ARKEOLOJİK ALAN YÖNETİMİ - Ünite 3: Arkeolojik Alanlar İçin Koruma Kullanma Ekseninde Yeni Yaklaşımlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Arkeolojik Alanlar İçin Koruma Kullanma Ekseninde Yeni Yaklaşımlar

Ülkemizde Arkeolojik Alanların Yönetimine İlişkin Tespitler

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 63’üncü maddesinde yer alan “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.” söylemi ile Türkiye Cumhuriyeti Devletince kültürel mirasa verilen önem ve değerin altı, en üst ölçekte çizilmiştir. Ülkemizdeki kültür varlıklarını bilimsel çalışmalarla ortaya çıkarmak, korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarını tespit etmek, bakımını, onarımını, korunmasını sağlamak, tahribatını ve kaçakçılığı önleyici tedbirler almak ve bu amaçlar doğrultusunda faaliyetleri yürütmek üzere gerekli tedbirlerin alınması görevi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yükümlü kılınmıştır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesindeki idari ve teknik görevler Bakanlığa bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile ona bağlı taşra teşkilatı olarak görev yapan Müze Müdürlükleri, Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlükleri, Rölöve ve Anıtlar Müdürlükleri ile Restorasyon Konservasyon Merkez Laboratuvar Müdürlüğü aracılığıyla yürütülmektedir.

Ülkemizde kültürel mirasın korunmasına ilişkin anayasal boyutta belirlenen devletin koruma görevinin arkeolojik miras için vücut bulduğu temel yasal düzenleme ise 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile bu kanuna dayalı yönetmelik, ilke kararları vb. alt mevzuattır. Ülkemizde yürütülmekte olan “alan yönetimi” çalışmalarını 2863 sayılı Kanun’un ek 2. maddesi kapsamında ve dışındakiler olmak üzere iki ana başlık altında toplayabiliriz. Bu ayrım “yasal süreçlere tabi olan alan yönetim uygulamaları” ve “yasal süreçlere tabi olmayan alan yönetim uygulamaları” olarak adlandırılabilir.

Yasal süreçlere tabi olan alan yönetim çalışmaları 2863 sayılı Kanun’un ek 2. maddesi kapsamına dayanılarak yürürlüğe konan “Alan Yönetimi ile Anıt Eser Kurulunun Kuruluş ve Görevleri ile Yönetim Alanlarının Belirlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” hükümlerine bağlı olarak sürdürülmektedir. Düzenlemeye göre alanın statüsü (sitin türü) ve bulunduğu konum, söz konusu alanın yönetim planını hazırlayacak yetkili idarenin tespit edilmesinde belirleyici olmaktadır. Yasal süreçlere tabi olmayan alan yönetim uygulamalarında ise yukarıda bahsi geçen prosedür dikkate alınmadığından çalışmalar daha çok alana ilişkin bir yönetim planı hazırlanması önceliği etrafında sürdürülmektedir.

Alan yönetimi konusunda mevzuat hükümlerine bakıldığında kısmen de olsa sistematik yapısı ve idareleri bağlayıcı nitelikteki hükümlerin varlığı ile katılımcı süreçler içermesi alan yönetim planı hazırlanmasında yasal düzenlemeye tabi süreçlerin işletilmesinin, alanın yararına daha iyi sonuçlar doğurabileceği fikrini uyandırmaktadır. Bu ayrıma göre, ünitemizin konusu olan arkeolojik alanlar ya da içinde arkeolojik sit bulunan “alan yönetimi” ve “yönetim planı” çalışmaları tamamlanan ya da sürdürülen alanlara verilebilecek örnekler ise şunlardır:

1. 2863 sayılı Kanun’un ek 2. maddesi kapsamında yürütülen alan yönetim planı örnekleri;

  1. Antalya, Alanya Tersanesi ve Kalesi,
  2. Aydın, Aphrodisias Antik Kenti,
  3. İstanbul Tarihî Alanları,
  4. Adıyaman Nemrut Dağı,
  5. Bitlis, Ahlat Selçuklu Mezarlığı,
  6. Gaziantep, Dülük Antik Kenti,
  7. İzmir, Efes Antik Kenti,
  8. Edirne, Selimiye Camii ve Külliyesi,
  9. Kars, Ani Ören Yeri.

