BALIK YETİŞTİRİCİLİĞİ - Ünite 7: Balık Yetiştiriciliğinde Hastalıklar ve Koruyucu Önlemler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Balık Yetiştiriciliğinde Hastalıklar ve Koruyucu Önlemler

Giriş

Balık yetiştiriciliği yaklaşık 2500-3000 yıllık bir tarihi geçmişe sahiptir. “Balık Yetiştiriciliği” başlıklı ilk yazılı eser; MÖ 500’de Çin’de Fan Lai tarafından kaleme alınmıştır. İstatistiklere göre Çin bugün dünyanın en büyük su ürünleri üreticisi unvanını elinde tutmaktadır. Türkiye’de ise 1960’lı yılların sonlarında başlayan balık yetiştiriciliği deneyimi ziraat mühendisleri, biyologlar ve veteriner hekimlerin disiplinler arası iş birliğiyle geliştirilen Su Ürünleri Mühendislerinin eğitimi ile başlamış ve başarılı bir ilerleme göstermiştir. Ülkemiz 2000’li yılların başlarından bu yana çağdaş teknolojiyi en iyi şekilde kullanan ve kontrollü üretim yapan işletmelere kavuşmuştur. Türkiye günümüzde Avrupa’nın en gelişmiş kuluçkahanelerine sahiptir.

Neden Balık Yetiştiriciliği Yapıyoruz

Su ürünleri yetiştiriciliği dünyada en hızlı gelişen sektörlerden biridir. Artan nüfusun gereksinim duyduğu biyolojik değeri yüksek protein kaynağının yeterli miktarda temin edilmesi gerekmektedir. Bu gereksinimi, avcılık yoluyla karşılayamayacağımızı araştırmalar yıllar önce öngörmüştür. Doğal stokların düzenli ve artan bir av gücü ile sürekli sömürülmesi bugün “denizler kurudu” ifadesi ile sıkça karşılaşılan bir terimi kullanmaya başlamamıza neden olmuştur. Karasal avcılık ve toplayıcılığın olanaksızlığı, insanoğlunu sularda yaşayan canlıları büyük miktarlarda yakalamak üzerine teknoloji geliştirmeye itmiştir. Son 30 yılda insanların denizleri tükenmez üretim kaynakları olarak düşünüp avcılığı büyük yağmaya dönüştürdüğünü hep birlikte izlemiş bulunmaktayız. Oysa dünyaya gelen her canlıya en az bir kez döl verme (üreme) şansı verilmesi gereklidir. Bugün su ürünleri yetiştiriciliği dünyanın en hızlı gelişen ve teknoloji de kullanan tarım sektörlerinin başında gelmektedir. Avcılık yerine yıl boyu pazara sunulabilecek ham ve mamul madde üretim olanağı sunan balık yetiştiriciliği, sürdürülebilir bir üretim modeli ile doğal kaynakları tüketmeden insan yararına çalışmaktadır. Kontrollü koşullarda hızlı gelişen balık tür ve varyete/çeşitlerinin kullanımı ile kârlı yetiştiricilik olanaklarına kavuşulmuştur. Yetiştiricilikte plastik orjinli tank, beton havuz ve ağ kafes sistemleri ile tutsaklık koşulları balık refahı gözetilerek dizayn edilmektedir. Yönetim, yetiştiriciliğin temel unsurları ile kontrollü koşulların sağlanması ve sürdürülmesi için gereklidir.

