AKDENİZ UYGARLIKLARI SANATI - Ünite 3: Denizden Gelenler ve Demir Çağı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Denizden Gelenler ve Demir Çağı
Ünite 3: Denizden Gelenler ve Demir Çağı
Giriş
Akdeniz dünyası Paleolitik Dönem’den sonra Neolitik Dönem’e girer. MÖ 8000-5500 yılları avcı toplayıcı yaşam biçiminden tarımın yapıldığı döneme geçildiği bir çağdır, o nedenle de bir devrim olarak kabul edilir. Tarımsal üretime geçiş, insanların toprağa yerleşmesini ve köyler kurmasını sağlar. Çiftçilik başlar. Tarım ilk kez Ortadoğu’da, Anadolu ve Mezopotamya’da görülür. Evlerin farklı odaları vardır. Köylerin çevresi koruma amaçlı kerpiç duvarlarla çevrilir. Hayvanlar evcilleştirir. Pişmiş toprak kaplar, elle şekillendirilen seramikler bu dönemde üretilmeye başlanır. Günümüzde Ürdün’de Jericho ve Anadolu’da Çatalhöyük önemli yerleşimlerdir. Özellikle obsidyen (siyah cam) kesici olarak çok aranılan bir malzeme olur ve bunu bulmak için insanlar başka bölgelere gitmeye başlar. Ticaret denilebilecek bir takas sistemi görülmeye başlar.
Bakırın da kullanılmağa başlandığı Kalkolitik Dönem’de (MÖ 5500-3000) ise nüfus çoğalmış ve yerleşimlerde iş bölümü artmıştır. MÖ 3000 yıllarında Anadolu, MÖ 2500-2000 yıllarında Girit, Ege ve Yunanistan Tunç Devri’ne girer. Kalay ve bakırın karışımından elde edilen bir alaşım olan tunç döneminde; altın, gümüş ve bakır işlemeciliği de artar. Doğu Akdeniz’de bu gelişmeler sırasında Akdeniz’de bir ada ve onun kültürü ön plana çıkar. Girit adasında Minos kültürü yaklaşık MÖ 1450’lere kadar etkin olacaktır.
Geç Tunç Çağı’nda MÖ 2. binin ortalarından sonraki dönemde alaşım madenlerin yoğun kullanıldığı görülür. Tunç ve kalay ticareti Akdeniz’e yayılan istilacı deniz kavimleri göçleriyle geriler, demir kullanılmaya başlar.
Tunç Çağı, çömlekçi çarkının ve tunç döküm kalıplarının kullanıldığı ilk dönem olarak yeni pazar ekonomisini başlatan bir dönemdir.
Demir Çağı ve sanatı farklı bölgelerde kronolojik farklılıklar içerir. Demirin maden olarak kullanımı Anadolu’da MÖ 2000’lere, Hindistan’da 1800’lere, Afrika’da 1200’lere uzanır. Kuzey İtalya’da en erken Demir Çağı kültürü Villanova’lardır.
Karanlık Çağ / Demir Çağı
Demir Çağı arkeolojik bulguların ışığında tanımlanan bir evredir. Kronolojik açıdan Tunç Çağı’nı takiben Batı ve Doğu Akdeniz’de yeniliklerin gözlemlendiği bu dönemin en belirgin özelliği bakır, kalay karışımı alaşım madenlerinin yerini demire bırakmasıdır.
Akdeniz’de demir kullanımı MÖ 1100–900 yılları arasında yoğunlaşır. Bu dönem Akdeniz için Karanlık Çağ olarak bilinir. Bu dönemin diğer özelliği ise yazılı kaynakların sessizliğidir. Demir Çağı’ndan önce, Geç Tunç Çağı’nda kâtipler saraylarda kil üzerine idari kararları yazarlardı. MÖ 15. yüzyılda Pylos’ta (Peloponez) ve Girit’te Knossos’da idari amaçlı bir yazı tipi olan Linear B (Doğrusal B) yazısı Demir Çağı’nda Denizden Gelen Kavimler tarafından saraylar tahrip edildikten sonra ortadan kaybolduğu ve yazılı kaynaklardaki eksiklikler nedeniyle bu döneme Karanlık Çağ denir.
