BİLGİ EKONOMİSİ - Ünite 6: Bilgi Ekonomisi ve Eğitim Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Bilgi Ekonomisi ve Eğitim

Giriş

Bilgi ve iletişim teknolojilerinin ülkelerin ekonomik gelişme süreçlerinde son derece önemli olduğu günümüzde, giderek artan bir biçimde adeta “bilgi patlaması” yaşanmaktadır. Bilgi ekonomisinin temel üretim faktörü olan bilgi, ülkeler arasında mevcut olan dijital (sayısal) uçurumu derinleştirmekte, bilgiyi elinde bulunduran ülkelere avantaj kazandırmaktadır. Bilginin en temel güç olduğu bu ortamda insana yatırım (beşeri sermaye) unsurlarından biri olan eğitimin önemi yadsınamaz. Bilgiyi üreten de, kullanan da insan olduğu için, insana yatırım, dolayısıyla eğitim bir toplumun varlığını sürdürebilmesinin olmazsa olmaz koşulu haline gelmiştir. İnsana yatırım ve bu bağlamda eğitim, bilgi toplumu olma ve bunu sürdürülebilir kılmanın anahtarıdır.

Bı·lgi Ekonomisinde Eğitim

Bilindiği gibi fiziksel sermaye ve doğal kaynaklar pasif üretim faktörleridir. İnsan ise sahip olduğu beşeri sermayeyle fiziksel sermayeyi çoğaltan, doğal kaynakları işleten, sosyal, ekonomik ve politik kurumları oluşturan ve ulusal kalkınmayı geleceğe taşıyan aktif üretim faktörüdür. Adam Smith ilk kez fiziki sermaye yatırımları ile beşeri sermaye yatırımları arasında bir benzetme yapmıştır. Smith, tıpkı bir fabrika veya diğer işletmelerin üretkenlik kapasitesini artıran yeni makinelerin ya da diğer fiziki sermaye mallarının satın alımında olduğu gibi, eğitimin de işgücünün üretkenlik kapasitesini artırdığına işaret etmiştir. Dünya ilkel toplumdan başlayıp bilgi toplumuna varan bir dönüşüm süreci içerisindedir. Eğitim de bilgi toplumuna doğru yaşanan bu dönüşümde biçim ve nitelik değiştirmiştir. Avcılık ve toplayıcılık yapan ilkel toplumlarda klan içinde, deneme yanılma yöntemine dayanan “yaparak öğrenme” ile gerçekleşen eğitim, tarım toplumunda işbaşında eğitime doğru bir dönüşüm geçirmiştir. Sanayi toplumunda ise eğitim sistemi büyük ölçüde endüstriyel düzenin ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmiştir. Sanayi devrimiyle başlayan bu süreçte artık okullarda verilmeye başlanan eğitimde, standartlaştırılmış, daha ziyade mavi yakalı işgücü merkez alınarak tasarlanmış, bilginin üretiminden çok kullanımını esas alan, bireylere belirli bilgi ve becerileri kazandırmayı amaçlayan, ancak onların yaratıcılıklarına çok da gereksinim duymayan bir anlayış temel alınmıştır.

Almanya’da İlk kez 2011 Hannover Fuarında gündeme gelen “Endüstri 4.0” dördüncü sanayi devrimini ifade etmek için kullanılmaktadır. Endüstri 4.0; asıl olarak imalat sanayiinde bilgisayarlaşmanın en üst düzeye çıkarılması ve dolayısıyla üretimin yüksek teknolojiyle donatılmasını hedefleyen bir yaklaşımdır. Endüstri 4.0 siberfizik sistemlerin fabrikaların fiziki süreçlerini izlediği ve kararlar aldığı bir akıllı fabrika sistemi olarak da değerlendirilebilir.

Eğitimin Tanımı ve Özellikleri

Eğitim denince akla genellikle okul gelmektedir. Ancak eğitim sadece okul ile sınırlı bir kavram değil, yaşam boyu devam eden bir süreçtir.

