AMERİKAN DIŞ POLİTİKASI - Ünite 5: ABD’nin Transatlantik Politikası Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: ABD’nin Transatlantik Politikası

Transatlantik İlişkileri Tanımlamak

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Avrupalı müttefikleri arasındaki ilişkiler literatürde transatlantik ilişkiler olarak da adlandırılmıştır ve ilişkilerin ekonomik, kültürel ve güvenlik/dış politika olmak üzere çeşitli boyutları vardır.

Transatlantik ilişkiler hem ABD ile Avrupalı devletler arasındaki ikili ilişkileri hem de ABD ile Avrupalı devletlerin kurdukları uluslararası örgütler arasındaki ilişkileri kapsamaktadır. ABD’nin transatlantik ilişkilerinin en önemli zemininin NATO olduğu konusundaki ısrarı NATO’nun öncelikli konumunu pekiştirmektedir. Transatlantik ilişkilerinin sağlamlığı, ABD ve Avrupa kıtasındaki müttefikleri arasında ortak bir Batı cemiyetinin var olduğu yönündeki algıyı kuvvetlendirilecektir.

Ekonomik açıdan bakıldığında ABD ve Avrupalı müttefikleri birbirlerinin en büyük ticaret ortaklarıdır. Her iki taraf da serbest piyasa ekonomisinin temel prensiplerine inanmakta, açık ticaret anlayışını benimsemekte ve devletin ekonomideki rolünü ekonomik aktörler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesiyle sınırlandırmaktadır.

AB ülkelerinde uygulanan liberal ekonomi modeli, devletin sosyal fonksiyonlarını daha fazla önemsemektedir. ABD’de ise devletin genel ekonomik işleyişe müdahale etmesi pek olumlu karşılanmamaktadır. Demokrat Başkan Obama’nın uygulamaya çalıştığı ekonomik program ABD’yi Avrupa’ya yakınlaştırmıştır.

Sosyal ve kültürel ilişkiler alanındaki etkileşimler ABD ile Avrupa’nın ilişkilerini farklı bir güç katmaktadır. ABD’yi kurunlar Avrupa’dan gelen göçmenler olmuştur. Ortak dil, kültür ve din anlayışı ABD ile Avrupa ilişkilerini çok etkilemiştir.

ABD ile Avrupa’nın ortak geçmişi olması rağmen Avrupalılar kendi kültürlerinin daha sağlam temellere dayandığını düşünmektedirler ve kendilerini Amerikalılara göre daha entelektüel olarak görmektedirler. Buna karşın Amerikalılar kendilerinin daha eşitlikçi ve katılımcı bir toplum olduğunu savunmakta ve farklı etnik kökenlerden gelen insanların daha kolay ortak bir kimliği benimseyebildiklerini iddia etmektedirler. Çok kültürlü toplum yapısı Amerika’da Avrupa’ya nazaran başarılı bir şekilde uygulanmaktadır.

Amerikan yönetiminde beyaz, Angola-Saxon ve Protestan kimselerin bulunduğu dönemlerde ABD ile Avrupa ilişkileri hep iyi olmuştur.

Soğuk savaş sonrasında Amerika içerisindeki toplumsal kimlik yapısının değişmesi ile birlikte Transatlantik ilişkilerde var olan ortak kader duygusunda zayıflama meydana getirmiştir.

Soğuk Savaş Döneminde ABD’nin Transatlantik Politikası

Batı Avrupalı devletlerin küresel güçlerindeki azalmaya rağmen ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik ve askerî mücadelenin kazanılmasında Batı Avrupalı devletlerin konumu her zaman önemli olmuştur. ABD’nin Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehditlerle mücadelesinde Avrupa kıtası en önemli jeopolitik rekabet alanına dönüşmüştür. Batı Avrupalı müttefikler, güvenlik ve dış politika çıkarlarını ve bunları elde etmek için kullanacakları araçları ABD’nin onayı ve desteği olmadan kararlaştıramamışlardır.

Soğuk Savaş boyunca ABD’nin Avrupa kıtasında takip ettiği en temel dış ve güvenlik politikası, hâkimiyet ve hegemonya kurma politikasıdır. Batı Avrupa’nın siyasi kaderini ABD’nin belirlemesi anlayışına dayanan bu politika, zaman zaman ABD ile batı Avrupa’daki müttefiklerini karşı karşıya getirmiştir.

NATO’nun varlığı bir yandan ABD’nin Avrupalı müttefiklerinin güvenliğine yaptığı katkıyı sembolize ederken diğer yandan da ABD’nin Avrupa’daki askerî varlığını ve hegemonyasını kolaylaştırmış ve meşrulaştırmıştır.

