AİLE VE ÇOCUKLA SOSYAL HİZMET - Ünite 1: Aile: Temel Kavramlar, Aile Yapısı, İşlevleri ve Dönüşümü Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Aile: Temel Kavramlar, Aile Yapısı, İşlevleri ve Dönüşümü

Giriş

Sosyal hizmetin uygulama alanlarından biri de ailedir. Sosyal hizmet uzmanları, çoğunlukla ailelerle ve bireysel olarak aile üyeleriyle değerlendirmeye ve müdahaleye dönük çalışmalar yapmaktadırlar.

Bu ünitede, ailenin çeşitli tanımları üzerinde durulacak, ailenin işlev ve görevleri açıklanacak, Türkiye’de aile yapısının değişimi tartışılacak, aile yaşam döngüsü ve aileyi anlama/ aileyle çalışmaya yönelik olarak geliştirilen kuramsal yaklaşımlarla ilgili bilgi verilecektir.

Ailenin Tanımlanması

Aile, biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün devamını sağlayan, toplumsallaşma sürecinin başladığı, karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş özdeksel ve tinsel zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal ve hukuksal gibi yönleri bulunan toplumsal bir birim olarak tanımlanabilir.

Bell, aileyi tanımlamak için dört ayrı yol kullanmıştır:

  • Bunlardan birincisi, aileyi aile üyelerinden birinin fikrine dayanarak onun duygu ve hayallerine göre tanımlamaktır.
  • İkincisi ise aileyi, nükleer ve geniş yönüyle sosyal bir kurum olarak ele almadır. Burada özel bir aileden değil geniş ve kültürel olarak tanımlanan bir aileden söz edilmektedir. Bu tanımlama biçimi Sosyoloji ve Sosyal Psikoloji tarafından kullanılır.
  • Üçüncü tanımlamada ise aile küçük bir grup olarak ele alınır ve küçük grup davranışının ele alındığı Sosyal Psikoloji tarafından incelenir.
  • Dördüncü tanımda ise aile, toplumun değerleri ile sınırlı bir grup olarak ele alınır.

Aile genel olarak “Evlilik, soy ya da evlat edinme yoluyla bir araya gelip ortak bir evde yaşayan insan grubu” şeklinde tanımlanır.

Barker (2003, s. 338)’a göre ise “Aile, birbiriyle yakın ilişki içerisinde olan, sıklıkla yüz yüze iletişimde bulunan, ortak normların ve ortak derin etkileşimlerin paylaşıldığı birincil gruplar”dır.

Aileyi anlayabilmek amacıyla ailenin temel özelliklerine de bakmak gerekir. Bu bağlamda ailenin temel özellikleri şöyle sıralanabilir:

  • Aile evrenseldir.
  • Aile duygusal bir temele dayanır.
  • Aile kökeni organik bünyemizde olan karmaşık duygularımızla temellendirilmiştir.
  • Aile şekillendirme özelliğine sahiptir.
  • Çocuğun kişilik yapısı aile içinde gelişir.
  • Ailenin kapsamı sınırlıdır.
  • Şekillenmiş sosyal yapıların en küçüğüdür.
  • Aile sosyal yapıda çekirdek özelliği taşır.
  • Aile üyelerinin sorumlulukları vardır.

Ailenin İşlevleri

Her toplum aile yapısının güçlü olmasını kendi varlığı için önemli görerek aileyi korumak, desteklemek ve aile yapısını korumayı teşvik etmek için uygun gördüğü çeşitli önlemleri alır. Aile yapısının güçlü ve sağlıklı olması, ailenin işlevlerini yerine getirip getirememesi ile ilgilidir. Sağlıklı aile, işlevlerini yerine getirebilen ailedir.

Ailenin işlevleri en genel anlamında;

  • Biyolojik (üreme, cinsellik ve neslin devamı gibi)
  • Sosyal (statü sağlamak, çocukların eğitimini planlamak, eğitim vermek, boş zaman faaliyetlerini gerçekleştirmek gibi)
  • Psikolojik (aile üyelerinin birbirini koruması ve karşılıklı sevgi ortamı yaratmak gibi)
  • Ekonomik (ekonomik ihtiyaçları karşılamak, çalışma gibi) olarak özetlenebilir.

Biyolojik İşlev

Aile, en temelde toplumun kendi varlığını sürdürebilmesi için neslin devamını sağlar. Eşlerin cinsel ihtiyaçları ailede sosyal olarak kabul edilebilir biçimde karşılandığı gibi, kuşakların sürekliliği de sağlanmaktadır.

Sosyal İşlev

Toplumsallaşma ailede başlar. Özellikle kültür aktarma yönünden toplumsallaşma önemlidir. Toplumsal norm ve değerlerin aktarımı ilk olarak ailede gerçekleşir. Ailede toplumsallaşma, çocuğa ilk eğitimi verme, rehberlik, çocuğun eylemlerine geribildirim vererek gerçekleşir. Bunun dışında, aile üyeleri rol modeli olarak da çocuğun toplumsallaşmasını sağlarlar.

