ANAYASA I - Ünite 3: Anayasa ile Sınırlanmış Yönetim, Temel Haklar ve Anayasa Yargısı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Anayasa ile Sınırlanmış Yönetim, Temel Haklar ve Anayasa Yargısı

Yönetimin Anayasa ile Sınırlanması

Devlet iktidarının sınırlanması, bireylere bu otorite karşısında hak ve hürriyetlerin tanınması ve bunların çeşitli mekanizmalarla korunması olarak tanımlanan anayasacılık, bir kez ortaya çıkmakla sona erecek bir olgu olmayıp, devamlılık arz eden bir süreci ifade etmektedir. Anayasacılığın bir boyutu, devlet otoritesini hukuk kurallarıyla sınırlama amacına yönelmekte; diğer boyutu ise, vatandaşlara çeşitli hak ve hürriyetler tanınmasını, kamu gücünü kullananların, bu hak ve hürriyetlere dokunmamasını gerektirmektedir. Anayasalar, bireylerin kendilerini devletin üstün otoritesi karşısında güvende hissetmelerine olanak tanıyan asgari bir ön şartı oluştururlar.

Hak ve Hürriyetlerin Tanımı, Gelişimi ve Sınıflandırılması

İnsan Hakları: İnsan sıfatına sahip olan herkes, aralarında hiçbir fark gözetilmeksizin, insan haklarının süjesini oluşturmaktadır. Böyle olmakla beraber, insan hakları deyimi, hukukun kabul ettiği anlamın ötesinde bir hak anlayışına dayanmaktadır.

Kamu Hürriyetleri: Kamu hürriyetleri, anayasalar ve kanunlar gibi, pozitif hukuk kuralları tarafından tanınan ve korunan hakları ifade etmektedir.

Temel Haklar ve Hürriyetler: Anayasa metinleri tarafından tanınan ve korunan haklara temel haklar ve hürriyetler denmektedir.

Kamu hürriyetleri ile temel hak ve hürriyetler, ulusal hukuk tarafından korunmaktadır. Buna karşılık, uluslararası metinlerde ifadesini bulan insan hakları, uluslararası denetim mekanizmaları tarafından korunmaktadır.

Hak ve Hürriyetlerin Öğreti ve Uygulamadaki Gelişmeleri

17. yüzyılın tabiî hukuk öğretisi, bu öğretinin dayandığı tabiî hak anlayışı ile sosyal sözleşme teorisi, insanlık tarihi bakımından önemli bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Bu öğretinin, herkesin dünyaya geldiği andan itibaren, sadece insan olmak sıfatıyla vazgeçilmez ve devredilmez birtakım haklara sahip olduğu yönündeki hak anlayışı, 18. yüzyıl anayasacılığının esin kaynağı olmuştur. Tabiî hukuk öğretisinin gerek sosyal sözleşme teorisi gerekse de hak anlayışı bazı haklı eleştirilere konu olmuştur. Kişinin hak ve hürriyetlerinin temelinin ne olduğu konusunda daha gerçekçi tezler, ferdiyetçi doktrin tarafından öne sürülmüştür. Bu öğretinin ferdiyetçi olarak tanımlanmasının nedeni, hak ve hürriyet kavramlarını birey temelli olarak açıklamasıdır.

