru sistematik değişimi içermektedir. Bu kuram, benliği ailenin içine ve aileyi de kültürel ve sosyo-ekonomik çerçevenin içine oturtan bağlamsal bir kuramdır. Aile hem sosyal hem de psikolojik yönleri ile incelenmektedir. Bağlam esas olarak ailenin içinde bulunduğu koşulları ve ailenin kültürünü ifade etmektedir. Kültür ise bireyci (ayrışmışlık kültürü) veya toplulukçu (ilişkililik kültürü) olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşımla üç farklı aile modeli geliştirilmiştir:
- Bağımlılık modeli
- Bağımsızlık modeli
- Duygusal, psikolojik bağlılık modeli
Bağımlılık modeline, ataerkil aile yapısına sahip, aile ve insan ilişkilerinin güçlü bir şekilde korunduğu geleneksel kırsal toplumlarda rastlanmaktadır. Dünyanın birçok yerinde yaygındır. Yapısal geniş aile ya da işlevsel geniş aile özelliklerine sahiptir. İşlevsel geniş aileler, hane halkı yapısı bakımından çekirdek yapıya sahip olsalar da tarımsal üretim ve tüketim, çocuk bakımı, evde yiyecek üretimi gibi aile işlevlerini paylaştıkları için geniş aile gibidirler. Aile diğer akrabalarla bağımlılık içindedir. Nesiller arası maddi bağımlılıklar, yükselen refah, şehirleşme, eğitim gibi gelişmelere bağlı olarak azalmaktadır. Duygusal bağımlılıklar ise ilişkililik kültürünün yaygın olduğu dünyanın büyük kısmında sosyo-ekonomik gelişme ile değişmemektedir. Çocuğun değeri araştırmaları bu bulguları desteklemektedir. Bağımsızlık Modeli Sanayileşmiş, kentlerde yaşayan, orta sınıf Batı toplumunun ideal aile tipi ise bağımsızlık modeli yardımı ile incelenmektedir. Bu toplumda ayrışmışlık kültürü (bireycilik) egemendir. Bu modelde hem aile diğer ailelerden hem de aile bireyleri birbirlerinden bağımsız ve ayrışmıştır. Bu model gerçek durumdan çok ideal ya da normatif olanı yansıtmaktadır çünkü bulgular Batı ailelerinde de bir miktar karşılıklı bağımlılığın varlığına işaret etmektedir. Bağımsız aile modeli refah düzeyi yüksek, kentleşmiş ve sanayileşmiş, ileri teknolojiye sahip toplumlarda görülürken karşılıklı bağımlılık modeli refah düzeyi düşük, kırsal, tarımla uğraşan sanayi öncesi toplumlarda görülmektedir. Modeller arasındaki fark ayrışmışlık kültürü (bireycilik) ve ilişkililik kültürü (toplulukçuluk) arasındaki farkı da yansıtmaktadır. Bağımsız aile modelinde nesiller birbirinden ayrılmıştır ve hem duygusal hem de maddi kaynak yatırımı çocuklara yönelmiştir. Bireyselleşmiş çekirdek aile yapısı hüküm sürmektedir. Ata soyluluğun önemi azalmıştır. Refah düzeyi ve kadının aile içindeki statüsü yükselmiştir. Erkek çocuk tercihi ve doğurganlık azalmıştır. Çocuğa atfedilen ekonomik değer azalırken, psikolojik değer ön plana çıkmaktadır. Çocuğun psikolojik değeri çocuk sayısı ile ilgili olmadığı için doğurganlık düşüktür. Düşük doğurganlığın diğer bir nedeni ise çocuk bakımının ve eğitiminin maliyetinin artmasıdır. Özellikle iyi iş sahibi eşler söz konusu olduğunda çocuğun fırsat maliyeti yüksektir. Çocuk bakımı için kullanılması gereken zaman anne ya da babanın önemli gelir kayıplarına uğramasına yol açabilmektedir. Duygusal Psikolojik Bağlılık Modeli Yukarıda birbirinden tamamen ayrı iki modelden, karşılıklı bağımlılık ve bağımsızlık modellerinden söz edilmiştir. Modernleşme varsayımı, sosyo-ekonomik gelişme ile birlikte karşılıklı bağımlılık modelinden, bağımsızlık modeline doğru bir geçiş