Psikolojik İşlev

İnsanlar, özellikle bebekliklerinde çok uzun süreli bir bakım ve güvenliğe ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçların karşılanmasından birincil olarak aile sorumludur. Önceleri tamamen ailenin sorumluluğunda olan bakım ve koruma işlevinin bir kısmını günümüzde sosyal devlet ile paylaşmaktadır. Bu durum, yoksul sınıfların yararına olmakla birlikte sosyal devlet bu işlevleri zaman zaman aileleri güçlendirme politikalarıyla aileye bırakmayı tercih etmektedir.

Ekonomik İşlev

Ailenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak üretim birimi oluşu bu işlevi ifade eder. Ancak sanayileşmeyle birlikte aile bu işlevinden giderek uzaklaşmıştır. Günümüzde çekirdek aile ekonomik tüketim birimidir. Ekonomik ihtiyaçları karşılayacak üretim birimi artık ev dışındadır. Ekonomik eylemlerle ilgili iş, aile çevresinden ayrılmıştır.

Sistem yaklaşımı, aile işlevlerini ailenin yerine getirmesi gereken “görevler” biçiminde kavramsallaştırmıştır. Sistem yaklaşımına göre, ailenin yerine getirmesi gereken görevler şöyle sıralanabilir:

  • Kimlik görevlerini yönlendirme
  • Sınırları düzenleme
  • Ailenin duygusal atmosferini yönetme
  • Aile yapısında meydana gelen değişimi yönetme
  • Aile üyelerinin devamlılığını sağlama

Ailenin Türleri (Yapısı)

Aile denildiğinde tek tip bir aileden söz etmek mümkün değildir. Farklı toplumsal ve kültürel yapılarda, farklı aile türleri görülebilir. Aynı toplum içinde zaman içinde de çeşitli değişimler meydana gelebilir. Günümüzde çok farklı aile türlerini aynı toplum içinde görmek mümkündür.

Aileyi üye sayısı ve bir araya geliş biçimine göre temelde büyük aile ve küçük aile olmak üzere iki kategoride inceleyebiliriz.

Büyük (Geleneksel) Aile

Çoğunlukla kırsal kesimde yaşayan, ekonomik ve kültürel değerlerle şekillenen, akrabalık ilişkileri oldukça güçlü olup üye sayısı açısından da kalabalık olan aile biçimdir. Büyük ailenin temel özelliği geleneklere bağlı bir yaşam olup bu aile biçimine geniş veya birleşik/ bütünleşik aileler dâhil olmaktadır.

Geniş aile, birden fazla kuşağı içinde barındıran ve akrabalık ilişkilerinin güçlü olarak yaşandığı, gelirin paylaşıldığı kalabalık aile üyelerinin oluşturduğu aile biçimidir.

Birleşik/bütünleşik aile, evlenen tüm oğulların eş ve çocuklarıyla baba evinde birlikte yaşamaları ile oluşan aile biçimine denir.

Küçük (Modern) Aile

Anne, baba ile henüz evlenmemiş çocuklardan oluşan, çekirdek ya da dar aile diye de adlandırılan toplumsal ve ekonomik birlik. Bu ailenin temel özellikleri ise:

  • Üye sayısı sınırlıdır.
  • Büyük aileye kıyasla aile bağları daha zayıftır
  • Genellikle kentsel mekânlarda görülen aile tipidir.

Çekirdek aile, parçalanmış veya tamamlanmamış aileler bu aile yapısı içinde ele alınabilir.

Çekirdek aile, Anne baba ve evlenmemiş çocuklarından oluşan, günümüz toplumsal yapının en çok görülen aile tipidir.

Parçalanmış/tamamlanmamış aile, Parçalanma, ilişki ya da bağın sona ermesidir. Ölüm, boşanma, geçici ve sürekli ayrılıklar sebebiyle bilinen aile şeklinden farklılaşmış aileler, parçalanmış aile olarak adlandırılır.

Boşanma, evden ayrılma ve ölüm gibi nedenlerle eşlerin (karı-koca olarak) birbirinden kopmasıyla oluşan ve çocukların ebeveynlerinden biriyle birlikte oluşturduğu aile sistemine parçalanmış aile denmektedir.

Aileler sistemsel özelliklerine göre de sınıflandırılabilirler. Sistem yaklaşımı aileleri; kapalı aileler, gelişigüzel (rastlantısal) aileler, açık aileler ve eş zamanlı (senkronize) aileler olarak dört türde ele almaktadır.

Kapalı Aileler

Genellikle “geleneksel aileler” olarak bilinirler. Ailede kararları alan bir lider ve hiyerarşik yapı söz konusudur. Ebeveynlik otoriteye dayalıdır. Bu aileler iyi işlediğinde kurallar ve sınırlar belli olur ancak aile üyelerinin kendine has özellikleri görmezden gelinir. Birey değil grup önemlidir.