Yetiştiricilik Koşulları ve Sağlık Üzerine Etkileri

Yetiştiricilik, doğayı taklit etme yeteneğimiz ve bu yeteneğimizi geliştirmemiz ile mümkün olmaktadır. Yetiştiricilik koşullarının hazırlanması da doğayı taklide dayanmaktadır. Doğanın fiziksel ve kimyasal parametrelerinin tam olarak anlaşılması, yetiştiriciliği yapılacak türün normal anatomik, fizyolojik ve çevresel ihtiyaçlarının, beslenme istekleri ile birlikte rutin metabolik işleyişinin bilinmesi gerekmektedir. Bir nevi tutsaklık koşulları olarak nitelendirilen yetiştiricilikte sağlıklı verim, balıkların refahının gözetilmesi ile olanaklıdır. Balıkların türe uygun yaşam alanlarında tutulmaları çevresel isteklerinin sağlanması anlamına gelmektedir. Çevresel istekleri sağlanan balıklar da sağlık koşullarını yetiştiricilik süresince muhafaza edebilmektedir. Sağlıklı balıklar ise verimli bir büyüme periyodu sonrası pazar/satış ağırlığına ulaştırılabilmektedir. Hastalık yani normal koşullardan uzaklaşma olayında çevresel parametreler hastalık yapıcı organizmalar kadar önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevresel parametreler; suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin bir bütünüdür. Çevresel parametrelerin bu üç özelliği birbirini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyebilir. Bu özellikler arasında yaşamsal faaliyetleri sınırlama yeteneği bakımından en dikkat çekici olanı su sıcaklığıdır. İkincisi ise suda çözünmüş gazlar, bileşikler ve minerallerdir. Su sıcaklığı türün istekleri bakımından yetiştiriciliği ve dolayısıyla balık sağlığını doğrudan ilgilendirir. Çevresel parametrelerden sıcaklık gibi suda çözünmüş gazların ve mineral maddelerin yani tuzların da yetiştiriciliği yapılacak türün tolerans aralığında olması gerekir. Suda amonyak, nitrit ve nitrat gibi metabolik atık ve toksik bileşiklerin bulunma düzeylerine dikkat edilmesi önerilir. Bu bileşikler akut (ani) ölümlere sebep olan istenmeyen bileşiklerdendir. Suyun çevresel parametreleri arasında ışık önemli bir yer tutar. Uygun ışık ile gün içindeki aydınlık-karanlık süreleri, türün yaşam döngüsü, verimi ve sağlığını etkileyen bir başka faktördür. Sudaki diğer yaşam formları, yararlı ve zararlı olabilecek organizmaların oranları da balık sağlığı ve sağlık yönetimi açısından değerlendirilmelidir. Yetiştiricilik koşulları ve yetiştiricilik sistemi yetiştiriciliği gerçekleştirilecek türe, bölgeye, coğrafik konuma, arazinin topografyasına, suyun kalite kriterleri ve diğer fiziksel özelliklerine göre farklılık gösterebilir.

Yetiştiricilik Koşullarında Ortaya Çıkabilecek Hastalıklar

Yetiştiricilik koşullarında ortaya çıkabilecek hastalıklar; çevresel etkenlerden kaynaklanan, kalıtımsal yani genetik etkenlerden kaynaklanan ve canlı bir etkenden bir başka ifade ile hastalık yapıcı organizmalardan kaynaklanan hastalıklar olmak üzere gruplandırılabilir. Bu gruplar iki ana gruba indirgenerek; enfeksiyoz yani hastalık yapıcı canlı etkene bağlı hastalıklar ve enfeksiyoz olmayan (nonenfeksiyoz) hastalıklar olarak da sınıflandırılabilir. Bu tip sınıflandırmada çevresel parametrelere bağlı ve genetik özelliklere bağlı hastalıklar enfeksiyoz olmayan hastalıklarla bir arada değerlendirilirken patojenlerden kaynaklı olanlar ayrı ayrı değerlendirilebilir.

Çevresel faktörlerden kaynaklanan hastalıklar balıklarda çevresel faktörlerden kaynaklanan stres gelişimi izlenebilir. Çevresel stresin hastalıkların oluşumuna neden olduğu anlaşılmıştır. Doğal koşullarda çevresel stres kaynaklarından balığın uzaklaşması mümkündür. Ancak tutsaklık koşulları olarak nitelendirilebilecek yetiştiricilik koşullarında balıkların stres kaynaklarından uzaklaşmaları yani balıkların yer değiştirmesi, o ortamdan kaçması olanaklı değildir. Bu nedenle çevresel stres kaynaklarını en aza indirecek şekilde sağlık yönetimi uygulanmalıdır. Çevresel parametrelerin su ürünleri üzerine etkilerini inceleyen bilimsel çalışmalara ekofizyolojik çalışmalar adı verilir.

