AİLE SOSYOLOJİSİ - Ünite 1: Sosyolojik Yaklaşımlar Temelinde Aile Kuramları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Sosyolojik Yaklaşımlar Temelinde Aile Kuramları

Aile Sosyolojisinde Farklı Kuramsal Yaklaşımlar ve Nedenleri

Kuram; bilimsel çalışmaların yapılmasına olanak sağlayan en geçerli ve güvenilir yollarla ilgili epistemolojik (bilgi kuramsal) tartışmalardır. Yaklaşımlar ise daha çok toplumsal yaşamın temel ontolojik (varlık bilimsel) özellikleri ile ilgili temel kabul ve sayıltılara işaret eder. Kuramlar daha çok epistemolojik; yaklaşımlar ise daha çok ontolojik içerik taşımaktadır.

Aile çalışmalarında birbirinden oldukça farklı çok sayıda kuramsal ve metodolojik yaklaşım kullanılmaktadır (S:4, Tablo 1.1). Bu yaklaşımlardan bazıları nicel, bazıları ise nitel araştırma tekniklerini kullanmaktadırlar.

Sembolik Etkileşimci Yaklaşım

Sembolik etkileşimci yaklaşım sosyolojik çalışmalarda kullanılan kuramların bir şemsiye altında toplandığı yaklaşımdır. En önemli temsilcileri olarak William James, John Duvey, Geroge Herbert Mead, Herbert Blumer, Charles Horton Cooley ve William Thomas sayılabilir.

Sembolik etkileşimin pragmatizme dayanan üç temel ilkesi vardır. Bu ilkeler;

  • İnsanlar kendileri tarafından anlam/önem yüklenilen davranışlarda bulunurlar.
  • İnsanların davranışları toplumdaki diğer insanlarla giriştikleri sosyal etkileşimden kaynaklanır.
  • İnsanlar karşılaştıkları durumları yorumlarlar ve ulaştıkları sonuca bağlı olarak da davranışlarını değiştirirler.

Sembolik etkileşimci yaklaşımı benimseyen sosyologlar farklı araştırma teknikleri kullanarak çalışmaktadırlar. Ancak çoğunluğu nitel teknikleri kullanmaktadırlar. Son yıllarda çalışılan konular arasında duygusal emek, sosyal hareketler ve kendine ayna tutma, izlenim yaratma ve yönetme, ortam tanımlama gibi konular üzerinde çalışmaktadırlar.

Sembolik Etkileşimcilik ve Aile

Tüm dünyada geleneksel anlayış aile birliğinin bir kez kurulduktan sonra yaşam boyu sürdürülmesidir. Bu anlayışla uyumlu olarak boşanmalar ahlaken uygun görülmemesinin yanı sıra ebeveyn olarak sorumluluktan kaçma olarak kabul edilmektedir. Ancak geleneksel birçok tutum da değerdeki değişmeler olduğu gibi aile ve boşanma konusunda da bazı değişimler olmaktadır. Bu anlamda bazı kavramlardan yararlanarak bu değişimleri görmek mümkündür:

