AİLE EKONOMİSİ - nite 1: Küreselleşme Özeti :

PAYLAŞ:

nite 1: Küreselleşme

Giriş

Günümüze kadar insanlığın yaşam koşullarını etkileyen üç büyük devrim yaşanmıştır:

  • Tarım Devrimi
  • Sanayi Devrimi
  • Bilişim İletişim Devrimi

Tarım Devrimi ve yol açtığı yeniliklerin dünyaya yayılması binlerce yıl almıştır. 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Sanayi Devrimi’nin doğduğu Avrupa kıtasından diğerlerine sıçraması 400 yıl gibi daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. 1960lı yıllardan başlayarak insanlığın dönüşüm sürecinin hızına hız katan Bilişim İletişim Devrimi’nin dünyaya yayılması ise elli altmış yıl gibi çok daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.

Küreselleşme İle İlgili Teoriler

İnsanlığın üçüncü bin yılını nasıl yaşayacağını hayal etmede küreselleşme anahtar kavram olma özelliğine sahiptir. Küreselleşmeyi kavrayabilmek için ülke sınırlarının olmadığı bir dünyayı gözümüzde canlandırmak iyi bir başlangıç olacaktır. Küreselleşme, ulaşım, haberleşme ve bilgi işlem teknolojisindeki gelişmeler sonucunda, toplumsal ve kültürel düzenlemeler üzerinde, mekânsal uzaklıklardan kaynaklanan farklılıkların ortadan kalkmakta olduğu, henüz tamamlanmamış toplumsal bir süreçtir. Günümüz için önemli olan ise insanların bu kısıtlamaların kalkmakta oluşunun bilincinde olmalarıdır.

Küreselleşme tartışmalı bir kavramdır. Küreselleşme ideolojik olarak kuşku ile bakılan bir süreçtir. Küreselleşme, Avrupa kültürünün, yeni sömürgecilik, kolonizasyon ve kültürel kaynaşma ile tüm dünyaya yayılma çabalarının doğrudan sonucudur.

Küreselleşme iyi bir şey mi? ; kötü bir şey mi? Bu konuda taban tabana zıt iki görüş ileri sürülmektedir: “Birinci tez, küreselleşmeyi çağdaşlaşma ve gelişme olarak kabul etmekte ve mutlaka desteklenmesi gerekir demektedir. Bu görüşü savunanlar küreselleşmenin kaynakları en akılcı ve yüksek verim elde edecek şekilde dağıtacağına ve artan ekonomik ilişkiler sonucunda dünya toplumunun bütünsel refahının artacağına inanmaktadırlar. “İkinci tezi savunanlara göre küreselleşme emperyalizmin 21. yüzyıl başındaki adıdır ve mutlaka engellenmesi gerekir. Tıpkı 19. yüzyılda olduğu gibi açık kapı serbest ticaret politikasını tüm dünyaya dayatarak fakir ülkeleri Batı devletlerine yem yapmaktadır. Bu nedenle dünya gelir dağılımı bozulmuştur. Küreselleşme, 1980li yıllardan sonra akademik çalışmalarda çok sık yer alan bir sözcük olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak küreselleşme çok yeni bir olgu değildir. Küreselleşme ne zaman başlamıştır? sorusuna üç farklı yaklaşımla cevap verilmektedir:

  • Küreselleşme insanlık tarihinin başından beri var olan bir süreçtir. Ancak son yıllarda hızında ani bir artış gerçekleşmiştir.
  • Küreselleşme modernleşme ve kapitalizmin gelişmesi ile yaşıttır. Son yıllarda hızında bir artış yaşanmaktadır.
  • Küreselleşme sanayi ötesi toplum, modern ötesi toplum ve kapitalist düzenin çözülmesi ile ilgili olarak son yıllarda ortaya çıkan yeni bir olgudur.

