AİLE EKONOMİSİ - Ünite 3: Aile ve Ekonomi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Aile ve Ekonomi

Giriş

Ekonomi, üretim, tüketim, mal ve hizmetlerin kullanımı ve dağılımı ile ilgili insan davranışlarını inceleyen sosyal bilim dallarından biridir. Bu davranışların en iyi gözlendiği birim ise ailedir. Aile sadece ekonomi bilimi için değil tüm sosyal bilimler için genel kabul gören bir başlangıç noktasıdır. En önemli ekonomik aktörlerden biri olan tüketici kimdir sorusuna verilen cevaplarda, çoğunlukla ailenin en küçük tüketim birimi olarak kabul edilerek veri toplanması, ekonomik analizlerin gerçekleştirilmesi açısından anlamlıdır. Diğer bir önemli ekonomik aktör üreticinin de varlığını bulduğu yer ailedir. Üretici, ailenin beşeri sermayeye yatırım kararları ile aile bireyleri arasındaki iş bölümü ile miktarı ve niteliği doğrudan doğruya aile tarafından belirlenen bir birimdir. Dolayısı ile tüketicinin ve üreticinin ve bu bağlamda tüketimin ve üretimin kaynağı aile ve aile içi ilişkilerdir.

Ailenin Ekonomik Teorideki Yeri

Ekonomi, üretim, tüketim, mal ve hizmetlerin kullanımı ve dağılımı ile ilgili insan davranışlarını inceleyen sosyal bilim dallarından biridir. Sonsuz sayıdaki ihtiyaçların karşılanmasına yönelik mal ve hizmet talebinin kıt kaynaklarla nasıl karşılanacağını araştırmaktadır. İnsanların kaynak kullanma kapasitesi elde ettikleri gelire bağlıdır. Gıda, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçları karşılama ve bunların ötesinde eğlence ve tatil fırsatlarından yararlanabilme olanakları yaşam standardını belirlemektedir. Gelir farklılıkları bireyler, aileler arasında farklı yaşam standartlarına yol açmaktadır. Gelir, bireyler, aileler hatta ülkeler arasında eşit dağılmamaktadır. Ülke içinde gelir dağılımının adil olup olmadığını ölçmek için iktisatçılar çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. Bunlar arasında en yaygın olarak kullanılanları kişisel gelir dağılımından yola çıkarak sonuca ulaşılmasını sağlayan Lorenz eğrisi ve buna dayanılarak oluşturulan Gini katsayısıdır. Gini katsayısı sıfıra ne kadar yakınsa gelir dağılımı o kadar adil, bire ne kadar yakınsa gelir dağılımı o kadar bozuk demektir. Türkiye’nin 2010 yılına ilişkin gelir dağılımı anketi sonuçlarına göre Gini katsayısı 0.40 olarak hesaplanmış bulunmaktadır. Gelir dağılımı düzgün ülkelerde bu oran 0.30 dolaylarında hesaplanmaktadır. Bu durumda Türkiye gelir dağılımı bozuk ülkeler arasında yer almaktadır. Günümüzde daha eşitlikçi bir gelir dağılımı için hükümetler gelir ve serveti fakirlere doğru yeniden dağıtmaktadırlar. Gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermenin bilinen en iyi yöntemi dolaysız vergilerin etkin biçimde kayıp ve kaçağa izin vermeksizin uygulanmasından geçmektedir. Gelir dağılımının daha adil olduğu ülkelerde dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki oranı yüzde 50 ya da üzerinde paya sahiptir. Türkiye’nin 2011 yılı bütçe gelirlerinin dökümü incelendiğinde dolaysız vergiler toplamının 82.1 Milyar TL ve dolaylı vergiler toplamının 171.7 Milyar TL olduğu görülmektedir. Buna göre Türkiye’nin toplam vergi gelirlerinin yüzde 33’ü dolaysız, yüzde 67’si dolaylı vergilerden oluşmaktadır. Bu