ANTROPOLOJİ - Ünite 9: Din ve Kutsal Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 9: Din ve Kutsal

Din: İnancın Kurumsallaşması

Dinin Boyutları: Din, doğrudan doğruya doğaüstüne işaret eder. Doğaüstü kavramı, gözlemlenebilir dünyanın ve duyularımızla algıladığımız çevrenin ötesini anlatır. Bu yüzden doğaüstü alan, her ne kadar inananların varlığından kuşku duymadığı bir alan olsa da kestirilemeyen, deneysel olmayan, gözlenemeyen ve bunlara bağlı olarak sıradan kişilerce (fânilerce) açıklanamayan bir alandır. Doğaüstü tarihsiz bir alandır; burada zaman yoktur, burası mutlak kudretin ve sonsuz mutluluğun alanıdır. Doğal dünya ise zamanlıdır, zaman tarihi yaratır, insan ve diğer canlılar bu tarihin içinde iniş çıkışlı sorunlu bir kaderi yaşar. İnsanlar, doğaüstü olarak kurgulanan kutsalın bir parçası olmak için, bu dünyadaki yapıp etmelerini (amellerini) olabildiğince dinin emirlerine uydurmaya çalışırlar ve bu yolla öldükten sonra kutsalın parçası olmayı hak etmeye çalışırlar. Ancak tahayyül edilen kutsalın, dünyevi olan içindeki erişilmezliği ve dokunulmazlığı bir yana, bir şekilde dünyevi alanda temsil edilmesi gerekir. Bu temsil, dünyada olup biten doğa olaylarının ya da canlıların başına gelenlerin doğaüstü güçlere atfen yorumlanması, dünyevi alanda var olan bazı şeylere doğaüstünün buradaki simgeleri olarak anlam yüklenmesi biçiminde gerçekleşir. Kimi zaman bu temsil belirli eylemlerle gerçekleştirilir. Bu eylemlere biz ayin diyoruz. Din ve inançlar yoluyla insanlar; kontrol edilemeyen, tahmin edilemeyen ve istenmeyen olaylar karşısında güven ve dayanma gücü temin ederler. Bu güven ve dayanma gücü, insanların kendi çevrelerine uyarlanmalarında önemli bir etkendir. Bu bakımdan din ve inanç sistemleri, insanların yaşadıkları döneme, geçim ve yaşam biçimlerine ve ekolojilerine uygun geniş bir çeşitlilik gösterir. Yukarıda değindiğimiz gibi dinin bir boyutu inanç ise diğer boyutu bu inancı ifade etmek, pekiştirmek ve bu inanç etrafında bir dayanışma ve kimlik yaratmak amacıyla düzenlenen ritüel boyutudur. Ritüel boyutu, kutsallığı simgeleştiren ayinler ve çeşitli ibadet biçimlerini içeren kurumsallaşmış davranış örüntüleri olarak tanımlanabilir. Bu örüntüler bir eylemin yerine getirilmesi ya da bazı eylemlerden kaçınmak biçiminde gerçekleşir. İslam’daki cuma namazı, Ramazan orucu ya da Hac farizesi; Hristiyanlıktaki büyük perhiz, çeşitli Hac ziyaretleri, Noel ayini; Museviliğin dinî tatil günü sayılan cumartesi günü bütün işlerden kaçınma davranışı; çeşitli inanç biçimlerinde karşımıza çıkan yağmur duası, Avustralyalı Aborijinlerin bereket ayini bu boyutun görünür örnekleridir.

İnanç Sistemlerinin Çeşitliliği

Farklı tarihsel ve ekolojik koşulların etkisiyle ortaya çıkmış, bu koşullarla bağlantılı biçimde çeşitlenmiş geniş bir inançlar yelpazesinden söz edebiliriz. Bu inançlar, somut şeylerin kutsallaştırılmasından başlayarak soyut ve mutlak kudret sahibi bir tanrıya veya tanrılara inanç çerçevesinde örgütlenmiş dinlere kadar çeşitlilik gösterir.

Din ve Uyarlanma

Toplumların yaşadıkları çevreye uyum sağlama biçimleri ve bu biçimlerin yerleştirdiği dünya görüşü, son tahlilde, onların inanç sistemlerini de etkilemektedir. Örneğin avcı- toplayıcıların inanç sistemleri, onların geçim biçimiyle yakından ilişkilidir ve avcı-toplayıcı hayatın odağında yer alan toprak, bitki ve hayvanlar merkezinde örgütlenir.