  • Duygusal Doyum: Eş seçimlerinde giderek kişilik özelliklerinin önem taşıması ve eşler arasında duygusal tatmin beklentisi ile birlikte mahremiyet talebi artmaya başlamıştır. Tüm bunlar olurken toplumda ilişkiler yüzeyselleşmeye ve geçici olmaya başlamıştır. Eşlerin birbirleriyle arkadaş/dost olmak amacıyla evlenmeleri ve birbirlerinden çok şey bekleyerek aradıklarını bulamamaları sonucunda boşanmalarda artış olmuştur. Türkiye’de de benzer bir durum söz konusudur.
  • Aşk Sembolü: Evlilikte aşk/ilgi sembolleri yüzünden eşler beklentilerinin gerçekçi olmadığını görememekte ve boşanmalar artmaktadır.
  • Çocuğun Anlamı: Bazı aile tarihçilerine göre ortaçağda aile yapısında çocuk ve erişkinler arasında keskin farklar bulunmazdı. Daha küçük yaştaki çocukların masum ve hassas olduklarının kabulü zaman almıştır. Bu konuda Türkiye’de bölgesel ve sınıfsal farklılıklar bulunmaktadır. Erkek çocuklar hala kız çocuklardan daha fazla önemsenmektedir.
  • Ebeveynliğin Anlamı: Günümüzde ebeveynler sadece ilgi ve şefkat göstermekle kalmamakta, çocukların sahip oldukları potansiyeli en yüksek düzeye ulaştırmaktan da sorumlu tutulmaktadır.
  • Evlilik Rolleri: Geçmiş kuşaklarda anne-baba veya karı-koca olarak eşlerin ev, iş ve çocuklarla ilgili konularda sınırları çizilmiş sorumlulukları bulunurken, günümüzde kadının ev dışında da çalışmasından dolayı geleneksel cinsiyet rollerine ilişkin yükümlülükleri artmaktadır.
  • Seçenekleri Algılama: Kadınların geçimlerini kazanmaya başlaması, onların ilk kez mutsuz olan evliliklerini sürdürme zorunluluğu karşısında seçeneksiz olmadıklarını görmelerine yol açmıştır. Sembolik Etkileşimcilere göre evliliğe bir seçenek bulunduğunun algılanması boşanmayı mümkün kılacak ilk önemli adımdır.
  • Boşanmanın Anlamı: Daha önce hiçbir şekilde kabul edilemez bulunan ve hatta ahlaki düşüklük ve başarısızlık olarak görülen boşanmanın anlamı değişmeye de daha kabul edilebilir olmaya başlamıştır. Boşanmaya yüklenilen başarısızlık anlamındaki sembolik anlamın değişmesi ve bir damga olmaktan çıkması boşanmaların artmasında başlıca önemli etken olmuştur.
  • Yasal Değişiklikler: Daha önce zina ve benzeri koşullara sıkıca bağlanan boşanmalarda artık bu koşulun aranmaması ve geçimsizliğin boşanma için yeterli koşul olarak görülmesi boşanmaların artmasında önemli rol oynamıştır.

Sonuç olarak Sembolik Etkileşimci Yaklaşım evliliklerin boşanma ile sonuçlanmasını sembollerdeki değişme ile açıklamaktadır. Toplumun en temel birimi olan ailenin çözülmesini engellemek yönünde politikalar geliştirmeleri istendiğinde bunu uygulamacı sosyolog olarak Sembolik Etkileşimciler rahatlıkla yapabilirler.

Son olarak Yorumlayıcı, İnşacı, Dramatujikal ve Fenemenolojik yaklaşımlar olarak literatürde geçen çalışmaların da Sembolik Etkileşim genel çerçevesi içinde düşünülerek değerlendirilmesinin mümkündür. Tüm bu sözü edilen yaklaşımların ortak özelliği yapı yerin birey üzerinde durmaları ve olgular yerine süreçlere odaklanmalarıdır. Bunun yanı sıra nitel araştırma tekniklerini kullanmaları da diğer ortak özellikleridir.

İşlevselci/Fonksiyonalist Yaklaşım

Sosyolojide modernist çerçevede en yaygın olarak kullanılan makro yaklaşım “Yapısal İşlevselcilik” olarak da anılan yaklaşımdır. Bu yaklaşım toplumu birbiri ile ilişkili parçaların görev yaptığı bir sistem olarak görür.

Sembolik Etkileşimci Yaklaşımın birey üzerine odaklaşmasının aksine İşlevselcilikte vurgu daha çok yapı ve onun işleyişi üzerindedir. Yapıyı oluşturan elemanlar olarak normlar, adetler, gelenekler ve kurumlar analiz edilir. Çatışmacı Yaklaşımın sosyal problemler ve eşitsizlikler üzerinde durmasının tam aksine İşlevselciler toplumda istikrar, ahenk, bütünlüğü esas olarak görmektedirler. İşlevselcilik sadece sosyoloji ile sınırlı değildir. Onun antropoloji ile beslenen bir temeli de bulunmaktadır.

Klasik işlevselciliğin biyolojik analoji yaparak bir sosyal evrim kuramına sahip olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü bazı sosyologlar topluma ve sosyal bilimlere en uygun model olacak bilimin, biyoloji olduğunu düşünmüşlerdir. Sistem içende yapı ve işlevleri anlatırken biyolojik benzetmeler kolaylık sağlamıştır. Toplumsal kurumların uyum mekanizmaları ve işlevleri bedenin parçalarının işlevlerine benzetilmiştir. Aslında “Organizmacı” olarak adlandırılan bu modelin temeli, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak organlar ve onların işleyişidir.

İşlevselcilik ve Aile

İşlevselciler için aile daima toplumun temeli olarak görülür. Ayrıca toplumdaki değişmelere bağlı olarak aile yapısında da değişmeler olduğu kabul edilir. T. Parsons’a göre sanayi öncesi toplumda, aile temel üretim birimidir ve emek verilerek yoğun üretim yapılmaktadır. Ancak sanayileşme ile birlikte aile üretim birimi olmaktan çıkmış ve anne-baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan çekirdek aile yapısına geçilmiştir. Geniş ailelere ihtiyaç azalmıştır.