durumda Türk vergi sistemi asıl olarak harcamalar üzerine yüklenen vergilerle ayakta duran bir sistemdir. Dolaylı vergilere yüklenmenin devlete ve malı satan satıcıya sağladığı bir takım avantajlar olmakla birlikte dolaylı vergiler nispi olarak düşük gelirliden daha çok vergi alınmasına yol açtığı için adaletsiz bir sonuç yaratmaktadır. Bu durumda Türkiye’de gelir dağılımı bozukluğunu düzeltmenin yolu dolaylı ve dolaysız vergiler arasındaki çarpıklığı düzeltmekten geçmektedir. Gelir dağılımı ne, nasıl ve kim için soruları ile doğrudan doğruya ilgilidir. Dünya ekonomisi kim için üretiyor sorusunun yanıtı dünya gelirinin yüzde 81’ini kazanan zengin ülkeler olabilir. Zengin ülkelerden gelen talep hangi malların üretileceğini belirleyen en önemli nedendir. Bu durumda ne üretilecek sorusuna da zengin ülkeler yanıt vermektedir. Zenginlerin tercih ettikleri ürünler üretilmektedir. Antikapitalist protestocuların vurguladıkları eşitsizlikler bu kararlarla ilgilidir. Tıpkı ülkeler gibi bireysel tüketiciler ya da tüketiciler grubu olarak aile de ne üreteceğim, elde ettiğim geliri alternatif kullanım alanları arasında nasıl dağıtacağım, aile gelirini aile bireyleri arasında nasıl paylaştıracağım gibi ekonomi ile ilgili kararlar almaktadırlar. Bu nedenle herkes biraz iktisatçıdır ve yaşam standardını yükseltmek için bir miktar iktisattan anlamak zorundadır. Aileler bütçeleri izin verdiği ölçüde tüketebilmektedirler. Bu nedenle satın alabilecekleri alternatif mal gruplarından maksimum fayda elde edecek şekilde gelirlerini, mal fiyatlarını, zevk ve tercihlerini hesaba katarak tüketim kararları alırlar ve fiyat mekanizması aracılığı ile ülke ekonomisinde rol oynarlar. Serbest piyasa bireylerin, herhangi bir devlet müdahalesi olmaksızın kendi çıkarlarını takip etmelerine izin vermektedir. Kumanda ekonomisi ise bireysel özgürlük için çok az bir alan bırakmaktadır. Kararların çoğu merkezi hükümet tarafından alınmaktadır. Gerçek hayatta sıklıkla karşılaşılan durum bu iki uç arasında yer alan karma ekonomilerdir. Karma ekonomide devlet ve özel sektör birleşerek ekonomik problemleri birlikte çözmektedir. Devlet vergilendirme, transfer ödemeleri, savunma ve polis hizmetleri aracılığı ile kararları etkilemektedir ve bireylerin kendi çıkarlarını takip etme alanlarını düzenlemektedir. Piyasalar kaynak tahsisinde en önemli belirleyici olarak ön plana çıkmaktadır. Piyasalarda karşı karşıya gelerek arz ve talep kararlarını verenler ise tüketici ya da üretici rolünü oynayan bireyler ya da birey gruplarıdır. Tüm sosyal bilimciler için en küçük toplumsal birim olan aile bireysel kararların ortaya çıkışında rol oynayan en önemli toplumsal kurum olarak ön plandadır ve aile davranışı ekonomi teorisinin başlıca araştırma alanları arasında yer almaktadır. Aile ekonomistleri aile içinde yer alan çok sayıda karar alıcının varlığı karşısında iki yaklaşım izlemişlerdir İlk yaklaşım, 1950lerden 1980lere kadar üstünlüğünü korumuş olan ortak tercih yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda karar alıcı birim tek başına ailedir. 1980lerin başında bilimsel çalışmaların öncülük ettiği ikinci yaklaşım ise aile talebini pazarlık oyununun sonucu olarak modelleştiren yaklaşımdır.