Eğitim şu temel kazanımları da sağlamayı amaçlar:

  • Çalışma kapasitesi ile emeğin verimliliğini doğrudan doğruya etkileyerek geliştirir.
  • Teknolojik gelişme olanağı sağlar ve böylece dolaylı olarak sermayenin verimliliğini etkiler.
  • İyi bir eğitim, iş olanaklarında istikrar ve düzen sağlamaya yardımcı olur.
  • İş koşullarındaki değişmelere uyabilme yeteneği, sosyal konum ve saygınlığın kazanılmasını sağlar.

Eğitim bir mal olarak kabul edilmektedir. Eğitimin bir mal olarak kabul edilmesi beraberinde eğitimin bir tüketim malı mı yoksa yatırım malı mı olduğu veya kamu malları teorisi açısından kamusal mal özellikleri ve yarattığı dışsallıklar tartışılır olmuştur.

Eğitimin hem maliyetlerini yüklenen hem de getirilerini elde eden iki kesim bulunmaktadır. Bunlar bireyler ve toplumdur. Bu nedenle eğitimin hem bireysel maliyetlerinden hem de devlete olan sosyal maliyetlerinden, getirileri hususunda da özel getirilerinden ve sosyal getirilerinden bahsetmek mümkündür. Eğitim harcamaları özel ve kamu eğitim harcamaları olmak üzere ikiye ayrılır. Ancak, eğitim hizmetleri genellikle devlet tarafından yürütülmektedir.

Eğitime yönelik kamu harcamalarını cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları olmak üzere üç başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar kamunun katlanmak durumunda olduğu parasal yani doğrudan maliyetlerdir. Cari harcamalar; kısa dönemde üretimi doğrudan artırıcı etkisi olmayabilen ve faydası bir dönemle sınırlı sayılabilecek harcamalardır. Yatırım harcamaları; üretim faktörlerinin verimliliğini artıran, kaynakların daha etkin kullanılmasını sağlayan, dayanıklı mal niteliğinde bulunan ve faydası birden fazla yılı kapsayan, bu nedenle yıllar sonra yenilenmesine gereksinme duyulan mal ve hizmetlere yapılan harcamalardır. Transfer harcamaları; satın alma gücünün özel şahıslar ve sosyal tabakalar arasında karşılıksız olarak el değiştirmesidir.

Farklı eğitim düzeyinde bulunan kişilerin elde ettikleri gelirler de farklı olabilmektedir. Eğitimin getirisindeki bu farklılıklar, kişisel gelir dağılımı farklılıklarının açıklanmasında önemli bir role sahiptir. Kişiselgelir dağılımı farklılıkları çoğu zaman eğitim, yetenek, yaş, cinsiyet, meslek ve diğer ekonomik ve sosyal faktörlere atfedilse de beşeri sermeye kuramcıları bu farklılıkların temel nedeninin doğrudan doğruya ve öncelikle eğitimdeki farklılıklar olduğunu vurgulamaktadır.

Mincer’e göre, daha yüksek düzeyde eğitim almış kişilerin sağlayacağı üç tip avantaj bulunmaktadır. Bunlar; daha yüksek gelir, daha az işsiz kalma riski (daha istikrarlı istihdam olanağı) ve yüksek gelir dilimlerine doğru daha yüksek mobilitedir

Alınan eğitimin süresine göre, eğitimden beklenen özel getiri ile gerçekleşen maliyetler arasındaki ilişki Şekil 6.4’de yer almaktadır. Bireyler ne kadar eğitim alırsa katlandıkları maliyet de, kişisel gelir de o kadar artar. Ancak, eğitimin özel getirisindeki artış, eğitimin özel maliyetindeki artışın çok üzerindedir.