Küreselleşmeye yol açan çeşitli güçler daima var olmuşlarsa da 15. yüzyıla kadar bunların ivmesi oldukça yavaş olmuştur ve gelişme süreci doğrusal değildir. Bu süreçte kopukluklar bulunmaktadır. 15. ve 16. yüzyıllarda modernleşme olarak adlandırılan Avrupa’daki toplumsal dönüşümle birlikte küreselleşme artış yönünde ilerleyen doğrusal bir gelişme sürecine girmiştir. Teknik olarak da küreselleşmenin başlangıcını 15. yüzyıl olarak ifade etmek daha doğru bir yaklaşımdır. Çünkü Kopernik’ten önce insanlık bir küre üzerinde yaşadığının bilincinde değildir. Farklı kıtaların halkları birbirinden habersiz yaşamaktadır. O halde küreselleşme modernleşme ile yakından ilgili bir olgudur.

\18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere’den başlayarak önce Avrupa kıtasına sonra tüm dünyaya yayılma sürecine giren sanayi devriminin yol açtığı kapitalist sisteme özgü üretim tarzı ve toplum yapısı ve sonuçta hız kazanan küreselleşme süreci Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devletinin geleceğini de yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle küreselleşmeyi Avrupa kaynaklı üretim sistemi kapitalizmin dünyaya yayılma süreci ile ilişkilendirerek yeniden tanımlamak anlamlı olacaktır: Küreselleşme Batı’nın alt yapısı ve üst yapısı ile dünyaya yayılmasıdır. Bu tanımda yer alan alt yapı teriminin anlamı ekonomik liberalizm yani kapitalizmdir. Üst yapının anlamı ise siyasal liberalizmdir. Tanımda, batıdan kaynaklanan yaşam ve üretim tarzının yayılmasından söz edilmektedir. Klasik teorisyenler içinde küreselleşmeye en yakın görüşler Marks’tan gelmiştir.

Burjuva kâr etmek zorundadır. Gereksinim duyduğu hammaddeleri hiç aksatmadan sağlayabilmeli, ürettiklerinin tamamını piyasalarda satabilmelidir. Hem hammaddeye hem de pazara gereksinimi vardır. Marks’a göre burjuvanın ekonomik faaliyetlerinin tüm dünyaya yayılmasının, ekonomik olduğu kadar kültürel etkileri de vardır. Sadece üretime değil tüketime de kültürel bir karakter vermektedir. Sanayileşmiş ülkelerin ürünleri sadece üretildikleri ülkede değil, dünyanın dört bir yanında tüketilmektedir. Tek yanlı, dar ulusal bakış açısının yerini dünya kültürü alacaktır. 1858-1917 yılları arasında yaşamış olan Durkheim, toplumların değişim gücünün kaynağı olarak yapısal farklılaşmanın önemini vurgulamıştır. Görüşleri 20. yüzyılda da bir grup bilim adamı tarafından takip edilmiştir. Sanayileşmenin, toplum yaşamını ev ekonomilerinde olandan farklı bir yapıya nasıl dönüştürdüğünü incelemişlerdir. Bir toplum sanayi toplumu haline dönüşmekte gösterdiği başarı ölçüsünde maddi refaha kavuşmakta ve diğer toplumlara karşı politik üstünlük elde edebilmektedir. Bu nedenle politik ve ekonomik liderler sanayileşme hedefinin peşine düşmektedirler. Sanayileşme dünya üzerinde yayıldıkça modernizasyonu da kendisi ile birlikte taşımakta ve toplumları benzer bir form alacak şekilde dönüştürmektedir.