olacağını ileri sürmektedir. Ancak, Kâğıtçıbaşı, modernleşme varsayımının kültürü dikkate almadığını ve yapılan araştırmaların sosyo-ekonomik yapıdaki değişime rağmen kültürlerde belli bir devamlılığın korunduğuna işaret ettiğini, belirtmektedir. Çin, Tayvan ve Hong Kong’da yapılmış araştırmalar modern sanayileşmiş yaşamın toplumu etkilemesine rağmen, kültür ve sosyalleşme biçimlerinde genel bir devamlılığın var olduğunu göstermektedir. Sosyo-ekonomik gelişme ile birlikte azaldığı gözlenen ekonomik değeri ifade etmek için modelde kullanılan farklı göstergeler aşağıda sıralanmaktadır:
- Yaşlılık güvencesi
- Ev işinde yardım
- Maddi yardım
- Yaşlılıkta parasal destek
Sosyo-ekonomik değişme ile birlikte çocuğun ekonomik değeri azalırken psikolojik değerinin azalmadığı hatta arttığı gözlenmiştir. Bu durumda ailenin bazı özellikleri değişirken bazı özelliklerinin devam etmesi beklenmektedir. Dolayısı ile Kâğıtçıbaşı, Türk ailesindeki değişimin sonuçlarını açıklamak üzere modernizasyon varsayımının ileri sürdüğü bağımlı aile ve bağımsız aile modellerine ek olarak yeni bir aile modeli önermektedir. Aile Değişim Kuramını Destekleyen Araştırmalar Aile yapısında zaman içinde meydana gelen değişimin dinamiklerini ortaya çıkarmak için yapılan pek çok araştırmanın bulguları gerek Türkiye’de gerekse dünyada pek çok ülkede Kâğıtçıbaşı’nın önerdiği gibi bağımlılık modelinden, duygusal psikolojik bağımlılık modeline doğru bir değişim olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Modernleşme varsayımının önerdiği bağımlılık modelinden bağımsızlık modeline geçileceği düşüncesinin ise gelişmiş Batılı ülkelerde bile gerçeği tam anlamı ile yansıtmadığına işaret eden bulgular söz konusudur. 1975 ve 2003 yılları arasında elde edilen bulguların kıyaslanması ile ulaşılan en dikkate değer sonuç zaman içinde çocukların ekonomik/faydacı değerindeki düşüş ve psikolojik değerindeki keskin yükseliştir. İkinci araştırmada, çocuk sahibi olma nedenleri olarak ileri sürülen neşe, zevk, sevgi gibi değerler açıkça ön plana geçmektedir. Çocuklardan maddi yardım beklentisindeki tersine dönüş dikkat çekicidir. 2003 yılına ait bulgular, ana-babanın çocuklardan maddi yardım beklentisinin azaldığını göstermektedir.
Türkiye’de Aile Yapısında Değişimin Özellikleri ve Sonuçları
Türkiye’de aile yapısının değişiminde hem toplumsal hem de ekonomik gelişmeler rol oynamıştır. Ancak yapısal dönüşümün ortaya çıkışında sözünü ettiğimiz gelişmeler kadar önemli olan diğer bir neden de devlet eli ile ailenin dönüşümünü sağlamak üzere çıkarılan yasalar ve yapılan toplumsal devrimlerdir. Tüm çabalara rağmen özellikle erkeklerden kaynaklanan ataerkil yapıya özgü davranış ve uygulamalar pek çok yerde karşımıza çıkmaktadır. Diğer bir özellik ailenin yapısal değişiminin hızına ailenin işlevsel değişiminin ayak uyduramamasıdır. Kentlerde bile çekirdek aile, geleneksel geniş aileye özgü davranış kalıplarından kurtulamamaktadır. Babanın buyrultusu altında anne ve çocukların özgürlüklerini kısıtlayıcı davranışlar pek çok ailede varlığını sürdürmektedir. Türkiye’de yaşanan sanayileşme, kentleşme, ailede kadının yükselen statüsü ve kadınların toplumsal hayatın ekonomi, politika, kültürel etkinlikler gibi farklı boyutlarında daha fazla yer alması farklı bir aile yapısının ortaya çıkmasına neden olmuştur.