AİLE PSİKOLOJİSİ VE EĞİTİMİ - Ünite 7: Stres, Travma ve Aile Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Stres, Travma ve Aile

Giriş

Stres ve travma kavramları genellikle iç içe geçmiş birbirlerinden kolayca ayrılamayan, kavramlardır. Stres, bir stresöre karşı bedensel ve ruhsal anlamda verilen tepkilere denir ve bu tepki organizmanın bedensel ve/veya ruhsal anlamda tehdit altında olduğunu gösterir.

Stres, insanda bedensel ve ruhsal anlamda sağlıksız durumlara da yol açabilir. Stresörler, stres tepkisi aracılığı ile insanda bir yandan sorunun çözümü açısından güdü sağlarken diğer yandan ruhsal bozukluklardan bedensel hastalıklara zemin hazırlamak gibi birçok sağlıksız duruma neden olabilirler.

İnsan yaşamının doğumdan itibaren ilerleyişine şöyle bir göz atıldığında stresör olarak nitelendirilebilecek olayların önemlice bir kısmının aile ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili olduğu görülmektedir. Bu stresörleri tanımak, hazırlıklı olmak, bu stresörlerin neden olabileceği olası sonuçları öngörebilmek, bu sonuçlarla ilgili önlemler alabilmek aile yaşamı açısından önem taşımaktadır.

Olumsuz sonuçlara yol açabilecek stresörlerin önemlice bir kısmının aile ile ilişkili olmasının yanında stres ile baş edebilmek için kullanılan yöntemlerin de bir kısmı aile ile ilgilidir. Eş ile olan ilişkinin iyi nitelikler taşıması, aile ile birlikte zaman geçirilebiliyor olması, çocuklarla beraber zaman geçirilebiliyor olması, yeterli cinsel doyuma sahip olunması gibi aile ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili faktörlerin kişilerin stresle baş edebilme kapasitesini arttırdığı bilinmektedir.

Stres yaratan olaylara göre kişinin veya yakınlarının bedensel ve/veya ruhsal varlığına karşı ciddi tehdit oluşturan, ani olarak gelişen ve kişide dehşet duygusu yaratan olaylar şeklinde tanımlanabilecek travmatik olaylar da gerek doğrudan gerekse de dolaylı olarak aile yaşamı üzerine olumsuz etkiler gösterirler.

Stres

Stres, fizyoloji, psikoloji-psikiyatri ve tıp bilimlerinin tümünü kapsayan hipotetik bir kavramdır. Canlı organizmaya yönelen, genellikle zararlı, yönelen tehdidin niteliğinden bağımsız bir yanıt ya da fizyolojik olarak bedenin olağan koşullarda oluşturduğu dengede değişiklere neden olan herhangi bir durum olarak tanımlanabilir.

Organizmaya zararlı bir etkenin ani olarak uygulanması sonucu ‘genel adaptasyon sendromu’ olarak adlandırılan bir tablo ortaya çıkar. Bu tablodaki strese yanıtta birinci aşama ilk 24 saati kapsar ve alarm evresi denir. Bu evrede vücut stresle ilk kez karşı karşıya kalmakla ilgili yanıtlar verir. Bu yanıtlar hormon salgılayan organların hacimlerinde ani azalma, mide-bağırsak sisteminin iç yüzünü kaplayan katmanın hasarı ve sempatik sinir sisteminin uyarılması ile ilgili belirtilerdir

Eğer aynı stres etmenine maruz kalma devam ederse birinci evredeki belirtiler kaybolur ve vücudun direncinin arttığı ikinci aşama olan direnme evresine geçilir. Bu evrede direnme stres hormonları da denen böbrek üstü bezlerden salgılanan hormonlar tarafından sağlanır. İlk iki aşama strese verilen olağan yanıtlardır ve organizmanın tehdit edici bir duruma karşı uyum sağlaması ve tehdit edici durumla baş etmesini sağlamaya yöneliktir. Stres sırasında ortaya çıkan biyolojik değişikliklerin bir kısmı ‘savaş ya da kaç’ gibi klasik savunma yanıtları olarak tanımlanan fizyolojik reaksiyonları içerir. Bu fizyolojik yanıtlar davranışların oluşmasına ve gösterilmesine katkıda bulunarak canlı organizmanın hayatta kalma olasılığını arttırmaya yöneliktir.

