AKDENİZ UYGARLIKLARI SANATI - Ünite 2: Akdeniz’in İlk Uygarlıkları ve Sanatın Doğuşu Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Akdeniz’in İlk Uygarlıkları ve Sanatın Doğuşu
Ünite 2: Akdeniz’in İlk Uygarlıkları ve Sanatın Doğuşu
Giriş
Akdeniz Dünyasını, adı geçen denize kıyısı bulunan ülkelerin oluşturdukları bilinen bir gerçektir. Bu coğrafya içinde yer alan Fransa’nın güneybatısı ve güneydoğusu, İspanya’nın kuzeyi, Aşağı ve Yukarı Pireneler, sundukları eşsiz ve zengin verilerle, insanlık tarihinde üst Paleolitik’te sanatın doğuşunun ve ilk gelişim sürecinin anlaşılmasında ayrıcalıklı bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugünkü bilgilerimize göre, Akdeniz’in bu bölgesi bir yana, dünyanın hiçbir yerinde prehistorik (tarih öncesi) sanat bu denli yoğun ve güçlü değildir. Akdeniz Dünyası’nın bu kesiminde 100’den fazla mağara ve kaya altı sığınağının duvarlarında ve dolgularında çeşitli tekniklerle işlenmiş, eşsiz duvar resimleri ve taşınabilir sanat eserleri saptanmıştır. İçerdikleri sanat yapıtlarıyla dünya çapında üne kavuşmuş olan Lascaux (Lasko), Altamira ve 1994 yılında bulunan ve dünyadaki en eski mağara sanatını veren Chauvet-Pont-d’Arc (Şove) mağarası gibi mağaralar bu alanda yer almaktadırlar. Sanat eserleri içeren mağaraların tümünün sistemli olarak incelenmesi sonucunda bu alandaki sanatın bir sanat ekolü oluşturduğu görülmüştür. Bu ilk sanat ekolü ise gerçekçiliğin egemen olduğu Franko-Kantabrik Sanat olarak adlandırılmıştır. Bölgesel farklılıkların bulunmasına karşın bu sanatın etkileri; Avusturya, İsviçre, İtalya, Çekoslovakya’ya kadar uzanmaktadır. Kuzeye doğru bazı sanat izleri Belçika, Almanya ve İngiltere’de de kendini gösterir.
Paleolitik (Yontma Taş Çağı) ve Sanatın Doğuşu
Tarım öncesi dönemler, Yontma Taş Çağı (Paleolitik) içinde yer alır. İnsanoğlu bu dönemde konargöçer bir hayat sürüp avcılıkla ayakta kalmıştır. İnsanlık tarihinin %99’u bu döneme aittir. Bu dönem, Buzul Çağı denilen IV. Jeolojik zaman dilimi içindedir.
Paleolitik Çağ; alt, üst ve orta olmak üzere üç döneme ayrılır. İnsanlığın ilk sanatsal ürünlerinin ortaya çıktığı Franko-Katabrik bölge buzulların egemen olduğu bölgenin dışında kalan bir bölgedir. Uygarlık tarihini başlatan ilk insanlar alet yapmaya başlayan Doğu Afrika Bölgesi’ndeki Homo Habilisler’dir. Alt Paleolitik dönem içinde evrim zincirinde Homo Habilis’i, Homo Erectus takip eder ve Orta Paleolitik Dönem’de de sahneye Homo Neandertalensis çıkar.
İnsan soyu, her ne kadar 2,5 milyon yıl önce alet üreten bir varlık haline geldiyse de sanatçı olabilmek için, günümüzden yaklaşık olarak 40 bin yıl öncesine ulaşmayı beklemek zorunda kalmıştır. Bunun başlıca nedeni, belki de başlangıçta insanoğlunun imgesel yetisini resim yoluyla dışa vurarak somutlaştırabilmesi için gerekli olan koşullar, gerek zihinsel gelişim gerek kültürel birikim süreçleri bağlamında, yeterli değildi. Ayrıca, yaşama yeni başlayan ilk insanların son derece basit bir donanımla doğada tutunmak için verdikleri çetin yaşam mücadelesi, böyle bir yetinin, varsa bile, dışa vurulmasını engellemiş olabilir.