1902-1979 yılları arasında yaşamış olan Talcott Parsons, toplumsal dönüşümün evrimsel bir yönü ve içsel bir dinamiği olduğundan söz etmektedir. Bu dinamik adaptasyonla yani yaşayan bir sistemin kendi çevresi ile baş edebilmesi ile ilgilidir. Modernizasyon daha yüksek yaşam düzeylerine adapte olacak şekilde değişmektir. Üretim faktörlerinin metalaşması ve değişimi gerekmektedir. Ayrıca modernizasyon statü engellerini yıkmaktadır. Bireysel yetenek ve performans toplum içindeki yerin belirlenmesinde önem kazanmaktadır. Modern toplumun değer sistemi evrenselliğe ve soyuta yöneldiği için çok daha kapsayıcıdır. Kapsamaya yönelik bu örneklerin küreselleşme üzerinde etkisi bulunmaktadır. Parsons’un toplumların ortak bir evrimsel yol izlediklerinde giderek birbirlerine benzeyecekleri ve birbirleri ile dayanışma içine girecekleri düşüncesi küreselleşmeyi ima etmektedir.

Parsons’un söz ettiği özelliklerden öğrencisi Levy’de söz etmektedir. Levy, modern bir toplumun sahip olması gereken yapısal özellikleri aşağıdaki gibi sıralamaktadır:

  • Toplum bireyleri icra ettikleri faaliyetlerde uzmandır ve toplumsal roller uzmanlık alanları ile belirlenir.
  • Toplum bireylerinin kendilerine yeterlilik düzeyleri düşüktür.

  • Değer yargıları evrenseldir, bireyin kim olduğundan çok ne yaptığı önemlidir.

  • Uzmanlaşmış çok sayıda farklı faaliyetin kontrolü ve koordinasyonu için merkezi karar alma süreci giderek gelişmektedir.
  • İnsan ilişkilerinde evrensellik, rasyonellik önem kazanmaktadır.
  • Uzmanlaşmış birimler arasındaki değişim, para gibi genel kabul gören bir aracı yardımı ile pazarlarda gerçekleşmektedir.
  • Uzmanlaşmış faaliyetlerin kontrolü yaygın bir bürokrasi olmadan mümkün değildir.

  • Eş seçiminde sosyal kısıtlamalar ortadan kalkmaktadır.

Levy, Parsons’tan farklı olarak bireysel aktörlere modernizasyonu getirmede önemli rol vermektedir. Levy modernleşen tüm toplumlarda güç kaynaklarından yararlanmayı düşünebilen öncü insanların varlığından söz etmektedir. Levy’nin görüşleri küreselleşmenin kavramsallaştırılmasında etkili olmuştur. Levy’e göre toplumları birleştiren temel olgu modernizasyondur.

Küreselleşme teorisine en etkili katkı bir grup emek piyasası teorisyeninden gelmiştir. Kerr, Dunlop, Harbison ve Myers toplumlararası benzeşme tezini ileri sürmüşlerdir. Sanayileşmiş toplumların, sanayileşmemiş toplumların birbirine benzediğinden daha çok birbirine benzediklerini ileri sürmüşlerdir. Toplumlar arasındaki benzeşmenin itici gücü sanayileşmenin mantığıdır. İleri üretim tekniklerinin kullanımı toplumsal sistemin de bu tekniklere adaptasyonunu gerektirmektedir. Özellikle ekonomik alanda üretim ve tüketim ile ilgili toplumsal ilişkilerin belirlenmesinde kullanılan teknolojinin rolü çok büyüktür. Teknoloji toplumsal hayatın pek çok yönünü etkilemektedir. Sınai teknoloji, kitlesel üretimi ve tüketimi destekleyebilecek geniş ölçekli toplumsal organizasyon talep etmektedir. Bu nedenle sınai toplumlar büyük şehirler halinde örgütlenmişlerdir. Sınai toplumların ayırt edici bir özelliği de sahip oldukları değer yargılarıdır. Materyalist, çalışmaya kararlı, çoğulcu, bireysel çıkarları kollayıcı, kendi çıkarı peşinde koşan toplumlardır.

Siyaset bilimci Burton’un görüşleri de küreselleşme sürecine açıklık kazandırmaktadır. Uluslararası ilişkilerin değişmekte olduğunun ilk işareti Burton tarafından verilmiştir. Burton, uluslararası ilişkiler yerine dünya toplumunun kavranması gerektiğini söylemektedir. Devlet sınırlarını izinsiz aşan ilişkiler bilgisayar ağları ile gerçekleştirilmektedir. Yerleşim yerleri arasındaki çeşitli bağlar yoğunlaştıkça mekânsal uzaklığın önemi azalmaktadır.