Gelişigüzel (Rastlantısal) Aileler

Kapalı ailelerin aksine grup yerine bireye önem verilir. Aile her üyenin ihtiyaç ve amaçlarını gözetir. Hiyerarşik değil, izin vericidir. Aile üyeleri kendi sorunlarını çözmeleri için cesaretlendirilir bu nedenle de en büyük avantajı çocukların yaratıcılığının ve problem çözme becerilerinin gelişmesini sağlamasıdır.

Açık Aileler

Değerler açısından hem grup hem de aile değerleri önemlidir. Kararlar aile üyeleri tarafından birlikte alınır. Bilgi paylaşımı ve iş birliği vardır. Birbirine güven ve açık/sözel iletişim vardır. Bu tür ailelerle çalışmak diğerlerine göre daha rahatlatıcıdır çünkü aile üyeleri yeni fikirlere açıktır.

Eş Zamanlı (Senkronize) Aileler

Bu tür ailelerde iletişim kapalıdır. Sözel olmayan iletişim önemlidir. Bu tür aileler rutine önem verir ve düzenlidir. Bu nedenle aile üyeleri özellikle çocuklar güven ve ait olma duygusu yaşarlar. İletişim açık ve anlaşılır olmadığı için mesajları almak zordur. Bu ailelerde zor bir üye olduğunda ya da aile büyük değişimler geçirdiğinde genellikle “inkâr” ortaya çıkar.

Türkiye’de Aile Yapısı ve Değişim

Bir sosyal kurum olarak aile hem bireyi ve toplumu etkilemekte hem de birey ve toplumdan etkilenmektedir. Sosyal değişim ve dönüşümler aileyi de çeşitli biçimlerde etkilemektedir. Türkiye’de aile yapısı tarihsel süreçte çeşitli etkenlerin etkisiyle değişime uğramıştır.

Aile düzeni ve ev hayatı Türk toplumlarında çok önemliydi. Türkçede evlenmek “ev-bark” sahibi olmak olarak adlandırılır. “Bark” Orhun Kitabesinde “mabet” anlamına gelir. Bu da Türklerin “ev” ve ondan türeyen “evlenmeye” yükledikleri kutsal anlamı gösterebilir. Aile ocağı, ev ve evlenme kavramları kutsal mabedin telkin ettiği güvenliği, saygınlığı, ihtiramı ve huzuru çağrıştırmaktadır.

Selçuklulardan sonra Anadolu’ya hâkim olan Osmanlılarda hâkim olan aile yapısı toprak sistemi ve ekonomik değişimin de etkisiyle “geniş aile”dir. Bir avlunun etrafındaki konutlarda aynı ailenin üç kuşağına mensup aileler bir sosyalekonomik ünite hâlinde yaşarlar.

Çağdaşlaşma ve Batılılaşma sürecinin bir sonucu olarak Cumhuriyet Dönemi’nde sosyoekonomik ve kültürel değişimle birlikte aile yapısı da değişime uğramıştır. Uzunca bir süre etkili olan tarıma dayalı kırsal demografik yapı, sanayi ve bürokrasiye dayalı kentsel yapıya yerini bırakmıştır. Özellikle 1950’lerden sonra ortaya “gecekondu ailesi” ismi verilen yeni bir aile türü ortaya çıkmıştır.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) (2014), “Türk Aile Yapısı Araştırması” sonuçlarına göre son 50 yıl içinde Türkiye’deki aile yapısında çok önemli değişimler meydana gelmiştir.

Türkiye’de aile yapısının dönüşümü sürecinde etkili olan üç önemli gelişme söz konusudur. Bunlar (ASPB; 2014):

Sosyoekonomik değişim: Kentleşme ile ekonomik yaşamda sanayi ve hizmet sektörlerinin ön plana çıkması, kadının ücretli istihdam sürecine dâhil olması, kişi başına düşen gelirin artması.

Demografik dönüşüm: İlk evlilik yaşının yükselmesi, evlilik içi doğurganlık kontrolünün artması, ilk çocuğa sahip olma yaşının yükselmesi, doğurganlık seviyesinin iki çocukla sınırlanması, ideal çocuk sayısı ile sahip olunan çocuk sayısı arasındaki makasın daralması, boşanma hızlarının artması ve doğumda yaşam beklentisinin artması.

Düşünsel değişim: Düşünsel değişim (ideational change), Arland Thornton tarafından gelişmekte olan ülkelerin demografik ve aile yapılarında meydana gelen değişimlerin altında yatan faktörleri ortaya koymayı amaçlayan gelişimsel idealizm kuramının kullandığı temel kavramlardan birisidir.

