AİLE EKONOMİSİ - Ünite 8: Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm

Küreselleşme ve Anadolu’da Yaşanan Toplumsal Dönüşüm

İnsanlar geçmişten günümüze kadar birbirleri ile iletişim kurmanın, dünyanın farklı yerlerine ulaşmanın çeşitli yollarını bulmuşlardır. İletişim araçları arttıkça ve çeşitlendikçe toplumsal dönüşüm baskısı artmıştır. Günümüz koşullarının ortaya çıkmasında bütün insanlığın katkısı vardır.

Üzerinde yaşadığımız Anadolu yarımadası Asyanın batısında Akdeniz’e doğru uzanır ve tarih öncesi zamanlardan beri insanların yaşamakta olduğu bir bölgedir. Geleneksel, tutucu, bağımlılık ilişkilerinin hakim olduğu Asya Kıtası ile dışa açık, bağımsızlık ilişkilerine dayanan değerlerin hakim olduğu Avrupa kıtası arasında köprü görevi görür. Farklılıkların birlikte yaşandığı, ne Doğulu nede Batılı olan bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti, küreselleşme sürecinde değişime adapte olabilen bir ülkedir.

Avrupa kıtasında yaşanan gelişmeler Anadolu insanını, tarihler boyunca etkilemiştir. 16. Yüzyılın başından itibaren Avrupa toplumları büyük bir dönüşüm sürecine girmişlerdir. Toplumsal yapı kapitalist üretim tarzına göre yeniden düzenlenmiş ve 19. Yüz yıl ve sonrasında kapitalizm küreselleşmenin ardında yatan en önemli dinamik olmuştur.

18. Yüzyılla birlikte dengeler Batıdan yana değişmeye başlamıştır. Doğu’nun amacı Batı’nın sahip olduğu imkanlara ulaşmak, Batı’nın amacı ise bütün dünya kaynaklarını kendi sistemini sürdürmek için kullanmaktır. Böylece toplumlar arasındaki bu karşılıklı ilişkiler sonucunda yeni bir dünya sistemi doğmaktadır.

Teknolojik gelişmelere bağlı olarak küreselleşme kavramı ile açıklanan ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkilerin yaşandığı günümüzde ülkeler, teknoloji yaratma gücünün belirlediği hiyerarşik bir yapıya sahiptir, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak gruplandırılmaktadır.

Osmanlı döneminden itibaren reformcu kadrolar toplumsal değişimin sağlanmasında aile kurumuna önem vermişlerdir. Kadının kamusal alanda yer alması için gerekli yasaları çıkarmışlardır. Ancak yeniliklerin uygulanması uzun bir zamanı gerektirir.

Osmanlılar ve Kapitalizmin Yörüngesine Giriş

Kapitalizmden önce Osmanlı İmparatorluğu: Kapitalizm gelmeden önce Osmanlı, düzeni kendisinden önce gelen Bizans ve Doğu Roma örneklerini andırmaktadır (Keyder, 1993: 15-16). Ticaret, merkezi otorite tarafından ülke sınırlarının serbest ticarete kapatılarak ve vergilendirilerek kontrol altına alınmıştır. Ekonominin temeli tarıma dayanır. Tahıl, pirinç, sıvı yağ, deri ve yün üretilmektedir. Osmanlı da üretim miktar ve kalite bakımından yetersizdir ve halkın gereksinimlerine ancak cevap vermektedir, dışarıdan gelen hammadde taleplerini karşılayacak güçte değildir.