Aile Davranışı

Aile toplumun en küçük üretici ve tüketici birimidir. Temel ihtiyaçların karşılanmasında, yaşam standardının yükseltilmesinde, meslekte ilerleme ve istihdam olanaklarının yakalanmasında en güçlü destek ortamı aile içindeki işbirliğidir. Ekonomik bakımdan aktif olmayan bireylerin en güvenilir sığınağı yine ailedir. Yaşlıların ve çocukların bakımının sağlandığı, meslek sahibi olmayan eşin gelirden pay almasının düzenlendiği bir yapıdır. Aile içindeki işbirliğinin ekonominin temel alanlarını doğrudan etkileme potansiyeli vardır. Bu nedenle aile davranışının incelenmesi, aile yapısındaki değişimin nedenlerini ve sonuçlarını açıklama çabaları aile ekonomisi literatürünü teorik ve ampirik açıdan zenginleştirmektedir. Aile ekonomisi ile ilgili modellerin tarihsel olarak değişimi incelenirken sanayileşme, modernleşme ve küreselleşme süreçlerinin yol açtığı toplumsal dönüşümlerin etkileri de takip edilebilmektedir. 1950 ve 1980 arası yıllarda geleneksel kadın erkek rollerini temel alan aile ilişkilerine dayandırılan birinci jenerasyon aile ekonomisi modelleri giderek açıklayıcılığını kaybetmekte ve daha karmaşık aile içi ilişkilerin incelenmesine izin veren oyun teorisine dayanan aile ekonomisi modelleri geliştirilmektedir. Ailenin üretici rolü azalırken tüketici rolünü körükleyen gelişmeler yaşanmaktadır. Bu mal ve hizmet bolluğu karşısında doğru ve bilinçli tüketim kararları almak zorunda olmak tüketicinin korunması fikrini doğurmuştur. Hatalı üretim karşısında hakkını savunabilmesi için yasalar çıkarılmış, tüketici hakları ilan edilmiştir. Bu hakları dünyada ilk kez en iyi ifade eden kişi eski ABD başkanlarından John F. Kennedy olmuştur. Kennedy 1962 Mart’ında kongreye gönderdiği mesajda tüketici haklarını dört grupta toplamaktadır.

  • Güvenlik hakkı: Yaşama ve sağlığa zararlı malların üretimi ve pazarlanması yasaklanmalı ya da titizlikle denetlenmelidir.
  • Bilgi edinme hakkı: Malların niteliklerine ve nasıl kullanılacaklarına ilişkin doğru ve ayrıntılı bilgiler tüketicilere ulaştırılmalıdır.
  • Seçme hakkı: Rekabet koşullarının iyi işlememesi sonucunda tüketicilerin satın alacakları malları seçme özgürlükleri kısıtlanmıştır. Devlet tüketiciler için yararlı olan rekabeti özendirmelidir.
  • Sesini duyurma ve temsil edilme hakkı: Devlet ekonomi politikasını saptarken tüketicilerin katkılarını istemelidir. Tüketicileri dinleyecek ve gerekli önlemleri alacak kurumlar oluşturulmalıdır.
  • 15 Mart tüm dünyada, Dünya Tüketici Günü olarak kutlanmaktadır. İlk kez ilan edildiği 1962 yılından bu yana tüketici hareketi ve tüketici hakları daha da gelişmiştir. 1985 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Uluslararası Tüketici Birlikleri Örgütü’nün önerisi ve oy birliği ile “Tüketicilerin Korunması İlkeleri Rehberi” kabul edilmiştir. Türkiye de bu rehberin kabulüne imza atan ülkeler arasındadır. Söz konusu ilkeler evrensel kabul görmüş tüketici haklarıdır ve aşağıda sıralanmaktadır:

  • Temel ihtiyaçların karşılanması hakkı

  • Sağlık ve güvenlik hakkı
  • Bilgi edinme hakkı
  • Örgütlenme, sesini duyurma ve temsil edilme hakkı
  • Eğitilme hakkı
  • Seçme hakkı
  • Tazmin edilme hakkı
  • Ekonomik çıkarların korunması hakkı
  • Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı

Türkiye’de tüketici hakları ile ilgili olarak 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, 07.11.2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmiş; Cumhurbaşkanı’nın onayından sonra 28.11.2013 tarih ve 28835 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. 87. madde gereğince 28.05.2014 tarihinde (yayım tarihinden 6 ay sonra) yürürlüğe girmiştir. Tüketici, ayıplı mal veya hizmet karşısında şu dört seçenekten birisini kullanma hakkına sahiptir.