Dinin Somutlaşması: İbadet ve Ayinler

Bir inanç sistemi olarak din, sadece bir öğreti ve dünya görüşü olarak var olamaz. Dini yaşanır kılan ve insanların tek tek dünyevi ortamdan kutsal alana geçmesini sağlayan törenlerle din insana ulaşır. Toplu ya da tekil olarak gerçekleştirilen bu törenlere ayin diyoruz. Ayinlerin en önemli özelliği onların tekrarlanır olmasıdır. Tekrarlanma, inancı pekiştirir ve insanların dünyevi kaygılar içinde dinden uzaklaşmasını önler. Dolayısıyla ayinler, belirli zaman ve mekânlarda tekrar edilen, büyük ölçüde kalıplaşmış, bir programa göre tekrarlanan davranışlardır. Bu düzenlilik hem katılımcıların güven duygusunu pekiştirir hem de evrenin ve toplumun düzeni yeniden üretilmesini sağlar. Dünyevi alandan kutsal alana geçiş; çoğunlukla abdest almak, temiz giysiler giyinmek, cinsel ilişkiden kaçınmak, belirli şeyleri yememek ve içki içmemek gibi başka ara davranışları da gerektirir.

Temel İnanç Sistemleri

Animizm, Animatizm ve Animalizm: Animizm insanlarda ve diğer canlılarda var olduğu düşünülen ruhların fiziksel çevrede bulunan her türlü nesnede de bulunduğuna inanılmasıdır. Animizm kuramını antropolog Tylor geliştirmiştir. Tylor, animizmi bütün dinlerin temeli kabul eder. Ona göre uyku, uyanma, düş, hayal kurma, sarhoşluk, karabasan, trans, cinnet ve ölüm gibi yaşantılarını ruhların davranışlarıyla ilişkilendiren ilkel insanın, aynı ruh dünyasının kendi çevresinde bulunan canlı ve cansız bütün varlıklarda da bulunduğuna inanması, dinin başlangıcıdır. Bu inanç biçiminin en önemli etkisi, canlı ve cansız her şeyde ruhların varlığını gören insanın, onları incitmekten ve onlara zarar vermekten çekinmesidir. Animatizm ise bunun bir adım öncesidir ve insanların bütün doğayı canlı olarak algılaması biçiminde tanımlanabilir. Animalizm, insanların hayvanlarla kurduğu özel mistik bir ilişkinin adıdır. Özellikle avcı kültürlerde avcıyla avı arasında büyüsel ve mistik bir ilişki kurulur. Animalizm, bu ilişki çerçevesinde ortaya çıkan bir dizi işlemlerin toplamıdır. Bunlar arasında hayvanın insana benzetilmesi, avcının öldürdüğü hayvandan özür dilemesi, kemikleriyle fala bakılması ve av öncesinde avın iyi geçmesi için düzenlenen büyü sırasında avlanacak hayvanın taklidinin yapılması gibi işlemler yer alır. Özellikle Kuzey Amerika’nın Kızılderili kültürlerinin av ritüellerinin temeli animalizme dayanır.

Şamanizm: Şamanizm, animistik temelde ortaya çıkmış karmaşık dinsel, büyüsel ve tıbbi uygulamalar bütünüdür. Şamanizmin merkezinde şaman adı verilen mistik bir kişi yer alır. Şaman hem geleceği bilen hem sağaltıcı(hekim) hem de büyücüdür. Doğaüstü ile ilişki kurma yeteneği ve yetkisi vardır. Bu yolla gaipten (öte dünyadan) haber alabilir, insanların taleplerini oraya iletebilir. Özgün Sibirya ve İç Asya kültürlerinde görülen, kimi Pasifik adalarında ve Kuzey Amerika’nın bazı Kızılderili topluluklarında da rastlanan şaman ve şamanizm uygulaması, her ne kadar Sibirya kökenli olsa da bütün dünyadaki benzer deneyimler ve uygulamalara genellenmektedir. Şamanizmi diğer inanç sistemlerinden ayıran en önemli yön, onun kurumsal ve örgütlü bir yapısının olmamasıdır. Şamanizm bireysel mistik bir etkinliktir. Tamamen kişisel yeteneğe ve büyüsel uygulamalara dayanır. Bu yüzden bir din olarak kabul edilmez; ancak kişilerin mistik sorunlarını çözen ve bazı toplumsal işlevleri yerine getiren bir inanç sistemi olarak kabul edilmelidir.