Aile yapısının dönüşüm sürecine etki eden faktörleri göç, yoksulluk, toplumsal değerler, teknoloji ve kadınların çalışma hayatına girmesi olarak sınıflandırmak da mümkündür. Bu faktörlerden göç, Anadolu’da eskiden beri var olan bir kavram olmakla beraber son yüzyıl içerisinde Sanayi Devrimi ile gelen işsizlik ve geçim sıkıntısı sorunu nedeniyle çalışmak için kırsaldan kente veya başka bir ülkeye göç etme şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Aile Yaşam Döngüsü

Gelişimsel ya da yaşam döngüsel kuramlar, yaşam dönemlerini kritik gelişimsel aşamalar olarak görürler ve bu dönemlerin önemli unsurlarını anlayarak bireyleri ve aileleri anlayabileceğimizi savunurlar. Bu bakış açısına göre;

  • Bireysel gelişimin anlamı hassas dönemlerden geçebilmektir.
  • Bireyler bazı zaman periyodlarında belli deneyimlere açık olabilirler.
  • Başkalarıyla etkileşime giren bireylerin diğer aşamaya geçebilmesi için bazı beceriler kazanması gerekir.
  • Uygun olmayan teşvikler uyumsuz davranışlara ya da gelişimsel durağanlığa neden olur

Aile yaşam döngüsü modeli aile ve evlilik sisteminin değişimini ve gelişimini açıklayan bir modeldir. Model, sistem kavramları ile bütünleşmekte ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu yaklaşıma göre, aile yapısında bazı değişim ve gelişmeler oluşur. Çocuğun doğumu, boşanma, ölüm, yeniden evlenme gibi değişimlere aileler uyum sağlamada zorlanabilirler.

Aile yaşam döngüsünün evreleri Carter ve Mc Goldrick (2005) tarafından beşe ayrılmıştır. Bunlar;

Bağımsızlık Evresi

Aile yaşam döngüsündeki ilk evredir. Bu dönemde birey genç yetişkinlik evresinde olup duygusal, fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak yeterli bir yetişkin hâline gelme aşamasındadır. Bu aşamada birey bir kimlik geliştirir. Kendi yaşamını kazandığı bir iş ve eş seçiminin ilk denemeleri bu dönemde gerçekleşir.

Eş Seçimi ve Ailenin Kurulma Evresi

Eş seçimi sağlıklı bir ailenin oluşmasında ilk ve en önemli koşuldur. Eş seçimine ilişkin literatürde çeşitli yaklaşımlar yer almaktadır. Şüphesiz, bireylerin hazıroluşlukları, karşılıklı uyumları ve evliliğe istekli olmaları bundan sonraki süreci etkileyecek ve belirleyecektir. Genç yetişkinlerin eş bulma ve evliliğe karar verme süreçleri, bireylerin diğer aile üyelerini etkilemektedir. Sosyal- kültürel ve etnik farklılıklar, statü farklılıkları gibi farklar da evlilik sürecini etkileyebilmektedir.

Ebeveynlik Evresi

Bu dönem Duvall’in Aile Yaşam Döngüsü Modelinde (İl, 2005) dört evreye ayrılmıştır: Bebekli aileler, okul öncesi dönemde çocuğa sahip aileler, okula giden çocukları olan aileler ve ergenlik çağında çocukları olan aileler.

Yetişkin Çocuklara Sahip Olma Evresi

Çocukların ergenliklerinin bitimi ve yetişkinliklerinin başlamasıyla, yetişkin çocuklara sahip aile evresi başlar. Çocuklar dışarıda daha fazla zaman geçirmeye başladıkça çiftlerin de kendilerine ayırabilecekleri zaman artar. Bununla birlikte bazı sorunlar da yaşayabilirler.

Emeklilik ve Yaşlılık Evresi

Eş yaşamı açısından en doyumlu ancak sağlık sorunları, ölüm korkusu gibi nedenlerle uyum sağlaması en zor dönemlerden biridir. Bu dönemde artık çocuklar evden ayrılmış ve bağımsızlaşmıştır. Bununla birlikte, eşler ilişkilerinde birbirlerine yakınlaşmış “ikinci bahar” olarak isimlendirilen dönemlerini yaşamaktadırlar.

Aile yaşam döngüsü evlilikle başlamakta ve eşlerden birinin ölümüne dek sürmektedir. Ailenin bir aşamadan diğerine geçişi aile işlevlerinde, aile yapısında ve rollerde değişiklikler olmaktadır.

Evliliğin başlamasından, eşlerin ölümüne kadar geçen bu süreçte, aile bireyleri her aşamada değişmek ve yeni roller-sorumluluklar yüklenmek durumunda kalabilirler. Aileyi etkileyen iç veya dış koşullara uyumu sağlamak için değişim gereklidir. Gelişimsel ya da yaşam döngüsü kuramının temel savunuları şöyle özetlenebilir:

  • Aile yaşam döngüsünün her aşamasında içsel ya da dışsal çeşitli etkilere maruz kalır ve varlığını devam ettirebilmek için yeni duruma uyum sağlamak durumundadır.
  • Uyum sağlama sürecinde aile üyeleri yeni beceriler kazanır. Böylece aile yeni baş etme becerileri kazanarak güçlenir.
  • Aile bu yeni döngüdeki duruma uyum sağlayamazsa “kriz” ortaya çıkar. Aile üyeleri krizi çözmek konusunda uzlaşır ve çözebilirse güçlenerek yeni bir aşamaya geçmiş olur.