2. 2863 sayılı Kanun’un ek 2. maddesi kapsamı dışında hazırlanan yönetim planı örnekleri;

  1. Konya, Çatalhöyük,
  2. Denizli, Pamukkale.

Alan yönetim planı kavramının ulusal mevzuatımıza giriş tarihî ile de bağlantılı olarak ülkemizde bu yönde yapılan çalışmaların oldukça az olduğu söylenebilir. Hatta ülkemizdeki alan yönetimi çalışmalarının yaklaşık olarak yukarıda verilen örneklerle sınırlı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Söz konusu alanlarımız aynı zamanda Dünya Miras Listesi’nde yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde korunması gereken alanların yönetim planının hazırlanması ile dünya miras alanı listesinde yer alması konusunda doğrudan bir ilişki olduğu görülmektedir. Çünkü Dünya Miras Listesi’ne aday gösterilen varlıkların tercihen katılımcı modellere dayalı bir yönetim planına veya varlığın istisnai evrensel değerinin nasıl korunması gerektiğini belirten özel bir yönetim sistemine sahip olması beklenmektedir.

Bugün Dünya Miras Listesi ya da geçici listede yer alan arkeolojik alanlarımız dışındaki arkeolojik alanlarda aslında alan yönetiminin konusu olan ziyaret ve ziyaretçiler ile ilgili sorunlar “çevre düzenleme projesi” ile çözümlenmeye çalışılmaktadır. Bugünkü uygulamalara bakıldığında alanın potansiyelinin açığa çıkarılması, alanla ziyaretçinin buluşması dolayısı ile alanın anlaşılması ve anlamlandırılmasını sağlama görevini bu projeler üstlenmektedir. Fakat çoklukla kamu mülkiyetinde kalan (hazine arazisi ya da kamulaştırılması tamamlanmış) arkeolojik sitler için uygulanan “çevre düzenleme projeleri” bu özelliği nedeni ile katılımcı süreçlere kapalı ve sadece idarelerin beklentileri ile çizimi yapmakla görevlendirilenlerin hayal güçleri ile sınırlı kalmaktadır.

Arkeolojik sitler için daha temel ve öncelikli bir başka konu ise arkeolojik alanların hangilerinin hangi koşullarda ziyarete açılıp açılmayacağı konusudur. Bugün ziyarete açık arkeolojik alanlar 2863 sayılı Yasa’da böyle nitelendirilmese de “ören yerleri” olarak algılanmaktadır. 2863 sayılı Kanun’un 3. maddesinin 7. bendinde ören yeri; “tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli uygarlıkların ürünü olup, topoğrafik olarak tanımlanabilecek derecede yeterince belirgin ve mütecanis özelliklere sahip, aynı zamanda tarihsel, arkeolojik, sanatsal, bilimsel, sosyal veya teknik bakımlardan dikkate değer, kısmen inşa edilmiş, insan emeği kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının birleştiği alanlar” şeklinde tanımlanmıştır. Taşınmaz kültür varlıklarının tespit ve tesciline ilişkin genel yönetmelik içerisinde arkeolojik alanların tespitine yönelik düzenlemeler yer alsa da yukarıdaki tanımlamalar ve yasanın diğer bölümleri ile mevzuatta ören yerlerinin nasıl belirleneceği, bunun kriterinin neler olduğu, bir arkeolojik alana ören yeri statüsü kazandırılmasına ilişkin karar mekanizmalarıyla, bir arkeolojik alanın ören yeri serüveninin nerede başlayacağı gibi sorulara cevap veren bir düzenleme henüz yer almamaktadır.

