AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ - Ünite 4: Tam Üyelik Sürecinde Türkiye: Üyelik Kriterleri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Tam Üyelik Sürecinde Türkiye: Üyelik Kriterleri
Tam Üyelik Sürecinde Türkiye: Üyelik Kriterleri
Avrupa bütünleşme süreci derinleşme ve genişleme olarak iki temel hareket içinde gelişmektedir. Derinleşme, Avrupa Birliği’nin yetkili olduğu konular kapsamına yeni konuların dahil edilmesi ve bu konularda giderek nitelikli çoğunlukla karar alma esasının hakim olmasıdır. Genişleme ise Avrupa Birliği’ne yeni devletlerin üye olarak katılmasıdır. Genişleme, Avrupa Birliği’ne dahil olmak isteyen ülkeler açısından bir katılma sürecinin tamamlanmasını gerektirmektedir.
Avrupa Birliği aday ülkelere uyguladığı üyelik kriterlerini zaman içinde değiştirmiştir. Bu değişimin başlıca nedenleri; uluslararası sistemin yapısal değişimi, Avrupa Birliği’nin değişen koşulları ve katılma sürecine giren devletlerin farklı nitelikler taşımasıdır. Bu nedenle aslında sürekli aynı ve bu bağlamda görece objektif koşullardan oluşan bir genişleme politikasından ve dolayısıyla katılma sürecinden söz etmek mümkün değildir.
Türkiye 1987 yılında tam üyelik başvurusu yapmıştır. Öte yandan Türkiye’nin tam üyelik sürecini anlayabilmek için, tam üyelik başvurusundan çok önceye, Ortaklık Anlaşması yani Ankara Anlaşması’na dönmek gerekir. Türkiye için AB’ye yönelik tam üyelik ya da daha doğru bir deyişle katılıma hazırlık Ankara Anlaşmasıyla başlatılmıştır.
Bugün katılım sürecinin fiilen sona erdiğini ileri sürmek mümkündür. Hukuken varlığını koruyor gibi görünen Türkiye’nin AB’ye katılım süreci, gerçekte işlemez duruma gelmiştir.
Türkiye’nin bu katılım süreci içinde, katılım sürecinin siyasi hedefi olan tam üyeliğe ulaşması mümkün görünmemektedir. Bu durumu da üyelik kriterleri ya da koşulluluk mantığı içinde açıklamak pek isabetli olmaz. Katılım sürecinin önündeki en büyük engel Avrupa Birliği’nin iç siyasal ve ekonomik krizleridir.
Genel Olarak Avrupa Birliği’nin Kurucu Anlaşmaları Çerçevesinde Üyelik Kriterleri
Roma Antlaşması: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan Avrupa Toplulukları’na geçiş 1957’de imzalanan ve 1958’de yürürlüğe giren Roma
Antlaşmalarıyla gerçekleştirilmiştir. Roma Antlaşmaları iki ayrı antlaşmadır. İlki Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kuran antlaşma, ikincisi Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu kuran antlaşmadır. Bu antlaşmalardan ilkine daha sıkça atıf yapılır ve bu bağlamda sadece Roma Antlaşması dendiği zaman genelde Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kuran antlaşma işaret edilir.
Maastricht Antlaşması: Avrupa Toplulukları’ndan Avrupa Birliği’ne geçiş 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla gerçekleştirilmiştir. Maastricht Antlaşması Avrupa bütünleşme sürecini Soğuk Savaş sonrası döneme hazırlayan çok önemli bir dönüşümü gerçekleştirmiştir. Maastricht Antlaşması’yla Avrupa bütünleşme siyasi kimliği öne çıkan bir uluslarüstü aktör niteliği kazanmıştır.
Maastricht Antlaşması’nın getirdiği Avrupa Vatandaşlığı, Avrupa Ekonomik Parasal Birliği, Avrupa Ortak dış ve Güvenlik Politikası, Avrupa Parlamentosu’nun artan gücü Maastricht Antlaşması’nın bu yolda getirdiği yeni düzenlemelerden bazılarıdır.