Sıcaklık doğada büyük hacimli su kütleleri sıcaklık bakımından değişim göstermez. Örneğin büyük hacimli göller ve özellikle de denizlerde su sıcaklığı oldukça yavaş bir değişim gösterir. Balıklar bu çok hafif gerçekleşen değişimlere uyumludur. Bu nedenle ani su sıcaklığı değişimlerini tolere etmekte zorlanır. Sıcaklık yüzey sularında enleme, boylama, kuzey ve güney yarım küredeki lokasyona, mevsimlere bağlı olarak değişim gösterebilir. Açık sistemlerde yapılan yetiştiricilik doğal koşullara bağlı olduğundan bu sistemlerde ani sıcaklık değişimlerinin patoloji yaratacağı öngörülerek riskler hesaplanmalıdır. Sıcaklık stres kaynağıdır. Yetiştiriciliği yapılacak türün özelinde sıcaklık stresine dayanımı bilinmeli, türe en uygun sıcaklık parametresinin korunabilmesi ve sürdürülebilmesi için önlem alınmalıdır. Sıcaklık değişiminin başlayacağı ve risk yaratacağı döneme kadar pazarlanacak boya ulaştırılabilecek balık boyu önceden belirlenerek yetiştiricilik yapılması; sıcaklık stresinden kaynaklı fizyolojik hastalık kayıplarından korunmada etkilidir. Sıcaklık, suda çözünen gazların çözünme oranlarını düşürdüğü için strese neden olur. Bunun yanında mikroorganizma faaliyetini değiştirmesi bakımından da sekonder patolojilere neden olabilir. Sıcaklık kontrolünün tam olarak gerçekleştirilebilmesi kapalı sirkülasyonlu sistemlerle temin edilebilir. Bu kapsamda yetiştiricilikte sıcaklık değişimlerinden kaynaklanan kayıpların engellenmesi, balık sağlığının sürdürülebilmesi ve yönetilmesi bakımından kapalı sirkülasyonlu sistemler önemlidir.

Işık balıkların türe özgü ışık gereksinimleri değişkendir. Türsel isteklerini bildiğimiz, yetiştiriciliğini yaptığımız balıkların (alabalık, sazan, karabalık, tilapya, çipura, levrek) ışık gereksinimleri birbirlerine yakınlık göstermektedir. Bu süre 12 saat aydınlık ve 12 saat karanlık periyodu olarak genellenebilir. Işık varlığı, şiddeti, süresi büyüme ve üreme faaliyetleri için önemlidir. Işık şiddet ve süresi ayarlanarak balıkların üremesi teşvik edilebilir. Ancak uygun miktar ve sürede ışıklanamayan balıklarda hormonol salgı problemleri ve bunu izleyen büyümede gerileme olguları ile karşılaşılabilir. Güneş ışığına doğrudan maruz kalmaları hâlinde uzun süre UV ışınlarından kaynaklı deri lezyonları (yara) yani yanıklar ile karşılaşıldığı bilinmektedir. Bu durumda da balıklarda immün sistem (bağışıklık) problemleri ile birlikte sekonder (ikincil) hastalık yapıcılara karşı hassasiyet ve hastalık görülebilmektedir.