Eğitimin özel getirisini belirlemek için kullanılan yöntemlerden biri de yaşkazanç profilidir. Bu yöntemde farklı eğitim düzeyleri için kişisel gelir ile yaş (veya deneyim) arasındaki ilişki incelenmektedir. Şekil 6.3, öğrenim süresinin 5 yıl olacağı ve üniversite mezunu bir kişinin 42 yıl çalışacağı varsayımı ile oluşturulan yaşkazanç profilini göstermektedir.

Eğitimin Ekonomik Etkileri

İktisatçılara göre eğitim ekonomik bir olgudur. Daha önce de belirttiğimiz gibi iktisatçılara göre eğitim, insan sermayesine yapılan yatırımdır. Kitabımızın bu kısmında eğitimin işgücü piyasası ve iktisadi kalkınmaya etkilerine yer verilmektedir. Üretime katılan bireyin sahip olduğu ve genel anlamda insanın niteliğini vurgulayan bilgi, beceri, deneyim ve dinamizm gibi pozitif değerler beşeri sermaye (human capital) olarak kabul edilmektedir.

Schultz (1961), beşeri sermayeye yapılan yatırım adlı makalesinde, beşeri sermaye yatırımlarını beş temel gruba ayırmıştır:

  1. Geniş anlamda insanoğlunun yaşam süresi beklentisini, güç ve dayanıklılığını, kuvvetini ve yaşamını etkileyen bütün sağlık hizmetlerine ilişkin harcamalar
  2. Firmalar tarafından düzenlenen, eski usul çıraklık da dâhil olmak üzere iş başında yetiştirme
  3. İlk, orta ve yükseköğretimi kapsayan formel eğitim,
  4. Firmalar tarafından düzenlenmeyen yetişkinlere yönelik eğitim programları,
  5. Birey ve ailenin değişen iş olanaklarından yararlanabilmek için yaptıkları göçler

Beşeri Sermaye Teorisi; bireylerin farklı nitelikte olduğuna, bu nitelik farklarının verimliliklerinde farklılıklara neden olduğu yani işgücü piyasasının homojen bir yapıda olmadığı görüşüne dayanmaktadır. Zekâ ve beceri gibi bireyler arasındaki nitelik farklılıkları bireylerin verimliliklerinin de birbirlerinden farklı olmasına neden olmaktadır. Bu nedenle firmalar farklı verimlilikteki işçilere farklı ücret öderler. Teoriye göre, yüksek ücret ödenen meslekler, bu mesleğe yönelik eğitim programlarına yatırım yapmaya ve bireyleri bu programlara harcamada bulunmaya teşvik eder. Eğer eğitim programı gelecekte bugün katlanılan maliyetten daha fazla gelir getirmeyi mümkün kılıyorsa, kişiler bu programa harcama yapacaklardır.

Beşeri sermaye teorisi, işgücü arzı ve talebi ile ilgili çözümlemelerini tam rekabet koşullarına dayandırmaktadır. Ancak gerçek yaşamda eksik rekabet piyasasına ilişkin koşulların varlığı gerek örgün, gerekse işbaşında eğitimle ilgili çözümlemeleri etkilemiştir. Akerlof ’un bilgi asimetrisi ile ilgili açıklamaları, 1970’lerden itibaren, Eleme Hipotezi’nin gelişmesine yol açmıştır.