Lizbon Antlaşması: 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, Avrupa bütünleşmesinde hukuki nitelik değişikliği yapan önemli antlaşmalardan sonuncusudur. Lizbon Antlaşması’yla Avrupa Birliği ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu hukuken birbirinden ayrılmış ve Avrupa Topluluğu da Avrupa Birliği içinde eriyerek hukuki varlığını sona erdirmiştir.
Roma Antlaşması’nın 237. maddesi, “tüm Avrupa devletleri üyelik için başvurabilir” demektedir. Bu madde giderek daha ayrıntılı hâle getirilmiş ve genel coğrafi ilkenin yanına başka esaslar da eklenmiştir. Bu konuda özellikle Maastricht Antlaşması’nın yaptığı düzenleme önemlidir.
Maastricht Antlaşması’nın “O” maddesi Roma Antlaşması’nın 237. Maddesinde ifade edilen tam üyelik için Avrupa devleti olma ilkesini tekrar etmiştir. Ancak bu son derece geniş kriterin (Avrupa devleti olmak) sınırlandırılması için yine Maastricht Antlaşması’nın “F” maddesi, “demokrasi ve insan hakları ve temel özgürlüklere saygılı olmak” koşulunu getirmiştir. Topluluğa üye olabilmek için yerine getirilmesi gereken bir başka koşul ise “Topluluk sistemini kabul etmek ve bu sistemi uygulama kapasitesine sahip olmak”tır.
Lizbon Antlaşması sonrasında Avrupa Birliği Antlaşması’nın 49. maddesi katılma sürecini, bu antlaşmanın 2. maddesinde “sayılan ilkelerle uyumlu her Avrupa devleti Birliğe üye olmak için başvurabilir” diye düzenlemiştir. Antlaşmanın 2. maddesi, “insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere insan haklarına saygı” başlıkları altında bu değerleri toplamıştır. Ayrıca söz konusu madde bu değerlerin, “çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma ve kadın-erkek eşitliği” esasında bir toplumu esas aldığını da ifade etmektedir.
Türkiye’nin, tam üyelik hakkını teyit eden bir başka hukuki belge, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin tam üyelik başvurusu sonrasında, bu konu ile ilgili olarak Konsey’e sunduğu “görüş”tür. Komisyon “görüş”ünün sonuç kısmında “... Komisyon Topluluğa, Türkiye ile kapsamlı bir önlemler dizisi önermesini tavsiye eder. Bu önlemler dizisi, Türkiye’nin Topluluğa tam üye olabilirliğine halel getirmeksizin, iki tarafın, karşılıklı bağımlılık ve bütünleşmelerini güçlendirici bir yola sokacaktır...” denilmiştir. Söz konusu “görüş”, Türkiye’nin tam üyeliği konusunda net bir tavır belirlememiş ancak Ankara Anlaşması ile saptanan tam üyelik hakkını bir kez daha teyit etmiştir. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, Türkiye’nin tam üyelik hakkı hukuken açık bir şekilde tanınmıştır. Türkiye 1987 yılında yaptığı tam üyelik başvurusu ile bu hakkını kullanmıştır.
Türkiye İçin Ankara Anlaşması’nın Getirdiği Üyelik Kriterleri
Préambul: Antlaşma veya anlaşmaların başında, maddelerinden önce yer alan ve yapılan bu antlaşmanın anlam ve önemini vurgulayan kısım. Preambül’ü “önsöz” olarak çevirmek doğru olmaz. Preambül’de yer alan hükümler antlaşma veya anlaşma metinleriyle eş hukuksal değere sahiptir.
Ankara Anlaşması’nın temel hedefi Preambül’ünde, “Türk halkı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde bir araya gelmiş halklar arasında, gittikçe daha sıkılaşan bağlar kurmak” şeklinde ifade edilmiştir (paragraf 1). Söz konusu bağların ulaşacağı en son nokta ise yine Preambül’ün dördüncü paragrafında ve anlaşmanın 28. maddesinde belirtilen “tam üyelik” hedefidir. Preambül, “Türk halkının yaşama seviyesini iyileştirme çabasına, Avrupa Ekonomik Topluluğunun getireceği desteğin, ilerde Türkiye’nin Topluluğa katılmasını kolaylaştırmasını kabul ederek...” ifadesini kullanmıştır.