İşlevselcilere göre sanayi toplumu ortak bazı değ-erleri paylaşan vatandaşlardan oluşan bir yapıyı gerektirir. Böylece sanayi toplumunda çekirdek aile;

  • Çocukların toplumsallaşması
  • Erişkinlerin istikrar kazanması gibi iki temel işlevi görür.

Sanayi öncesi toplumda geniş ailede akrabalar ve ya üyesi olunan kabile/aşiretin üyeleri tarafından toplumsallaşan çocuklar, artık çekirdek ailede sosyal bir varlık olmayı öğrenecektir. Sanayi toplumunda, küçük ailenin yer değiştirmesi, bir bölgeden diğerine göç etmesi pratik olarak daha kolaydır. Çünkü artık insanlar sürekli iş ve yer değiştirerek aşama kaydeder hale gelmişlerdir.

Sanayileşme ve kentleşmenin ailenin geleneksel işlevlerini zayıflattığı iddiasında bulunan İşlevsel Yaklaşım sosyologları ailelerin ihtiyaçları olduğunu savunmaktadırlar. Bu ihtiyaçlar;

  • Ekonomik Üretim: Sanayi öncesi dönemde aile ekonomik bir ekipti. Temel ihtiyaçları karşılamak ve yaşamlarını sürdürebilmek için aile üyeleri işbirliği yapmak zorundaydı. Sanayileşme ile birlikte ev ve iş yeri ayrımı ortaya çıkmış ve güçlü olan aile bağları zayıflamıştır.
  • Çocukların Toplumsallaşması: Geniş Ölçekte ortaya çıkan ekonomik değişmelerle birlikte güçlenen bir kurum olarak devlet, ailenin pek çok işlevini üstlenmeye başladı. Çocukların okula gönderilmesi yasal zorunluluk haline getirerek, uymayan aileler cezalandırıldı.
  • Yaşlı ve Hasta Bakımı: Yasalarla kurulan hastaneler aracılığıyla kurumsallaşan tıp güçlenmiş ve hastalar artık hastanelerde bakım görmeye başlamıştır. Çeşitli derecelerde imkânlar sağlayarak sorumluluk üstlenen organizasyonlar çoğalmış ve yaşlıların ailede bakımı yerine yaşlı/huzur/ dinlenme evi gibi kurumlarda yaşlılara bakılmaya başlanmıştır.
  • Eğlenme/Dinlenme: Ailelerin gelir düzeyi yükseldikçe ev yerine eğlenme ve dinlenme için başka mekânlara gitme oranı artmıştır. Ayrıca ailenin birliği ve beraberliği için birlikte yemek törenselliğini artık kaybetmekte, abur cubur kültürü yaygınlaşmaktadır.
  • Üyelerin cinsel Denetimi: Geleneksel olarak cinsel ilişki sadece evlilikte meşru görülürken, bu eğilimde de eskiye göre oldukça fazla zayıflama baş göstermeye başlamış ve evlilik dışı cinsel ilişki seçeneklerine yol açılmıştır.
  • Üreme/Çoğalma: Yüzeysel olarak bakıldığında ailenin işlevleri arasında dokunulmayan tek konu çocuk sahibi olmadır. Üreme işlevinin hiçbir zaman sona ermeyeceği söylenebilir.

İşlevselcilere göre yaşamak için toplum belirli ihtiyaçları karşılamak ya da belirli işlevleri görmek zorundadır. Yukarıda belirtilen ihtiyaçları gidermek için her toplumda aile vardır ve ailenin varlığı evrenseldir.

Aile üyeleri arasında cinsel ilişkinin yasak olmasının en önemli işlevi ailedeki rol karışıklığını engellemektir. Antropologlara göre içten aile içi evlilik ailede ölümcül rekabete yol açabilmektedir. Buna karşılık aile dışından evlenme sosyal çevre ve ilişkilerin artmasına katkıda bulunmaktadır.

İşlevsel Yaklaşımdan hareketle birey temelli mikro analizler yerine makro veya orta ölçekteki yapısal araştırmalar bu yaklaşım için daha uygundur.

Radikal Psikiyatrlar

1960’ların savaş yerine Aşk ve Barış Hareketi ile birlikte insanlar birçok kurum, örgüt ve işleyişte değişiklik talebinde bulunmaya başladılar. Klasik geleneksel tıp ta en çok eleştirilenler arasındaydı.