Demir Çağı’nda bulunan tek yazılı kaynak Batı Anadolu’da Troia'da, Troia 7b tabakasında bulunan MÖ 12. yüzyıla tarihlendirilen çift dışbükeyli, üstünde Luvi dilinde hiyeroglifler bulunan bronz mühürdür. Bu tip mühürler, MÖ 13. yüzyılda, Hitit Büyük İmparatorluğu Çağı'nda kullanılmıştır. Aynı dönemde Orta Anadolu'daki Asur Ticaret Kolonilerinde yazının yaygın olmasına rağmen, Batı Anadolu'da yazılı kaynağa rastlanmamasının nedeni, yazının kalıcı olmayan malzeme üzerine yazılmış olmasıdır.
Akdeniz’de MÖ 1200–750 arasındaki yazılı kaynaklar sınırlıdır. MÖ 8. yüzyılda Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı epik destanları ve ayrıca Hesiodos’un İşler ve Günler, Theogenia adlı eserleri yazılı geleneğin tekrar uyanmasını sağlar. Bu eserler Ege ve Akdeniz halklarının idari sistemleri, toprağa bağlı yaşamları ve inanışları hakkında sınırlı da olsa bilgiler sunar.
Akdeniz’de Ticaret ve Değişim
Karanlık Çağ’dan önce, MÖ 15. yüzyıldan beri Yunanistan’da Miken Krallığı’nın Doğu Akdeniz’le sürdürdüğü ticaret, Anadolu Ege sahilleri boyunca değerli ürün takasını sağlamıştır. Ege’de yaygın bir askeri kontrol yaratmış olan Miken kültürüne ilişkin diğer bilgileri de Miken vazo ressamları bize sağlamaktadır.
Miken Krallığı’nın denizlerde gücünü yitirmesi ve Karanlık Çağ’a geçişi başlatacak Deniz Kavimleri Halklarının Doğu Akdeniz ve Mısır’ı istila etmeleri Akdeniz’de bir kırılma noktasıdır. İlk kez Mısır yazıtlarında kaydı geçen ve tam olarak tanımlanamayan Deniz Kavimleri, MÖ 13. yüzyıl sonundan başlayıp 12. yüzyılda yoğunluk kazanan ve Ege’den Doğu Akdeniz kıyılarına doğru göç eden kavimlere verilen isimdir.
Bu göçlerin hepsi bir anda olmamıştır. O nedenle Geç Tunç Çağı’ndan itibaren ortaya çıkmaya başlayan değişiklikler ve değişimler bu yeni dönemi anlayabilmek için önemlidir. Anadolu’nun güney sahilleri Miken Krallığı’nın henüz güçlü olduğu Geç Tunç Çağı’nda değişen bu dengeler ve güçlere ilişkin önemli verilere sahiptir. Yukarı Mısır’da Thebes (Teb) bölgesi aristokrat mezarında bulunan bir duvar resmi Antalya Gelidonya burnunda batmış olan Geç Tunç Çağı gemisi (MÖ 12. Yüzyıl) Gelidonya batığında bulunan bakır külçelerin diğer ürünlerle birlikte firavuna sunulduğunu gösterirken, Doğu Akdeniz’in kendi içinde Suriye, Filistin, Mısır ülkeleri arasında yoğun bir ticari takası belgeler. Gelidonya gemisi Doğu Akdenizlidir, olasılıkla Kenan ülkesi limanlarından birinden yola çıkmıştır.
Gelidonya gemisinin kargosu dönemin metal hammadde ve işlemesi konusunda önemli bilgiler içerir. Her biri 25 kilo ağırlığında bakır külçeler Kıbrıs, Solea (Güney Lefkoşa, Solya) kökenlidir. Geminin Doğu Akdeniz sularında ticaret yaptığı zamanda Miken kültürünün bölgede hâkim olduğu düşünülse de, bulunan ağırlık birimleri Orta Doğu standardındadır.