Eleme Hipotezine göre, eğitim sisteminin temel amacı bireyleri farklı verimlilik düzeylerine göre tanımlamaktır. Eğitim, bireyleri yeteneklerine göre sınıflandıran ve bu yetenekleri çeşitli eğitim belgeleri (diploma, sertifika gibi) ile etiketleyen bir mekanizmadır. Eğitim, bireyi sisteme dâhil ederken, sistemden mezun ederken ya da sistem dışına çıkarırken eleme işlevini yerine getirir. Thurow ve Lucas’ın 1970’lerde yaptıkları çalışmalara dayanan Kuyruk Hipotezi, eğitimin işçinin potansiyel verimliliğinin belirlenmesinde önemli bir etkisinin olmadığını, çünkü verimliliğin iş’in bir özelliği olduğu görüşünü savunur. Hipoteze göre, yetiştirilebilirlik düzeyini gösteren nitelikler, sadece iş başında verilen formel ve enformel eğitimin maliyetini etkiler. Eğitimin buradaki rolü, işçinin verimliliğini işin verimliliğine yükseltmek için gerekli nitelikleri kazandırmaktır. Kişiler piyasadaki işler için kuyruğa girerler, kuyruğun en önünde yetiştirilmeleri en kolay olanlar, en sonunda ise yetiştirilmeleri en zor olanlar, yani yetiştirilebilmeleri için daha fazla maliyete katlanılması gerekenler yer alırlar. İşverenler en yetiştirilebilir olanları en verimli ve bu nedenle de ücreti en yüksek olan işlere alırlar. Bir başka ifadeyle kuyruktakiler işlere, kuyruktaki konumlarına göre dağıtılırlar.

Beşeri sermaye teorisinde işgücü piyasasında iyi durumda olmayanların temel sorunu eğitim yetersizliğidir. Dolayısıyla bu kişilere yönelik eğitim programlarının artırılması, onların daha yüksek ücretler ödeyen iyi işlere geçişini sağlayacaktır. İkili İşgücü Piyasası Teorisi’ne göre ise işgücü piyasasında sektörler “birincil sektör” ve “ikincil sektör” olarak ikiye ayrılır ve sektörler arasında mobilite sınırlıdır.

Birincil sektör; ücretlerin yüksek ve çalışma koşullarının iyi olduğu, işçilerin terfi edebilecekleri, istihdamın istikrarlı olduğu işlerden oluşmaktadır. Bu piyasada yer alan işler sermaye yoğun sektörlerde bulunmaktadır. Bu sektörler içinde üretim hacmi büyük, kararlı bir mal talebi olan ve yüksek bir sendikalaşma ile karşı karşıya bulunan işletmeler bulunmaktadır.

İkincil sektör ise bunun tersine, ücret ve çalışma koşullarının kötü olduğu, işçiler arasında ayrımcılığın uygulandığı, terfi şansının olmadığı, iş disiplininin zayıf olduğu işlerin oluşturduğu sektördür. İkincil piyasalarda yer alan sektörler daha çok emek-yoğun ve rekabetçi sektörlerde yer almaktadır. Bu piyasalardaki işletmelerin ürettikleri mallara olan talep kararlılık göstermez. Bu nedenle istikrarsızlık gösteren (sık sık iş değiştiren) işgücü, ikincil işgücü piyasasına daha uygun düşmektedir. Söz konusu piyasada ücretler alınan eğitim düzeyine göre değil; üretilen ürünün toplam değeri ve talebe göre belirlenir.

Genel olarak hem kamu hem de özel eğitimin gelir dağılımındaki adaletsizliği önlediği ve kişi başına gelir artış hızını yükselttiği söylenebilir. Ancak, kamu eğitiminin, özel eğitime göre eşitleyici etkisi daha fazladır. Bilindiği gibi kamu eğitimi, özellikle yoksul olan daha geniş bir topluluğa hitap eder. Toplumun bu kesimine eğitim hizmeti sunmak (özellikle de zorunlu eğitim) gerek ekonomik kalkınma gerekse kişi başına gelirin yükselmesi bakımından son derece önemlidir. Zorunlu eğitimin ücretsiz olarak sunulması, gelir düzeyi düşük kesimlere burs ve kredi sağlanması gibi eğitimde fırsat eşitliğini sağlayan araçlar gelir düzeyi düşük kesimlerin çocuklarının da toplumda yükselme olanağı elde etmesi ve böylelikle gelir dağılımında adaletin sağlanmasında büyük önem taşır. Bu bağlamda eğitim, sosyal adalet ve fırsat eşitliği ilkelerinin gerçekleştirilmesinde en etkili araçtır.