D. Cooper ve R. Laing’e göre erişkin kişiliklerin çekirdek ailede istikrar kazandıkları yönündeki işlevselci görüş kesinlikle hatalıydı. Aile tam aksine erişkinlerde istikrarsızlık yaratmaktaydı. Çekirdek aile kimliklerin birbiriyle rekabet ettiği ve güç oyunlarının oynandığı bir kazandı.

Çatışmacı Yaklaşım

Sosyal bilimlerde Çatışmacı yaklaşım ve kuramlar, toplumdaki gruplar ve sınıflar arasındaki sosyal, siyasi ve maddi eşitsizlikler üzerinde vurgu yaparak mevcut sosyopolitik sistemi eleştirirler.

İşlevselcilerin toplumu ahenk içinde bir bütün olarak görmelerinin aksine çatışmacılar, toplumun birbiriyle kıt kaynaklar için çatışan gruplardan oluştuğunu kabul ederler. Dıştan bakıldığında birlik ve beraberlik içinde görülen ilişkilerin ardında bir güç mücadelesi olduğunu savunurlar. Çatışmacı Yaklaşım da modernist kuramlara ve makro düzeyde yapısal analizlere dayanır.

Modern çatışma kuramının kurucusu C.W. Mills’e göre, ilk aşamada sosyal yapılar birbiriyle çıkar ve kıt kaynaklar için çatışan insanlar aracılığıyla yaratılır. Daha sonraki aşamada ise çıkar e kaynaklar, insanlar tarafından yaratılan yapının yüceltilerek “şeyleştirilmesi”nden toplumdaki güç ve kaynakların eşitsiz dağılımından etkilenir. Bu şeyleştirme aslında insan ve onun yarattığı yapı arasındaki diyalektik bağın kopması ya da gözden kaçırılmasıdır.

Çatışmacı Yaklaşım ve Aile

Birbirleriyle yakın ilişki içinde olanlar arasında sorumluluk, güç ve ödüllerin paylaşımı sırasında ortaya çıkabilecek her türlü değişiklik diğerlerinde hayal kırıklığı yaratabilir. Bu durum aile içindeki mahrem ilişkilerde de söz konusudur.

Çatışmacılara göre modern toplumu karakterize eden özellik sadece sanayileşme değil, kapitalizmdir. Çatışmacılar modern toplumda var olan eşitsizlikler yüzünden çekirdek ailenin sosyal ve coğrafi olarak hareket kabiliyetine sahip olduğunu iddia etmenin anlamsız olduğunu savunurlar.

Marksizm’e göre toplumlarda biri “alt –yapı” diğeri ise “üst-yapı” olmak üzere ikili bir model bulunur. Bu bağlamda ekonomik alt yapı (kapitalizm) istisnasız diğer tüm üst yapı kurumları gibi aileyi de belirler. Bu bağlamda çekirdek aile hareket etmek bir yana, kuşaklar boyunca kapitalizmin tuzağına düşmüştür. Kapitalizmin ideolojik koşullama aracı olarak aile, kapitalizmin yeniden üretilmesinde kullanılır.

Çatışmacılar evliliği toplumdaki eşitsiz erkek egemen ilişkinin muhafazasını temin eden bir araç olarak görürler. Bunun ötesinde kadının bir mülk olarak babadan kocaya geçtiğini ifade ederler.

Kadınların ev dışında çalışmaya başlaması ile birlikte boyun eğdikleri durumlara daha fazla itiraz etmeleri boşanma sayılarını da etkilemiştir.

İşlevselcilik ve Çatışmacılık yaklaşımlarına bazı eleştiriler getirilmiştir. Bu eleştiriler;

  • Her toplumda çekirdek ailenin yaygın/baskın olmasından söz edilip farklı aile yapılarından söz edilmemesi,
  • Her iki yaklaşımın da ailenin kendisinden beklenen işlevleri tam anlamıyla yerine getirdiğinden söz etmeleri,
  • Aileye ilişkin açıklamaların sürekli ekonomik işlevle sınırlandırılması, aileyi etkileyebilecek farklı faktörlerden bahsedilmemesi,
  • Her iki yaklaşımın aileyi belirleyen etmenlere ilişkin aşırı genellemelere gitmiş olmalarıdır.

Sonuç olarak Çatışmacı Yaklaşım makro düzeyde ve çoğu zaman tarihsel karşılaştırmalar yaparak aile konusunda incelemeler yapar. Problem edindikleri konuların başında sınıf mücadelesi ve güçlü sınıfların işsizliğe ve evsizliğe nasıl baktığı gelmektedir.