Diğer bir siyaset bilimci Rosenau, uluslararası ilişkilerin artık sadece devletlerarasında yürümediğine işaret etmektedir. Devlet adamı olmayan birey ve gruplar da uluslararası ilişkilerin aktörleri haline gelmektedir. Rosenau da bu tür ilişkilerin arkasında yatan teknolojik gelişmelere büyük önem vermektedir.

İnsanlık tarihinde teknolojik gelişmenin önemine işaret eden ve küreselleşme sürecini anlamamıza yardımcı görüşler üreten diğer bir bilim adamı edebiyat ve iletişim teorisyeni Mc Luhan’dır. Mc Luhan, haberleşme aracı olan elektronik medyanın kolektif kabile kültürünü küresel ölçekte yeniden dirilttiğini söylemektedir. Elektronik iletişimin ayırt edici özelliği hızıdır. Elektronik haberleşme ve hızlı ulaşım yapısal etki yaratmaktadır. Elektrik akımı zaman ve mekândan kaynaklanan farklılıkları ortadan kaldırmaktadır. Bilgiler dünyanın dört bir yanına dağılmakta ve küresel ölçekte bir diyalog yaşanmaktadır.

Pittsburgh üniversitesinden Roland Robertson, küresel bilincin artmakta olduğunu iddia etmektedir. Küreselleşmenin bireysel ve ulusal referans noktalarını genel ve uluslar üstü düzeye çıkardığından söz etmektedir. Özellikle aşağıda sıralanan dört eleman arasındaki bağları küresel boyutta kurmaya çalışmaktadır:

  • Bireyin kendisi
  • Ulusal toplum
  • Uluslararası toplumsal sistem

  • Genel olarak insanlık

Bu elemanların her biri küreselleşmenin analizinde hesaba katılması gereken alanı oluşturmaktadır. Sonuç olarak, birey artık sınırlarla çevrilmiş bir alt grubun parçası değildir fakat küresel bir bütüne ait olduğunun bilincindedir. Robertson, küreselleşme sürecinin yeni bir olgu olmadığında ısrar etmektedir ve küreselleşmeyi modern çağdan ve kapitalist yükselişten önceki tarihlerden başlatmaktadır. Ancak küreselleşmenin hız kazanmasında modernleşmenin ve kapitalizmin payını kabul etmektedir. Bugün küreselleşme olgusunun bilincine varılmıştır. Robertson sürecin kaynağının ve odak noktasının Avrupa uygarlığı olduğunu ileri sürmektedir. Robertson küreselleşmenin kat ettiği yolu beş aşamaya ayırmaktadır:

  • Oluşum dönemi (Avrupa 1400-1750)
  • Başlangıç dönemi (Avrupa 1750-1875)
  • Kalkış aşaması (1875-1925)

  • Hegemonya için savaş dönemi (1925-1969)

  • Belirsizlik dönemi (1969-1992)

1990lar belirsizliklerle doludur. İnsanlığın geleceğinin güvenli olduğu şüpheli bir olgudur. Küreselleşmenin tek tek toplumların sahip oldukları içsel dinamikten farklı kendi mantığı bulunmaktadır. Küreselleşmenin mantığı toplumların içsel dinamiklerini etkilemektedir. Robertson’a göre küreselleşmenin mantığının ortaya çıkışı 18.yüzyılın ortasında, kültürel olarak homojen ulus devletlerin doğuşu ile ilgilidir. Bununla birlikte küreselleşme sürecinin hızı artmıştır. Ulus devletler birbirlerine bağımlı toplumsal sistemlerdir. Kendi kendilerine yeterli değillerdir ve üretim kaynakları için rekabet etmektedirler. Ülkeler arası ilişkilerin giderek karşılıklı hale gelmesi günümüzün küreselleşmesini önceki dönemlerden ayırmaktadır. İş adamları, çevreciler tek bir dünya üzerinde yaşandığını, dünyanın bütün olarak algılanması gerektiğini ısrarla vurgulamaktadırlar. Giderek artan sayıda insan bu görüşlere katılmakta ve dünyayı bir bütün olarak algılamaktadır.