Stres koşullarının devam etmesi durumunda, nihai tükeniştükenme evresi olarak kabul edilen üçüncü aşama ortaya çıkar. Adaptasyon enerjisinin tükendiği bu evrede ilk evredeki alarm reaksiyonları tekrar ortaya çıkar, ölüm ya da psikiyatrik-psikosomatik hastalıklar ile sonuçlanır. Tükenme evresi stresin patolojik sonucudur. Devamlı maruz kalınan stres, organlara fiziksel olarak zarar verebilir ve hastalıkların ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir.

Stres, İletişim ve Aile

Aile yaşamı stresi besleyebilecek birçok unsur barındırıyor olmasına karşın doyumlu bir aile yaşamının stresle baş edebilme konusunda oldukça yardımcı olduğu bilinmektedir. Günümüzde özellikle de çekirdek ailenin kurulması evlilik ile başlar. Evlilik birbirinden farklı ortamlarda, bazen farklı kültürlerin etkisiyle ve farklı dillerde yetiştirilmiş, birbirinden farklı eğitim düzeylerine ve farklı deneyimlere sahip kişiler tarafından yapılmaktadır. Ailenin kurulumunun başlangıcında kendiliğinden var olan bu faktörler sonrasını fazlası ile tehdit etme riski taşımaktadır. Birbirinden oldukça farklı olan bu iki kişi ortak kararlar vermek ve asgari düzeyde uyuşmak zorunda kalacaktır.

Aile içinde yaşanan stresin önemlice bir kısmı aile içerisindeki iletişim biçimi ile ilişkilidir. Ebeveyn ve çocuklar arasındaki iletişim, çocukların birbirleri arasındaki iletişim ve hatta geniş bir aileden söz ediyor isek diğer ile üyelerinin rol aldığı iletişim biçimi stresin oluşumuna katkıda bulunur. Aile içindeki iletişime aileyi oluşturan kişilerin birbirleri üzerinde kurmaya çalıştıkları hükümranlık damgasını vuruyorsa, daha çok kişinin karşısındakini dinleme ve anlama çabası ile ilgili değil de kendi bildiklerini dikte etme şeklindeyse, sınırlayıcı ve baskıcı özellikler taşıyorsa ve eşitlikçi değilse gerginlik ve stresin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Travma

İnsanın bedensel ve ruhsal yapısını tehdit eden her türlü durum ya da olay travma olarak nitelendirilebilir. Bu durum ya da olay genellikle kişinin baş edemeyeceği kadar şiddetlidir. Çünkü travmatik olaylar insanda olay üzerinde hâkimiyet kurma, olaylar arası bağlantı kurma ve olayı anlamlandırma gibi baş etme işlevlerini bozar. İnsan eliyle oluşturulan travmatik olaylara maruz kalmış kişilerde olayı anlamlandırma, olaylar arası bağlantı kurma gibi baş etme mekanizmaları daha kolay ve daha şiddetli düzeyde bozulur.

İşkence, deprem, sel, toprak kayması gibi doğal afetler, savaş ve toplama kampında kalmak, fiziksel saldırı, cinsel saldırı, yangın, kara, kazalar, rehin alınma, terörist saldırılar, ağır yanıklar, iş kazaları, ani gelişen ağır hastalıklar, ani yakın ölümleri, göç hemen her insan için üstesinden gelinmesi zor, dehşet uyandırıcı travmatik olaylardır.