MÖ 14. yüzyıl sonuna tarihlendirilen ve içinde altından Nefertiti kutsal böceğinin (scrab) de bulunduğu Akdeniz’in en erken ticari gemilerinden biri olan Uluburun Gemisi’nin kargosu da çok çeşitli takas ürünlere sahiptir.
Mısır’da Firavun Akhenaten döneminde Amarna yerleşiminde bulunan ve o isimle bilinen ticari hayatı gösteren mektuplarda bahsi geçen lüks ürün üretimi için hammadde taşıyan bu gemi de Deniz Kavimleri Göçleri öncesinde bu bölgenin ticari dinamiğini ve saraylar dönemi olarak bilinen Geç Tunç Çağı’nın zenginliğini ve ürünlerde aristokrat kesimin talebini sergiler.
Denizden gelen kavimlerin göçlerinden önce, Doğu Akdeniz’de Miken ticaretini gösteren bir diğer veri ise Miken seramikleridir. Tevrat’ta Geç Tunç Çağı’nda Philistia diye belirtilen Filistin topraklarının Kıta Yunanistan’la ticari bağını gösteren Miken seramiklerinin son örneklerini bölgede hâkim Kenan kültürünün Ege kökenli farklı bir kavmin etkisi altına girdiği dönemde görmekteyiz.
Homeros’un Odysseia adlı destanında belirttiği (MÖ 750) Doğu Akdenizli Fenikeli maden ustaları ve gemicilerin Geç Demir Çağı’na dek aktif olmadıkları düşünülse de, bu bölge ticaretinin Kıta Yunanistan’da Miken Krallığı tarafından kontrol edildiği varsayılırdı. Oysa hem Gelidonya hem de Uluburun gemisi buluntuları bu savı, arkeolojik bulgu ve analizlerle çürütmüştür.
Sarayların Sonu: Değişen Kıta Yunanistan, Ege, Anadolu
Demir Çağı başlarından beri (MÖ 1200’ler) Miken ve Hitit gücünün gelen kavimler sonucu gerilemesi sonucu Anadolu bir değişim ve dönüşüme girer. Tüketimin değişen niteliği, üretimin ölçeği, niteliği ve dağılımı bu çağın en belirgin öğeleridir.
MÖ 1200’lerde Hitit Krallığı’nın gücünün zayıflaması, Miken Krallığı’nın gücünü yitirmesi Doğu Akdeniz havzasında oluşan kargaşanın Anadolu’daki etkileri, her bölgede yerel krallıkların ortaya çıkmasında görülür. MÖ 1240 son satır halkları olan (Akhalar) tarafından Akdeniz’de gücünü kaybeden Miken uygarlığının da sonlanışı güneydoğu Avrupa bölgesine gelen kavimlerin hareketlerine (Kuzey Göçleri) bağlıdır. Kuzeybatı Anadolu’da Çanakkale’nin 25. km. güneyinde yer alan ve Hitit metinlerinde Wilusa diye geçen Troia Krallığı’nın da aynı zamanlara tarihlenen yerleşiminde benzer etkiler aldığı görülür. Bu kentin yıkılışından hemen sonraki yerleşimde bulunan seramikler Güney Doğu Avrupa etkilerinde Buckelkeramik adıyla bilinen üretimi gösterir. Böylece Miken Krallığı’nın, Kıta Yunanistan’da yaşayan halklar olan (Akhalar) tarafından değil de, Balkanlar’dan gelen kavimler tarafından yıkıldığı anlaşılır.
Hitit Krallığı başkenti Hattuşa da MÖ 12. yüzyıl başında tahrip edilmiştir, sonraki yazılı kaynaklarda Muşki olarak nitelendirilen bu göçlerle gelen kavim, Asur sınırlarında da görülmüş, yaklaşık MÖ 1112-1074’lerde o bölgedeki değişimlerle ilişkilendirilmiştir
Güneydoğu Avrupa’nın Tunç Çağı seramiği kuzeybatı Anadolu üretimi ile çok benzerlik gösterir. Trak halkları ile Marmara yöresi sürekli etkileşim içeresindedir. Güneydoğu Avrupa’da Mösia, Marmara bölgesinde Mysia, yer adlarının Muşki kavmi ile bağlantılı olabileceği savları mevcuttur.