Hak ve Hürriyetlerin Sınıflandırılması

Negatif statü hakları, devlete, karışmama veya dokunmama şeklinde olumsuz edimler yükleyen haklardır. Pozitif statü hakları, devlete, olumlu edimler yükleyen haklardır. Bu haklar, ancak devletin kendisinden beklenen yapma borcunu yerine getirmesi hâlinde varlık kazanabilirler. Birinci Kuşak Haklar, bireysel ve siyasal haklar olup, bu grupta yer alan haklar, devlete, karışmama, dokunmama ödevi yükleyen haklardır. 17. yüzyılın tabiî hukuk öğretisiyle savunulan, 18. Yüzyılın anayasa metinlerinde ifadesini bulan haklar bu niteliktedir. İkinci Kuşak Haklar, sosyal ve ekonomik haklar olup, bu grupta yer alan haklar, devlete, karışmama, dokunmama gibi negatif değil; tam aksine, bir eylemde bulunma ödevi yükleyen haklardır. Bu hakların varlık kazanabilmesi için, devletin olumlu bir edimde bulunması gerekir. Üçüncü Kuşak Haklar, yeni insan hakları olarak nitelenen üçüncü kuşak haklar, çevre hakkı, barış hakkı, bilgi edinme hakkı, iletişim hakkı, kültürel mirasa katılma hakları gibi haklardır. Bunlar, 1960’lardan sonra uluslararası hukuk metinlerinde kabul edilmiş; daha sonra, bazı devletlerin anayasalarında da hükme bağlanarak iç hukukun bir parçası hâline gelmişlerdir.

Hak ve Hürriyetlerin Tanınmasında Çeşitli Yöntemler

Temel Hak ve Hürriyetlerin Anayasayla Tanınması

Hak ve hürriyetlerin tanınmasında yaygın olan yöntem, bunların, temel norm niteliği taşıyan anayasa metinlerinde hükme bağlanmalarıdır. Hak ve hürriyetlerin anayasa metinlerinde düzenlenmeleri, anayasanın normlar hiyerarşisinin tepesinde yer alması nedeniyle, bu hak ve hürriyetlere etkin bir güvence sunmaktadır.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Bildirilerle Tanınması

Anayasacılık akımının ilk kez ortaya çıktığı 18. yüzyılda, tabiî haklar olarak tanımlanan haklar ve hürriyetler, önce çeşitli bildirilerde tanımlanmış; daha sonra, anayasa metinlerinde hükme bağlanmışlardır. Hak ve hürriyetlere ilişkin bildiriler, daha sonra, bir anayasa metni ile anayasallaşmadıkça normlar hiyerarşisinde temel norm niteliği taşıyamazlar.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Kanunlarla Tanınması

Hak ve hürriyetlerin varlığından söz edebilmek için bunların pozitif bir hukuk kuralıyla düzenlenmelerine ihtiyaç yoktur; yasak öngören kuralların mevcut olmaması yeterlidir. Öte yandan, bir hak ve hürriyetin varlığı, o hak ve hürriyetin mutlaka anayasada tanınmasını da gerektirmemektedir. Kanun, tüzük, yönetmelik gibi işlemlerle de hak ve hürriyetlerin tanınması mümkündür. Ne var ki, bir hak ve hürriyeti tanıyan işlemin niteliği, o hak ve hürriyetin gücünü de otomatik olarak etkileyecektir. Bu ise, tanımayı gerçekleştiren işlemin normlar hiyerarşisindeki yerine bağlıdır.

Hak ve Hürriyetlerin Uluslararası Sözleşmelerle Tanınması

1982 Anayasası’nın 90. maddesinde, 2004’te yapılan değişiklikle temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmaların kanunların üzerinde olduğu kuralı benimsenmiştir. Milletlerarası antlaşmaların hukukî statüsünü güçlendiren bu değişiklikle, temel hak ve hürriyetlere daha güçlü bir koruma sağlanmıştır.

İsimsiz Haklar

Anayasalarda yer alan hak ve hürriyet düzenlemeleri, sınırlı sayıda tüketici bir liste değil; örneklendirici bir liste sunmaktadır. Anayasalarda veya kanunlarda düzenlenmeyen; ancak, hakkında açık bir yasağa da yer verilmeyen fiiller, isimsiz haklar olarak tanımlanmaktadır.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması, Anayasa Yargısı ve Diğer Denetim Araçları