Kapitalizmin Osmanlı İmparatorluğunu Etkisi Altına Alışı: Osmanlı ekonomisini kapitalist dünyayla bütünleştiren mekanizmaların ilki ticaret olmuştur. 1838 yılında İngiltere ile yapılan Balta Limanı Ticaret Antlaşması bu mekanizmayı işletmenin ilk aracı olmuştur (Pamuk, 1994: 68-73). Avrupa ile ticaretin Osmanlı üreticisi üzerinde olumsuz 2 etkisi olmuştur. İlk olarak ithal edilen ucuz mallar geleneksel üretimin bitmesine neden olmuştur. İkincisi ihracatı yapılan hammaddelerin fiyatı yükselmiştir ve bunları kullanan yerli sanayinin maliyetleri artmıştır. Geleneksel işbölümü yıkılınca yeni ekonomik faaliyetler ve yeni toplumsal gruplar ortaya çıkmıştır. Bu durum çeşitli dengesizliklere yol açmıştır. Bazı bölgelerin canlanmasına bazı bölgelerinde geri kalmasına neden olmuştur. Gelir dağılımı açısından dengesizlikler olmakla birlikte toplum içinde dini ve etnik farklılıklara dayanan bir bölünme yaşanmıştır.

Osmanlı ekonomisinin kapitalist sisteme sokulmasının ikinci aracı borçlanma olmuştur. 1854 yılında Kırım Savaşı nedeni ile borçlanmış ve borçlarını ödeyemediği için 1881 de Düyun-u Umumiye idaresi kurulmuştur.

Kapitalizmle bütünleşmenin üçüncü mekanizması, yerli işgücü istihdamına yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. Demiryolu ve liman yatırımlarına ağırlık verilmiştir. Demiryolları ve limanlar ticaretin hacmini arttırmış, daha önce iç pazar için üretim yapan üreticiler uluslararası pazarlar içinde üretim yapmaya başlamışlardır.

Ticaret, borçlanma, doğrudan yatırımların aracılığı ile Avrupalılar, Osmanlı ülkesindeki liman şehirlerindeki ve hinterlantlarındaki toplumsal yaşamın modernleşmesine yol açmışlardır. Osmanlı ülkesinde yerli sanayi gelişmemiştir ve var olan sanayinin bir kısmı kar amacı gütmeden üretim yapan devlet kuruluşlarıdır ve bir kısım sınai üretim sadece iç pazara üreten zanaatkarların elindedir. Avrupalılar teknolojiyi üretime uygulamada başarılı oldukları için fiyat ve kalite açısından üstünlüğe sahiptir. Ucuz Avrupa malları dünya pazarlarını istila etmiştir. Avrupalılar girdikleri ülkelerin geleneksel üretim olanaklarını piyasalardan silmektedirler.

Avrupalılar, kendilerine dahil ettikleri ülkelerde dış pazarlar için hammadde ve tarımsal ürünleri üretimini desteklerken, iç pazar için emek yoğun teknolojilerle üretilen tüketim mallarının üretiminin örgütlenmesini istemektedirler.

İmparatorluktan ulus devlete geçiş, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti kurulmuştur.

Müslüman ve Türk bir burjuva eliyle sanayi hamlesinin başlaması, ulusal bir kapitalizmin kurulması çabaları Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamıştır.

20. Yüzyıl başlarında serbest ticaret yaklaşımının benimsenmesi ulusal bir kapitalizmin gelişmesine engel olmuştur. Bu politikalar yüzünden, açık pazar koşullarında dünya ekonomisine entegrasyon, Osmanlı İmparatorluğu’nu hammadde ihracatçısı ve mamul mal ithalatçısı bir ülke haline getirmiştir.

Cumhuriyet Dönemi ve Kapitalizme Entegrasyon Süreci

Cumhuriyet dönemini alt dönemlere ayıracak olursak:

  • 1923-1929 dünya ekonomisi ile entegrasyon dönemidir.
  • 1930-1946 siyasi ve ekonomik sorunlar karşısında içe dönük bir kalkınma stratejisinin izlendiği yıllardır
  • 1946-1960 liberal politikalara yeniden başvurulan ancak dönem ortasında bu politikalardan ödün verilen yıllardır.
  • 1960-1980 arası döneme ithal ikameci kalkınma stratejisi ve planlama yaklaşımı damgasını vurmuştur
  • 1980 yılı liberasyon ve dünya ekonomisine açık kapı koşullarında entegrasyon surecinin IMF gibi uluslararası kuruluşlarında katkılarıyla başlatıldığı yıllardır.