Öte yandan Anlaşmanın 28. maddesi, “Anlaşmanın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenilebileceğini gösterdiğinde, âkit taraflar, Türkiye’nin Topluluğa katılması olanağını inceleyecekler” hükmünü getirmiştir.
Yukarıda belirtilen tam üyelik hedefine ulaşmak için anlaşma öncelikle “Türkiye’ye yapılacak ekonomik yardımlar yoluyla (paragraf 3), Türkiye ve Topluluk üyesi devletlerarasındaki ekonomik farkın azaltılması”, sonra da “Topluluk ile Türkiye Cumhuriyeti arasında aşamalı olarak bir gümrük birliği kurulması” (md. 2/2) yöntemini benimsemiştir.
Ortaklık rejiminin etkin biçimde ve tüm yönleriyle işlerliğini sağlamak sadece Türkiye’nin yükümlülüğü olarak görülemez. Bu yükümlülük aynı zamanda AET tarafına da ait bir yükümlülüktür.
Ankara Anlaşması Ortaklığı üç döneme ayırmıştır. Bu dönemler Hazırlık, Geçiş ve Son Dönemlerdir. Hazırlık Dönemi’nde Türkiye, Geçiş ve Son Dönemlerde kendisine düşecek yükümlülükleri üstlenebilmek için Topluluğun yardımıyla ekonomisini güçlendirecektir.
Ankara Anlaşması’nın yapıldığı dönem itibarıyla Avrupa tarafının temel kaygısı Türk ekonomisinin görece büyük bir zayıflık taşımasıdır. Türkiye’nin serbest Pazar ekonomisinin rekabetçi iç dinamiklerine dayanamayacağı ve muhtemel bir ekonomik çöküşün AET’ye çok büyük bir mali yük getireceği düşünülmektedir.
Türkiye Hazırlık Dönemi’ni beş yıl için öngörülmüş ama 10 yıla kadar da uzatılmasına, Ankara Anlaşması’nın ekindeki Geçici Protokol ile imkân sağlanmıştır.
Türkiye Hazırlık Dönemi’ni yeterince kullanamamış ve Geçiş Dönemi için aceleci davranmıştır. Geçiş Dönemi’nde Türkiye’de yaşanan ve Petrol krizi ile tırmanan ekonomik sorunlarla ortaya çıkmış ve Türkiye
Katma Protokol’ün malların serbest dolaşımıyla ilgili getirdiği Geçiş Dönemi yükümlülüklerini neredeyse hiç uygulayamamıştır.
Ortaklık rejimi sadece bir gümrük birliği olarak düşünülmemiştir. Ortaklık rejimi tarım ürünleri ticaretini de kapsar.
Ortaklık rejimi kapsamına ulaştırma, rekabeti vergi, mevzuat uyumu konuları da dahil edilmiştir. Bu konularda düzenleme yapma yetkisi Ortalık Konseyine bırakılmıştır.
AET tarafı 1970’lerin ortalarından itibaren Ortaklık rejimini sadece bir gümrük birliği ve onunla irtibatlı yan mevzuatın uyumlaştırılması çerçevesi olarak görme eğilimine girmiştir. Türkiye’nin artan ekonomik ve mali zorlukları nedeniyle gümrük birliği ile ilgili yükümlülüklerini yerine getiremeyecek duruma düşmesi, AET’nin bu tutumunu takip etmesini daha da kolaylaştırmıştır. Dolayısıyla Ankara Anlaşması’nın Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlayacak bir anlayışla işletilmesi ve Ortaklığın bu şekilde geliştirilmesi konusunda AET Tarafı da Ankara Anlaşması’ndan doğan yükümlülüklerini bir tarafa bırakmıştır. Ankara Anlaşması ile çizilen ve tam üyelik kriterleri açısından çok büyük önem arz eden Ortaklık yapısı, 1970’lerin sonlarına doğru Türkiye’nin tam üyeliğe hazırlanması için kullanılamaz bir biçime sokulmuştur. Ankara Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden daha 10 yıl geçmişken ortaya çıkan bu olumsuz durumda her iki tarafın da sorumluluğu mevcuttur.