Kıtalar Arası Etkileşimler
Kıta Yunanistan’da başlangıçta Akhalıların topraklarında üretilen ve adını Mikenai kentinden alan Miken seramikleri Batı Anadolu yerleşimlerinin tarihlendirmesi için önemlidir. Müskebi (Bodrum), Milet (Değirmentepe), Efes (Ayasoluk), Panaztepe (Menemen) nekropollerinde bulunan Miken seramik örnekleri Geç Tunç Çağı’nda Batı Anadolu’nun toplumu ve ekonomik düzeyleri hakkında bilgi verir.
Ege Denizi ile Karadeniz arasında Tunç Çağı’ndan beri süregelen ticaretin varlığını coğrafi konumu nedeniyle sürdüren Troia, Kuzey Ege’de güçlü rüzgârların etkisi ile kuzeye rahat ilerleyemeyen gemilere sahipti. Geç Tunç Çağı’nda Karadeniz ile bağlantılı ticarette Uluburun ve Gelidonya batığında bulunan tarzda maden külçeler, Ege tipi taş çapalar Bulgaristan kıyılarında, Karadeniz’de iç kesimlerde bulunmuş, ayrıca Kaş açıklarında batan Uluburun gemisinde de Romanya’dan bir taş asa ele geçmiştir. Troia yerleşimi Ege kültürleri ve de Anadolu ile bağlantısı ve coğrafi konumu nedeniyle Demir Çağı kronolojisinin saptanmasında önemli bir yer tutar.
Miken seramikleri Akdeniz’de ticaretin dinamiğini en iyi sergileyen ürünlerdir. MÖ 15. yüzyılda Saraylar Dönemi’nde Miken vazo resimlerinde doğacı (natüralist) bir üslûpla sadece deniz canlılarını gösteren resimler vardı. Miken hâkimiyetinin son evresi olarak kabul edilen MÖ 1250’ler de ise vazo resimlerinde asker figürleri ve savaş gemileri görülür. Vazo resimleri kıtalararası yolculukta kültürlerin etkileşimini bu çağda en iyi ifade eden araçtır.
Akdeniz’de özellikle Geç Tunç’tan Erken Demir Çağı’na dönüşümü kronolojik olarak yaşam katmanları ile belgeleyen Troia, bugün Hisarlık adıyla bilinir. Homeros’un destanlarında Ilios adı ile geçen Troia, Yunan ve Roma dönemlerinde Ilion/İlium olarak bilinen, kuzeybatı Anadolu’da Çanakkale Boğazı girişinde yer alan MÖ 3000 ile MS 13. yüzyıla dek iskân gören bir yerleşimdir.
Yeni Kavimlerle Değişen Sanat: Demir Çağı Sanatının Doğuşu
Yunanistan topraklarında yaşayan halklara ilişkin en önemli veri kullandıkları dilde bulunan farklı lehçelerdir. Yunanistan’da Tunç Çağı’nda yaşayan Akhalar’dan önce MÖ 1600’lerde başka bir halk olduğu bilinmektedir. MÖ 1200’lerde bölgeyi istilaya gelen halklardan birinin ise Dorlar olduğu düşünülmektedir. Demir Çağı’nda Yunanistan’a “nerden geldikleri” kesin olarak bilinmeyen Dorlar Yunanlı halkları oluşturan dört kavimden biridir.
Demir Çağı’nda Kentler
Demir Çağı’ndan önce MÖ 2. binde Girit adasındaki Minos saray kültürü Akdeniz ticaret ilişkilerinin bir parçası olarak gelişir. Bu gelişimde önemli etken, elde edilen veya ithal edilen ürünlerin açık pazar ekonomisi kapsamında değerlendirilmeleridir. Miken yerleşimlerinin sona ermesinden sonra oluşan Erken Demir Çağı kentlerinde doğal korumayı sağlamaya yönelik bölgeye hâkim tepelerin tercih edildiği görülür. Demir Çağı’nda değişen halklar, gerileyen yerleşik yaşam, takas ve ticaret bu dönemde Akdeniz ve Ege’de yerleşik yaşamla ilgili sınırlı bilgiler sunar. Öte yandan geleneksel dikdörtgen bir yapı tipi olan megaron da tapınak mimarisinde kullanılmaya devam eder.