Giddens, küreselleşme sürecini açıklarken insanlar tarafından zaman ve mekânın kontrol altına alınışının önemini vurgulamaktadır. Modern öncesi çağda zaman bizim bildiğimiz yöntemlerle ölçülmemektedir. Mevsimlere ve gündelik hayatın ritimlerine göre belirlenen yöresel bir olgudur. Bireyin mekân kavramı ise algılayabildiği ile sınırlıdır. Çok seyahat eden biri için bile memleketinin konumu ile sınırlıdır. 18.yüzyılda mekanik saatin kullanımının yaygınlaşması zamanı belirli bölgelere özgü olmaktan çıkarmıştır. Zaman evrenselleşmiş, dünyanın her yerinde aynı esaslara göre ölçülmeye başlanmıştır. Böylece evrensel zaman temel alınarak toplumsal hayat küresel sistem içinde yeniden örgütlenmiştir. Giddens’a göre küreselleşmenin ön koşulu zamanın mekândan bağımsız kılınmasıdır. Bu sayede toplumsal ilişkiler mekâna bağımlı olmaktan kurtulmuş ve mekân yeniden yapılandırılmıştır. Toplumlar arasında para gibi sembolik işaretlerin kullanılması ve uzmanlık sistemlerinin geliştirilmesi, toplumsal ilişkilerin sınırları aşmasını daha da kolaylaştırmıştır. Para değeri bir bölgeden diğerine transfer ederek toplumsal ilişkileri daha geniş bir mekâna yayabilmektedir. Teknolojik bilgi hazinesi olan uzmanlık sistemleri geniş bir çevrede kullanım alanı bulabilmektedir. Uzmanlık insanlığın çevreyi etkileme gücü konusunda fikir ve garanti vermektedir. Hem para hem de uzmanlık sistemlerinin ortaya çıkışı insanların birbirine güvenini arttırmaktadır. Lash ve Urry küresel düzeni aşağıdaki gibi açıklamaktadır. Uzayda çeşitli merkezlerden kaynaklanan sembolik işaretlerin oluşturduğu akımlar bulunmaktadır. Semboller akımı, ulus devlet sınırlarını aşabildiği ve devletin gücünü kısabildiği ölçüde küreselleşme yaşanmaktadır.

Lash ve Urry küreselleşmeye yol açan nedenleri aşağıdaki gibi sıralamaktadır:

  • Uluslar üstü uygulamaların gelişmesi
  • Uluslar üstü uygulamaların kaynaklandığı küresel şehirlerin doğması
  • Devletlerin politika araçlarının etkinliğinin azalması
  • Devletlerarası bağların artışı
  • Küresel bürokrasilerin gelişimi