Aile Kuramları

Kuram, toplumu ve toplumsal yapının parçalarının birbiriyle olan ilişkisini tanımlamak, açıklamak ve öngörülerde bulunmak için kullanılan birbiriyle ilişkili kavramlar dizisi olarak tanımlanabilir. Günümüze kadar aileyi anlamak ve açıklamak için birçok kuram geliştirilmiş ve çeşitli araştırmalarla bu kuramların varsayımları sınanmıştır. Bu kuramlar çok farklı disiplinlerce geliştirilmiş ve aileye adapte edilerek kullanılmıştır.

Gale ve Vetere (1987)’ye göre aile kuramları;

  • Temel değişkenleri açıkça belirleyebilmeli ve tanımlayabilmelidir.
  • Aile içi davranışları veya olayları etkileyebilecek olası değişkenleri belirlemeli ve
  • açıklamalıdır.
  • Kuram, aile ihtiyaçlarını odak almalı ve bu ihtiyaçları gidermenin yollarını sunmalıdır.
  • Aile içi çatışma konularının çözümü için sorunların kaynağını, türünü ve çözüm yollarını tanımlayabilmelidir.
  • Aile içi rolleri ve işlevleri; duygusal etki, karar verme, sosyalizasyon ve diğer dikkat çekici faktörler bakımından açıklayabilmelidir
  • Diğer bakış açılarını da dikkate alabilmelidir.
  • Aile üyelerinin açık ve örtük değer ve inançlarının sistematik değerlendirmesi aile dışı yapılar ve kurumların inanç kalıplarıyla bağlantılandırılmasını sağlamalıdır.
  • Ailelerin gelişim dönemlerini etkileyen değişimleri ve stres faktörlerini ele almalıdır.
  • Tekrarlayan aile davranışlarını açık hâle getirmelidir.
  • Aile sınıflandırması davranışlar ve eylemleri ayırt edebilmelidir.
  • Aile etkileşimleri bireysel, ikili, ailesel ve daha geniş grup etkileşimleri bağlamında açıklanabilmelidir.
  • Aile sınıflandırması çok çeşitli aile iklimlerini ve yaşam tarzlarını tanımlayabilmeli; aile davranışlarını, aile içi olayları ve etkileşimsel sıralamasını sınıflandırabilmelidir.

Yapısal-İşlevselci Aile Kuramı

Talcott Parsons tarafından geliştirilmiştir. Bu kuram, aileyi toplumun bir alt sistemi olarak görerek toplumun belli işlevleri yerine getirdiğini vurgular. Aileye uyarlanan birçok kuram aslında yapısal-işlevselci kuramlardır.

Minuchin (1974) genellikle yapısal-işlevselci teorisyenler arasında gösterilmektedir. Onun yaklaşımı, sistem kuramıyla uyumludur ve açık sistemler yaklaşımı ile aileyi bireylerin toplamı olarak değil bir bütün olarak görmektedir. Bu kuramın başlıca özellikleri şunlardır:

  • Aile, etkileşimsel kalıpları olan bir sistemdir.
  • Aile sistemi, alt sistemlerinden etkilenerek işlev görür.
  • Aile alt sistemleri geçici ya da sürekli bireylerden oluşur.
  • Aile üyeleri bir veya daha fazla sistemin parçası olabilir ve her birinde farklı roller üstlenmiş olabilirler.
  • Alt sistemler, kendi içinde veya aralarındaki güç ilişkileri ile hiyerarşik olarak düzenlenmiştir.
  • Sistemin bir parçasındaki baskı, sistemin diğer parçalarını da etkiler.
  • Aileler, bütünlük ve uyum düzeyleri bakımından tanımlanabilirler.
  • Aile yapısındaki değişim, bireysel davranışlardaki değişim ile ilgilidir.
  • Aile bireyleri sürekli etkileşim yoluyla birbirini etkiler ve birbirinden etkilenirler.
  • Bireyler, parçası olduğu sistemleri etkilerler.

Yapısal aile yaklaşımında sınırların geçirgenliği ve derecesine göre üç tür aile tanımlanmıştır. Bunlar; alt- sistemler arasında katı sınırların olduğu “kopuk” aileler, belirgin sınırların olduğu “fonksiyonel/sağlıklı” aileler ve belirsiz sınırların olduğu “iç içe” ailelerdir.