Akdeniz’de yoğun olan bu göçlerin diğer bir etkisi de MÖ 1000’de Kıta Yunanistan’dan gelen halklar ile İzmir (Smryna)’de görülür. Kent MÖ 9. yüzyılda taş surlarla çevrilir ve sur içinde yer alan evler çağın mimari özelliklerini basit mimari planlarında barındırır. Bunlar kerpiçten yapılmış, duvarlarının bir bölümü yuvarlak biten beşik çatılı yapılardır.
Bu çağa ait diğer önemli bir yerleşim MÖ 10.yüzyıldan önce Kiklad Adaları’ndan, Andros adasında Zagora’da kurulan yerleşimdir. Bu yerleşim de MÖ 700’lerde terk edilir.
Karanlık Çağ ve Sanat
Karanlık Çağ sanatı, Deniz Kavimleri Göçleri ile Ege, Anadolu ve Akdeniz’e yayılan kavimlerin göçleri ile yerel kültürlerin öğelerinin çok azının barındığı, yeni halkların yaşam biçiminin sanata yansıdığı şekilde ifadesidir. Geç Tunç Çağı’nın saraylar dönemi sanatının natüralist ve realist tarzlarının yerini alan öğeler çizgisel, geometrik formlardır.
Protogeometrik Dönem Vazo Ressamlığı ve Sanatı
Miken seramiklerinin son evresinde kap yüzeyindeki bezeme kompozisyonları gevşemiş motifler azalmıştır. Oldukça sade olan biçim ve bezekler yeni oluşan toplumsal değişimlere bağlantılı gelişmiş olmalıdır. Miken üretimi sonrası çizgisel ifadeli, geometrik sanatta ilkleri oluşturan grup Protogeometrik (Geometrik Dönem öncesi) üslûp olarak adlandırılan bir dönemdir.
Sanatta Protogeometrik Dönem olarak bilinen MÖ 1000-900 yıllardaki değişimlere en güzel örnekleri Euboia (Eğriboz) adasında Lefkandi yerleşimi sunar. Bu bölgenin Doğu Akdeniz’le ticari ilişkisinin olduğunun kanıtı, mezar buluntuları arasında çıkan Fenike kökenli bir mühür, sırlı seramik bir vazo ve altın küpedir.
Geometrik Dönem Sanatı
MÖ 900-700lü yıllar Geometrik Çağ olarak nitelendirilen tarihsel süreçtir. Bu çağda Akdeniz kültürleri arasında etkileşim hızlanmış kremasyon yaygın bir gömü şekli haline gelmiştir. Küçük bir yönetici grubun olduğu oligarşi yönetiminden kent devleti modeline geçilmiş ve Atina, Sparta gibi şehir devletleri ön plan çıkmıştır. Özellikle 9. yüzyıl politik açıdan bu tür yerleşik şehir devletlerinin kurulması, nüfusun artışı, yerel endüstrilerin çeşitlenmesi Akdeniz’de diğer bölgelerle iletişim ve ticari bağları zenginleştirmiştir. Batı Anadolu’da, Kıta Yunanistan, Karadeniz, İtalya’da bu şehir devletlerine bağlı koloniler oluşmuştur.
MÖ 8. yüzyılla birlikte Yunan alfabesi kullanılmaya başlar. Sanatta hikâyeci ifade biçimleri görülür. Kutsal mekânlardaki artış mimaride geçici kullanım alanlarından çok kalıcı ve kaliteli mekân yaratma arayışları gösterir.
Sanatçılar bu evrede seramik vazoların yüzeylerini tümüyle doldururlar. Çağın destan anlatım geleneğine uygun kahraman savaşçılar ve onlara uygun düzenlenen cenaze törenleri eserlerde resimlenir. Bunların arasında erken Miken üslubunu geometrik tarzda bezekler çeşitlendirir.