Liberal Ekonomi (1923-1929)

Ekonomik anlamda 1923 ve 1929 yılları arasındaki dönem tamamen Osmanlı Döneminin devamı niteliğindedir. 1925 yılında özel sanayi ve maden işletmelerini kredi ve iştiraklerle desteklemek üzere Sanayii ve Maadin bankası kurulmuştur. 1927 yılında Sınai yatırımları desteklemek üzere Teşvik-i Sanayi Kanunu ilan edilmiştir. 1923-29 yılları arasında kayda değer bir sanayileşme yaşanmamıştır.

1925 yılında aşar vergisinin kaldırılması, Lozan antlaşmasının gümrük korumacılığına karşı hükümleri yeni Cumhuriyet’in gelirlerini azaltmıştır. Enflasyonist baskılar nedeniyle, denk bütçe yaklaşımı ve parasal istikrar ekonomik politika yaklaşımlarına önem verilmiştir.1920 li yılların sonunda ortaya çıkan dünya ekonomik buhranı ve İkinci Dünya Savaşı politik ortamı ve devlet işadamı ilişkisini etkilemiştir.

Bu iki olay dışında Türkiye ekonomisini önemli ölçüde etkileyen diğer olgu 1929 yılı ile birlikte dış ticaret rejiminde korumacılık yönünde beklenen kapsamlı değişimdir.

Devletçilik (1930-1938)

1930-1938 dönemi diğer dönemlerden farklı iktisat politikaları yaklaşımını temsil etmektedir. 1930 lu yıllar, devletçi politikalar ile sanayileşme hamlesinin başlatıldığı ve önemli kazanımların gerçekleştiği yıllar olmuştur.

Savaş Yılları ve Radikal Devletçilik (1939-1945)

İş dünyası, İkinci Dünya savaşının başlaması ile birlikte farklı bir ortam içine girmiştir. Milli Savunma Kanunu devletin ekonomik faaliyetlere müdahale gücünü çok arttırmıştır. 1942’de yürürlüğe giren Varlık Vergisi gerilimin artmasına neden olmuştur.

1930’lu yıllarda yabancı sermayeye karşı olumsuz tutum gelişmeye başlamış, yabancı yatırımlar millileştirilmiştir. Devlet, tarım dışındaki üretken alanlarda asli yatırımcı ve üretici olarak ortaya çıkmış, demir yolları, deniz yolları, belediye hizmetleri ve enerji sektöründeki ekonomik faaliyetlere egemen olmuştur.

Dünya Ekonomisi ile Farklı Bir Eklemlenme: Tıkanma ve Yeniden Uyum (1946-1960)

1946 yılında, Türkiye tek parti rejiminden, çok parti rejimine geçmiş, korumacı iktisat politikaları terkedilmiştir. Bu dönemde iç pazarı hedefleyen sanayileşme ve kalkınma politikası yerini dış pazara dönük, tarıma, madenciliğe, alt yapı yatırımlarına ve inşaat sektörüne öncelik veren bir kalkınma anlayışına bırakmıştır.

1950’li yıllar düzensiz kentleşme ve gecekondulaşma yıllarıdır. Sanayi sektörü köylerden göç edenlere istihdam sağlayamamaktadır.

Planlı Ekonomi (1961-1980)

1960 ve 1980 arasındaki yıllarda pek çok askeri darbe yapılmıştır. Ekonomiyi merkezden planlamak için Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştu. Beş yıllık planlar yapılmıştır.

Yeniden Liberalizm (1980 ve Sonrası)

1970’li yıllarda iç ve dış olayların patlak vermesi ithal ikameci politikaların tıkanmasına neden olmuştur. Türk ekonomisi durma noktasına gelmiştir. Döviz gereksinimi artmış, Kıbrıs Barış Harekatı kapitalist ülkelerle ilişkileri bozmuştur. Ekonomik sıkıntılar sosyal dengeyi tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Toplumsal huzur ve güven kalmamıştır. Sonunda ordu 12 Eylül 1980’de yönetime el koymuştur. Askeri yönetim gerekli ortamı hazırladıktan sonra 1983 yılında seçimle iktidarı 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’a devretmiştir.