Hiç kuşkusuz ki sanat birdenbire ortaya çıkmamıştır. İlk sanat görüntüleri, çizgi sınırlamalarıyla başlar. Bu anlamdaki sanatın kökenini Üst Paleolitik’ten daha önceki dönemlerde, örneğin Orta Paleolitik’te aramak mantık dışı görünmüyor. Nitekim Orta Paleolitik’ teki grafik nitelikte ilk gösterimler olan oyulmuş taşlar, bu tür düşünmeye zorlayıcı verilerdir. Ancak bu belirtiler ne sanatsal ne de belirleyici olduklarından, sanatın ilk ve gerçek izleri şimdilik Üst Paleolitik’ ten itibaren başlatılabiliyor.
Sanatın doğuşuna ilişkin görüşler çerçevesinde çoğu zaman sanatın çeşitli duygulardan doğan insan içgüdüsünün bir ürünü mü olduğu, yoksa av hayvanını çoğaltma, kolay avlanmayı ve üremeyi sağlama, bereketi arttırma ya da vahşi hayvanlardan korunma gibi nesnel uygulamalardan mı çıktığı tartışma konusu olmuştur. Esasen bu iki görüş, ne birbirinin zıttıdır ne de birbirleriyle çelişir. Nitekim sanatın ilk kez ortaya çıktığı Paleolitik Çağ’ın sanatı incelendiğinde bu iki sürecin birbirini izledikleri görülür. Şöyle ki; entelektüel ve psişik evrim sonucunda insanda hayret, hayal ve birtakım sentezler yapabilme yeteneği gelişince, kendiliğinden etrafındakileri inceleme, sezme ve bu inceleme ve sezgiler sonucunda da gördüklerini, kavradıklarını içgüdüsel bir dürtüyle somutlaştırma gereksinmesi duyulmuştur. Daha sonraki bir aşamada insanoğlu kendindeki yaratma gücünü fark edince, bu gücün kökenini de bilmediğinden, onu mucizevî bir kudret olarak yorumlamış, böylece sanatı büyü, büyücülük ve sihir yolunda kullanmaya başlamıştır. Sanat ve din-büyü ilişkisi içinde büyü, doğaüstü kuvvetler üzerinde kurulmuştur ve insanın yaşamını düzenler. İlkel kavimlerin bireylerinin ve küçük çocukların hayal ile gerçeği birbirine karıştırdıkları bilinen bir gerçektir. Bu durum, paleolitik insan için de söz konusu olabilir. Dolayısıyla, ilk sanatçının indinde yaptığı resimle bu resimde tasvir ettiği varlık arasında tam bir birlik vardır. Örneğin, hayvanları tasvir ederek onların gücünü ele geçirdiklerine inanmışlardır.
Avcılık ile hayatta kalmış bu dönem insanı tehlikeden korunmak, avda bereket ve sağlık gibi yaşamsal durumlar için ritüeller esnasında sanattan fayda ummuşlardır. Ayrıca majik obje ve resimler üretmişlerdir.
Paleolitik Sanatta Uygulanan Teknikler
Paleolitik sanat, yapılış şekilleri bakımından üç grup içinde toplanmaktadır: Kazıma resim, heykelcilik ve boyalı resim.
Kazıma Resim (Gravür): Kazıma resim; sıyırma, döğme ve özellikle de az çok derin çizgilerle oluşturulmuş olan tasvirdir. Taşınabilir nesneler ve kayalar üzerine uygulanan bir tekniktir. Kazıma tekniğiyle yapılan eserler, kendilerini farklı formlar altında gösterirler. Bunların en eskileri, mağaraların killenmiş duvarları üzerine sanatçının parmağı ile çizdiği makarna çizgiler (macaronis) denilen bazen anlamsız, bazen de bir hayvanı temsil eden motiflerdir.
Heykelcilik: Üç boyutlu sanat eserlerine verilen isimdir. Oyma ve yontma yöntemleri o dönemlerde kullanılırdı. Alçak kabartma, yüksek kabartma ve heykelcik olmak üzere o dönemlerde üç gruba ayrılırdı:
Alçak Kabartma: Kabartmaların yüksek olmadığı eser grubudur. Kaya sığınaklar ve kaya bloklarına işlenmiştir. Hamile kadın sıklıkla kullanılan bir motiftir. Paleolitik dönemde alçak kabartma daha yaygındır.