Kıta Yunanistan’da Perachora’da sunu olarak bulunmuş bir yapı modeli beşik çatısı, at-nalı planı, yüksek tavanı, önde çatıyı taşıyan sütunlarıyla MÖ 9. yüzyılda Tanrıça Hera’ya atfedilmiş tapınağın bir modeli olabileceğini düşündürür. Yunan tapınak mimarisinde düz dikdörtgen plana sahip megaron formu uzunca yıllar kullanılacaktır. Geometrik çağa ait iyi korunmuş tapınak mimarisi örneği Girit’te Apollo Dreros tapınağıdır.
Yeni Krallıkların Sanatı
Geç Hitit Krallığı
MÖ 1200’lerde Hitit başkenti Hattuşa’nın tahribatından sonra bu topraklarda yaşayan halkların yeni gelenlerle birleşmesinden ortaya çıkar. Bölgede hâkimiyet kuran Mezopotamyalı Asurlular ve Aramların etkisi yeni Hitit üslubunun ortaya çıkmasını sağlar.
MÖ 1050–850’ye tarihlenen ve değişim öncesi Hitit Krallığı’nda görülen geleneksel üslubun yansıdığı Malatya Arslantepe’deki dini bir konunun işlendiği stelde, Hitit Kralı Sulumeli Hava Tanrısına sunu yapmaktadır. Hitit kabartma sanatının bir uzantısı şeklinde işlenmiş eserde figürler arası boşluklar, figürlerde ucu kıvrık asa ve ayakkabılar, boynuzlu konik şapka, savaş arabası betimlemesi ve krallık mührü gibi konular geleneksel sanatla benzerlikleri oluşturur.
Asur Krallığı MÖ 850-750’lerde bölgeyi kültürel ve politik açıdan hâkimiyeti altına alır. Zincirli’de üretilen heykeltıraşlık eserlerinde geleneksel Hitit üslubunun yanı sıra Asur etkileri, saçlar ve kralın ensesindeki topuz tipinde, Aram etkileri ise giysilerdeki dikey ve diagonal kıvrımlarda görülür.
Urartular
Diğer önemli bir Anadolu krallığı olan Urartular MÖ 1. bin başlarında Van Gölü ve çevresinde önemli bir devlet kurarlar. Hurri dilini kullanırlar. Urartular, Hititlerle çağdaş olan büyük bir krallığa sahip iken MÖ 9. yüzyılda daha küçülmüş olarak Asurlulara rakip bir güç olarak ortaya çıkarlar. Urartu Krallığı’nın güçlü bir devlet oluşu Kral Menua (MÖ 810–780) dönemine denk düşer. Sonrasında Argisti (MÖ 780-760) ve özellikle II.Sardur (MÖ 760-730) zamanında Geç Hititlerle birlikte Ortadoğu’nun mühim merkezlerinde hakimiyet kurmuşlardır.
Urartu sanatında özellikle tunç eserlerde stilize tasvirlerin kullanıldığı görülür. Asur etkili aslan figürleri Urartulara has bir çizgiselliği içerir. Bu etkiler daha sonra Yunan sanatında doğunun egzotik hayvanlarının Orientalizan tarzda uygulamasında görülecektir.
Etrüsk mezarlarında ve özellikle Yunan tapınaklarında bulunmuş olan kenarları aslan veya grifon (baş ve kanatları kartal, gövdesi aslan biçiminde olan mitolojik yaratık) başlarıyla süslü kazanların da Hitit-Aram tarzında yapılmış olmaları, Kuzey Suriye’den veya Güneydoğu Anadolu’dan bir yerden ihraç edilmiş olduklarını akla getirir.
Geç Hitit heykeltıraşlık atölyelerinden biri Ankara’ya kadar gelmiş ve 700 tarihlerinde Frig prenslerinin yapılarını süsleyen kabartmaları da meydana getirmiştir. Aynı şekilde bazı Hitit atölyelerinin Urartu sanatkârlarıyla işbirliği yaparak grifon ve aslan başlarıyla süslü kazanlar imal edip onları Yunanistan’a ve Etrurya’ya (İtalya) sattıkları da düşünülebilir.
