BALIK YETİŞTİRİCİLİĞİ - Ünite 1: Balık Biyolojisi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Balık Biyolojisi

Giriş

Balık Biyolojisi balıkların bilimsel olarak incelenmesidir. Ancak Balık Biyolojisi gerçekte ayrı bir bilim dalı olmayıp biyolojinin daha geniş anlamda sucul ortama uygulanan şeklidir. Balık Biyolojisi, biyolojinin neredeyse tüm disiplinleri ile ilişkilidir: anatomi, fizyoloji, morfoloji, ekoloji, genetik, davranış vb. Bununla birlikte Balık Biyolojisi, İhtiyoloji ile de oldukça yakın ilişkilidir. İhtiyoloji, zoolojinin balıkları inceleyen bilim dalıdır. Yunanca ichthys (ichthyos) (=balık) ve logos (=bilim) kelimelerinden türevlenmiştir.

Balıklar ekonomik açıdan en önemli canlılar olup insanlar tarafından tüketilen hayvansal proteinin %16 kadarı balıklar tarafından karşılanmaktadır. Balık Biyolojisi çalışmaları sonucunda balıkların morfometri, boy-ağırlık ilişkileri, kondisyon faktörleri, üreme, beslenme ve besin alışkanlıkları gibi birçok özelliği ortaya konmaktadır. Sağlanan bu verilerin tek amacı tabii ki günümüz akademik bilgisine bir katkı sağlamaktan ibaret değildir. Esas önemli olan bu bilgilerin balıkçılık faaliyetleri ve balık yetiştiriciliği gibi sektörlerdeki yönetim planlarında akılcı biçimde kullanılmasıdır.

Sahip oldukları geniş uyum çeşitliliği göz önüne alındığında, balık kelimesini tanımlamaya çalışmak biraz zor olabilir. Bu çeşitliliği dikkate alırsak, balığın en klasik tanımlarından biri şu olabilir; “birincil olarak suda yaşamaya uyarlanmış, solungaçları ile solunum yapan, uzantıları (eğer var ise) yüzgeç biçiminde olan, derileri çoğunlukla pullar ile örtülü, soğukkanlı (poikiloterm: Vücut sıcaklıkları ortam sıcaklığına göre değişen canlılardır) ve en ilkel omurgalılardır”.

Son yapılan çalışmaların ışığında 64 şubeye ait 549 ailede 33.276 balık türü var olduğu bildirilmiştir. Bu türlerin yaklaşık 108 kadar türü çenesiz balıklar (Myxinimorphi ve Petromyzontomorpha üstsınıfları); 970 türü kıkırdaklı balıklar (Chondrichthyes); geri kalan türler ise kemikli balıklardır (Actinopterygii). Daha tanımlanamamış veya keşfedilmemiş birçok balık türü olduğu düşünülmektedir. Buna karşılık Amphibia’nın (İkiyaşamlılar) ancak 4.900, Reptilia’nın (Sürüngenler) 7.100, Aves’in (Kuşlar) 9.600, Mammalia’nın (Memeliler) ise 4.600 kadar türü bulunmaktadır. Bu rakamlara bakıldığında balıkların omurgalılar arasında ne kadar zengin bir tür çeşitliliğine sahip oldukları görülebilir.

Balıkların Genel Morfolojik ve Anatomik Özellikleri

Evrimsel süreç boyunca balıkların vücudu, yaşam yeri (habitat) ve yaşam koşullarına uygun bir biçim almıştır. Yani, bir balığın vücut tipi doğrudan onun yaşam biçimini yansıtır.Balıkların vücut şekilleri çoğunlukla beslenme, yaşama alanı ve yüzme hızı gibi fizyolojik olayları yansıtmaktadır.

Balıklarda yüzmeyi en iyi sağlayan, ideal vücut şekli fuziform (füze veya torpil şeklinde olan)’dur. Bu şekle sahip olan balıklara örnek olarak kemikli balıklardan sardalya, uskumru ve ton-orkinos; kıkırdaklı balıklardan birçok köpek balığı türü verilebilir.