Sistem Kuramı

Yapısal-işlevselciliğin bir uygulaması olarak sistem kuramı 1940’lardan beri sistemlerin oluşumu ve davranışı üzerine kuram geliştirmektedir. 1960’lardan bu yana sosyal hizmet disiplini de insan davranışlarını değerlendirmede birincil olarak sistem yaklaşımını kullanmaktadır. Örneğin Germain ve Gitterman (1996) sosyal sistemlerin çeşitli aşamalarına uygulanabilecek ekolojik metafora dayalı modeller geliştirmişlerdir. Genel sistem kuramında sistemin parçaları tek başlarına değil, aralarındaki etkileşimler çerçevesinde ele alınır ve sistemin bir bütün olarak görülmesi sağlanır.

Aile sistem kuramı öz olarak; ailenin, parçaların toplamından çok bir bütün olarak ele alındığında anlaşılabileceğini savunur. Aile içindeki her bir üyenin rolü tüm üyeler arasındaki dengeyi devam ettirmede hayati bir öneme sahiptir.

Aile sistem kuramının önemli uygulamalarından biri de “aile sistemleri terapisi”dir. Burada ailenin tümü danışan/müracaatçı ya da hasta olarak görülür. Aile üyeleri arasındaki kalıplar, güç ilişkileri ve etkileşimler bir bütün olarak kavranmaya çalışılır.

Genel sistem kuramının güçlü yönü, birbiriyle etkileşim hâlindeki sistem ve alt-sistemleri anlamaya olanak tanımasıdır. Ancak her ne kadar sistem kuramı hem tek tek parçaları hem de bütünü görmeye olanak tanısa da ikisini aynı anda değerlendirmek güç olabilir. Bütüne aşırı odaklanma, parçaların etkisini görmeyi zorlaştırırken parçalara odaklanmak da bütünün nasıl etkilendiğini görmeyi zorlaştırabilir.

Sembolik-Etkileşimci Aile Kuramı

Sembolik etkileşimciler içinde yaşadığımız toplumsal düzendeki her şeyin (nesnelere, olaylara, eylemlere) atfettiğimiz anlamlar sonucu oluştuğunu düşünürler. Dolayısıyla toplumsal yaşam onu oluşturan bireylerden bağımsız olarak değil bireylerin atfettikleri anlamlardan meydana gelmektedir. Bireyler her gün yaşamı aktif, yapıcı ve yaratıcı biçimde sembolik etkileşim ve iletişim aracılığıyla inşa etmektedirler.

Bu kurama göre, insanlar içinde yaşadıkları dünyadaki her şeye sürekli olarak anlamlar yükleyerek anlayabilen ve bu anlamları sembollerle anlatabilen, bu anlamları temsil eden semboller aracılığı ile başkalarıyla etkileşim kurabilen ve benlik (self) duygusu geliştirebilen varlıklardır.

Bu modele göre bireyler çevreleriyle kurdukları etkileşim sonucu kim olduklarına ve yaşam amaçlarına karar veriler, başka bir deyişle, bir kimlik oluştururlar. Sembolik etkileşimciliğin temel özellikleri şöyle sıralanmıştır:

  • Sembollerin ve anlamlarının önemi
  • Toplumsal ve bireysel benlik kavramı
  • Rol, rol oynama, rol geçişi ve rolde zorlanma kavramları
  • İnsan varlığının pasif tepki verenler değil, aktif katkı veren olarak ele alınması

Bilişsel-Davranışçı Aile Kuramı

Bilişsel-davranışsal kuram; bilişsel, davranışsal ve sosyal öğrenme yaklaşımlarını birleştirmekte ve işlevselliği insan ve çevresi arasındaki karşılıklı etkileşimlerin bir ürünü olarak açıklamaktadır. Davranış gözlenebilen, kaydedilebilen, ölçülebilen eylem, hareket ya da yanıtlardır. Davranışçı kuram davranışların öğrenme ürünü olduğunu; öğrenmenin uyarıcı nesne ile davranış arasında bir bağ kurularak geliştiğini ve pekiştirme yoluyla davranış değiştirmenin gerçekleştiğini kabul eder.

Genel olarak bu terapilerin amaçladığı hedefler bireyin iyilik hâlinin artırılması, sosyal becerilerinin geliştirilmesi ve istenmeyen davranışının azaltılmasıdır. Bilişsel- davranışçı terapi stratejileri üç grup altında incelenmektedir:

  • Anksiyeteyi azaltan terapi stratejileri: Gevşeme eğitimi, sistematik duyarsızlaştırma, alıştırma, tepki önleme, göz hareketlerini duyarsızlaştırma ve yeniden işlemleme gibi.
  • Bilişsel yeniden yapılandırma stratejileri: Duygu ve düşünceleri izleme, kanıtsal sorgulama, alternatifleri sınama, yeniden düzenleme- çerçeveleme, düşünceleri durdurma.
  • Yeni davranışlar öğrenme stratejileri: Modelleme, biçimlendirme, ödüllendirme, rol oynama, sosyal beceri eğitimi, itici uyarıcılara koşullama terapisi, olasılıklı anlaşma.