Taşınmaz kültür varlıklarının tespit ve tesciline ilişkin genel yönetmelik içerisinde arkeolojik alanların tespitine yönelik düzenlemeler yer alsa da yukarıdaki tanımlamalar ve yasanın diğer bölümleri ile mevzuatta ören yerlerinin nasıl belirleneceği, bunun kriterinin neler olduğu, bir arkeolojik alana ören yeri statüsü kazandırılmasına ilişkin karar mekanizmalarıyla, bir arkeolojik alanın ören yeri serüveninin nerede başlayacağı gibi sorulara cevap veren bir düzenleme henüz yer almamaktadır. Ülkemizde arkeolojik sitlerde alan yönetimi konusunda yaşanması muhtemel yeni sorun ise 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin düzenleme yapma yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığında iken söz konusu KHK ile doğal sitlerle ilgili karar alma yetkisinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmiş olmasıdır. Bu düzenleme ile doğal sitler ve doğal sitlerle çakışan diğer sit alanlarında özellikle alan yönetimi kapsamında yetkinin nasıl şekilleneceğine ilişkin henüz bir düzenleme bulunmamaktadır. Yine aynı KHK ile Sümela, Kapadokya ve Nemrut gibi birçok arkeolojik sitin sınırlarını içine alan Millî Park ve Özel Çevre Koruma (ÖÇK) alanları içerisinde alan yönetimine ilişkin yetki ve yöntem konusu da aynı şekilde çözüm bekleyen düzenlemelerdir.

Arkeolojik Alanların Ayağa Kaldırılması İçin Yeni Yaklaşımlar

Ülkemizde hemen her ilde rant uğruna yok edilen ve edilmekte olan kültürel miras örnekleri bulunmaktadır. Buna karşın, kültürel mirasın korunmasına yönelik yeni bir model geliştirilmesi fikri, diğer bir deyişle bilimsel koruma ilkeleri temelinde “kullanarak koruma” ve “katılımcı koruma” ilkeleri olarak adlandırabileceğimiz ilkeler, mevcut sistemin ortaya koyduğu ve kültürel mirasın yok olmasına neden olan rantın önünü kesebilecek niteliktedir. Ayrıca “Alan Yönetimi” uluslararası ölçekte benzer kaygılarla gelişen ve hemen hemen aynı düşünce eksenine bağlı olarak şekillenen “yönetişim” olgusunun kültürel miras için vücut bulduğu kavramdır. Alan yönetimi bu yönüyle kültürel mirasın akılcı yönetimi temel prensibinden yola çıkarak yönetişim modeli altında katılımcı modellerle geliştirilmeye çalışılan önemli bir etkinlik alanıdır. Alan Yönetiminde işin püf noktasını, kuralları koymanın, teşvik edici ve destekleyici tedbirleri almanın yanı sıra “kontrol mekanizmalarını geliştirmek”, “yaptırımları hayata geçirmek” ve en önemlisi “tüm aktörleri oyuna dâhil etmek” gibi önemli faktörler oluşturmaktadır.

Arkeolojik alan yönetimi çerçevesinde arkeolojik alanların ayağa kaldırılması için gerekli olan yeni yaklaşımlardan en önemlilerinden biri de arkeolojik alanlar için öykülendirme ve değerlendirme konusudur.

Arkeolojik Alanlar İçin Öykülendirme ve Değerlendirme: Çok değil bundan on yıl öncesine kadar arkeolojinin bilimsel kazılar dışında toplumla buluşabildiği tek yer müze vitrinleriydi. Toplumda olduğu kadar kültürel miras alanında yönetim erkini elinde tutanlar için de arkeolojik kazı algısı, kazıdan çıkan eserlerin müzelerde ya da ayakta kalan mimari unsurlar için de yerinde sergilenmesi ile sınırlı olarak değerlendirilmekteydi. Kültürel mirasın korunması aşamasında son yıllarda değişen bu yönelim, arkeolojik anıtların ve objelerin bulundukları alanda ya da müzelerde teknolojinin olanaklarından yararlanılarak, toplumsal bilinçlenme olgusuyla geleceğe taşınması fırsatını yaratmıştır. Değişen bu yapı ile arkeolojik miras alanında görev yapan bilim insanları topluma arkeolojik mirasın anlatılması için; bilimsel kazıların baştan sona nasıl yapıldığı, kazı sonunda elde edilen bulguların nasıl ilişkilendirileceği, kazı alanının tanığı olduğu dönemin yansıtılması yönünde yeni adımlar atmaya başlamışlardır. Öyle ki özellikle son 10 yıldır arkeolojik kazı alanlarının doğal ve kültürel yapısı ile ilgili dönem koşullarının algılanmasına yardımcı olacak bilgilendirme panoları, tasvirler, üç boyutlu (3d) modellemeler, hologram teknikleri, animasyonlar, ışık ve ses tekniklerinden de yararlanılarak dönemsel kurgular/canlandırmalar, gösteriler gibi çağa uygun anlatım teknikler ile topluma sunulmaya başlanmıştır. Değişen bu yapı ile birlikte, arkeolojik alanların öykülendirilmesi ve değerlendirilmesi hususunu müze tanımında yer alan “toplumun bedi zevkinin gelişmesi”ni sağlayacak faaliyetin çok ötesinde algılamak gerekmektedir.