Çeşitli derecelerde olmak üzere, lateral yassılaşma daha çok kıyıya yakın kayalık, otluk zeminlerde sakin bir hayat süren balıklarda görülen vücut biçimidir. Ancak bu balıklar da düşmanlarından kaçacak veya avına saldıracak kadar ani hızlanma sağlayabilir. Bu vücut tipi birçok kıyısal türde görülür: karagöz, mercan ve dil balığı gibi.

Dipte yaşayan balıkların çoğu ve vatozlarda dorso-ventral yassılaşma görülmektedir. Örneğin, vatozlar ve fener balıkları gibi. Pisi balıkları ile dil balıkları da yassı vücutları ile zemin üzerinde yaşamaya adapte olmuşlardır, ancak bunların vücutları dorso-ventral yassılaşmamış olup lateralden oldukça yassılaşmıştır. Bunlarda gözler vücudun tek tarafında olup balık, gözlerin olduğu yan üste gelecek şekilde yüzmektedir.

Bazı balıkların vücudunda kısalıp kütleşme, köşeli veya yuvarlak olma durumu görülür. Örneğin, çütre, domuz balığı altıgen, ay, pervane balığı beşgen, peygamber veya dülger balığı dörtgen, balon balığı yuvarlaktır. Bunların yanında, alışılmışın dışında vücut şekillerine sahip balıklar da vardır. Buna örnek olarak denizatları verilebilir. Balıkların vücudu; baş, gövde ve kuyruk olmak üzere üç kısma ayrılır; ayrı bir boyun bölgesi yoktur. Baş, gövdeye doğrudan doğruya bağlanmıştır; kuyruk ise gövdenin bir ek parçası değil, bir devamıdır.

Balıklarda renkler birinci derecede pigmentler oluşturulur. Fakat zemin rengi ve genel görünüş alttaki dokulara hatta vücut sıvılarına bağlı olarak değişir. Deride bulunan pigment hücreleri balıkların çeşitli renklerde olmalarını, böylece ortama uyumlarını sağlar. Pigmentler genellikle kromatofor adı verilen renk hücresi içinde bulunur.

Çenelerin oluşumu balıkların evriminde çok önemli bir basamaktır. Çenelerin oluşması ile balıklar aktif avcılar durumuna geçmişler ve çok çeşitli besinlerle beslenme şansını elde etmişlerdir. Ağzı oluşturan çenelerin ileriye doğru uzaması sonucu bazı modifikasyonlar meydana gelmiştir.

Kemikli balıklarda solungaçlar, başın her iki tarafında, birer operkulum (solungaç kapağı) ile örtülü olarak tek bir boşlukta bulunur. Bu boşluk, her iki yanda birer açıklık (solungaç açıklığı) ile dışarı açılır. Bu açıklıklar, tipik olarak göğüs yüzgeci kaidesinin önünde bulunurlarsa da kimi türlerde örneğin fener balığında olduğu gibi, gerisinde de bulunabilir. Vücudun her iki yanında bulunan solungaçlar çenesiz balıklarda yan yana açılan (5-16 çift) delikler şeklinde iken, kıkırdaklı balıklarda ayrı ayrı (5-7 adet) yarıklar şeklindedir.

Balıklarda dıştan görülebilen deri duyu organları başlıca yanal çizgi (ya da yan çizgi) sistemine aittir. Yanal çizgi sistemi vücudun her iki yanında, genellikle başın arkasından kuyruk yüzgeç kaidesine kadar uzanan ve baş bölgesinde de birtakım kollara ayrılan bir sistemdir.

Yüzgeçler gövdenin en karakteristik kısımlarını oluşturur. Tek ve çift yüzgeçler olmak üzere 2 çeşittir. Tek yüzgeçler vücudun orta çizgisinin üst kısmında yer alan dorsal yüzgeç ya da sırt yüzgeci, vücudun son ucunda yer alan kaudal yüzgeç ya da kuyruk yüzgeci ve ventralde anüsün arkasında yer alan anal yüzgeç ya da anüs yüzgeci olarak adlandırılırlar. Çift yüzgeçler Tetrapoda’nın (dört ayaklılar) ön ekstremitelerine karşılık gelen Pektoral Yüzgeç ya da göğüs yüzgecidir. Diğeri ise arka ekstremitelere karşılık gelen Pelvik Yüzgeç ya da Karın Yüzgecidir. Pektoral ve Pelvik yüzgecin karışmaması için pektoral yüzgeç P, pelvik yüzgeç ise V ile ifade edilir. Balıkların vücudu oldukça dayanıklı bir deri ile kaplıdır.