Yüksek Kabartma: Üç boyutlu bir heykeli andıran ama bir yüzey üzerinde yükselen eser grubudur. En önemli örneği, Mas d’Azil Mağarası’nda (Fransa-Ariège) bulunmuştur.
Heykelcik (Yontu): Tamamen iki boyutlu yüzeyden bağımsız, üç boyutlu minik heykellerdir. Paleolitik dönemde en çok doğurgan kadın tasvirlerini heykelciklerde işlemişlerdir. En bilineni Willendorf Venüsü’dür.
Boyalı Resim: Derinliği olmayan, iki boyutlu yüzey üzerine çalışılmış resimdir. Sığınak duvarlarına ve kayaların üzerine yapılırdı. Tek ya da çok renkli boyamalar yapılırdı. Figürü yalnızca boyalı konturla belirtmek; içini tamamen boya ile doldurmak; renkle doldurulan yüzeylerde birden fazla renk kullanmak; içi daha önce renklendirilmiş figürü siyah gibi koyu bir renk ile çevrelemek ya da içini noktalarla bezemek paleolitik sanatta saptanabilen bazı boyama şekilleridir.
Boyalı resimlerde boyama tekniğinin uygulaması farklı da olsa, renk maddesinin esası siyah, kırmızının tonları, kahverenginin tonları, sarı, beyaz ve ender olarak da turuncu, mavi ve yeşil renklerdir. Bütün paleolitik boyalı resimlerine bir aile havası veren bu renklerin Fransa’nın güneyinden İspanya’nın güneyine kadar bir yayılış gösterdiği bilinen bir gerçektir.
Boya maddeleri içinde en fazla kırmızı aşıboyasının kullanıldığı görülüyor. Bu madde doğrudan doğruya elde kalem olarak kullanıldığı gibi, fırça ve parmakla da kullanılmıştır. Boyalar genellikle minerallerden, bazı durumlarda da bitkilerden elde edilirlerdi. Minerallerden elde edilenler uzun ömürlü olurlar, bitkilerden elde edilenler ise çabuk silinirler. Sarı, kırmızı tonları, turuncu ve kahverengiler daha çok demir oksit ve aşı boyasından; siyah ve koyu kahverengiler kömürden, taş ya da hamur halindeki manganezden; beyaz renk kaolen ya da kuş gübresinden; mavi ve yeşil renkler ise kaolenle karıştırılmış bitki özlerinden elde edilirdi.
Kırmızı aşı boyası, prehistorik çağlarda üç farklı alanda kullanılmıştır:
\1. Resim için boya elde etmede,
\2. Can vermek amacıyla cesetleri boyamada. Örneğin grup içindeki önemli bir kişi öldüğünde özel giysisiyle ile gömülür ve üstüne toz halindeki kırmızı aşı boyası serpilirdi.
\3. Deniz kabuklarının boyanmasında. Bu kabuklar boyandıktan sonra mezarlara bırakılırlardı. Kırmızının bu denli yoğun olarak kullanılmasının nedeni, bu rengin yaşamsal sıvı olan kana benzemesindendir. Kırmızı rengi kullanan prehistorik sanatçı, rengi sürdüğü insan ya da hayvan figürüne hayat verdiğine ya da onu canlandırdığına inanırdı. Sonuç olarak, kırmızı rengin kullanılışının simgesel bir anlamı vardır.