Bir alanın öykülendirilmesi toplum tarafından o alanın niteliğinin ve özelliğinin daha kolay algılanmasını sağlayarak alanın korunma gerekçesinin anlaşılmasını da kolaylaştırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında arkeolojik alan yönetimi çerçevesinde arkeolojik alanların ayağa kaldırılmasında, öykülendirme faaliyetinin korumanın önemli bir argümanı olduğu da söylenebilir.

Katılımcılık: Ülkemizde arkeolojik mirasın istenilen nitelikte ayağa kaldırılamamasında en önemli etkenler arkeolojik alanlar üzerinde gerçekleşen yoğun tahribatlar ile geçmiş dönemlerde bu değerlerin korunmasına yeterli özenin gösterilmemesidir. Günümüzde yasal açıdan önemli düzenlemeler bulunması ve koruma konusunda yaygın bir teşkilat yapısı oluşmasına karşın, bu alanların ihya edilmesinde hâlâ yeterince etkin olunamadığı ortadadır.

Günün koşullarına rağmen arkeolojik mirasın ihya edilememesi dört temel neden etrafında toplanabilir. Bunlardan birincisi “kültürel mirasın korunması konusunda bir stratejik ulusal planın olmayışı”; ikincisi “arkeolojik mirasın korunması için ayrılan ekonomik kaynağın kısıtlı oluşu”, üçüncüsü arkeolojik mirasın korunmasına yönelik kamu-yerel-sivil-özel iş birliği anlayışının henüz tam anlamıyla benimsenmemiş olması, dördüncüsü ise “toplumda arkeolojik mirasın korunmasına yönelik gerekli bilinç ve duyarlılığın yaratılmamış olması”dır. Arkeolojik mirasın ihya edilememesinde temel neden olarak gösterilen bu sorunların çözümünde çıkış noktası ise “katılım”dır.

Kültürel mirasın korunması süreçlerindeki katılımcı etkinliklerini;

  1. Duyarlılık ve farkındalık yaratmaya yönelik etkinlikler,
  2. Uygulamaya dönük etkinlikler

olmak üzere iki temel bileşen altında toplayabiliriz.

Duyarlılık ve farkındalık yaratmaya yönelik etkinliklerde temel aktörün sivil toplum kuruluşları olması beklenirken üniversitelerin ve özel sektörün de bu etkinliklere yönelik aktif ve katılımcı süreçler içerisinde yer aldıkları bilinmektedir. Uygulamaya dönük etkinlik alanının çizgileri ise daha çok mevzuatla sınırlandırılmış ya da mevzuata temas noktasındadır. Uygulamaya dönük etkinlik alanı üç temel başlık altında toplanabilir.

  • Kültürel mirasın yönetimine katılım etkinliği,
  • Kültürel alanda sponsorluk etkinliği,
  • Kültürel mirasa ilişkin teşvik etkinliği,

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda yer alan taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması, katkı payı, alan yönetimi ve Koruma Uygulama ve Denetim Bürolarının valilikler ve belediyeler bünyesinde kurulması kanuna giren önemli katılımcı süreçlerdendir. Buradaki katılım vurgusu çok yönlüdür. Kültürel mirasın ihyasında katılımcılığı teşvik eden bir başka uygulama ise “restore et işlet devret” modelidir.