Bu kuramlardan faydalanılarak bilişsel-davranışçı aile danışmanlığı teknikleri geliştirilmiştir. Burada da amaç, ailedeki problemli davranışı oluşturan koşulları ve bilişsel süreçleri belirleyerek bunları istenilen yönde değiştirmektir.

İnsancıl Aile Kuramı

Bilişsel CarI Rogers, hümanistik (insancıl) psikoloji alanında geliştirdiği kişi merkezli kuram (person-centered theory/client centered theory) ile bu alanda en tanınmış isimdir.

Rogers’ın (1951, 1961, 1969) kişilik ve davranışa ilişkin fenomenolojik düşünceleri ders kitabının 26-27. sayfalarında özetlenmiştir.

Bu kurama göre sağlıklı birey, kendisi olabilen bireydir. Bireyin kendisinin farkında olması, duygularını fark etmesi ve kendini gerçekleştirmesi sağlıklı bireyin en temel özellikleridir. Bu varsayımdan yola çıkarak kişi (müracaatçı) merkezli terapi geliştirilmiştir.

İnsancıl/yaşantısal kuram aile çalışmalarına da uyarlanarak insancıl/yaşantısal aile danışması yaklaşımı ortaya çıkmıştır. İnsancıl aile danışmasının en önemli temsilcisi bir sosyal hizmet uzmanı olan Virginia Satir’dir. Bu kuramın aile ile ilgili temel görüşü şudur: Aile üyeleri kendi duygularının farkında değildir. Duygularını fark ettikleri zaman ise bunları bastırırlar. Aile üyeleri duygularının farkında olup bunu yaşayamadığında birbirlerinden uzaklaşır ve başka meşguliyetler edinirler. Bu nedenle, insancıl kuramdan yararlanan uygulayıcılar bireyin tekliğine, duygularına, gelişme kapasitesine, seçim yapma ve kendini gerçekleştirmelerine önem verirler.

Bu kuramın güçlü yönleri; kişinin kendi sorumluluğunu almasına başka bir ifadeyle “kendi kararını tayin etmesine” olanak tanıması, sorun ve amaçları “şimdi ve burada” yaklaşımıyla ele alması, profesyonel ile müracaatçı arasındaki ilişkinin hiyerarşik olmaması ve insanların kendi problemlerini çözebilme kapasitelerinin olduğuna inanmasıdır.

Psikodinamik/Psikoanalitik Aile Kuramı

19. yüzyılın sonlarında Sigmund Freud, psikolojide etkili kuramlardan biri olan psikanalizi ortaya atmıştır. Freud’a göre bilinç iki bölümden oluşur: Bunlar “bilinç” ve “bilinçaltıdır”: Bilinç, farkında olduğumuz yaşantılar alanıdır. Bilinçaltı ise bilincinde olmadığımız yaşantılar alanıdır; burada, bilinç dışında olan ve özel birtakım tekniklerle bilince çıkarılabilen yaşantılar yer alır.

Freud, doğrudan aile danışması yapmasa da aile dinamiklerine dikkati çeken ilk kişi olmuştur. Çünkü her ne kadar bireyin kişilik gelişimine odaklansa da bireyin kişilik gelişiminde ailenin etkisini göz ardı etmez. Sonrasında Alfred Adler, Nathan Ackerman ve Murray Bowen gibi psikanalistler kuramı aile çalışmalarında kullanmak üzere uyarlamışlardır.

Psikanalitik aile danışmasının amacı, aile üyelerini bilinçaltının sınırlamasından kurtararak geçmiş yerine şu anki gerçeklerle ilgilenen bireyler olmalarını sağlamaktır. Dolayısıyla asıl amaç, sorunu acil çözmek değil; sorunun altta yatan nedenlerini ortaya çıkararak çözmektir.

Psikanalitik aile danışmasında kullanılan tekniklerin bazıları transferans, rüya analizi, yüzleştirme, güce odaklanma, yaşam hikâyesi, tamamlama olarak sayılabilir.

Bağlanma Kuramı

Kişiler arası çekim ve ilişkilerin dinamiği konusunda ortaya atılan kuramlardan biri olan bağlanma kuramı, anneye veya bir kişiye bağlanmanın önemine dikkat çekmiştir. Bağlanma kuramı temel olarak psikanalitik gelenekten İngiliz John Bowlby’ın bağlanma ve nesne ilişkileri kuramına dayanmaktadır. Bağlanma kuramı, anne-çocuk arasındaki bağlanma ilişkisine ve bununla ilişkili olarak genellikle çiftler arasındaki ilişkilerin doğasıyla ilgilenir. Bu kurama göre bazı kişilerle sıcak- yakın ilişki ihtiyacı, insan doğasının temel bir boyutudur. Ancak bazen çeşitli nedenlerle bağlanma ilişkisi olumlu yönde kurulamaz.