Yontma Taş Çağı sanatçısı, hangi rengi hangi amaçla kullanmış olursa olsun, üç şekilde uygulamıştır:
Pat (macun) halinde: Demir oksit, manganez gibi mineral yumruları ya da topakları, taş havanlara konularak gayet ince bir şekilde dövülürlerdi. Toz halindeki boya, yassı taşlar ya da kürek kemikleri üzerinde boya homojen bir pat haline gelinceye kadar, kemik bir kaşıkla, hayvan yağı ya da ilik gibi yağlı maddeler ya da reçine ile karıştırılırdı. Bu işlemde suyun kullanılıp kullanılmadığı bilinmemektedir. Karıştırma işleminde yumurta akı ve günümüz ilkellerinde olduğu gibi idrarın kullanıldığı da ileri sürülen savlar arasındadır. Pat halindeki bu boya maddeleri, günümüzdeki yağlı ve pastel boyaların ilk örnekleri olarak kabul edilebilirler. Kıvama sokulan boya maddesi kullanılmak üzere, yassı taşlar ya da kürek kemikleri üzerine alınırlardı. Bunlar, günümüz sanatçılarının kullandıkları paletlerin ilk örnekleridir.
Toz halinde: Toz haline getirilen boya maddesi, kimi zaman olduğu gibi kullanılmıştır. Bu kullanımda toz boya püskürtme yoluyla uygulanmıştır. Püskürtme işi ise yağlanmış yüzey üzerine ya doğrudan ağızla üflemeyle ya da uzun kemiklerin belki de kamışların yardımıyla yapılırdı. Bu boyama tekniği günümüzdeki püskürtme yoluyla yapılan boyamanın kökenini oluşturmaktadır.
Sıvı halde: Prehistorik resimlerde uygulanmış olan üçüncü boyama şekli, sıvı halinde boyamadır. Bu boyama şekli bir takım testler sonucunda anlaşılmıştır. Bu bir parlatma tekniğidir. Toz halindeki boya maddesi; su, yumurta akı, kan, bal ve bitki suları gibi hafif yapışkan maddelerle karıştırılırdı. Bu maddeler ise boyaya yapışkan bir özellik kazandırır ve sürüldüğü yerde kalmasını sağlardı. Bu boyama türünün, bugünkü suluboyanın ilk örneği olduğunu söylemek olanaklı görünmektedir.
Paleolitik Sanat Eserlerinin Yapıldıkları Yerlere Göre Gruplandırılmaları
Paleolitik sanat uygulandıkları yüzey ve yer açısından üçe ayrılır:
Duvar Sanatı (Pariyetal Sanat): Duvar sanatı, mağaraların iç ve dış duvarlarına, taban ve tavanlarına çeşitli tekniklerle işlenmiş eserlerin oluşturduğu sanat grubudur. Duvar sanatının dağılımı, kaya sanatı ya da taşınabilir sanat kadar dağınık değildir. Zira bu sanat uygun coğrafik koşulları gerektirmektedir.
Paleolitik sanatçılar, mağaraların yüzeyleri üzerine boyalı resim, alçak kabartma ve kazıma resim teknikleriyle figürler işlemişlerdir. Duvar tasvirleri, özellikle de boyalı ve kazıma resimler, çoğu kez mağaraların gözden uzak derinliklerindeki karanlık boşluklarının duvarları üzerine yapılmışlardır.
Üst Paleolitik dönemin ilk kültürü Orinyasiyen’de iskân edilen mağaralarda, son kültürü Magdalaniyen’de kutsal olmayan insanların alınmadığı tapınak mağaralarının duvarlarına boyalı resim, alçak kabartma ve kazıma resim tekniği ile figür çalışılmıştır. Pek ustaca bir başlangıcı olmayan Orinyasiyen duvar sanatı, gittikçe gelişerek yüksek bir seviyeye ulaşan Magdaleniyen sanatın bütün formlarına öncülük etmiştir.
Kaya Sanatı (Rupestr Sanat): Gün ışığına açık kaya altı sığınaklarının duvarlarına ve açık havadaki kaya blokları üzerine yapılmış sanat eserlerinin oluşturduğu sanattır. Paleolitik Çağ’da az rastlanan bu çeşit sanata Mezolitik Çağ’da sıkça rastlanır.
Bu kaya sanatının coğrafik dağılışı hissedilir derecede bölgesel bir sınırlanma ve gruplanma gösterir. Büyük bir çoğunluğu, İskandinavya’dan Ümit Burnu’na kadar uzanan, iğ biçiminde bir alanda toplanmıştır. Güneyde İspanyol Levantin sanat bölgesinde hareket ve hayat dolu bir sanat gelişmiştir. Av, savaş, sosyal yaşantı ve ailesel sahneler çoğunluktadır. Afrika’da ise daha geç dönemlerle ilgili, kuzey ve güneyde olmak üzere iki büyük alan vardır. Franko-Kantabrik sanatta görülen natüralizm, bu sanatta yerini şematizme bırakır. Figürler gölgeler halini almıştır. İnsan tasvirlerinde büyük bir artış görülür.