Diğer omurgalılarda olduğu gibi deri balıkları dış etkenlere karşı koruyan bir örtü görevini üstlenmiştir. Ayrıca derinin solunum, boşaltım ve ozmoregülasyonda (su-tuz dengesinin ayarlanması) da işlevleri vardır. Deride bulunan mukus bezleri balığın karakteristik kokusunu ve kayganlığını verir. Deride bulunan reseptörler balığı olumsuz etkenlerden korur. Bu da ortama uyumunu sağlar. Bazı türlerde bulunan zehir bezleri ya da parlama organları balıklara saldırma, besin sağlama ya da eşlerin birbirini bulmasında yardımcı olur.

Balıklarda Beslenme, Solunum, Ozmoregülasyon, Davranış ve Göç Biyolojisi

Balıkların da diğer hayvanlar gibi, yaşamak ve büyümek için elverişli bir biçimde beslenmeye gereksinimleri vardır. Beslenme olayı kısaca, besinsel materyalin hayatın devamı için kullanılmasıdır. Gıda olarak vücuda alınan besin maddelerinin bazıları vücut dokularının şekillenmesinde (anabolizma), bazıları da enerji tüketiminde (katabolizma) kullanılır.

Balıklarda da sindirim sistemi bir sindirim borusu ile sindirim ve metabolizmada etkili olan ek bezler, yani karaciğer ve pankreastan oluşur. Balıkların sindirim borusu 4 alt bölümde incelenebilir: 1) Baş bağırsak (Buca faringial), 2) Ön bağırsak (Özafagus+Mide), 3) Orta bağırsak (İnce bağırsak) ve 4) Son bağırsak (Rektum).

Balıklar besin olarak ortamda bulunan çeşitli kaynaklardan faydalanır. Tükettikleri besinler açısından balıklar 3 ana grupta toplanır. Yalnız hayvansal besinlerle beslenenlere karnivor (etçil), yalnız bitkisel besinlerle beslenenlere herbivor (otçul), hem hayvansal hem de bitkisel besin tüketenlere de omnivor adı verilir. Deniz ortamındaki balıkların oldukça az bir bölümü mutlak karnivor veya herbivordur. Belli bir tür, beslenme alışkanlığını ortama göre değiştirebilir, genellikle ortamda o sıralar hangi besin yaygınsa o tüketilir. Balıklar, besinlerinin çeşitliliğine göre de üçe ayrılır. Çok çeşitli besinlerle beslenenlere öyrifag; belli tip besinlerle beslenenlere stenofag; tek bir çeşit besinle beslenenlere de monofag denir. Balıkların çoğu öyrifagdır.

Balıkların besin alış biçimleri çeşitlilik gösterir. Bununla birlikte temel olarak predatörler (yırtıcılar, avcılar), otlayıcılar, süzücüler, emiciler ve parazitler şeklinde sınıflandırılabilirler.

Balıklarda çözünmüş oksijenin sudan alınması ve karbondioksitin dışarı atılması, yani gaz değişimi (solunum) başlıca solungaçlarda olur. Ancak birçok türde deri de solunumda rol oynar. Kimi kemikli balıklarda havayla kan arasında doğrudan gaz değişimi yapabilen; solungaçlar, ağız boşluğu, bağırsak veya gaz kesesinin değişikliğe uğraması sonucu oluşmuş hava solunum organları gelişmiştir. Solungaçlar, yutak bölgesinde, her iki yanda (vatozlarda ventralde), içten dışa doğru uzanan bir seri cep ya da yarık biçiminde bulunur.