Türkiye’nin Tam Üyelik Başvurusu ve Komisyon Görüşü Çerçevesinde Üyelik Kriterleri
Türkiye, 14 Nisan 1987’de Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Türkiye’nin tam üyelik başvurusu Ankara Anlaşması’nın 28. maddesinin ruhuna uygun değildir. Türkiye 1987’de tam üyelik başvurusunu yaptığında ortaklığın neredeyse hiçbir hedefi yaşama geçirilememiştir.
Türk hükûmeti Ocak 1988’den itibaren Katma Protokol ile öngörülen ve dondurulan gümrük indirimlerine yeniden başlamış ve Topluluğun ortak gümrük tarifesine uyumu yönünde adımlar atmıştır.
Komisyon, Türkiye’nin tam üyelik başvurusu ile ilgili görüşünü (Avis) 18 Aralık 1989’da açıklamıştır. Komisyon görüşünde, Türkiye’nin hukuken tam üye olma hakkı teyit edilmiştir. Söz konusu saptamadan sonra Komisyon Türkiye’nin tam üyeliği önündeki engelleri saymıştır. Bu engeller aynı zamanda üyelik koşulları olarak da değerlendirilmelidir.
Avis: Fransızca bir kelimedir ve görüş anlamına gelmektedir. Teknik olarak üyelik başvurusunda bulunan bir devlet hakkında Komisyonun hazırladığı rapora verilen addır.
1989 yılı itibarıyla Komisyonun Türkiye için öngördüğü somut koşullar üç başlık altında toplanabilir. Bunlar çevresel, ekonomik ve siyasi koşullardır.
Çevresel (harici) koşullar Topluluğun iç dinamiklerinden kaynaklanmayan, tamamen dış gelişmelerin belirleyiciliği altında şekillenen etkenlerdir.
Çevresel (harici) faktörler, Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Bir başka deyişle Türkiye-Avrupa Ekonomik Topluluğu ilişkilerinin gelişimi ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasal sorunları bir yana bırakılsa bile, ikili ilişkilerden kaynaklanmayan Avrupa Topluluğu’nun içsel değişimi ve Avrupa kıtasının siyasi dönüşümü, Türkiye’nin üyeliğini zorlaştırmıştır.
Avrupa Birliği daha sonra hazmetme kriteri başlığı altında benzer bir yaklaşımı tekrar ifade etmeye başlamıştır. Türkiye’nin katılım müzakerelerini sürdürdüğü 2000’li yılların ikinci yarısında Türkiye’nin üyeliğinin sadece Türkiye’nin gereken koşulları yerine getirmesine bağlı olmayacağını, Avrupa Birliği’nin kendine özgü şartlarının da dikkate alınması gerektiği, hazmetme kriteri başlığı altında ifade edilmeye başlanmış ve Avrupa Birliği bu kriteri 1993 Kopenhag Zirve kararlarına dayandırmaya çalışmıştır.
Komisyonun, Türkiye’nin üyeliğine engel oluşturan faktörler arasında saydığı diğer bir konu Türkiye’nin ekonomik problemleri ve bunun Topluluk bütçesine getireceği ağır yüktür. Komisyon görüşünde, aday ülkelerin üstlenmek zorunda oldukları yükümlülüklerin, Avrupa Tek Senedi sonrasında daha da arttığını ifade etmektedir. Komisyona göre, söz konusu yükü kaldıramayacak ülkelerin Topluluğa üye olması, Topluluğun derinleşme ve koyduğu yeni hedeflere ulaşma çabasına zarar verecektir. Komisyon, bu bağlamda Türkiye’nin coğrafi ve nüfus büyüklüğü, buna karşılık kalkınmışlık düzeyinin düşüklüğünü vurgulamıştır.