1980’li yıllar ticaretin, finansal sektörün ve sermayenin dolaşımının, serbestleştirildiği reform yılları olmuştur. 80’li yıllar reformların yapıldığı 90’lı yıllar Türkiye ekonomisinin üzerindeki etkilerinin ortaya çıktığı yıllar olmuştur. Türkiye 1990’ları ekonomik ve siyasi zorluklar içinde geçirmiştir. Bozulan mali disiplin, 1994 yılındaki büyük ekonomik krizin nedeni olmuştur. Ardından 2000 ve 2001 krizleri gelmiştir. 1999 yılındaki deprem felaketi ekonomik varlıklara büyük zarar vermiştir.

1980 sonrası IMF ve Dünya Bankası’nın Türkiye ekonomisini yönlendirme de rolleri artmıştır.

2002’den sonra sürekli bir büyüme sürecine girilmiştir. Büyüme sürecinin ana kaynağı çok yüksek faizlerle Türkiye’ye gelen yabancı finansal sermayedir. Spekülasyona dayalı bir büyüme söz konusudur (Yeldan, 2008: 2).

2008 ortalarında Türkiye’nin cari açığı 40 milyar dolar yani GSMH’nın yüzde 7.5’ni aşmıştır.

Sonuç olarak IMF, kontrolündeki Türkiye ekonomisine yabancı sermayeyi çekmektir. 2001 sonrasında küresel koşullar olumlu seyretmiş ve Türkiye hızlı büyüme oranları yakalamıştır. Fakat 2008’in ortalarından itibaren şiddetini artıran küresel kriz, Türkiye’yi emek piyasasından kaynaklanan baskı ve yüksek cari işlemler açığından kaynaklanan belirsizlik ortamında yakalamıştır. 2010 yılına girerken resesyondan çıkıldığına dair işaretler vardır.

Aileye Ekonomik Yaklaşım ve Türkiye Örneği

Türk modernleşmesinde kadına kurtarıcı gözüyle bakılmıştır, kadının eğitimi vurgulanmış ve kadınların eğitiminin devletin önde gelen görevleri arasında olduğu düşüncesi genel kabul görmüştür. Kadınların erkeklerle eşit hak ve olanaklara sahip bireyler olarak topluma katılmaları kamusal politikaların hedefi olarak desteklenmiştir.

Türkiye’de birliktelik kültürü yüksek duygusal bağımlı bir aile yapısı vardır. Fakat Türk ailesi de eğitim, kentleşme, sanayileşme, feminizm ve benzeri pek çok etkinin baskısı altındadır ve değişime açıktır.

Ne Japonya ne de Türkiye küreselleşmenin öngördüğü bireyciliğe Amerika kadar yakın kültürler değillerdir. Toplumun geleceğinin garantisi, birey olarak kadın ve erkeği ile tüm toplumun kendi ayakları üzerinde durabilen kişilerden oluşması gerekir. Teknoloji sürekli ilerlemektedir, bilgi toplumuna ulaşabilmenin yolu eğitimden geçmektedir. Türkiye’de nüfus genç ve orta yaş grubundan meydana gelmektedir. Ancak istatistikler geleceğe yönelik nüfusun yaşlanacağını göstermektedir. Gelecekte tek kişilik hane sayısında artış beklenmektedir. Türkiye’de 2006 yılında, yaşlılık bilimi olan Gerontoloji bölümü Akdeniz Üniversitesinde açılmıştır.

Politikalar oluşturulurken toplumsal gerçeklere dikkat etmek gerekmektedir. Araştırmalarda Aile temel olarak alındığında daha gerçekçi çözüme ulaşılacağı düşünülmektedir.