Karasal organizmalar oksijence zengin bir ortamda yaşadığından oksijen alma mekanizmalarını geliştirme ihtiyacı duymamışlardır. Bununla birlikte, su havaya oranla daha az miktarda oksijene sahiptir (oksijen oranı havada yaklaşık %21 iken suda %1’den düşüktür). Bu nedenle de balıklar oksijen almak için oldukça gelişmiş bir yapıya sahip olmak zorundadır. Suyun nispeten yoğun ve viskoz olması (havadan yaklaşık 800 kez yoğun, 50 kez daha viskozdur) demek, suyu solunum organlarına hareket ettirmek için daha fazla enerji harcanması demektir. Balık, suyu solunum organlarına götürebilmek için alacağı oksijenin neredeyse %10’unu kullanır. Hava soluyan canlılarda ise bu oran %1-2 kadardır. Sudaki oksijenin çözünürlüğü sıcaklık arttıkça azalmaktadır. Bu yüzden sıcak sular soğuk sulara nazaran daha az oksijen içerir. Bu durum, sıcak sularda yaşayan balıklar için büyük bir zorluktur. Sıcaklık ve tuzluluğun birlikte etkisiyle özellikle ılık deniz sularında oksijen oranı düşük olmaktadır.

Gaz değişiminin yapılabilmesi için, suyun solungaçlara tek yönlü pompalanması olayına solungaç solunumu denir. Kıkırdaklı ve kemikli balıklarda solungaç solunum döngüsü birbirine benzer. Her ne kadar solungaçlara su, spirakulumlu türlerde spirakulumdan da girerse de genellikle ağız yoluyla girer ve solungaç açıklıklarından çıkar. Solungaca gönderilen suyun akış yönü kan akışının tam tersidir (ters akıntı). Bu şekilde sudan alınabilecek maksimum oranda oksijen alınabilir. Bazı kemikli balıklar su solungaçlarından geçerken sudaki çözünmüş oksijenin %85’ini alabilmektedir.

Ozmoregülasyon, organizma içerisindeki belirli, uygun bir tuz-su dengesinin korunmasını sağlayan biyolojik bir olaydır. Canlı hücrelerin, iyonlar dâhil olmak üzere, kimi maddeleri suda çözünmüş olarak ve belli yoğunluklarda içeren bir ortama gereksinimleri vardır. Balıkların hücrelerinin gereksinimleri olan iç ortamları, yani vücut sıvıları, çözünmüş tuzlar ve organik bileşikler içerir. Bu maddelerin miktarları, vücut sıvılarının ozmotik yoğunluğunu belirler. Ozmotik yoğunluk, mili-oz-mol/kilogram, kısaca mOsm/kg olarak ifade edilir. Su kaybı veya fazla su alımı, vücut iyon konsantrasyonlarının değişmesi gibi normal durumdan olan sapmalar fizyolojik açıdan tehlikeli durumlara yol açabilir.

Balıklarda Davranış Biyolojisi

Balık davranışları omurgasızlara oranla oldukça gelişmiştir. Balıkların hemen hemen her hayat evrelerinde karmaşık davranışlar baskındır. Balıklar davranışı ışık ve akıntılar gibi fiziksel faktörlere uyum sağlamak için kullanır. Besin ve sığınak bulmada ve düşmanlardan kaçmada davranış hayati bir öneme sahiptir.

Başta açık deniz balıkları olmak üzere, çoğu balık belli bir alanda yerleşik olarak bulunmaz. Bununla beraber, yuva yapan türler belli bir ev alanına sahip olup bu alanı davetsiz misafirlere karşı korur. Bazı balıklar yuvalarını sadece üreme süresince savunmaktadır. Bununla beraber çoğu balık aşağı yukarı daimi yuvalara sahiptir ve bu yuvaları beslenme, dinlenme veya sığınma amacıyla kullanmaktadır. Balıkların çoğunlukla besinin ve diğer kaynakların yeterli olduğu bölgeleri yuva alanı olarak seçtiği düşünülmektedir. Bu nedenle deniz çayırları ve mercan resifleri gibi kaynakların kısıtlı olduğu kalabalık ortamlarda alan savunma yaygındır. Balıklar alanlarını savunurken bir dizi saldırgan davranışlar kullanmaktadır. Ancak şaşırtıcı olarak gerçek savaşlar oldukça azdır.