Ayrıca iş gücü niteliğinin zayıflığı ve tarım nüfusunun büyüklüğü Komisyonun sıraladığı diğer olumsuz ekonomik nedenlerdir.
Avrupa Birliği’nin 1993 Kopenhag Zirvesi ve Üyelik Kriterleri
1990’lı yıllar, Soğuk Savaş’ın sona ermesine sahne olmuştur. Avrupa Birliği Soğuk Savaş’ın sona erdiği bu yeni jeopolitik döneme iki önemli hamleyle hazırlanmıştır. Bunlardan ilki Maastricht Antlaşması’dır. Maastricht Antlaşması derinleşmeyi sağlayan ve Avrupa
Topluluklarından Avrupa Birliği’ne geçişi düzenleyen çok önemli bir karardır. İkincisi ise Avrupa bütünleşme tarihinin en büyük genişleme dalgasının planlanmasıdır.
Avrupa Birliği Zirvesi, bir başka ismiyle Avrupa Konseyi Soğuk Savaş sona ererken, Doğu Avrupa’ya yönelen tarihinde en büyük genişleme hareketinin arifesinde üyeliğe ehillik kriterlerini genişleme politikası içinde benimsediği kriterleri ve bununla ilgili hukuksal araçları yeniden düzenlemiş ve modifiye etmiştir. Bu yoldaki ilk önemli AB Zirvesi 1993 tarihli Kopenhag Zirvesi’dir. Kopenhag kriterleri daha sonra, 1997 Lüksemburg Zirvesi’yle Türkiye için de geçerli hâle gelmiştir.
Kopenhag zirve kararlarında genişleme başlığı altında Avusturya, Finlandiya, İsveç ve Norveç ile Kıbrıs, Malta ve Türkiye için ayrı bölümler yer almaktadır. Kopenhag zirve kararlarında Türkiye ile ilgili bölümde sadece işbirliğinin güçlendirilmesi, ilişkilerin geliştirilmesi ve gümrük birliğinin tamamlanması hedeflerinden söz edilmektedir. Türkiye’nin tam üyeliğine ilişkin herhangi bir düzenleme bu kararda söz konusu edilmemiştir.
Buna karşılık kararların Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri başlığı altında daha sonra Kopenhag Kriterleri olarak kabul edilecek olan koşullar bir paragrafta toparlanmıştır. Bu nedenle ilk izlenim bu koşulların esas olarak Orta ve Doğu Avrupa devletlerine özel olarak saptandığı yönündedir ancak zaman içinde Kopenhag Kriterleri genişlemenin tek ölçütü hâline gelmiştir. Söz konusu paragrafta belirtilenler daha sonra üç kriter olarak tanımlanmış ve genişleme sürecine esas teşkil etmiştir
Buna göre Kopenhag Kriterleri;
Siyasal kriterler: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı ve azınlıkların korunmasını garanti altına alan kurumların istikrarının sağlanması,
Ekonomik kriterler: İşleyen bir piyasa ekonomisi ile birlikte Avrupa Birliği içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleriyle başa çıkma kapasitesine sahip olmak,
Mevzuat Uyumu Kriteri: Siyasal, ekonomik ve parasal birliğin hedeflerine uymak da dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olmak, şeklinde tanımlanmıştır.
Avrupa Birliği Komisyonu 1997 Lüksemburg Zirve kararları sonrasında Türkiye için hazırlamaya başladığı düzenli raporlarda Kopenhag kriterlerini esas almaya başlamıştır. 2000’li yılların ortalarından itibaren Avrupa Birliği Komisyonu hazmetme kriterini de Kopenhag Zirve kararlarına dayandırarak ileri sürmeye başlamıştır. Kopenhag Zirve kararlarında Kopenhag Kriterleri olarak belirtilen paragrafın hemen altında yer alan paragrafta hazmetme kriterine esas teşkil ettiği iddia edilen bölüm yer almaktadır. Söz konusu paragrafta, “Avrupa bütünleşmesinin ivmesinin korunmasında, Avrupa Birliği’nin yeni üyeleri hazmetme (absorbe etme) kapasitesi hem Avrupa Birliği’nin hem de aday devletin genel çıkarı için önemli bir unsurdur” ifadesi kullanılmıştır. Bu paragraftan hareketle Türkiye’nin önüne “hazmetme kriteri” 2000’li yıllarda çıkartılmaya başlanmıştır.