Ainsworth ve diğerleri (1978), çocuk-anne ilişkisinde üç farklı bağlanma stili ve dolayısıyla üç farklı ilişki türü ayırt etmişlerdir: Birinci türde çocuk, annesini çevreyle ilişkisinde güven verici bir dayanak olarak kullanmaktadır ve ‘güvenli çocuk’ tipini yansıtmaktadır. İkinci türde, anne mesafeli durmakta, çocuğun kendine yaklaşma çabalarını reddetmekte ve bunun sonucunda ‘kaçınan çocuk’ tipi belirmektedir. Üçüncü türde ise anne, çocuğun isteklerine cevap vermede geç kalmakta veya belirsiz/istikrarsız tepkiler göstermekte ve bunun sonucunda ‘kaygılı çocuk’ tipi ortaya çıkmaktadır.

Kısaca bağlanma kuramı insanların doğal bir güdü olarak bebeklikten itibaren, başkalarıyla bağlanma ihtiyacı içinde olduğunu, bu eğilimin bebekleri ve çocukları zarar görmekten koruyarak her yönden sağlıklı bir gelişim içinde olmalarını sağladığını savunur. Ancak bağlanmanın niteliği bozulduğunda çocuğun yetişkinliğe doğru devam eden gelişim sürecinde ve kendi kurduğu yeni ailesinde de olumsuz etkileri devam edecektir. Dolayısıyla aile içi ilişki sorunlarını anlamanın yolu çocukluktaki bağlanma ilişkilerini anlamaktır.

Bu kuramın güçlü yönü hem biyolojik hem de çevresel etkileri bütünleştirebilmesinden ileri gelmektedir. Bu kuram, insanları çocukluklarıyla ilgili çok fazla “suçlayıcı” biçimde ele aldığı ve çocukluktaki sağlıksız bağlanmalara rağmen mutlu ailelere dönüştürme çabasında olduğu için eleştirilmiştir.

Feminist Kuram

Kadının insanlık tarihi boyunca aile içinde ve dışında üstlendiği rolleri ele alan feminist kuram aile içi ilişkiler bağlamında da uygulayıcıların yararlandığı bir kuram olmuştur. Bu kuram; aile içi ilişkileri ve çatışma kaynaklarını, sömürü, patriyarki ve cinsiyet kavramları çerçevesinde ele alır. Evlilik ve aile konusunun eksiksizce anlaşılabilmesinde kadın deneyiminin kadın gözlükleriyle yeniden anlaşılmaya muhtaç olduğu vurgulanmaktadır.

Feminizm, toplumdaki baskıyı azaltarak kadınların özgürleşmesi için oluşturulmuş belirli düşünme ve davranış biçimleridir. Feminist kuram, bir toplum içindeki kadın ve erkekler arasındaki cinsiyet ilişkilerinin yapısını inceleyerek, kadın hakları ve kadının eşit statüsü üzerinde durur. Feminist kuram kadını temel obje ve ilgi odağı olarak görür ve onu üç açıdan inceler:

  • Birincisi araştırmaların başlangıç noktası kadındır.
  • İkincisi kadını merkezi bir obje olarak görür.
  • Üçüncüsü ise feminist kuram kadının bakış açısından hem kritik hem de eylemcidir ve kadına mevcut yapıda daha iyi bir yer bulmaya ve dünya yaratmaya çalışır.

Feminist bakış açısının temel varsayımları şöyle özetlenebilir:

  • Yaş, sınıf, ırk, etnisite, özürlülük durumu ve cinsiyet kadınları ve diğer grupları tanımlar
  • Bireysel deneyim, değişim ve adaleti getirecek sosyal veya politik eylemi getirir
  • Birçok farklı gerçeklik vardır
  • Sorunlar bütünsel ve bağlamsaldır

Feminist yaklaşım güçsüz ve baskı altında konumlanan gruplardan kadına ilişkin gerçeği anlama ve değiştirme çabasında başarılı olabilmek ve kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliğini onların ifadeleriyle anlamak ve güçlenme için gerekli koşulları sağlamak için değişme sürecine konu olanların görüşlerinin ön plana çıkarılmasına büyük önem atfetmektedir. Feministler, kadın deneyimini, erkeklerle karşılaştırarak değil, sadece kadın olmanın değerli olmasından dolayı normalleştirmenin yollarını ararlar.

Feminist kuram, aile araştırmalarında ön yargılı erkek egemen anlama sistemini sorgulayarak olguları kadın bakış açısından anlamayı sağlamıştır. Bununla birlikte yalnızca araştırma alanında değil, uygulama alanında da kadının güçlendirilmesine ve haklarının korunmasına dair adımların atılmasına katkı vermiştir. Bu kuram özellikle klasik feminizm yaklaşımı, beyaz orta sınıf kadınları savunduğu ancak farklı kültürlerdeki kadını anlamada sınırlı olduğu yönünde eleştirilere tabi olmuştur. Bu kuram aynı zamanda biyolojik ve psikodinamik süreçlere ve aile içindeki erkek üyelere yeterince önem vermediği yönünde de eleştirilere tabi olmaktadır.