Balıkların çoğu sürü olarak adlandırılan gözle görülür gruplar oluşturmaktadır. Hamsi, sardalya, kefal ve bazı uskumru türleri gibi bazı balıklar hayatları boyunca sürü oluşturmaktadır. Diğerleri ise özellikle jüvenil dönemde veya beslenme süresince sürü oluşturan yarı zamanlı sürü oluşturan türlerdir. Peki balıklar neden sürü oluşturmaktadırlar? Açıklamalardan biri, sürü oluşturmanın predasyona karşı bir koruma sağladığıdır.

Hayvanlar aleminde görülen göçler çok çeşitli biçimlerde tanımlanmıştır. Balıklar, bu sınırlı tanımlamaların hiçbirine tümüyle uymayan çeşitli hareketler yapar. Bununla birlikte göçler, kabaca bir habitattan (yaşam yeri) bir diğerine, karakteristik düzenli aralıklarla ya da yaşam evrelerine göre yapılan kitle hareketi olarak kabul edilebilir. Bu hareket aktif ya da pasif olabilir. Düzenli biçimde yapılan birçok balık göç tipi görülmektedir. Günlük göçler olabildiği gibi, yıllık göçler de olabilir. Göç eden bir balık birkaç metre göç edebildiği gibi, binlerce kilometre de gidebilir. Balık göçleri dikey olarak su kolonunda aşağı ve yukarı olabildiği gibi, yatay olarak denizler arasında veya nehir boyunca olabilir.

Balık göçleri çeşitli biçimlerde sınıflandırılabilir. Bunlardan en çok kullanılanına göre bu göçler, potamodrom (ya da limnodrom), oseanodrom ve diyadrom olmak üzere, üçe ayrılır. Yalnızca tatlı sular içinde yapılan göçler potamodrom (ya da limnodrom), yalnızca deniz içinde yapılanlara oseanodrom (ton balığı, palamut gibi), tatlı su ile deniz arasında yapılanlara da diyadrom göçler denir ve bu göçleri yapan balıklar da aynı adlarla adlandırılır.

Balıklarda Yaşam Evreleri, Büyüme ve Üreme Biyolojisi

Balıklarda üreme oldukça karmaşık bir yaşamsal faaliyettir. Genlerini iletilebilmek için bireyler türdeşleri ile çiftleşmek zorundadırlar. Ancak, çoğu türün yetişkinleri yalnız yaşamayı tercih etmekte ve bu da türlerin eş bulmasında bir problem oluşturmaktadır. Bunu aşmak için, üreme dönemi boyunca balığın bireysel alışkanlıklarından vazgeçerek potansiyel çiftleşme eşini aramaya başladığı görülür. Sadece eş bulmak da yetmeyebilir; çiftleşme isteğinde olan bir birey uygun üreme habitatını bulmak ve hatta onu bir yuvaya çevirmek zorunda kalabilir. Erkek ve dişiler aktivitelerini eş zamanlı olarak gerçekleştirmelidir. Bunun yanında, hibridizasyonu (melezleşme) engelleyici taktikler (tür-izolasyon mekanizmaları) uygulanmak zorundadır. Üreme açısından aktif bireylerin bir araya gelmesi ile yumurtlama alanları ve eşler için bir rekabet doğarken bölge savunması ve eş seçme davranışları da ortaya çıkmaktadır. Kur yapma ve yumurtlama eşlerin dikkatini sadece bu olaylara topladığından onları predatörlerine karşı hassas bir duruma getirebilir. Yumurtlamayı ve döllenmeyi takiben birçok tür değişik derecelerde ailesel ilgi gösterir. Tüm bu aktiviteler ve özellikler balıkların üreme sistemindeki çeşitliliği oluşturmaktadır.