Teizm: Doğaüstü alana mensup bir ya da birden çok yüce ve ölümsüz tanrının varlığına dayanan, bütün ölümlü varlıkların onların varlığıyla ilişkili olduğunu ve onların hükmü altında bulunduğunu savunan inanç sistemlerine teizm adı verilmektedir. İki tür teizm vardır. Birincisi, soyut ya da insan veya başka bir varlık görünümünde, kadere hükmeden çok sayıda tanrının varlığına inanılan çoktanrıcılık (panteizm) sistemleridir. Afrika’da, Güney Amerika’daki Maya, Aztek ve İnka kültürlerin de, güneydoğu Asya ülkelerinde, eski Yunan, Roma ve Arap dünyasında eskiden yaygın biçimde var olan bu inanç biçimi bugün oldukça zayıflamıştır. İkincisi, evreni ve onun içindeki bütün canlı ve cansız varlıkları yaratan, insanın kaderine hükmeden ve onu gözetim altında tutan, insanlarla zaman zaman kendi elçileri yoluyla ilişki kuran tek bir yüce Tanrı’ya imana dayanan tek tanrıcılık (monoteizm) inancıdır. Ortadoğu’da ortaya çıkmış olan ve Hz. İbrahim kaynaklı olduğuna inanıldığı için İbrahimî dinler adı verilen Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam tek tanrılı dinlerin başlıca örnekleridir. Bu dinlerin bir başka özelliği Tanrı’nın kendi elçileri aracılığıyla gönderdiği birtakım kutsal metinlere dayanmasıdır.

Doğu Mistisizmi ve Yeniden Doğuş İnancı: Doğu mistisizmi; yaşarken azla yetinme, çile çekme, başka canlılara zarar vermeme gibi erdemleri gözetmeyi, bu erdemlerle yaşanan bütünlüklü bir hayatın ödülünün ise yeniden insan olarak hayata gelmek olduğunu öne süren çeşitli inanç sistemlerinden oluşur. Bunlar mistik ve ahlakçı sistemlerdir. Tek tanrılı dinlerin, insanın doğa üzerinde mutlak egemenliğini meşru kılan ve insanı yaratılmışların en değerlisi olarak gören genel tasavvurunun aksine, Doğu mistisizminin temelinde insanın da doğanın bir parçası olduğu, insanla diğer canlılar arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığı fikri yatar. Bu mistik dinlerin başında Budizm yer almaktadır. Esasen kast sisteminin katı tabakalaşmasına bir tepki olarak doğan ve hayatın temelinin acı olduğunu söyleyen Budizm’de hedef, insanın nirvana’ya (acıdan mutlak kurtuluşa) ulaşmasıdır. Doğu Asya’nın ikinci büyük inanç sistemi olan Hinduizm’de ise mutlak kudret sahibi tek tanrı ve ibadet fikri reddedilmiştir. Bunun yerine bir tanrılar birliği (panteon) söz konusudur. Hinduizm, bir tür boyun eğme (tevekkül) ve kabullenme (darma) vaaz eder. Herkes içine doğduğu toplumsal tabakadan (kasttan) kaynaklanan statüyü kabul edip bunun gereklerini yerine getirmelidir.

Doğu Asya’da yaygın olan ve bir dinden çok doğru yaşamaya ilişkin birer dünya görüşü olarak kabul edilebilecek Konfüçyusçuluk ve Taoculuk, Doğu mistisizminin en önemli öğretileri arasında yer alır. Bunlar inanç ve ibadetten ziyade ahlak öğretilerine dayanır. Bu ahlak öğretileri bir yaşam biçimi öngörür. Konfüçyusçulukta erdem, yüce gönüllülük ve sevgi gibi temel temalar vardır. Bu temalar, bir bütün olarak insanın doğasında mümkündür. Dolayısıyla asıl mesele bu doğayı dünyevi hayat içinde açığa çıkaracak terbiye ve işlemlerin bilinmesi ve buna göre yaşanmasıdır. Açığa çıkarma işleminin en önemli evresi içgörüdür. Kişi içine döndüğü, dolayısıyla dünyevi zevk ve hazlardan uzaklaştığı ölçüde doğasının bu temel özelliklerini bulabilecektir. Taoculukta ise mistik ve metafizik yönler daha büyük ağırlık taşır. Burada insanın içgörü yoluyla kendine dönmesinin yerini, kendisini yetiştirmesi alır. Bu yetişme sırasında insan kendisini bilecek, böylelikle evreni de bilebilecek ve onunla bütünleşecektir. Doğanın bilgisi ve birliği ancak evrenin küçük bir modeli olduğu düşünülen insanın kendi doğasını denetlemesiyle kavranabilir. Bunun yolu meditasyondur.