  • Geri verme bildirimi yaparak cayma
  • Caymayıp ayıp oranında satış bedelinden indirim isteme
  • Olanaklıysa ücretsiz onarım isteme
  • Olanaklıysa ayıpsız benzeriyle değiştirme isteme

Tüketicinin korunması hareketi bireysel ve ekonominin bütünü açısından iki farklı şekilde değerlendirilebilir. Tüketici hareketinin bireysel amacı, tüketiciye gerçek ihtiyaçlarının ne olduğunu anlama, buna bağlı olarak doğru seçim yapma, daha özgür ve sorumlu satın alımlarda bulunma ve gelirini daha iyi kullanma becerisi kazandırmayı hedeflemektedir. Genel amaç ise ekonomik yaşamda tüketiciyi daha etkin kılmaktır çünkü bilinçli tüketim hem üreticiler arasındaki rekabeti güçlendirecek hem de kaynakları gerçek ihtiyaçların üretimine yönlendirerek daha etkin kaynak kullanımı sağlanacaktır. Bir şeyi satın almak arzusu talep olarak isimlendirilmektedir. İktisatçıları ilgilendiren talep, satın alma gücü ile desteklenmiş olan efektif taleptir. Arkasında maddi destek olan talep efektif taleptir. Arz ise piyasada satışa sunulmak üzere üretilen mal ve hizmetleri ifade etmektedir. Arz ve talebin piyasada karşı karşıya gelmesi ile mal ve hizmetlerin fiyatı oluşur. Gerçek hayatta tam rekabet piyasasından daha sık karşılaşılan piyasa yapısı aksak rekabet piyasalarıdır. Bu piyasalarda, malı arz edenlerin, malın üretim miktarını ve fiyatını belirleme konusunda bir miktar etkileme gücü bulunmaktadır. Monopolcü (tekelci) rekabet, oligopol ve monopol (tekel) gibi isimler alan aksak rekabet piyasalarında tekelci gücün en yüksek olduğu piyasa yapısı tekel, ikinci derecede fiyat ve miktar belirleme gücüne sahip daha az sayıda firmanın yer aldığı yapı oligopol, biraz daha rekabetçi davranışlar sergileyen çok sayıda firmanın yer aldığı yapı ise tekelci rekabet olarak isimlendirilir. Tekelci rekabet piyasalarında faaliyet gösteren firmalar tüketicileri kendilerine çekmek ve kendi mallarını benzerlerinden daha farklı ve üstün göstermek amacı ile reklam masraflarına katlanmayı akılcı bir yönetim stratejisi olarak kabul etmektedirler. Bu durumda yönlendirilmiş talepten söz etmek mümkündür. Reklamlar talebi yönlendirerek fiyatın olması gerekenden yüksek bir seviyede belirlenmesine yol açabilir. Fiyat arz ve taleple oluşmakla birlikte arz ve talep yalnızca ihtiyaçların karşılanmasının ötesinde başka şeylerin yarattığı etkilere de açıktır.