Anayasacılığın en önemli hukukî sonuçlarından biri, bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin tanınması yoluyla devlet otoritesinin sınırlanmasıdır. Anayasacılığın ilk yıllarında, temel haklar ve hürriyetlere yönelik ihlâllerin sadece yürütme organı ve idarî makamların eylem ve işlemlerinden kaynaklanabileceği varsayılarak yürütme ve idarenin hukuka uygunluğunu denetleyecek yargısal denetim yöntemleri geliştirilmiştir. Zamanla, tecrübeler, yasamanın da en az yürütme kadar hak ve hürriyetleri ihlâl edebileceğini göstermiş; bu ise, kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi anlamına gelen anayasa yargısının ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Anayasa Yargısı

Yazılı ve katı bir anayasanın varlığı ile bu anayasada yer alan anayasanın üstünlüğü ilkesi, kanun koyma yetkisini kullanan yasama organını sınırlayan en önemli faktörlerdir. Yazılı ve katı bir anayasanın varlığı, kanun koyucunun anayasa hükümlerini âdi kanunlar gibi kolayca değiştiremeyeceği anlamına gelmektedir. Anayasanın üstünlüğü kuralı ise, kanun koyucunun kanun yapma yetkisini kullanırken anayasa hükümlerine uygun davranmakla yükümlü olduğunu ifade etmektedir. Anayasanın üstünlüğü kuralının varlığı, tek başına kanun koyucunun bu yükümlülüğü yerine getirmesini sağlamadığından, anayasaya aykırı kanunların hukuken geçersiz olduğunu tespit ederek bu geçersizliği müeyyidelendirecek bir makama ihtiyaç duyulmaktadır. Kanunların anayasaya aykırılığını tespit etmek ve bu kanunların hukukî varlıklarını sona erdirmek anayasa yargısının görev alanına girmektedir.

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Konusu

Anayasaya uygunluk denetiminin konusu kanunlardır. Bu denetim yöntemi ile kanun koyucunun kanun koyma yetkisini kullanırken anayasanın üstünlüğü kuralına riayet etmesi sağlanır. Bu ise özellikle temel haklar ve hürriyetler yönünden önemli ve etkili bir güvence oluşturmaktadır.

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Türleri

Siyasal Denetim: Kanunların anayasa uygunluk denetimini yapan organ, siyasal bir nitelik taşıyabilir. Örneğin, iki meclisli parlamentolarda birinci meclisin kabul ettiği kanunların ikinci meclis tarafından anayasaya uygunluk yönünden denetlenmesi bu niteliktedir.

Yargısal Denetim: Kanunların anayasaya uygunluk denetimi konusunda daha etkili olan, bu denetleme yetkisinin yargı organına tanınmasıdır. Yargı organı tarafından bu amaçla yapılan denetime yargısal denetim denir.

Önleyici Denetim: Anayasaya uygunluk denetimi, normun yürürlüğe girmesinden önce yapılıyorsa, bu denetime önleyici denetim denir. Bu denetim sayesinde anayasaya aykırı normların yürürlüğe girmesi önlenmektedir.

Düzeltici Denetim: Anayasaya uygunluk denetimi, normun yürürlüğe girmesinden sonra yapılıyorsa, buna düzeltici denetim denir. Böylece, anayasaya aykırı olarak yürürlüğe giren normların hukuk âleminde varlıklarını sürdürmeleri engellenmektedir.

Soyut Norm Denetimi: Kanunun yürürlüğe girmesini takiben, anayasada öngörülen süre içinde, anayasanın yetkili kıldığı kişiler ve organlar tarafından harekete geçirilen denetime soyut norm denetimi veya iptal davası denmektedir. Davaya konu olan kanun, henüz yürürlüğe girdiğinden, kanunun anayasaya aykırılığı, somut bir olay nedeniyle değil, soyut olarak iddia edilmektedir. Bu nedenle, bu denetim türü, soyut norm denetimi olarak adlandırılır.