İngiltere ve Fransa’nın Avrupa Birliği’ni ABD ve Sovyetler Birliği’nin dışında üçüncü küresel güce dönüştürememeleri, NATO’nun hakim konumunu pekiştirmiştir. ABD, NATO içindeki toplam askerî harcamaların yarısından fazlasını tek başına yapmıştır.

ABD’nin takip ettiği ikinci en önemli strateji, Batı Avrupalı müttefiklerin arasındaki ekonomik bütünleşme çabalarını desteklemek olmuştur. Avrupa Birliği’nin kurulmasında ve Almanya ile Fransa arasındaki ilişkilerin karşılıklı ekonomik bağımlılık temelinde yürütülmesinde ABD’nin verdiği güçlü destek ve NATO’nun Avrupalı üyelerine sunduğu güvenlik garantisi etkili olmuştur. NATO sayesinde Batı Almanya Batı Avrupa kurumlarına başarılı bir şekilde entegre edilmiştir.

ABD Batı Avrupalı ülkelere ciddi kaynak aktarımında bulunmuştur ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi örgütler kurulmasına yardımcı olmuştur.

ABD, Soğuk Savaş sırasında transatlantik ilişkilerdeki liderlik konumu kaybetmek istememiştir. Bunu aşındırabilecek Avrupalı çabalara hep kuşkuyla yaklaşmıştır. Bir yandan NATO’nun komuta ve kontrolünün kendisinde olmasını isterken diğer yandan da NATO’nun stratejilerinin belirlenmesinde son sözü kendisi söylemek istemiştir.

NATO, Avrupa Birliği ve Türkiye

Türkiye’nin Kore Savaşına asker yollaması kendi güvenliğini yakından ilgilendirmese de Türkiye’nin kendi güvenlik çıkarlarını Batı’nın güvenlik çıkarlarından ayrı tanımlamadığını göstermiştir. Bu olay Türkiye’nin NATO üyeliğini hızlandıran bir gelişmedir. Türkiye’nin NATO üyesi olmak istemesinde hem güvenlik çıkarları hem de batı yanlısı kimlik algılamaları belirleyici olmuştur.

ABD Türkiye’yi NATO içinde değerli gördüğü gibi aynı zamanda Türkiye’nin diğer Batılı kurumlara entegrasyonunu da desteklemiştir. Bu bağlamda ABD’nin, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine verdiği destek önemlidir. Jeopolitik konumu ve askerî kapasitesi Türkiye’yi ABD’nin gözünde değerli kılan en önemli sebeplerdir.

ABD Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini kendi güvenlik çıkarları adına desteklerken, Avrupalı müttefikler ABD’nin bu politikasına genelde tepkiyle yaklaşmışlardır.

Türkiye ile AB arasındaki güvenlik ilişkisi, AB ile NATO arasındaki ilişkiyi yakından etkilemektedir. Avrupa Birliği’nin kendisine ait güvenlik kurumları ve yetenekleri oluşturmak istemesi, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde kriz doğurmuştur. Türkiye, Avrupa kıtasının güvenliğinin sağlanmasında NATO’nun öncelikli konumunun korunmasını istemiş ve Avrupalı müttefiklerin askerî imkân ve yeteneklerini NATO içinde geliştirmelerini arzu etmiştir.

1994 yılında kurulan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği teşkilatı NATO’nun müdahil olmak istemediği durumlarda askeri operasyonlar düzenlemesini amaçlanmıştır. Türkiye’nin bu teşkilata katılması büyük bir sorun oluşturmuş ve NATO ve AB arasında yapılan anlaşma ile çözülmüştür. Bu anlaşmaya göre, Türkiye’nin, AB’nin NATO’nun askerî imkânlarını kullanarak yapacağı askerî operasyonlara katılımı Türkiye’nin isteğine bağlı olurken AB’nin kendi imkânlarına dayanarak yapacağı operasyonlara katılımı AB’nin davetiyle mümkün olabilecekti.

Türkiye’nin 2002 yılından bu yana dillendirdiği en temel görüşlerden birisi Güney Kıbrıs’ın hiçbir şekilde NATO ve AB arasındaki resmî toplantılara, konu ne olursa olsun, katılmamasıdır.

1990’lı Yıllarda ABD Dış Politikasında Transatlantik İlişkiler

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ABD ile Avrupalı müttefiklerini karşı karşıya getiren gelişmelerin sayısında bir artış olduğu gibi, iki taraf arasındaki ilişkilerin niteliğinde de yapısal değişiklikler ortaya çıkmıştır.