Çözünmüş gazlar suda çözünen gazlar içerisinde en çok dikkat çekenler oksijen ve nitrojen gazlarıdır. Bu gazların yüksek düzeyde çözündüğü koşullara uzun süre maruz kalan balıklarda gaz kabarcığı hastalığı şekillenmektedir. Gazların suda çözünme miktarına saturasyon adı verilmektedir. Balık sağlığını sürdürülebilir düzeyde tutmak için güvenli saturasyon oranı en fazla %110 olmalıdır. Saturasyon miktarı dijital su parametresi ölçüm cihazları ile takip edilebilmektedir. Sudaki tuzların (mineral) miktarı ve su sıcaklığı da gazların çözünürlüğünde doğrudan etkili olmaktadır. Deniz suyu gibi tuz miktarı yüksek sularda su sıcaklığının da artması, gazların çözünürlüğünü negatif yönde etkileyeceğinden deniz suyu ortamlarının iyi havalandırılması zorunluluğu bulunmaktadır. Bu zorunluluk temel olarak tam kontrollü kapalı sirkülasyonlu sistemlerde yapılan yetiştiricilik ile deniz balığı kuluçkahanelerinde pre-larva, larva, postlarva ve yavru büyütme üniteleri için dikkatli olunmasını gerektirir.

Su kalitesi parametreleri, mineraller, ağır metaller ve kirlilik kaynakları yerküredeki suyun yaklaşık olarak %98’i deniz suyu veya acı sudur (az tuzlu). Tarımsal (bitkisel ve hayvansal üretim) faaliyetler ve diğer kullanma suları çıkarıldığında insan kullanımına yönelik kalan içme suyu miktarı %0,5 civarındadır. Buna göre, yer altı suyu, akarsular ve gölleri de içine alan içme suyu dışındaki miktar olan %1,5’luk tatlı su kaynağı ile tarım yapmaktayız. Tatlı su balıkları da bu su ile yetiştirilmektedir. Balık yetiştirdikten sonra çıkan bu suyu karasal bitki yetiştiriciliğinde kullanmak suyun yeniden kullanımı prensibine uygun olacaktır. Bir başka yaklaşım ise deniz kenarında tatlı su kullanmadan sadece deniz suyu kullanarak suyu arıtımdan geçirdikten sonra tekrar denize deşarj ederek yetiştiricilik yapmaktır. Yakın gelecekte bu tip yetiştiriciliğin tatlı suyu korumak adına daha avantajlı olacağı ileri sürülmektedir. Su özel bir moleküldür. Yaşamın kaynağıdır. Su tüm canlıların metabolik olayları ile de doğrudan ilgilidir. Su güneş ışınlarını geçirdiğinden su içerisinde canlıların yaşaması mümkün olmaktadır. Oksijenin dokulara ulaştırılması, dokulardan karbondioksitin solungaçlara taşınması da suyun varlığına bağlıdır. Suyun sahip olduğu kalite, yoğunlaşma aşamasına dayanır. Önce su damlası bir toz partikülünün etrafında tutunur. Yere düşerken havada bulunan diğer toz partiküllerini de içinde toplar. Toz partikülleri üzerinde bakteriyel mikroorganizmalar bulunabilir. Tozlu sıcak mevsimlerde yağmur içindeki mikroorganizmaların miktarı da fazladır. Kar, yağmurdan daha kontamine (mikroorganizma yükü bakımından çok, bulaşık) bir yağış tipidir. Çünkü kar tanelerinde yüzey alan daha geniştir. Bu fiziksel üstünlüğü ile kar havadaki partikülleri daha çok toplar. Dolu tipi yağış, yağmur ve kar tipindeki yağışa kıyasla çok daha fazla mikroorganizma barındırır. Yüzey sularının çoğu mikroorganizma yükü bakımından temiz değildir. Fakat yer altı suları yüzey sularına oranla önemli ölçüde askıda katı madde ve mikroorganizma yükü bakımından temizdir. Yer altı suyunda bazı çözünmüş gazlar ve mineraller sorun yaratabilir. Suların yetiştiricilik öncesi mutlaka su kalite kriterleri yönünden analiz edilmesi ve bütün bu anlatılan olumsuzlukların engellenmesi bakımından gerekli görülmektedir. Yetiştiricilik için kullanılacak suyun toksit maddeleri bulundurmaması gerekir. Doğal kontaminasyondan (bulaşmadan) ayrı olarak antropojenik (insan kaynaklı kirletici unsurlar) kirleticilerden de temiz olması beklenir.