Frigler
Erken Demir Çağı’nda Ankara, Polatlı yakınlarında Gordion (Yassıhöyük) antik kentinde yerleşmiş diğer bir grup Frigler’dir. Kentin Frig yerleşimi MÖ 950-800 yılları arasında anıtsal mimari ile belgelidir. Friglerin bölgede hâkimiyet kurduğu dönem Orta Frig Çağıdır. (MÖ 950 -800). 8.yüzyılın sonunda Kral Midas’ın hâkimiyeti altında Gordion kültürel açıdan en üst noktaya ulaşır. Özellikle Anadolu’da diğer bölgelerde de görülen, kuzeybatı göçleri ile Traklar üzerinden gelen kavimlerin getirdikleri üslûp olarak bilinen kazıma veya baskı bezemeli seramik grupları mevcuttur.
Frigler Yunanca’ya benzer Hint-Avrupalı bir dil kullanırlardı. Oysa Anadolu’da Tunç Çağı’nda yaygın kullanılan dillerin ise Hitit ve Luvi dilleri oluşu göçlerle gelen bu dönüşümün bir belgesidir. Gordion ahşap oymacılarının uyguladıkları kesme ve kakma tekniklerine bakıldığında Siberya’ya ve Etrurya’ya (İtalya) uzanan toprakların etkilerini taşıdığı gözlenir.
Gelişigüzel yapılmış kazıma (gravür) sanatının en güzel örneklerinin görüldüğü Gordion’da Erken Frig evresine tarihlenen Megaron 2 diye bilinen taştan yapılma binanın duvarlarında yer alan düzensiz kazınmış insan, hayvan figürleri ve geometrik desenler, Demir Çağı gravür sanatının güzel örnekleridir.
Batı Akdeniz’in İletişimi
İtalya Villanova Sanatı
İtalya’nın Demir Çağı kültürü olarak ilkleri oluşturan Villanova kültürü MÖ 1100-700’lerde Kuzey İtalya’da Bologna bölgesinde görülür. Sonraki çağlarda bu bölgede yaşayan Etrüsk kültürünün saptandığı kentlerde (Veii, Tarquinia, Vulci, Cerveteri) Villanova kültürü etkileri belirlenmiştir. Villanova kültürünün Orta Avrupa’nın maden ve yerleşik kültürleri olan Hallstatt ve Urnfield kültürleri ile olan bağlantısı batıdaki müzelerde bulunan eşyalarında ve ürettikleri gri-kahve renkli amforalarda görülür.
Maden işlemede çok ileri olan bu kültüre ilişkin bilgileri, daha sonraki dönemde İtalya’da etkin olan Etrüsk kültüründen almak mümkündür. Villanova kültürünün maden işleme sanatının Urartu kazanlarında görülen dövme işçiliği ile çok ortak özelliği vardır. Kendisini takiben Etrüsk sanatında da metal ustalığında Doğu Akdeniz yoluyla taşınan Asur, Urartu etkilerini görmek mümkündür. Denizden gelen kavimler olarak Mısır yazılı metinlerinde geçen halkların Kıta Yunanistan, Ege Adaları, Girit, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de değişime neden oldukları saptanmıştır.
Batı Akdeniz’de ve özellikle Villanova kültüründen Etrüsk kültüre dönüşüm de Anadolu kültürlerinin etkileri görülür. Ancak, İtalya’nın erken halkları ile Avrupa’nın Hallstatt ve Urnfield kültürlerinin Anadolu’ya Balkanlar üzerinden gelen göç eden halklarla ortak noktaları daha fazla arkeolojik buluntu ve araştırma gerektirir. Batı Akdeniz’de bulunan diğer halklar ise aynı dönemde kendi içinde kapalı yaşamlarını sürdürürken Doğu Akdeniz’deki bu çeşitlik ve verimliliğe katkıları veya iletişimleri bulunmamaktadır. Dolayısıyla Akdeniz tarihi Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri ile devam eder.