Feminist Yaklaşım

Feminist yaklaşımın aileye ilişkin görüşleri şu şekildedir:

  • “Ataerkillik” (erkek egemenliği) sebebiyle hem İşlevselcilerin olumlu görüşlerini hem de Çatışmacıların görüşlerine eleştirel bakarlar.
  • Tüm Feminist kuramlar aileyi ataerkil bir kurum olarak görürler. Aileyi ataerkil olarak görmek oldukça kapsamlıdır.
  • İşlevselcilerin toplumsal cinsiyet rollerinin doğal ve değişmez olarak görmelerini sorgularlar. Feministler, toplumsal cinsiyet rolleri kültürel olarak öğrenilerek aktarıldığını ve bu yüzden değiştirilebileceğini belirtirler.
  • Marksist aile görüşlerini de toplumsal cinsiyete kapalı ya da görmezden gelen tutumları yüzünden eleştirirler.
  • Feminizm sosyolojinin toplumsal yaşam hakkında yanlı görüşlere sahip olduğunu savunur. Klasik anadamar sosyolojinin aslında erkek egemen görüşlere sahip olduğunu iddia eder.

Farklı Feminist Yaklaşımlar

  • Marksist Feminizm: Hem Feminist hem de Marksist görüşlerin bir karışımıdır. Erkek egemenliğinin kapitalizmin bir sonucu veya özel mülkiyeti koruyan kapitalizmin yol açtığı bir durum olarak görmektedirler. Öte yandan Marksist feministlere göre ev kadını rolünde kadınlar, eşlerinin ücretli işçi olarak rollerini en  iyi şekilde yerine getirmek için duydukları gereksinmeleri de karşılamaya çalışırlar.
  • Radikal Feminizm: Ataerkilliği kültürün bir onucu olarak görürler. Ataerkillik; kadın rollerini doğal ve karma olarak görüp aile aracılığıyla kültürel olarak aktarılmasına yardımcı olmak demektir. Radikal feminizmleri diğer feminizmlerden ayıran iki temel özellik vardır:
    • Kadınlar tarafından kadınlar için geliştirilmiş olması
    • Kadınların baskı görmesini, hükmetmenin en evrensel ve en temel biçimi olarak görmeleridir.

Toplum kapitalist olmaktan çok ataerkil veya erkek egemen olarak görülür. Ayrıca kadını erkeklerden farklı çıkarlara sahip olarak görürler. Bazıları erkek egemenliğinin sürmesinden aileyi sorumlu tutmaktadır.

  • Liberal Feminizm: Yasal değişikliklerle ailede ve toplumda kadının konumunun iyileşebileceğini savunurlar. “Erkekle eşitlik” ve “kadının özgürlüğü” iki temel savlarıdır. Çalışma yaşamında eşitlik, aile yaşamında eşitlik ve sosyal hayatta eşitlik sağlanmalıdır.
  • Sosyalist Feminizm: Kamusal ve özel alan kavramlarını özellikle vurgulayan sosyalist feministler, radikal feministlerden farklı olarak ataerkillik yerine kapitalizm üzerine eğilirler. Kapitalizmin kadını “özel” erkeği de “kamusal alana” yerleştirdiğini düşünmektedirler. Sosyalist feministlere göre özel alan siyasaldır. Bu söyleme göre özel bir kurum olan aile içindeki mahrem sayılabilecek konuların tümü politik boyutlara sahiptir. Özel alan yani aile, kadının ezilmişliğinin, ikincilliğinin ortamını hazırlayan bir kurumdur. Önerilen ise aile ilişkilerinin de siyasal alan içinde görülmesidir.
  • Daha Farklı/Başka Feminizmler: “Özcülüğün” değişmez, doğal, tek bir kadınlık rolü olduğu iddialarına karşı, farklı feminizmler durumun hiç de öyle olmadığını iddia ederler. Eşcinsel ve lezbiyen evliliklerinin olabileceğini savunurlar.

Sonuç olarak, kadının ailedeki rolünün sürekli değişmeye açık olduğu tartışmaların odak noktasıdır.

Postmodernizm

Modernizmin romantik ideallerinin toplumsal sorunları çözememiş olması, ekonomik gelişmelere rağmen toplumsal refahın yaygınlaşmamış olması, çok sayıda çocuğun yoksulluk ve sefalet içinde doğması ve büyümesi eleştirilerin temel kaynağıdır. Postmodern ailelerin iki önemli özelliğinden söz edilmektedir. Bu özellikler;

  • Çocukların ebeveynleri dışındaki kişiler tarafından büyütülmesi,
  • Çocukların sosyalizasyonunda televizyonun çok önemli rol oynamasıdır.