Balıklarda beslenmeye bağlı hastalıklar besin eksikliği ya besin almama ya da türün gereksinim duyduğu besin maddelerinin hazırlanan yem içerisinde dengeli bir biçimde bulunmaması hâlinden kaynaklanır. Yetiştiricilik işletmelerinde balık yaşam evresine (boyuna) ve türe özgü yem kullanılmalıdır. Türe özgü nitelik ve seviyede yeterli protein tüketmeyen balıkların kaslarında zayıflama izlenir. Sağlık koşullarını otimum (ideal) düzeyde tutamamak sekonder enfeksiyonlara (ikincil hastalıklara) zemin hazırlaması bakımından istenmeyen bir durumdur. Zayıflama ile şekillenen canlı ağırlık kaybı geri dönüşümlüdür. Ancak ilerlemiş vakalarda katabolizma (yıkım) hızı geri dönüşümsüz hâle ulaşabilir. Bu durumda balıkların ölmesi kaçınılmazdır. Aç kalan genç ve sofralık yetiştiricilik boyundaki balıklarda renk koyulaşması ve protein yıkımından kaynaklı olarak et tekstüründe yumuşama izlenir. Aç kalan larva ve yavru balıklarda ise baş bölgesi normal beslenen balıklara göre daha iri görünür. Bunun da tek sebebi vücut kaslarının eksilmiş olmasıdır.

Protein proteinin kaynağı balık türüne göre o proteinin değerini belirler. Protein alımı, sindirimi ve emilimi türün isteklerine ve metabolizmasına göre değişkenlik gösterir. Protein değeri türe özgüdür. Bir proteinde türün kendi proteinini sentezleyebilmesi için dışarıdan almak zorunda olduğu esansiyal aminoasitlerin oranı ne kadar çok ise o protein kaynağı o tür için o denli kıymetlidir.

Yağ yaşamsal fonksiyonları bakımından yağ, yemdeki (rasyon) en önemli bileşenlerden biridir. Yağların çok az kısmı balık vücudunda serbest yağ asiti formundadır. Balık bünyesinde yağlar daha çok trigliserid ve fosfolid formunda bulunur. Balık türünün ihtiyaçlarına göre belirlenen düzeyde esansiyal yağ asitlerinin çoklu doymamış yağ asitleri olarak rasyonda bulunması zorunludur. Esansiyal yağ asitlerinin geneli denizel organizma (hayvan ve bitki) orjinlidir. Çoklu doymamış yağ asitleri oksitlenme eğilimindedir. Oksitlenme esansiyal yağ asitlerinin yıkımına, dokudaki antioksidanların azalmasına ve toksit bileşiklerin oluşmasına neden olan bir dizi beslenmeye bağlı olumsuzlukların şekillenmesine neden olur.

Karbonhidrat kompleks şeker formları bitkisel organizmaların fotosentez ile ürettikleri besin maddeleridir. Fakat yemde bulunan karasal orjinli bitkiler tarafından üretilmiş karbonhidratlar karnivor ve omnivor balıklar tarafından düşük düzeyde herbivorlar tarafından da orta derecede enerji kaynağı olarak kullanılabilmektedir. Balık kasında (etinde) düşük miktarda karbonhidrat türevleri bulunmaktadır. Karnivorların gereksinimini karşılayacak bu miktarın üzerine çıkılmaması gerekmektedir. Yüksek karbonhidrat tüketimi karaciğerde glikojen olarak depolanacağı için karaciğer dokuda hasara neden olabilir. Bu nedenle türe özgü rasyonda karbonhidratların kaynağına ve katılma oranına dikkat edilmesi önerilmektedir.