Balıklar genelde gonokorist (ayrı eşeyli)’tir. Balıklarda üreme organları, dişilerde ovaryum ve erkeklerde testis olarak adlandırılmakta, her ikisine de gonad ismi verilmektedir (Şekil 1.2). Testis ve ovaryum balıklarda çoğunlukla çift olarak vücut boşluğunun dorsalinde, böbreklerle bileşik hâlde bulunmaktadır. Kıkırdaklı balıklarda ovaryum ve testislerden gelen üreme kanalları kloak’a açılır. Kloak, sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerinin ortak kullandığı bir geçittir. Diğer taraftan çenesiz ve kemikli balıklarda üre ve gametler için ayrı bir açıklık bulunmaktadır. Anüsün hemen gerisinde yer alan bu açıklığa ürojenital açıklık denmektedir.

Bir popülasyondaki bireylerin çoğunluğunun eşeysel olgunluğa ulaşarak ilk defa nesil verdikleri yaş ilk üreme yaşı ya da başka bir deyişle eşeysel olgunluk yaşı, balığın bu dönemdeki uzunluğu ilk üreme boyu, ağırlığı ise ilk üreme ağırlığı olarak tanımlanmaktadır. Eşeysel olgunluk balıkların yaşamında kritik ve önemli bir süreçtir. Eşeysel olgunluk yaşı, boyu ve ağırlığı stokların yönetimi ve korunması bakımından çok önemlidir. Minimum av büyüklüğü ve av miktarı konusunda yapılacak sınırlamalar eşeysel olgunluk bilgilerine dayandırılır.

Balık stoklarında üreme zamanını tespit etmek için gonadosomatik indeks (GSI), gonadların görsel olarak incelenmesi, aylara göre yumurta büyüklük dağılım yöntemi ve kondisyon faktörü gibi temel bazı yöntemler kullanılmaktadır. En çok kullanılan yöntem, alınan örneklerden aylık olarak gonadosomatik indeks (GSI) değerinin hesaplanmasıdır. GSI, gonad ağırlığının balık vücut ağırlığına olan yüzde oranını ifade eder. Üreme kapasitesinin belirlenebilmesi için ovaryumlardaki yumurta sayısının saptanması gerekir. Fekondite, üreme mevsiminin hemen öncesinde dişi balıkların ovaryumlarının elde edilmesiyle saptanabilmektedir. Fekondite ancak eşeysel olgunluğa ulaşmış ve üreme dönemine girmiş dişi bireylerde saptanabilir. Bir balıkta, ovaryumdaki yumurtaların sayısı, bireysel, oransal ve toplam fekondite (populasyon fekonditesi) olmak üzere 3 farklı şekilde tanımlanabilmektedir. Balıklarda fekondite türlere göre çok değişken olup birkaç adetten 3 milyona kadar değişebilmektedir.

Balıklar üreme stratejilerine göre genel olarak ovipar, ovovivipar ve vivipar olmak üzere 3 grupta incelenir. Bu üreme stratejileri içinde ovipar üreme en önemli yeri tutmakta olup yaşayan balıkların yaklaşık %96’sını kapsamaktadır. Ovipar balıklarda yumurtaların döllenme olayı dış ortamda olur. Yani dişiler yumurtalarını suya bırakır. Erkek bireyler bu yumurtaların yumurtlandığı ortama aynı anda spermlerini bırakırlar. Bu balıkların bir kısmı çift oluşturmaksızın, kitle yumurtası yaparlar ve bunun için belli bir ortam bulmak amacıyla çoğu kez göç eder. Ovovivipar ve vivipar balıkların ortak özellikleri iç döllenme olması ve embriyonun dişi vücudunda gelişerek yumurtadan çıkması ve dış ortama yavru olarak bırakılmasıdır.

Balıklarda büyüme ve gelişme, geniş anlamda dölden döle süregelen sonsuz bir olaydır. Bir birey içinse normal olarak yumurtanın döllenmesiyle başlar ve ölümle son bulur. Bu ikisi arasında geçen süre, yani yaşam, balıklarda genellikle yumurta, larva, jüvenil (gençlik), yetişkinlik (ergenlik) ve yaşlılık (ihtiyarlık) olmak üzere, başlıca 5 evreye ayrılmaktadır.