Aile Ekonomisi

Modern ekonomistler, 1950li yıllara kadar aile davranışını analizlerinde ihmal etmişlerdir. Ancak 1950lerden bu yana insana yatırım ve aile davranışının anlaşılması iktisatçıların ilgisini çeken araştırma konuları arasına girmiştir. Buna bağlı olarak ekonomik analiz, aşağıda sıralanan kararları alma nedenlerini anlamakta giderek daha açıklayıcı hale gelmektedir:

  • Evlilik kararı
  • Boşanma kararı
  • Çocuk sahibi olma kararı ve her bir çocuk için alınan insani yatırım kararı
  • Evli kadınların emek gücüne katılım kararı, katılım düzeyi ve katılım zamanı
  • Yaşlı ana babanın çocuklarından destek alma kararı ve zamanı
  • Yukarıda sıralananlara benzer pek çok aile kararları

Aile son derece önemli bir kurumdur. Aileyi anlama konusunda ilerleme kaydetmek sadece ekonomi için değil bütün bilim dalları için önem arz etmektedir. Becker, aile ekonomisinin yeni bir alan olmasına bağlı olarak ekonominin diğer alanları ile ilgisini kuran bilimsel çalışmaların sayısının azlığına işaret etmektedir. Uzun dönem ekonomik büyüme, ekonomik faaliyette kısa ve uzun dönem dalgalanmalar, sosyal güvenlik nedeni ile jenerasyonlar arasında kurulan ilişki, eşitsizliğin kalıtımsal aktarımı gibi makro ekonomi konularında ulaşılan sonuçların aile kurumuna hak ettiği önem verildiğinde nasıl radikal bir değişim geçirdiğini açıklamaya çalışmaktadır.