Vitaminler ve mineraller vitaminler metabolik işlevlerde kullanılan; düşük moleküler ağırlıklı, kompleks organik maddelerdir. Çok düşük düzeylerde bulunmaları yeterlidir. Varlıkları hâlinde yemden yararlanma, normal büyüme ve üreme faaliyetleri aksamadan işler. Yağda çözünen formları (A, D, E, K) ve suda çözünen formları (B, C) bulunmaktadır. Mineraller: sularda yaşayan organizmalarda mineral eksikliği vakaları ile nadiren karşılaşılır. Çünkü birçok mineral çözünmüş ve askıda katı madde olarak bulunabilir. Bakır, iyot, demir, manganez, fosfor, selenyum ve çinko esansiyal mineraldir. Eksiklikleri hâlinde bazı vitaminler ve hücre yapımı problemleri şekillenebilir.

Kalıtımsal faktörler ve tümörler balıklarda embriyolojik gelişim sürecinde genetik faktörlerden kaynaklı patolojileri genellikle yetiştiricilik koşullarında daha çok görmek mümkündür. Doğada hasta ve güçsüz balıklar av olduklarından veya eş olarak seçilmeyeceklerinden ya da döl veremediklerinden popülasyonların sağlığı, doğal seçilim ile korunmaktadır. Yetiştiricilik koşullarında anaç seçimi insan eliyle gerçekleştirilmektedir. Boyda küçülme, yapışık ikizlik, omurga eğriliği, çene ve yüzgeç anomalileri (anormal durum, hastalık) başta olmak üzere diğer birçok anatomik ve fizyolojik problem, kalıtımsal hastalık olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle anaç seçimi, yüksek homozigotluk (benzeşme, yakın akrabalık) ile ortaya çıkabilecek olumsuz karakterlerin önlenmesi bakımından yaralıdır. Balıklarda tümoral oluşumların kalıtım özellikleri bulunmaktadır. Tümör bazı balıkların üreme dönemlerinde başın dorsalinde ve dorsalaterallerinde şekillenen düzgün sivilce serilerini andıran epitel yığınları ile karıştırılmamalıdır. Türün ve varyetenin bu bakımdan iyi tanınıyor olması gereklidir.

Etkene bağlı hastalıklar hastalığa sebep olan canlı etkenler temel olarak mikroorganizma ve makro organizmalardır. Mikroorganizmalar, virüs, bakteri, mantar ve protoza gruplarında yer alır. Makroorganizmalar ise iç ve dış parazitler olarak tanımlanmaktadır. Hastalık yapıcı organizmalar patojen terimi ile tanımlanan canlılardır. Bu canlılar, tek hücrelilerden çok hücreli organizasyona sahip canlılara kadar oldukça geniş bir sınıflandırma içerisinde yer alır. Patojenlerin hastalık yapma gücüne virülens adı verilir. Virülensi yüksek patojenler uygun ortam ve uygun konak (balık) bulduklarında akut hastalık olgularına ve ani ölümlere neden olabilir. Patojenin hastalık seyrinin uzaması hâlinde izlenen olgu kronik terimi ile ifade edilir. Kronik olgularda hastalığa ilişkin bir veya bir dizi belirti de izlenebilir. Akut ve kronik hastalık olgularına neden olan organizmalar su, temas ve açık yaralar yoluyla ortamdaki diğer balıklara/konaklara da bulaşabilir. Bulaşma sonrası bağışıklık sistemi düşük/uygun konaklarda da hastalık görülebilir. Hasatlık etkeni olarak canlı organizmalar ekosistem içerisinde birlikte yaşama tiplerinden birine ait kabul edilir. Birlikte yaşama simbiyozis olarak isimlendirilmektedir. Simbiyotik yaşam tipleri; mutualizim, kommensalizim ve parazitizim olmak üzere üç farklı şekilde sınıflandırılmıştır.