Somut Norm Denetimi: Bir kanunun veya bir normun somut bir uyuşmazlık nedeniyle anayasaya uygunluk denetimine konu hâle getirilmesine somut norm denetimi denir. Bu denetim, ancak mahkemelere intikal eden somut bir uyuşmazlık üzerine harekete geçirilebildiği için, somut norm denetimi olarak adlandırılmaktadır.

Anayasa Şikâyeti: Bu yöntem, anayasal hakları kamu gücü tarafından ihlâl edilen bireylere, bu ihlâli ortadan kaldırmak amacıyla, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunma imkânı sunmaktadır.

Anayasa Yargısı Modelleri

  • Genel Yetkili Mahkeme Sistemi (ABD Modeli): Kanunların anayasaya uygunluk denetimi, genel yetkili mahkemeler tarafından yapılıyorsa, buna, genel mahkeme sistemi denmektedir.
  • Özel Yetkili Mahkeme Sistemi (Avrupa Modeli): Kanunların anayasaya uygunluk denetimi, genel yetkili mahkemeler tarafından değil; sadece bu amaç için kurulmuş, özel yetkili bir mahkeme tarafından yapılabiliyorsa, bu sisteme özel yetkili mahkeme sistemi denmektedir.

Temel Hak ve Hürriyetlerin Uluslararası Alanda Korunması:

Yakın zamanın tecrübeleri, hak ve hürriyetleri demokratik mekanizmaların korunmasında ulusal anayasaların tek başına yeterli olmadığını göstermiştir. Böylece, gerek BM Örgütü, gerekse Avrupa Konseyi bünyesinde, kuruluşlarını takiben günümüze kadar geçen süre içinde,  insan haklarıyla demokrasi değerlerini korumaya yönelik çeşitli bildiriler yayımlanmış ve sözleşmeler akdedilmiştir.

Bu bildirilerden en önemlisi, 10 Aralık 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisidir. Anılan bildiri, 30 maddeden oluşmaktadır. Bildiri, klasik haklar olarak da adlandırılan negatif statü hakları ile sosyal haklardan oluşan geniş bir haklar listesine yer vermektedir. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin içerdiği hükümler, önemli olmakla beraber, imza sahibi devletler bakımından bağlayıcı değildir. Bu hükümler ancak temenni niteliğindedir.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin içerdiği haklar, bu bildirinin yayımlanmasından neredeyse 20 yıl sonra, iki ayrı sözleşme ile düzenlenmiştir. Bu sözleşmeler, 16 Aralık 1966 tarihli “Siyasi ve Medenî Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ile “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”dir. Siyasi ve Medenî Haklar Uluslararası Sözleşmesi, evrensel bildirinin içerdiği klasik hakları düzenlemektedir.

Siyasi ve Medenî Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin önemli bir yeniliği, içerdiği hükümlerin taraf devletlerce yerine getirilmesini teşvik eden bir tür denetim mekanizmasını düzenlemesidir. Bu denetim görevi, Sözleşme’ye taraf devletlerin gösterecekleri adaylar arasından seçilen İnsan Hakları Komitesi tarafından yerine getirilecektir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme de içerdiği hükümlerin uygulanmasını denetlemeye yönelik bir mekanizmaya yer vermektedir. Bu denetim görevi, Ekonomik ve Sosyal Haklara İlişkin Komite tarafından yerine getirilmektedir. Hak ve hürriyetlerin korunmasını sağlayan uluslararası sözleşmelerden belki de en etkili olanı, 20 Mart 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir (AİHS). Avrupa Konseyi’ne üye devletler tarafından hazırlanan bu sözleşme, klasik haklara ilişkin düzenlemelere yer vermektedir. AİHS’in insan haklarının korunmasında en önemli uluslararası belgelerden biri olmasının nedeni, bu sözleşme ile etkin bir denetim mekanizmasının yaratılmasıdır. Gerçekten Sözleşme, taraf devletlerin bu belgede yer alan hükümlerin gereğini yerine getirip getirmediğini denetleyen bir mahkemeye yer vermektedir.