Aile Ekonomisi Modelleri

Aile ekonomisinde, birinci jenerasyon modeller, “ortak tercih” modelleridir. Ailenin tek bir fayda fonksiyonunu maksimize ettiğini varsaymaktadırlar. Ortak tercih modelleri, aile davranışının, gelir elde eden ve kaynakları kontrol eden kişiden bağımsız olarak ailenin toplam fayda fonksiyonunu maksimize etmek olduğunu ima etmektedirler. Birinci jenerasyon modeller geleneksel ataerkil aile yapısının yaygın olduğu uzun bir dönem boyunca güçlü bir analitik araç olarak kabul edilmişlerdir ancak son yıllarda bu özellik gerek teorik gerekse ampirik yaklaşımlar tarafından sorgulanmaktadır. Aile üyelerinin tercihleri farklı ise hane halkı davranışının incelenmesinde oyun teorisi gerçek hayatı daha iyi açıklayan modeller üretilmesine yardımcı bir yaklaşım olarak ön plana geçmektedir. Ortak tercih modellerinin farklı aile yapılarını açıklamaktaki yetersizliği oyun teorisine dayalı ikinci jenerasyon modellerin alternatif analitik araçlar olarak geliştirilmesine yol açmıştır. Oyun teorisine ait aile ekonomisi modelleri, kadın ve erkeğin aile içinde bağımsız oyuncular olarak yer almasına izin vermektedir. Aile içinde yapılan pazarlıkta her aile üyesinin yapılan pazarlığın sonucunu etkileme gücü aile gelirine katkısı ile orantılıdır. Ekonomi literatüründe oyun teorisine dayanan aile ekonomisi modellerinin ilki “işbirlikçi pazarlık” modelleridir. Ortak tercih (birinci jenerasyon) ve işbirlikçi pazarlık (ikinci jenerasyon) modellerinin her ikisinde de aile davranışı Pareto-optimaldir. Diğer bir deyişle kaynaklar aile içinde öyle bir dağılmıştır ki, ailenin hiçbir ferdinin refah durumu diğer aile fertlerinin durumu bozulmaksızın daha iyi bir hale gelecek şekilde kaynaklar yeniden dağıtılamamaktadır. İkinci jenerasyon oyun teorisine dayalı aile modellerinin ikinci versiyonu ise Pareto-optimum varsayımının kalkması halindeki aile davranışını incelemektedir ve “işbirliksiz pazarlık” modeli olarak isimlendirilmektedir. İşbirliksiz pazarlık modelleri verimsiz aile davranışını da ekonomistlerin inceleme alanı içine sokmakta ve ailelerin Pareto-optimal sonuçlara ulaşmasını sağlayacak koşulların araştırılmasına izin vermektedirler. Aile hukuku, sosyal normlar ve gelenekler de resme dâhil edilebilmektedir. Normlar ve gelenekler aile içi pazarlığın yapıldığı ana yapıyı ve çevreyi belirlemekte ve dolayısı ile pazarlığın olası sonuçlarını etkilemektedir. Aile ile ilgili ekonomik modeller, modern toplumlar için hayati önemi olan pek çok alana yönelik politikaların tasarlanmasında ve değerlendirilmesinde önemli araçlar haline gelmektedir. Aile, vergi, sosyal güvenlik ve cinsiyet eşitliği ile ilgili politikalar aile ekonomisi modelleri çerçevesinde tasarlanmakta ve değerlendirilmektedir. Aile ekonomisinin güncel tartışmaları, geleneksel teorik altyapının gerek teorik gerekse ampirik kanıtlarla desteklenen eleştirilerin kuşatması altında olduğuna işaret etmektedir. Cinsiyet eşitliğinin elde edilmesine yönelik artan baskılar acilen ortak tercih modellerine alternatif olabilecek modellerin geliştirilmesini talep etmektedir. Ancak henüz ortak tercih modelinin alternatifi olarak genel kabul görmüş yeni bir teorik yaklaşım geliştirilememiştir. Aile davranışı ile ilgili ortak tercih modellerinin iki teorik düşünce kaynağı bulunmaktadır (Lundberk ve Pollak, 1996: 139-158): Samuelson’un (1956) ittifak (consensus) modeli ve Becker’in (1974, 1981) özgeci (başkalarını düşünen kimse) modeli. İttifak modeli Samuelson tarafından tek bir fayda fonksiyonunun maksimize edildiği aile davranışının koşullarını biçimlendirmek için geliştirilmiştir. Karı kocadan oluşan iki kişilik bir aile düşünülmektedir. Ancak Samuelson, ortak refah fonksiyonunun belirlenebilmesi için ailenin nasıl bir ittifak kurduğunu açıklamamaktadır. Diğer bir değişle ittifak kararının nasıl alındığı açıklanmamaktadır. Her iki yaklaşımın ileri sürdüğü ortak tercih modeli talep fonksiyonlarının elde edilmesinde ve kıyaslamalı statik analiz yardımı ile problemlerin çözümünde kullanılan güçlü ve basit bir mekanizmadır. Tüketim davranışının ve emek arzının incelenmesinde standart teorik yapı olmaya devam etmektedir. Ancak çok ciddi yetersizliklerin ortaya çıkışı böylesine basit ve açıklayıcı bir modelden vaz geçerek yerini daha karmaşık bir yapıya bırakmasına neden olabilecektir. Son yıllarda ortak tercih yaklaşımı gerek teorik açıdan gerekse ampirik açıdan yoğun eleştirel baskılar altındadır. Ortak tercih modeline alternatif olarak geliştirilmesi düşünülen yeni modellerde, gelirin bir havuzda toplanarak ortak kullanımı varsayımına dayanmaması ve ailenin tüketim davranışının belirlenmesinde en az iki ya da daha fazla farklı tercihlere sahip aile üyesinin kararlarının modele dâhil edilmesi gerekmektedir. Oyun teorisinin, işbirlikçi pazarlık modelleri bu koşulları sağlamaktadır. Tipik bir işbirlikçi pazarlık modeli, iki kişiden oluşan bir aile varsayımı ile analize başlamaktadır. Söz konusu iki kişi karı ve kocadır. Her birinin fayda fonksiyonu kendi bireysel mal tüketimlerinin fonksiyonudur. Karı koca kendi bireysel faydalarını maksimize ederken işbirliği içinde olabilirler.