Yetiştiriciliği yapılan bazı tatlı su ve deniz balıklarında viral hastalıklar virüsler RNA veya DNA virüsleri olmak üzere iki grupta incelenen 10-500 nm boyutlarındaki mikroorganizmalardır. Virüsler hücre dışında çoğalmayan konaklarının genetik materyalini kendi materyallerini sentezlemek için kullanan canlılar oldukları için hücre içi parazitler olarak kabul edilir. Zorunlu parazitik özellikleri nedeniyle canlı olmadan üreyemezler. Dünya literatürüne girmiş; iç sularda ve denizlerde (Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz) karşılaşılma olasılığı bulunan viral etkenli hastalıklardan önemli görülenleri özetlenmiştir (s:166, Tablo 7.2) ve (s:167, Tablo 7.3).

Yetiştiriciliği yapılan bazı tatlı su ve deniz balıklarında bakteriyel hastalıklar Sazangiller, yetiştiriciliği yapılan en eski tür olduğu için hastalıkları hakkında da detaylı bilgi sahibi olunmuştur. İlk sırada iki bakteriyel hastalık listelenebilir. Bunlardan biri “Sazan eritrodermatiti (CE)”, diğeri ise “Japon balıklarının ülser hastalığıdır (UDG)”. Bu iki hastalığın da etkeni aynıdır. Diğer bakteriyel hastalıklar ise hareketli/motil Aeromonas septisemisi (MAS), Preudomonas ssp. Enfeksiyonu ve Kolumnaris hastalığıdır. Diğer, tatlı su balıkları ve deniz balıkları için yaygın bakteriyel hastalıklar (s:168, Tablo 7.4).

Yetiştiriciliği yapılan bazı tatlı su ve deniz balıklarında mantar hastalıkları Epizootik Ülseratif Sendrom, Saprolegnosis ve Ichthyophoniasis balık yetiştiriciliğinde en çok karşılaşılan fungal orijinli hastalıklardır (s:170, Tablo 7.5).

Yetiştiriciliği yapılan bazı tatlı su ve deniz balıklarında paraziter hastalıklar balıklarda silli, flagellalı, sporlu ve amoebik gruplara ait protozoan, trematod, sestod, nematod, kopepod, izopod ve hirudin gruplara ait metazoan parazitler enfestasyon ve enfeksiyon yaratabilmektedir. Enfestasyon ekto yani dış parazitlerin hastalıkları için kullanılan bir terimdir. Enfeksiyon ise bakteri, virüs, mantar ve endo yani iç parazitlerin yarattığı hastalıkları ifade eder. Yaygın parazit kaynaklı hastalıklar ve bunlara ilişkin önemli notlar (s:170, Tablo 7.6) ve (s:172, Tablo 7.7).

Koruma ve Kontrol Yöntemleri

Hastalıklardan korunmak için işletmelerde hijyen tedbirleri tam ve kesin olarak uygulanmalıdır. İşletmeye dışarıdan gelecek her türlü araç, eşya, insan ve balık mutlaka dezenfeksiyon işleminden geçirilmelidir. Hijyen tedbirlerinin uygulanması ile etkene bağlı hastalıklardan korunmak önemli ölçüde mümkün olmaktadır. Hijyen tedbirleriyle birlikte işletmede su kalitesi yönetimi, balık sağlığı yönetimi, refah yönetimi ve beslenme yönetimi tam olarak uygulandığında uzun vadede sürdürülebilir sağlıklı yetiştiricilik ile sağlıklı verim eldesi gerçekleşir. Gelişen bilimsel bilgi ve teknoloji ile hastalıklara neden olan canlılar ve çevresel etkenlerin tanımlanması, geçmişe kıyasla daha hızlı yöntemlerle yapılabilmektedir. Bunlar moleküler tanımlama testleri olarak adlandırılmaktadır. Bu sayede hastalık vakalarının kaynağı hızlı ve güvenilir bir biçimde anlaşılmakta ve teyit edilmektedir. Dahası hastalık ortaya çıkmadan izleme programlarının aktifleştirilmesi ile önleme çalışmalarının başlatılması olanağına da kavuşulmuştur.