İnkübasyon periyodu da denilen yumurta evresi, döllenmeden embriyonun yumurtadan çıkışına kadar sürer. Çoğu balıkta döllenme dişinin dışında, dış ortamda olmaktadır (dış döllenme). Döllenme spermin yumurtaya girmesi ile olur. Yumurtadan çıkıştan, tüm yüzgeç ışınlarının oluşumuna ya da pulların oluşmaya başlamasına kadar geçen evredir. Larval evre balıkların erken hayatında en iyi bilinen kısımdır. umurtadan çıkış (veya doğum) ile dışarıdan serbest beslenmeye başlama, balığın erken yaşam evresindeki iki önemli olaydır. Birçok tür için diğer bir önemli olay da larval evreden jüvenil evreye geçerken olan değişimlerdir ve bu değişim daha çok habitat ile ilgilidir. Geleneksel olarak, larval özelliklerin kaybolması, eksen iskeletinin, organ sistemlerinin, pigmentasyonun, pulların ve yüzgeçlerin tamamen oluşup balığın yetişkinin minyatür bir kopyası hâlini alması ile larval evrenin bittiği ve jüvenil evrenin başladığı kabul edilmektedir. Erginlik evresi ise balıkların eşeysel olgunluğa ulaştıkları dönemi ifade eder. Eşeysel olgunluğa ulaşma, birçok canlıda olduğu gibi, balıklarda da gelişme sürecinde belli bir fizyolojik aşamadır. Bu aşamada balıklar, yine diğer canlılar gibi, neslini sürdürecek biyolojik yetenek kazanır. Gelişme hızının ikinci ve önemli ölçüde düşüş gösterdiği diğer bir evre de yaşlılık dönemidir. Bu evreyi kesin bir yaş sınırı ile ayırt etmek olası değilse de genellikle kabul edilen ölçü, birçok canlıda görüldüğü gibi, büyüme hızının ve alınan besinden yararlanma oranının düşüş gösterdiği yaşlardır.

Ağırlık, balık boyunun bir fonksiyonu olarak artmaktadır. Büyüme oranları bulunurken boy veya ağırlık değerlerinden biri kullanılabilir. Ancak ölçümü daha kolay olan ve daha az varyasyon gösterdiği için büyümenin ifadesinde en çok boy değeri kullanılır. Boy ile ağırlık arasındaki ilişkiden yararlanılarak boyu ağırlığa ya da ağırlığı boya çevirmek mümkün olduğundan, boy-ağırlık ilişkisi pratik bir değere sahiptir. Balığın boyu ile ağırlığı arasında üssel bir ilişki vardır. Bu ilişki logaritmik transformasyonla doğrusal hâle getirilir. Kondisyon faktörü (K), balıkların besililik veya iyi durumda olmalarının seviyesini ifade etmede kullanılan bir parametredir, kondisyon katsayısı, besililik indeksi, uzunluk-ağırlık faktörü gibi isimlerle de bilinir.

Araştırıcılar, bir balığın yaşını belirlemek amacıyla, periyodik çevresel olguların etkisiyle büyüyen bazı yapılara bakmaktadır. Balık vücudunun birçok parçası bu şekildeki özelliğe sahiptir. Doğal olarak oluşan büyüme bantlarının sayılarak yaş tayininin yapıldığı yapılar: pullar, otolitler, omur, yüzgeç dikenleri, göz lensleri, çene dişleri veya kemikleri, pektoral kemer ve operkul kemikleri. Pul ile yapılan yaş tayini güvenilir, pratik ve yaygın olandır. Ancak pulsuz balıklarda diğer yöntemlere de başvurulmaktadır. Balıklarda 4 tip pul bulunmaktadır. Bu pul tiplerinden, plakoit, ganoit ve kozmoit tip pulların üzeri, dişin mine tabakasına benzer bir tabakayla kaplı olduğundan, bunlarla yaş tayini yapılamamaktadır. Yaş tayini daha çok kemikli balıkların elasmoit pullarından yapılmaktadır.