1997 Lüksemburg Zirve Kararları Çerçevesinde Genişleme Politikasının Yeni Araçları ve Üyelik Kriterleri
Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa Birliği’nin doğuya doğru genişleme hamlesinde bir başka önemli zirve 1997 Lüksemburg Zirvesidir. Lüksemburg Zirvesi Avrupa Birliği’nin doğuya doğru genişlemesinin esaslarını, araçlarını belirlemiştir. Lüksemburg zirve kararlarında ortaya çıkan genişleme politikasının yeni araç ve esasları, Kopenhag zirve kararları gibi, giderek Türkiye için de geçerli hâle gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin 2000’li yıllarda daha ayrıntılı ve yapılandırılmış bir genişleme politikasına uyum sağlamak durumunda kaldığını söyleyebiliriz.
Lüksemburg zirve kararları “Güçlendirilmiş Katılım Öncesi Strateji” başlığı altında Orta ve Doğu Avrupa devletleri için genişleme politikası altında yeni birtakım araçlar belirlemiştir. Lüksemburg Zirvesinde “Güçlendirilmiş Katılım Öncesi Strateji” başlığı altında saptanan araçlardan ilki “Katılım Ortaklığı”dır.
Genel kullanımda katılım ortaklığının mali konuları düzenleyen belgesine “Çerçeve Tüzük”, aday ülkenin yerine getirmesi gereken siyasi, ekonomik ve mevzuat uyumu koşullarını saptayan “ilkeler, öncelikler ve orta vadeli hedefler belgesi”ne ise “Katılım Ortaklığı Belgesi” denilmektedir. Türkiye için bugüne kadar dört “Katılım Ortaklığı Belgesi” hazırlamıştır.
Lüksemburg zirve kararları aynı zamanda Avrupa Konferansı adı verilen yeni bir kurumsal yapı da tanımlamıştır.
Zirve kararları Avrupa Konferansı başlığı altında katılma sürecine ilişkin koşullar da ortaya koymuştur. Buna göre; “Konferansa dahil olan devletler; barış, güvenlik, iyi komşuluk için ortak taahhütte bulunmalı; diğer devletlerin egemenliğine, Avrupa Birliği’ni kuran ilkelere, sınırların bütünlüğü ve dokunulmazlığına, uluslararası hukukun temel ilkelerine saygı göstermeli; özellikle Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nın yargı yolunu kullanarak, toprak uyuşmazlıklarının barışçıl yollardan çözümüne bağlı kalmalıdırlar.”
Lüksemburg zirve kararları “Türkiye için Avrupa Stratejisi” başlığı altında, Türkiye konusunu ayrıca ele almıştır. Bu strateji çerçevesinde “katılma müzakerelerinin başlatılmasına olanak sağlayacak siyasal ve ekonomik koşulların yerine getirilmediği” belirtilmiş ve Türkiye’nin müzakerelere başlayacak siyasi ve ekonomik koşullara hazırlanması için bir “katılmaya hazırlık stratejisi” ortaya konmuştur. Lüksemburg zirve kararlarıyla Türkiye bir bakıma adaylık öncesi bir konumda kalmış ve katılım sürecine hazırlık aşamasında değerlendirilmiştir.