Taşınabilir Sanat (Mobiliye Sanat): Sıklıkla Üst Paleolitik Dönem kalıntılarında 10 cm’yi geçmeyen taş, kemik, boynuz, diş gibi malzemelere işlenen çoğunlukla hayvan ve insan tasvirlerinden oluşur.
Figürler, işlenmemiş yoz parçalar üzerine yapıldıkları gibi şekillendirilmiş olan delikli çubuklar, savurgalar, kargılar, yarı yuvarlak çubuklar, kumando bastonları gibi alet ve silahlar üzerine de işlenirler. Heykelcikler ve kesilmiş kemik daireler de bu grup içinde yer alırlar.
Günümüze değin ele geçmiş bulunan binlerce taşınabilir sanat nesnesinin dağılımında gerek yerel gerek bölgesel olarak büyük bir eşitsizlik görülmektedir. Herhangi bir konaklama yerinde bunların yüzlercesi ele geçerken, aynı konaklama yerine yakın ve onunla çağdaş olan bir diğerinde bu tür eserlerin çok az sayıda ya da hiç bulunmadıkları görülebilir. Bu durumu konaklama yerlerindeki farklı grupların sosyo-kültürel gelişme düzeylerine bağlamak olanaklı gibi görünmektedir.
Paleolitik Sanatta İşlenen Konular
Bu dönemin sanatçısı eserlerinde bilinçli olarak amacı doğrultusunda belirli konuları işlemiştir. İçinde yaşadığı ortam, bu seçimin belirleyicisi olmuştur. Tasvirlerde kompozisyonlar halinde sahnelemeye neredeyse rastlanmaz. Tarım bu dönemde henüz yapılmadığından yeryüzü biçimleri ve doğa olaylarını yansıtan öğelere de rastlanmaz.
Üst Paleolitik sanatta temalar önem sırasına göre hayvanlar, insanlar, simgesel işaretler ve bitkiler olarak sıralanabilirler:
Hayvan Tasvirleri: Paleolitik sanatçılar, hayvan figürlerini büyük bir ustalık ve değişik tekniklerle işlemişlerdir. Bu tasvirleri, taşınabilir nesneler üzerine işledikleri gibi mağaraların duvarları, döşemeleri ve tavanlarına, açık havadaki kayalar üzerine de çizmiş, kazımış ve oymuşlardır. Bunlar bazen tek olarak, bazen grup halinde ya da bazı durumlarda da stilize işaretlerle birlikte işlenmişlerdir. Sanata konu oluşturan prehistorik fauna; memeliler, balıklar, kuşlar ve sürüngenler olmak üzere üç ana grupta toplanabilir.
Memeli hayvan tasvirleri: Memeli hayvanlardan genellikle iri av hayvanlarının tasvir edilmiştir. Bunun nedeni, bu gruptaki hayvanların paleolitik insanın beslenmesinde oynadığı önemli roldür. Yani paleolitik sanatçının konu seçişi rastgele olmayıp, temel faktöre bağlı bir dizi ikincil faktöre dayanmaktadır. Temel faktör, hiç kuşkusuz ki, beslenme olgusuna dayanan ekonomik faktördür.
Paleolitik sanatta yoğun olarak işlenen hayvan türleri; bizon, öküz, at, mamut, kıllı gergedan, ayı, mağara aslanı, rengeyiği, alageyik, antilop şeklinde sıralanabilir. Bunlardan atlar ve bizonlar ilk iki sırada yer alırlar.
Balık tasvirleri: paleolitik sanata ikinci derecede konu olmuştur. Zira paleolitik insan daha çok güç avladığı ve avlanması tehlikeli olan hayvanları resmetme yoluna gitmiştir. Duvar sanatında ender olan balık tasvirleri genellikle taşınabilir nesneler üzerine işlenmiştir. Tarih öncesi sanat eserleri içinde tanımlanabilen başlıca balıklar; somon, alabalık, turna balığı, dil balığı, ayı balığı, ton ve foktur. Bunların içinde de en fazla somon resmedilmiştir.