  • Yeni uzaysal etnik politik birimlerin oluşumu

  • Devletlerin egemenlik gücünün azalması

Harvey’de Giddens’ın yaklaşımını benimseyerek analizine modern öncesi dönemin zaman ve mekân kavramları ile başlamaktadır. Feodal dönemde, ekonomik, politik, dini hak ve zorunlulukları olan, otonom bir toplumun idrak edebildiği bir mekân söz konusu olmaktadır. Zamana ait örgütlenme toplumsal yaşamın ritmine ayak uydurmaktadır. Toplumun içinde yaşamadığı mekânlarla ilgili bilgisi son derece sınırlı ve bulanıktır. Zamana ve mekâna ait bu dar algılama, Avrupalı kâşiflerin dünyanın sınırlarını keşfetmelerine kadar devam etmiştir. Avrupa’nın Rönesans’ı ile birlikte dünyanın uzayla sınırlandığı ve haritasının çizilebileceği anlaşılmıştır. Mekanik saat ise zamanın lineer ve evrensel bir süreç olarak yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Harvey buraya kadar Giddens ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. Burada farklı bir bakış getirmektedir. Giddens zamanın, mekândan bağımsız kalışını vurgularken, Harvey, zaman ve mekân kavramlarının evrenselleşmeleri ile birlikte, zamanın mekânı yok ettiğini iddia etmektedir. Bu süreci zamanın mekân üzerindeki baskısı olarak tanımlamaktadır. Zaman mekândan kaynaklanan kısıtlamaları yok edecek şekilde yeniden örgütlenmektedir. Karşılıklı olarak mekân da zamandan kaynaklanan kısıtlamalardan kurtulmaktadır. Bu süreç zamanın kısalmasını, mekânın daralmasını temsil etmektedir. Alman sosyolog Ulrich Beck risk kavramını günümüzde yaşanan toplumsal değişimi açıklayan analizinin merkezine koymuştur. Beck, maddi kaynak akımını maksimize etmeye çalışan teknolojik gelişmelerden söz etmektedir. Modernleşme sürecinde insanlar maddi refah artışına yol açan teknolojik gelişmelerin insan sağlığı ve dünyanın ekolojik dengesi üzerindeki olumsuz etkilerini göz ardı etmişlerdir. Ancak artık bu yaklaşımın değişmesi yönünde baskılar ortaya çıkmaktadır. Önceki yüzyılın kıtlık ve açlık tehdidinin yerini obezite problemi almıştır. Doğal kaynakların kökünü kurutacak şekilde aşırı tüketmenin zararları ile ilgili bilinç giderek yükselmektedir. Görüşlerinden açıkça anlaşıldığı gibi Beck için küreselleşmenin itici gücü modernizasyondur. Küresel riskler ise küresel sanayileşmenin sonunda ortaya çıkmaktadır. Riskin kendisi de küreselleşmektedir. Riskin küreselleşmesi, yani dünyanın tehdit altında olması küreselleşme sürecini hızlandırmaktadır. Risk dünya üzerindeki herkesi aynı ölçüde etkilemektedir sınır tanımamaktadır. Riskin ülkeler için karşılıklı tehdit içermesi ayrıca mekânsal olarak sınırlanamaması küreselleşme bilincinin artışına katkıda bulunmaktadır.

Küreselleşme ve Farklı Toplumsal Alanlar

Pek çok teorik analiz, küreselleşmenin toplumsal hayatın üç farklı alanında izlenebileceğini ortaya koymaktadır. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  • Ekonomi: Maddi mal ve hizmetlerin üretimi, değişimi, dağılımı ve tüketimi ile ilgili toplumsal düzenlemelerdir.
  • Politika: Gücün yoğunlaşmasını, otoritenin uygulanmasını sağlayan askeri güç ve polis gücünün ve ayrıca diplomasinin, toplumları ve ülke sınırlarını kontrol edecek şekilde kurumsallaşmasını sağlayan toplumsal düzenlemelerdir.
  • Kültür: Ülke insanlarının inançlarını, değer yargılarını, tercihlerini, zevklerini, yaşayışlarını, düşünüşlerini temsil eden sembollerin üretilmesini ve ifade edilmesini sağlayan toplumsal düzenlemelerdir.

Küreselleşme ve ekonomik yapı: Toplumların, ekonomik, politik ve kültürel değişim ilişkileri içinde mekâna bağımlılığın en yüksek olduğu alan ekonomik değişimdir. Ekonomik faaliyetler, üretim faktörlerinin yani emeğin, sermayenin ve hammaddelerin belirli bir bölgede yoğunlaşmasını gerektirmektedir. Maddi değişim, toplumsal ilişkilerin yerel olmasını gerektirmektedir. Ekonomik değişime konu olan malların üretimi ve tüketimi yüz yüze ilişkiler üzerine kuruludur. İşveren, çalışanı ile anlaşma yapar. Üretilenlerin satışı için dükkânlar, pazarlar belirli satış yerleri, gereklidir. Uzun mesafeli ticaret ancak çok önemli maliyet avantajları ve kâr olanakları olduğunda göze alınabilen bir faaliyettir. Bu faaliyetin yürütülmesi için ulaştırma ve iletişimde uzman aracı bir sınıfa (tüccarlar, finansörler) gereksinim duyulmaktadır.