1999 Helsinki Zirvesi ve Türkiye’nin Adaylığı
1999 Aralığında yapılan Helsinki Zirvesi genişleme politikası açısından bir başka önemli zirvedir. Helsinki zirve kararlarıyla Avrupa Birliği, Türkiye’yi Orta ve Doğu Avrupa için oluşturduğu katılma sürecine dahil etmiştir. Helsinki Zirvesi kararları tam üyeliğe aday ülke sayısını, Türkiye’yi de dahil edecek şekilde 13 olarak saptamıştır. Ayrıca zirve kararında “Türkiye diğer aday ülkelere uygulanan kriterler temelinde Avrupa Birliği’ne katılmaya yönelmiş bir aday devlettir” denilerek Lüksemburg Zirvesinden farklı bir tutum ortaya konmuştur.
Helsinki Zirvesi kararlarında Avrupa Konseyi, Komisyondan Türkiye için de bir “katılım öncesi strateji” hazırlanmasını istemiştir. Bu şekilde Türkiye aday ülke olarak katılım sürecinde ilerleme imkânına kavuşmuştur.
Helsinki Zirvesi bir yönüyle Kopenhag Zirvesi’nden itibaren oluşturulan ve özellikle Lüksemburg Zirvesiyle şekillenen katılım çerçevesinin, araçlarının ve üyelik kriterlerinin Türkiye’ye de uygulanmasına imkân sağlamış, bu bağlamda Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi ve Çerçeve Tüzük hazırlanmasının önünü açmış, diğer yönüyle Ankara Anlaşması’yla çizilen ve Ortaklık sürecini esas alan bir katılım anlayışından Türkiye’yi uzaklaştırmıştır. Türkiye’nin siyasi olarak üyeliğe hazırlanmasını hedef alan bir süreç Helsinki Zirvesi sonrasında başlatılmıştır. Özellikle 2001 yılında kabul edilen ilk Katılım Ortaklığı Belgesiyle Türkiye için siyasi reform süreci öne çıkmıştır.
Katılım Ortaklığı Belgeleri ve Türkiye İçin Üyelik Kriterleri
Türkiye için, Helsinki Zirvesi sonrasında geliştirilen “Katılım Öncesi Strateji”nin dayandığı iki temel belge vardır. Bunlardan ilki 26 Şubat 2001 tarihli “Katılım Öncesi Strateji Çerçevesinde Türkiye’ye yapılacak Yardımlar ve Özellikle Katılım Ortaklığının Oluşturulması Hakkında Konsey Tüzüğü”, diğeri ise 8 Mart 2001 tarihli “Türkiye Cumhuriyeti ile Oluşturulan Katılım Ortaklığının İlkeleri, Öncelikleri, Orta Vadeli Hedefleri ve Koşulları Hakkında Konsey Kararı” dır.
Ortaklığı Belgeleri Türkiye için daha sonra 2003, 2005 ve 2008’de yenilenmiştir.
Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye’nin katılım sürecinde yerine getirmesi gereken “kısa” ve “orta” vadeli öncelikleri saptamıştır. Kısa ve Orta Vadeli hedefler de kendi içinde “Güçlendirilmiş Siyasal Diyalog ve Siyasal Kriterler”, “Ekonomik Kriterler” ile “İç Pazar”, “Vergilendirme”, “Tarım” gibi diğer Topluluk Hukuk alanlarını kapsayacak şekilde alt bölümlere ayrılmıştır. Alt bölümlerle ilgili bu ayrımda 1993 Kopenhag Zirvesinde kabul edilen üç kriter (siyasal, ekonomik ve mevzuat uyumu kriterleri) esas alınmıştır.
Katılım Ortaklığı Belgesinin kısa ve orta vadeli hedeflerinin siyasal kriterler başlığı altında Türk hukuk sisteminde yapılması istenen pek çok değişiklik sıralanmıştır. Bunlardan bazıları “idam cezasının kaldırılması”, “devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması”, “ana dilde yayın” ve “ana dilin öğretilmesi ile ana dilde eğitim” konuları, “ifade özgürlüğünü sınırlayan yasa maddelerinin kaldırılması”, “sendikal hakların yaygınlaştırılması”, “yargı reformu”, “işkence ve kötü muamelenin önlenmesi”, “sivil-asker ilişkilerinin demokratik esaslar uyarınca yeniden düzenlenmesi” gibi konular sayılabilir.