Bağdaştırmacılık (Senkretizm): Dinler ve inançlar arasında yaşanan kültürlenmeye bağdaştırmacılık denir. Dinler ve inançlar arasında ortaya çıkan temaslar sonucunda, dinler ve inançlar birbirlerinden kimi inanç ve ibadet öğelerini alarak kendi inanç sistemleri içinde özümserler. Tanrılar, dinsel uygulamalar ve yorumlar ödünç alınabilir. Başka inançlara ait simgeler ithal edilerek bu simgelere yeni ya da yerli anlamlar yüklenebilir.

Tabular, Kültler ve Dinsel Simgeler

Tabular

İnanç sistemlerinin yanaşılmasını, dokunulmasını, yenilmesini, hatta kimi zaman adlarının anılmasını yasakladığı canlı ve cansız varlıklardır. Bazı toplumlarda tabu sayılan bu nesnelere dokunma hakkı, sadece belirli kişilere ait olabilir. İslam ve Yahudi inancında kirlilik tabusu olan şeyler tanımlanmıştır. Örneğin domuz yeme yasağı böyle bir tabudur. Birinci derecede akraba sayılan kişilerle cinsel ilişki yasağı, yani ensest tabusu, hemen hemen bütün kültürlerde vardır. Bazı durumlarda kimi tapınaklara kadınların girmesi de yasaklanmıştır. Örneğin Yunanistan’ın Athos Dağı’nda bulunan Ortodoks manastırlarının bulunduğu geniş topraklara hiç bir kadın giremez. Bu da bir kirlilik tabusu olarak tanımlanabilir.

Kültler

Kültler, kutsal olarak tanımlanmış varlıklar etrafında oluşmuş inanç ve tapınma biçimleridir. Bu varlıklara saygı duyulur, tapınılır, zaman zaman kurbanlar sunulur ve onlar için ayinler düzenlenir. Bu ayinler belirli kült araçlarını kullanma yetkisi olan cemaat veya din önderlerince yönetilir. Kültler; arınma, bereket ve doğurganlık gibi temaların odağında yer alır. Bu çerçevede örneğin Anadolu’da taş, ağaç, su gibi kültlere rastlarız. Zaman zaman rastladığımız çaput bağlanmış ağaçlar, ağaç kültünün örnekleridir.

Dinsel Simgeler

Dinsel simgeler, soyut dinsel öğelerin somut biçimde algılanmasına hizmet eden nesne, davranış ve tutumlardan oluşur. Bunlar Hristiyanların haçı gibi nesnel olabilir. Haç, İsa Peygamber’in insanlık adına acı çekmesini ve kendisini feda etmesini simgeler. Belli ayinsel davranışlar da simgesel anlamlar taşır. Örneğin Şiilerin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinin acısını nasıl derinden hissettiklerini yansıtan Muharrem ayinindeki davranışlar böyle bir simgesellik taşır. Kimi dinlerde belirli sözcükler ya da belirli tutumlarda simgesel anlamlar taşır. Sözgelimi bir Müslüman’ın ezan okunduğu sırada saygılı bir tutum takınması onun dindarlığına işaret eden tutumsal bir simgedir. Kuran’ı öpüp başa koymak ya da yere düşen bir ekmeği öperek yerden almak da bu tür simgelerdendir.

Kültüre Özgü Simgeler

Dinsel simgelerin bazıları evrensel nitelikte olabileceği gibi, pek çoğu kültürlere özgüdür. Dolayısıyla bu simgeleri anlayıp onun gerektirdiği tutumu takınmak, kültür tarafından aktarılan ve o kültürden olmayanların bilemeyeceği bir davranış modelidir. Kişiler doğdukları andan itibaren bu simgeler ve onların gerektirdiği davranışlar konusunda koşullandırılırlar.

Besin Simgeciliği

Din ve inançlar, insanların neyi yiyip neyi yemeyeceğine ilişkin çerçeveler kurmuşlardır. Bu yüzden insanların yedikleri ya da yemekten kaçındıkları besinler genellikle dinsel inançlarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Pek çok inanç sisteminde belirli hayvan ya da bitkilere simgesel bir anlam yüklenir; bu anlamlar besinlerin kutsal bağlamlara yerleştirilmesine ya da ondan kesinlikle kaçınmayı gerektiren tabulara işaret ederler. Örneğin İslam’da domuz tabusu, Hinduizmde inek tabusu vardır. Bu tabular nedeniyle söz konusu hayvanların kesilip yenmesi kesin biçimde yasaktır.