Küreselleşme ve politik yapı: Ekonomik değişim ilişkilerinin artması ve daha geniş alanları ekonomik anlamda kontrol etme ve ekonomik ilişkilerin güvenli bir şekilde sürdürülebilmesi gereksinimi politik ilişkilerin artmasına neden olmuştur. Artan politik ilişkiler sonucunda birbirine sınırdaş ulus devletler ortaya çıkmıştır. Ulus devletlerin sınırları belirlemek ve egemenliklerini korumak için giriştikleri faaliyetler, toplumlar arasındaki politik değişim ilişkilerini arttırmış, kurallara bağlamış daha geniş mekânlar arasındaki ilişkilerin daha güvenli bir şekilde yürütülmesinin yolları aranmıştır. Politik değişimin artışına bağlı olarak ortaya çıkan uluslararası ilişkiler ortamı farklı toplumlar arasındaki kültürel değişim ilişkilerini de tetiklemiştir. İnsanlar arasında artan kültürel değişimin küreselleşme sürecine katkısı aşağıda ele alınacaktır.

Küreselleşme ve kültürel yapı: Kültürel ilişkiler insanlıkla ilgili temel ilkelerin saptanmasında yol göstericidir. Uluslararası ilişkilerin ortaya çıkışı ve yaygınlaşması kültürel değişimi arttırmıştır. Farklı kültürlerin kaynaşması, insanların yaşam tarzlarını, tercihlerini, değer yargılarını giderek birbirine benzetmektedir. Dünyanın bir ucunda yaşayan, diğer ucunda yaşayanla gelişen teknolojinin sağladığı olanaklarla iletişim kurabilmekte, onunla aynı fikirleri paylaşırken yanı başındaki ile zıtlaşmaktadır. Ulaşım ve iletişim teknolojisinin sunduğu olanaklarla kültürel değişimin artması oranında insanlar dünya toplumunun bir üyesi olduklarını kavrayacaklar, yaşanabilecek tek bir dünya olduğunun bilincine varacaklar, dünyayı tehdit eden uygulamaların önüne geçilmesini sağlayacak uluslar üstü kurumların oluşması yönünde çeşitli baskı grupları oluşturacaklardır. Kültürel değişimin yaygınlaşması gerek ekonomik gerekse politik değişimi dünya ölçeğine genişletmektedir. Bu nedenle küreselleşme kültürel bir olgudur. Toplumlararası ilişkilere kültürel değişim hâkim olduğu ölçüde gerçekleşme şansına sahiptir.

Küreselleşme İle İlgili Görüşlerin Değerlendirilmesi

  • Küreselleşme modernizasyon ile çağdaştır. 16. yüzyıldan beri ilerlemektedir.
  • Küreselleşme, dünya üzerinde kurulmuş olan bireysel bağların birbirleri ile sistematik ilişkisini içermektedir.
  • Küreselleşme aynı zamanda olgusal bir küçülmedir. Sık sık dünyanın daraldığından, uzaklık kavramının üstesinden gelindiğinden söz edilmektedir. Bu olgusal bir gerçektir, dünya ufalmış gibi görünmektedir.

  • Küreselleşme olgusu karşılıklıdır.

  • Küreselleşmenin hız kazanmamış olduğu dönemlerde, genel ve rasyonel standartların uygulandığı alanlarla, özel ilişkilerin önemli olduğu alanlar arasında fark bulunmaktadır.
  • Küreselleşme hem güveni hem de riski içermektedir.