Ülkemizde kültürel miras alanında katılımcı süreçleri destekleyen diğer iki önemli düzenleme ise 5225 sayılı Kültür Yatırım ve Girişimlerini Teşvik Kanunu ile 5228 sayılı Kanun kapsamında yürütülen (gelir vergisi ve kurumlar vergisi muafiyeti sağlayan) kültürel alandaki sponsorluk uygulamasıdır. 5228 sayılı Kanun’a dayalı olarak uygulanan kültürel alanda sponsorluk düzenlemesi ile arkeolojik alanlar dahil olmak üzere bilimsel çalışma, tanıtma, koruma ve yayın etkinlikleri gibi kültürel alanda gerçekleştirilen etkinliklere sponsorlar tarafından sağlanan destek miktarının %100’ünün sponsorun vergi matrahından indirildiği bilinmektedir.

Kültürel mirasın korunması konusunda kaynak yaratıcı ve insana rağmen değil insanla birlikte koruma anlayışına dayalı düzenlemelerin önemini pek çok ülkenin yıllar önce kavradığı ve bu amaçla yetkinin paylaşımı ve katılımın sağlanmasını teşvik edici çeşitli düzenlemeler yaptığı görülmektedir. Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesinin tamamlayıcı tedbirler başlıklı 6. maddesinde “Mimari Mirasın bakım ve restorasyonu konusunda özel girişimleri teşvik etmek.” ve Koruma Politikaları başlıklı 11. maddesinde de “Her bir taraf, kültür mirasının mimari ve tarihsel özelliklerini koruma açısından- korunan varlıkların, çağdaş hayatın gereksinmeleri göz önüne alınacak şekilde kullanımını uygun olan durumlarda, eski binaların yeni kullanımlara intibaklarını teşvik etmeyi, taahhüt eder.” ibareleri yer almaktadır.

Amsterdam Bildirgesi (1974) içerisinde yer alan “yetkililer, yerel yetkililere ya da kâr amacı gütmeyen kuruluşlara gerekli kaynağı sağlayarak döner sermayeler kurmalı ve onları özendirmelidir. Bu yöntem yoğun talepten doğan değer artışı yoluyla kısa ya da uzun vadede kendini finanse edebilecek bölgelerde uygulanabilir. Bu düzenlemelerin yanı sıra konumuzla doğrudan ilgili düzenlemeler de bulunmakta olup aşağıda sıralanmıştır.

  • Venedik Tüzüğü
  • Weiss Raporu
  • Quito Normları
  • Avignon Tavsiye Kararı
  • Segesta Bildirgesi

Arkeolojik Alan Yönetimi ve Turizm İlişkisi

Bilmediğimiz, kendimize yabancı olduğunu düşündüğümüz bir nesneyi kabullenme ve koruma eğiliminde olmamız oldukça zordur. Bu nedenle öncelikli olarak arkeolojik alanlara yakın bölgelerde yaşayanların kültür mirası sahiplenmesine yönelik sürdürülebilir kültür turizmini geliştirme bilinci aşılanmalıdır. Bunun için öncelikle;

a) İlk ve orta dereceli okul öğrencileri ve öğretmenlerine yönelik eğitim çalışmalarına ağırlık verilmeli, bu amaçla çeşitli faaliyetler düzenlenmeli, bilgilendirici doküman ve promosyonlarla etkinliklere katılım desteklenmelidir.
b) Yerel halk alanın ve bölgenin özellikleri konusunda donanımlı hâle getirilmeli,
c) Yerel halkın (paydaşların) eğitimi için STK’ larla iş birliği içinde bölge şartlarına uyarlı çalışmalar yapılmalı,
d) Bölgede kamuyu temsil eden bütün taraflar, özellikle kolluk kuvvetleri ile alanla ilişkili olup doğrudan ya da dolaylı olarak alanın varlığından yarar sağlayanlar (turizmciler, işletme sahipleri vb.) bilgilendirilmeli,
e) Yerel halkın ziyaretçilere rahatsızlık vermeden onlarla diyaloğa geçebilmeleri, sosyoekonomik gelişmelerine katkı sağlayacak yeme içme konaklama gibi hizmetleri sunabilmeleri ve yerel ürünleri pazarlamalarına olanak sağlamak üzere üretim standartları gibi konularda bilgilendirme, eğitim, donanım ve teknik destek sağlanmalı,
f) Yerel halkın yaşadığı çevresel koşullar ve yaşam şartları gözden geçirilmeli, olanaklar dahilinde yaşam alanlarının özgün yapısı ile korunması konusunda ekonomik, teknik destek verilmeli ve bilgilendirilmeleri sağlanmalıdır.