Kuş tasvirleri: Kuşlar da seyrek olarak resmedilen hayvan grubudur. İlk sanatçılar, bir yandan uçucu kuşları konu olarak ele alırlarken öte yandan uçmayan kuşları da işlemeyi denemişlerdir. Genellikle hava avcılığında önemli rol oynayan kuş türlerinin tasvir edilmesi yeğlenmiştir. Bu hayvanlara ait tasvirler daha çok Fransa’daki mağaralarda saptanmıştır. Tasvir edilen başlıca balık çeşitleri; kar kekliği, turna kuşu, yaylak kuşu, baykuş, toy kuşu, penguen, balıkçıl, leylek, yaban horozu, kaz, ördek, kar tavuğu ve kuğudur.
Sürüngen tasvirleri: Sürüngenlerin de ilk sanat eserlerine model oldukları görülüyor. Ne var ki, Paleolitik sanatta bu hayvanların tasvirlerine fazla rastlanmaz. Duvar sanatında az işlenmiş olup, daha çok taşınabilir sanat eserleri içinde işlenmiştir. Sürüngenlere ait figürler bugün için yılan ve kertenkele olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. Sürüngen tasvirlerinin, ekonomik bir endişeden çok hastalıklara karşı sihirsel ve büyüsel amaçla yapılmış oldukları söylenebilir.
İnsan Tasvirleri: Hayvan tasvirlerinin yanı sıra yoğun olarak işlenen bir diğer özne de erkeği ve dişisiyle insandır. Sanatın doğuşuna sahne olan Franko-Kantabrik sanatta bu konunun heykelcik, alçak kabartma, kazıma ve boyalı resim teknikleriyle işlendikleri görülmektedir. Yarı hayvanımsı görünüm altında tasvir edilen insan resimleri daha çok duvar sanatı içinde yer almaktadır. Bu büyüsel eserlerde insan, bazen hayvan postlarıyla maskelenmiş olarak da gösterilmiştir.
Yontu ve kabartmaların çoğu kadın tasvirleridir. Kadın heykelcik ve alçak kabartmaları, bir dizi ortak nitelik gösterirler. Heykelciklerde başlar öne doğru eğilmiş olarak tasvir edilmiştir. Böyle bir sunumla sanatçı, belki de kadının gebe karnına kıvançla baktığını vurgulamak istemiştir. Hem heykelciklerde hem de alçak kabartmalarda kadının göğüs bölgesi ölçü dışı, göğüsler son derece iri, geniş ve silindirik olup yağlı bir görünümde olan karnın üzerine sarkar, bel ve baldırlar kalındır. Karın ve kalçalar çok fırlaktır. Eller, genellikle göğüs üstünde kavuşmuş olup, göğüsleri tutuyor izlenimini vermektedir. Doğurganlık ilahi bir güç olarak önem taşıdığından hamile, doğurgan kadın tasvirleri öne çıkar ve buna Bereket Kültü denir.
Simgesel İşaretler: İşaretler, sembolik sanat içine sokulabilecek görünümlerdir. Bu tasvirler Üst Paleolitik dönemde taşınabilir küçük nesneler ve duvarlar üzerine çizilmişlerdir. En çok rastlanan semboller ok, çizgi, geometrik motifler, el izleri ve cinsel organ (fallus ve vulva) tasvirleridir.
Bitki Tasvirleri: Bitkiler, paleolitik sanatta en ender olarak işlenmiş süjelerdir. Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen toplulukların avladıkları hayvanları yoğun bir biçimde tasvir etmelerine karşın, ikinci derecede beslendiği bitkileri temsile istek duymamaları, psişik nedenle açıklanabilir. İnsanoğlu daima zorluklarla elde edebildiği şeylere karşı derin bir ilgi duymuş ve onlar insanın düşün yaşamını daha fazla işgal etmiştir.