Aile Ekonomisinin Artan Önemi

Aile temel sosyal kurumdur. Uzun bir zaman boyunca piyasalarla ilgili ekonomik analiz aile içinde alınan kararları ve faaliyetleri ekonominin inceleme alanına katmamıştır. Ancak aile içinde, zamanın nasıl kullanılacağı, gelirin ve tüketimin nasıl dağılacağı, ebeveynlerin ve çocukların insani sermaye birikiminin nasıl sağlanacağı ile ilgili alınan kararların piyasalarda olan biten üzerinde ve ekonomik kalkınma üzerinde önemli etkileri vardır. Piyasa sektörü ve hane halkı sektörü arasındaki etkileşimin öneminin artışına yol açan çeşitli nedenler bulunmaktadır. Nedenlerden ilki kadınların piyasa için çalışma kararı almalarındaki dramatik artıştır. Aynı ölçüde dramatik olmasa da erkekler de ev işlerine eskisinden daha fazla katılmaktadır. Hane halkı sektörü ve piyasa sektörü arasındaki etkileşimin artışında rol oynayan diğer bir gelişme kadın emeğinin piyasada çalışmayı tercih etmesine bağlı olarak, çocuk bakımı, okul yemekleri, yaşlıların bakımı gibi hane halkı üretiminin yakın ikamesi pek çok üretimin piyasaya transfer edilmesidir. Üçüncü bir neden ise piyasa işlerine ve piyasa dışı işlere aynı şekilde uygulanmayan çok sayıda ve büyüklükte kamu politikalarının ve programlarının uygulamaya konmasındaki artıştır. Bu tür programlar piyasa işi ve piyasa dışı iş ve piyasa üretimi ve piyasa dışı üretim arasına vergi ya da ayrıcalıklar koymaktadırlar.

Aileye Ekonomik Yaklaşım ve Amerika Örneği

Becker’ın aile ile ilgili bilimsel çalışmalarını başlangıç noktası alan Shelly Lundberg ve Robert A. Pollak 2007 yılında yayınladıkları bilimsel çalışmada Becker’in yaklaşımı ile Amerikan ailesini ve aile ekonomisini yeniden incelemişlerdir. Çalışmalarında son yıllarda aile kurumunun nasıl değiştiği sorusuna aşağıdaki konularda cevap vererek başlamışlardır:

  • Cinsiyet ayrımı, evlilik ve çocuk doğurma
  • Daha az çocuk ve daha küçük aileler
  • Kadınlar ve erkekler için değişen iş ve eğitim kalıpları
  • Eş ve ebeveyn olma stratejilerinde sınıf farklılıklarının etkisi
  • Bir zamanlar ailenin sağladığı fonksiyonların ve evde yapılan üretimin yerini devlet programlarının ve piyasa işlemlerinin alması.

Artan boşanmalar ve evlilik dışı doğumlar çocukların yaşam koşullarını etkilemektedir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, ölüm oranlarındaki düşüşe bağlı olarak, ABD’de yaşam beklentisi erkekler için 65’ten 74’e kadınlar için ise 71’den 80’e yükselmiştir. 1960lardan beri kadın ve erkeklerin ekonomik rollerindeki yakınlaşma evliliğin doğasını ve sürekliliğini etkilemektedir. Ev içindeki uzmanlaşma ve değişim ilişkilerinden elde edilen kazanımların azalmakta olduğu aşikârdır. Son yıllarda sosyo-ekonomik düzeyleri farklı grupların eş ve ebeveyn olma özellikleri arasındaki farklar artmaktadır. Yüksekokul mezunları evliliği ve çocuk doğurmayı ertelemektedirler, yüksekokul mezunu kadınlar bebek sahibi olsalar bile emek gücünden ayrılmamaktadırlar. Pek çok gelişmiş ülkede düşen doğurganlık oranları pro-natalist politikaların uygulanmasına neden olmuştur. Çocuk başına nakit para yardımı, çocuk büyütmeye destek yardımı, doğrudan ebeveynlere yapılan yardımlar alternatif politika araçlarıdır. Pek çok ülke vergi sistemleri aracılığı ile de evlilik kurumuna destek sağlamaktadır. ABD’de de gelir vergileri bu tür amaçlar gütmektedir. ABD’de özellikle düşük gelir grubundaki ebeveynlerin evlilik dışı çocuk sahibi olmalarını caydıracak önlemler alınmaktadır.