Bazı travmatik olaylar tek seferde gerçekleşirken bazıları tekrarlayabilmekte ve hatta yıllarca devam edebilmektedir. Yıllarca devam eden bu travmatik olaylara süreğen travma denmektedir. Süreğen travmalar genellikle insan eliyle oluşturulan travmalardır. Aile içi şiddet, aile içi veya aile dışındaki kişilerce uygulanan cinsel saldırılar, uzun süreli işkenceye maruz kalmak ve toplama kamplarında esir tutulmak süreğen travmalara örnek olarak gösterilebilir.

Travmatik ya da stresli bir olaya maruz kalan kişilerde çeşitli ruhsal bozukluklar gelişebilir. Bu bozukluklardan en çok bilinenleri akut stres bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve uyum bozukluklarıdır.

Travmatik Olaylara Bağlı Gelişebilecek Ruhsal Bozukluklar

Akut Stres Bozukluğu

Akut stres bozukluğu, travmatik bir olaydan sonraki 1-2 gün içerisinde gelişen ve 3-4 hafta içerisinde düzelebilen belirtilerden oluşur. Travmatik olayın tekrarlayan görüntüler, düşünceler, rüyalar, yanılsamalar, olayı sanki yeniden yaşıyormuş gibi hissetme yolu ile yeniden yaşantılanması, olayı hatırlatan durumlar karşısında sıkıntı duyma, olayı hatırlatan durumlardan, düşüncelerden, konuşmalardan, insanlardan uzak durmaya çalışma, huzursuzluk, uyumakta güçlük, yoğunlaşamama, aşırı irkilme gibi travma sonrası stres bozukluğuna benzer belirtileri mevcuttur.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travmatik bir olay sonrasında ilk bir ay içerisinde ortaya çıkan çeşitli belirtiler akut stres bozukluğu olarak tanımlanmaktaydı. Benzer belirtilerin olaydan sonraki bir aydan sonra ortaya çıkması veya travmatik olayın hemen sonrasında ortaya çıkmış belirtilerin olaydan bir ay sonraki dönemde halen devam ediyor olması durumlarında konulan bir tanı travma sonrası stres bozukluğudur.

İnsan eliyle oluşturulan tecavüz, işkence gibi travmatik olayların travma sonrası stres bozukluğuna neden olma ihtimali diğer travmatik olaylara göre daha yüksektir.

Unutulmalıdır ki; travmatik olayın yaşanmasından onlarca yıl sonra bile yaşanılan travmatik olayla bağlantılı travma sonrası stres bozukluğu belirtileri ortaya çıkabilir.

Uyum Bozuklukları

Uyum bozukluğu, psiko sosyal anlamda stresörlere yanıt olarak, stresör etkenin belirmesinden sonraki üç ay içerisinde ortaya çıkan tepkilerle karakterizedir. Genel olarak bu tepkilerin stresörün ortadan kalkmasıyla veya stresör etkenin devam etmesi durumunda yeni bir uyum sürecinin ortaya çıkması ile sonlanması beklenir. Uyum bozuklukları işkence, tecavüz gibi travmatik olarak nitelendirilebilecek ve insanların sık karşılaşmadığı örseleyici olaylardan çok, maddi kayıp, ayrılık, boşanma, sevilen bir kişinin kaybı, okul sorunları, yeni bir yere taşınma, askerlik yapma, hastaneye yatırılma, kronik bir hastalığa sahip olma, yoksulluk gibi olaylar karşısında ortaya çıkar.

Travmatik Olaylar

Afetler

Afet; insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğurma potansiyeline sahip olan, insan yaşamını tehdit edici boyutları bulunan, yaşamı ve insan aktivitelerini durdurarak, kesintiye uğratarak veya yavaşlatarak sosyallikleri etkileyen, doğal, teknolojik veya insandan köken alan olaylardır.

Afetler, kökenlerine göre doğal afetler, teknolojik afetler ve insan kökenli afetler olarak sınıflandırılmaktadır. Afetler aynı zamanda meydana geliş hızlarına göre de sınıflandırılabilir. Bu açıdan afetler ani gelişen ve yavaş gelişen afetler şeklinde sınıflandırılmaktadır.