Diğer taraftan, başarılı bir sürdürülebilir kültür turizmi için en az yerel halk ve turiste hizmet sunanlar kadar bu hizmetten yararlanan ziyaretçilerinde bilgilendirilmeleri önemlidir. Alan konusunda yeterince bilgilendirilmeyen bir ziyaretçinin kaliteli bir ziyaret süreci yaşaması olası görülmemektedir. Bu bakış açısıyla;

a) Ziyarete açık arkeolojik alanın yer aldığı bölgenin coğrafi, doğal ve beşerî koşulları hakkında ziyaretçilere mutlaka ziyaret öncesi bilgi sunulmalıdır.
b) Bölgenin konaklama, yeme içme olanaklarından, bunların fiyat ve niteliklerine; bölgede yaşayan insanların örf ve âdetleri gibi kültürel özelliklerinden, bölgeye özgü el sanatları ve yerel ürünlerine; alana ilişkin alternatifli gezi planları, alanın bölge içindeki konumu ve yakın çevresi ile bağlantıları ve alanın spesifik özelliklerinin belirtildiği tematik haritalara kadar ziyaretçilerin kendini ziyaret sırasında rahat ve güvende hissetmeleri için gerekli katalog, internet sitesi, broşür gibi bilgiler hazırlanmalı ve sunulmalıdır.
c) Ayrıca ziyaretçilerin ziyaretleri esnasında da hem tatmin edici düzeyde bilgilenmelerine olanak tanıyacak hem de kültürel alanın yapısıyla uyumlu içme suyu, tuvalet, acil durumlar için haberleşme olanağı gibi en azından elzem ihtiyaçların sağlanması standartlarını taşıyan donanımlı karşılama merkezleri oluşturulmalıdır.

Arkeolojik alanlar için turizm olgusu bölgenin cazibesinin artırılması ve bölge insanının yaşam kalitesini yükseltecek en uygun kalkınma aracıdır. Bu alanların zaman içerisinde kazandığı değerlerin korunması, restorasyonu, konservasyonu ve nihai hedef olarak da ihya edilmesine yönelik etkinliklerin niteliği aynı zamanda alanın ve alanın yer aldığı bölgenin marka değerlerini doğrudan etkileyen bir süreçtir. Alan yönetim planlaması ile ihya edilmeye çalışılan bir arkeolojik alan bulunduğu bölge için marka değerinin oluşmasına kaynaklık eder. Alanın marka değerinin oluşması alanın korunmasına katkı sağlarken korunmuş bir alan marka değerinin güçlenmesini sağlar. Marka değeri yüksek olan korunmuş bir alan ise bölgenin cazibe merkezi olmasını sağlayarak kültür turizminin gelişmesine aracılık ederek bölgesel kalkınmanın önemli dinamiklerinden biri hâline gelebilir. Ancak kaynak ve proje yetersizlikleri ile duyarsızlık gibi nedenlere bağlı olarak arkeolojik alanların bir çöküntü alanı hâline dönüştüğü örnekler de unutulmamalıdır. Dolayısı ile arkeolojik alanın değerli kılınması, bölgesel kalkınmaya katkı sağlaması bir cazibe merkezi haline gelmesi ve marka değeri yaratılması ile söz konusu alan için kaynak bulunması, proje geliştirilmesi ve duyarlılık yaratılması birbiri ile doğrudan bağlantılı süreçlerdir.