Paleolitik Eserlerin Yapımında Kullanılan Materyal
Bu dönemde yaşanan ortamın kendisi materyali belirlemiştir. Sanatçı kendi malzemesini kendi üretmiştir. Boyama için parmak, deri, tüy, kıl, ağaç dalları gibi malzemeler kullanılmıştır. Çizmek ve kazımak için, çakmaktaşı, taş kalemler kullanmıştır. Yontu için, taş kalemler ve çekiç yerine taş tokaçlar kullanmıştır.
Paleolitik sanatçının kullandığı tuvaller, doğanın ona sunduğu doğal yüzeylerdir. Duvar ve kaya sanatı tarzındaki eserleri yaparken mağaralardaki ya da açık havadaki kaya yüzeylerini kullanmıştır. Üzerlerine figürlerini çizdiği, kazıdığı ya da oyduğu bu yüzeyleri de aramış ve kullanacağı tekniğe uygun olanları seçmiştir. Bu seçiş de rastgele olmayıp, geniş ölçüde deneyime dayanmaktadır. Kalker gibi tortul kayaların yüzeylerini kullandığı gibi, bazalt, andezit horştayn gibi volkanik kaya yüzeylerini de kullanmıştır. Taşınabilir sanat eserlerini yaparken de çeşitli taşları, hayvan kemik ve dişlerini, geyik ve rengeyiği boynuzlarını kullanmıştır. Sanatsal eserler için kullanılan taşlar; kalker, kalsit, şist, arduaz, bazalt, steatit, serpatin, sünger taşı ve çeşitli çakıllardır. Karanlık mağaraları aydınlatmak içinde taş lambalar kullanmışlardır.
Sanat Eserlerinin Saptanmaları ve Yaşlandırılmaları
Sanat eserlerinin saptanmaları türlerine göre değişebilir:
Dış mekândaki eserler çoğu zaman rastlantı sayesinde keşfedilir.
Duvar sanatında resimlerin üzeri oksitlenmiş, bitkilerle örülmüş ya da yosunlaşmış bir tabaka ile örtülü olabilir. Bu yüzey ot fırça ile temizlenip Arap sabunu ile yıkanmalıdır. Duvar ve kaya sanatı tahribata daha açıktırlar. Zaman içinde organik değişimlere açıktırlar.
Taşınabilir eserler genellikle kazılar sırasından dolgular içinden çıkar. Kalın tabaka toprak içinde daha sağlam muhafaza edilmiş halde bulunurlar.
Bu eserlerin yaşlandırmalarını yapmak için konum ve şartlardan faydalanılır:
Üst üste bulunan arkeolojik yataklar yaş tespitine olanaklar verir.
Kazıma resimlerindeki çeşitli oksitlenmelerin derecesi ve boyamalardaki bozulmalardan yola çıkılarak yaş tespiti mümkündür.
Eserlerde temsil edilen canlıların fosillerinin yaş tespitinden eser hakkında bir yaş tespiti mümkündür.
İklimsel kronoloji sayesinde yaş tespiti için çıkış noktaları elde edilebilir.
Jeolojik zaman diliminin tespiti ile de yaş tespitine gidilebilir.
İnsan tasvirlerinin özelliklerinden (çıplaklık, kıyafet tarzı, duruş, yanında ki hayvanlar vb.) eserin yaş tespitine gidilebilir.
Anadolu’da Paleolitik Sanat ve Sorunlar
Türkiye’de Paleolitik Çağ alanında yeterli eğitime sahip uzman araştırmacı olmadığından yapılan kazı ve araştırmalar da son derece azdır. Oysaki Alt ve Orta Paleolitik Çağ topluluklarının Anadolu’nun bütün bölgelerine yayıldıkları bilinmektedir. Üst Paleolitik Çağ’da ise kültürlerin farklılaşmaya başlaması yüzünden düzenli bir tespit yapılamamaktadır. Üst Paleolitik Çağ’ın Orinyasiyen’i izleyen Solütreyen ve o dönem sanatının en iyi zamanlarını yaşadığı Magdaleniyen kültürleri Anadolu coğrafyasında yaşamamıştır. Bu yüzden Epipaleolitik Çağ’a erkenden girilmiştir.