Yakın Kaybı-Yas

İnsanlar yaşamlarının bazı dönemlerinde sevdikleri kişilerin ölmesi stresörü ile kaşı karşıya kalırlar. Yas, ölüm yoluyla kayıp gerçeğini tanımlar. Yas tepkisi ise sevilen bir kişinin kaybı hemen sonrasında veya kaybı takip eden birkaç ay içerisinde ortaya çıkar ve tipik olarak kişinin kendisini üzgün hissetmesi, kaybedilen kişi ile ilgili sıklık ve şiddeti bakımından aşırı zihinsel uğraşıda bulunması, uykuya dalamama, yoğunlaşma güçlüğü, çabuk öfkelenme, gibi belirtileri kapsar. Yas tepkisinin, kültürler arasında farklılık olmasına karşın, ortalama olarak 2-6 ay arasında sürmesi beklenir.

Yas tepkisinin başlamasına neden olabilecek kayıp ya da kayıp tehditleri, somut kayıplar ve gelişimsel kayıplar olmak üzere iki ana başlık altında sınıflandırılabilir. Sevilen birini boşanma, ayrılık veya ölüm gibi nedenlerle kaybetme, duygusal olarak yatırım yapılmış insan dışı bir canlı ya da bir nesnenin kaybedilmesi, herhangi bir vücut parçasının ameliyat veya kaza gibi olaylar nedeniyle kaybedilmesi, kişinin kendisinde ya da sevdiği birisinde ölümcül bir hastalık olduğunu öğrenmesi somut kayıplar başlığı altında değerlendirilir. Anneyi ya da anne sevgisini kaybetme kaygısı, vücut parçalarını kaybetme kaygısı ise gelişimsel kayıplardır.

Çocukların da yas tepkisi verebildikleri ancak bu tepkilerinin yetişkinden biraz farklı olabileceği, bazen dışarıdan çocuğun yas tutmuyormuş ya da kaybı dikkate almıyormuş gibi görünebileceği akılda tutulmalıdır.

Göç

Göç, insanların yaşamlarının bir sonraki bölümünün bir kısmını veya tamamını geçirmek üzere halen ikamet ettikleri yerleşim yerini değiştirmeleridir. Bu hareketin yegâne etkisi göç alan yerleşim yerinin nüfusunun artması ve göç veren yerleşim yerinin nüfusunun azalması değildir. Mekân değiştirme süreci, beraberinde sosyal, kültürel, çevresel, ekonomik ve politik sonuçlar da doğurur. Sebebi ne olursa olsun göç, yaşam koşullarının bozulduğu bir yerden veya yaşamın tehdit altında olduğu bir yerden bu açılardan daha avantajlı bir yere doğru yapılır. Yani göç bir çeşit yaşamda kalma çabasıdır.

Göç olayı tek başına stresör veya travmatik nitelik taşıdığı halde öncesi, sırası ve sonrasıyla ek travmatik deneyimler oluşturmaya adaydır. Yerinden edilme, ruhsal olarak travmatik bir süreçtir. Yerinden edilmiş kişiler, silahlı çatışma, işkence, fiziksel ya da cinsel şiddet, tecavüz, ölüm tehdidi, yakın kaybı gibi travmatik yaşantılara maruz kalabilmektedirler.

Özellikle zorunlu olarak yapılmış göçler ailelerin konut ve barınma sorunları, işsizlik, yoksulluk, çocukların eğitimden ve tüm aile bireylerinin temel sağlık hizmetlerinden yoksun kalması, çocukların çalıştırılmak zorunda bırakılması, dengesiz ve yetersiz beslenme ve bunun sonuçları, yeni yerleştikleri yerdeki insanlardan gördükleri ayrımcılık gibi sorunlara neden olmaktadır.