Totemler

Pek çok inanç sisteminde hayvanlarla insani hayat birbiriyle çok yakın biçimde ilintilendirilmiştir. Özellikle kabile toplumlarında her kabilenin belirli bir hayvan türüyle özdeşleşmesi söz konusudur. Özdeşleşilen bu hayvan, o kabilenin totemi olur. Bu özdeşim, o hayvan türüyle atasal bir soy ilişkisine inanılmasından ileri gelir. Bu inanışa dayanan evren kavrayışına totemcilik adı verilmiştir. Hayvanlarla kurulan bu ilişki çeşitli amblem ve anıtlarla simgesel olarak temsil edilir ve bu totem çevresinde tanımlanan ayinlerle bir inanç sistemi meydana getirilir.

Sanat Simgeciliği

Dinsel simgecilik sanatta da yansımasını bulur. Dünya algı ve kavrayışının büyük ölçüde dine dayandığı toplumlarda, sanatsal ifade biçimlerinin dinselliği yaygındır. Pek çok küçük ölçekli toplumda sanatçı; genellikle mitosları, kutsal varlıkları ve dinsel ilkeleri yansıtan eserler üretir. Bu üretim dinsel ayinlerde kullanıldığı ve dinsel mekânları süslediği gibi evlerin dekoru içinde de önemli bir yere sahiptir. Bu çerçevede sıradan insanların evlerinde dinsel simgeler olarak yer alan eserler olabileceği gibi, servet sahibi kişiler de dinsel bir görev olarak bu tür eserleri sanatçılara ısmarlayıp yaptırabilir. Osmanlı padişahları, yaptırdıkları büyük camilerle bu türden görkemli dinsel simgeler yaratmışlardır. Bunun gibi Leonardo Da Vinci, Rafaello ve Michalangelo gibi büyük sanatçılar, kiliseler için yaptıkları heykeller ve büyük resim programları ile bu gibi iktidar sahiplerinin prestijini yansıtan ve onları bu dinsel hizmetleri yoluyla yücelten kişiler olmuşlardır.

Mitoloji ve Mitoslar

Mitos

Mitoslar, dinsel nitelikli efsanelerdir. Her mitos kutsal bir öyküye gönderme yapar. Herhangi bir mitosu paylaşan toplumlar bu mitosu kendilerine gönderilmiş bir hakikat olarak kabul eder ve onun gerçekliğinden kuşku duymadan onu sözlü gelenek içinde aktararak toplumsal hafızanın malı yaparlar.

Mitosların İşlevleri: Mitosların çeşitli işlevleri vardır. Bunların başında mitosların bir toplumun dayanışmasını ve birliğini, dolayısıyla kimliğini kuran tarihsel öyküler olması gelir. Toplumların göçleri, geçmişteki toplumsal varoluş biçimleri, yaşadıkları doğal afetler bu mitoslar aracılığıyla güncel kuşaklara aktarılır, böylelikle birliği ve toplumun kimliğini yeniden kurar. Mitoslar, aynı zamanda geçmişte yaşadığı varsayılan tarihsel ve kutsal kişiliklere ilişkin öyküler olarak, onların hayatları üzerinden doğru hayatı anlatan birer ahlak öğretisi oluşturur.

Mitoloji

Mitosların oluşturduğu tutarlı bütünlük, pek çok öykünün birbirini tamamlayıcı biçimde örgütlenmesi mitolojiyi oluşturur. Mitolojiler, her toplumsal varlığın dünyadaki varoluşunun doğaüstü bir başvuru çerçevesinde meşrulaştırılmasıdır. Böylelikle karşımıza Sümer mitolojisi, eski Yunan mitolojisi, Roma mitolojisi, Hint mitolojisi gibi pek çok mitoloji çıkar. Dolayısıyla mitolojiler, aynı zamanda birer dünya görüşüdür. Özellikle toplumların yaratılış kurgusunu yansıtır ve bu yaratılış süreci içinde o toplumun biricikliğini ya da seçilmişliğini vurgular. Bazı mitolojiler, kimi toplumların dinlerinin temelini oluşturmuştur. Örneğin eski Yunan mitolojisi, aynı zamanda bir dindir. Eski Yunan toplumunu oluşturan kentler, bu mitoloji içinde yeri olan tanrı ve yarı-tanrıları kutsayarak kendi kültleri haline getirmiş ve bu kültlerin oluşturduğu tanrılar birliği (panteon), eski Yunan toplumunun birliğini simgeleyen bir din olarak varlığını sürdürmüştür.