Sovyetler Birliği’nden gelen geleneksel tehdit algısı değişmesi NATO daha çok küresel düzeyde hareket etmeye başlayan bir müşterek güvenlik örgütüne dönüşmesine neden olmuştur. Bunun dışında ittifak, Ukrayna gibi üçüncü ülkelerle stratejik ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. NATO’nun, Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul inisiyatifi çerçevesinde, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerinin güvenliğindeki rolü ve katkısı kurumsallaşmaya başlamıştır. Küresel ölçekte bakıldığı zaman NATO özellikle Uzak Doğu Asya’da bulunan ve demokrasi ile yönetilen Avusturalya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve Japonya gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. İttifakın hayatta kalmak adına yaşadığı dönüşüm süreci ve edindiği yeni misyonlar, Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde müttefiklerin farklı tehdit algılamalarına ve stratejik vizyonlara sahip olmasına neden olmuştur.

ABD ile Avrupalı müttefikleri arasında ittifakın Rusya’ya doğru genişlemesi bağlamında da görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. ABD, Rusya’yı potansiyel bir tehdit olarak görüp Rusya’nın yakın çevresinde Soğuk Savaş zamanındaki gibi nüfuz alanları kurmasını engellemeye çalışırken Avrupalı müttefikler Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik mimarisinin meşru bir aktörü olması gerektiğini dile getirmişlerdir

ABD, 1990’lı yıllar boyunca Avrupalı müttefiklerinin NATO’dan bağımsız hareket etmek istemesine genelde olumsuz yaklaşmıştır. NATO’nun 1990’lı yılların başından bu yana yaşamakta olduğu belli başlı siyasi, askerî ve operasyonel dönüşümlerin hepsinin, genelde ABD’nin çıkarları doğrultusunda yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Başkan Bush ve ABD’nin Transatlantik Politikası

Cumhuriyetçi George W. Bush’un ABD başkanı oldugu 2001 yılından kendisinin ikinci başkanlık döneminin ortalarına kadar ABD ile Avrupalı müttefikleri arasındaki ilişkiler olumsuz seyretmiştir. Bu sonucun ortaya çıkmasının en önemli nedeni yeni muhafakarlar olarak bilinen entellektüel çevrenin Bush’un dış politikalarını etkilemesidir. ABD için önemli olan, istekli ülkelerin katılacağı ve ABD’nin liderliğini sorgulamayan liberal uluslararası gönüllüler koalisyonları oluşturmaktır.

ABD ile Avrupalı müttefikleri arasındaki görüş ayrılıkları Afganistan savaşı sırasında da gün yüzüne çıkmıştır. Ayrıca ABD Avrupalı müttefiklerinin düşüncelerini 2003 yılında yaşanan Irak savaşında da dinlememiştir.

ABD, NATO’nun kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürmesini ve hizmet etmesini sağlamak amacıyla NATO Dönüşüm Komutanlığını kurmuştur. Bu dönemde Avrupa’da olan NATO üyesi ülkelerde İttifaka olan bağlılıklarında azalma yaşanmıştır.

ABD’nin politikalarının Avrupalı müttefiklerinin gözündeki imajını ne kadar olumsuz etkilediğini gösteren örneklerden bir başkası, Almanya’da yapılan parlamento seçimlerini Sosyal Demokrat lider Schroder’in Amerika karşıtlığı üzerine inşa ettiği seçim kampanyasıyla kazanmasıdır. Bu Almanya tarihinde bir ilktir.

Başkan Obama Döneminde ve ABD’nin Transatlantik İlişkileri

ABD’nin Transatlantik ilişkilere olan bakışı Başkan Bush’un ikinci başkanlık dönemiyle birlikte daha olumlu bir mecraya girmeye başlamıştır. Demokrat Başkan Barack Hussein Obama’nın yönetime gelmesinden sonra bu olumlu gidiş ivme kazanmıştır. Obama’yla birlikte ABD NATO’ya daha fazla önem vermeye başlamıştır.

Obama döneminde NATO’nun kapsayıcı güvenlik anlayışı etrafında dönüşümünü desteklemeye başlamıştır

AB’nin siyası ve askeri olarak ABD’ye rakip olma ihtimali çok düşük olduğundan Obama yönetimi ilişkileri geliştirmeye devam etmiştir. AB’nin 2000’li yaşadığı ekonomik kriz ABD’ye bir kez daha AB’nin kendisine rakip olamayacağını göstermiştir.

Başkan Obama ile birlikte ABD strateji değiştirmiş ve Küresel hâkimiyet fikrinden kıyısal dengeleme stratejisine geçmeye başlamıştır.

ABD dış politikada ilgisini Uzak Doğu’ya kaydırmaya başlamıştır ve bu nedenle Avrupalı müttefiklerinin kendi güvenliklerini sağlaması ve AB’nin güçlenmesi ABD için arzu edilen bir durum haline gelmiştir. Bu nedenlerden dolayı ABD’nin Avrupa’da bulundurduğu asker sayısının fazla olması anlamı yitirmektedir.