BİREY VE DAVRANIŞ - Ünite 8: Sosyal Psikoloji Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Sosyal Psikoloji
Sosyal Psikolojinin Tanımı
Psikolojinin bir alt alanı olarak görülen modern sosyal psikolojiyi tanımlamak oldukça zordur, ancak genel olarak psikolojinin yani zihinsel yaşamın, sosyal etkileşim ve sosyal olgularla ilgili konuların sosyal psikolojiyi oluşturduğu ileri sürülmektedir.
Sosyal psikolojinin tanımlanma zorluğuna karşın günümüzde çeşitli tanımları vermek mümkünüdür, bu tanımlamalar şu biçimde sıralanabilir:
- Sosyal Psikoloji insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin bilimsel bir biçimde çalışılmasıdır.
- Sosyal ve kültürel ortamdaki bireylerin davranış özelliklerinin bilimsel olarak incelenmesidir.
- İnsan etkileşimlerinin psikolojik temellerini sistematik olarak inceleyen bir disiplindir.
Modern sosyal psikolojinin uğraştığı konular gruba uyma davranışı, önyargı, ayrımcılık, sosyal biliş gibi oldukça çeşitlidir.
Sosyal Biliş
Sosyal biliş, sosyal bilgiyi fark ettiğimiz, yorumladığımız, hatırladığımız ve sonrasında kullandığımız bir süreçtir. Sosyal biliş yaklaşımında insan bir bilgi işlemcisi olarak görülmekte, sosyal dünyadan gelen bilgiler davranış çıktısı olarak geri dönmektedir. Bu süreçte iki önemli nokta bulunmaktadır:
- Sosyal dünyaya ait bilgi birey tarafından daha önceki bilgileri esas alarak yorumlanır.
- Bireyin nasıl davranacağı, neyi nasıl hatırladığına ve hatırladığını nasıl değerlendirdiğine bağlıdır.
Sosyal algı kendimizin ve diğer insanların davranışlarını nasıl algıladığımıza dair bilişsel bir süreçtir. Sosyal algı ve nesne algısı birbirinden farklı kavramlardır. Sosyal algıda bu farklılığı yaratan; insan eylemlerinin faili olması, toplumdaki diğer bireylerin bizim davranışımızı şekillendirmesi, davranışlarımızın ölçülebilir nitelikte olmaması, sosyal algının kesinliğinden söz etmenin mümkün olmaması gibi özellikler sıralanmaktadır.
Sosyal dünyayı algılama söz konusu olduğunda daha önce edinmiş olduğumuz bilgilerle oluşturduğumuz sosyal şemalarımızı harekete geçirerek çevremizdeki bireylerle ilgili çıkarsamalar yaparak, davranışlarımızı ayarlarız. Bu kişisel şemalara da “örtük kişilik kuramları” adı verilmektedir.
İzlenim oluşturma çalışmalarında başlangıçta edinilen bilginin sonradan edinilen bilgiden daha ağır basması da öncelik etkisi olarak tanımlanmaktadır.
Atıf kuramı insanların davranışların nedenleri hakkında nasıl karar verdikleri sorusuna yanıt arayan kuramdır. Yaptığımız atıflar çeşitli sosyal durumlardaki belirsizliği azaltmaya hizmet eder ve böylece sosyal dünyadaki pek çok etkileşimi atıflar temelinde tahmin ve kontrol etmeye çalışırız.
Atıf kuramının öncüsü Fritz Heider’e göre kendimizin ve başkalarının davranışlarını iki şekilde açıklarız:
- Davranışı bireyin kişiliği, arzuları ya da ihtiyaçları ile açıklayan içsel atıf
- Davranışı birey dışındaki çevresel koşullarla açıklayan dışsal atıftır.
Davranışları çeşitli faktörlere atıf yaparak açıklamak nesnel olarak işleyen bir süreç değildir ve birden fazla kişi aynı davranışı farklı nedenlere atıf yaparak açıklayabilir.
Davranış üzerinde ortamsal etkilerin önemini küçük görme ve davranıştan bireyin kişisel bir özelliğinin sorumlu olduğunu varsayma eğilimine Temel Atıf hatası denilmektedir. Temel Atıf Hatası ortamsal faktörlere yeterince odaklanamadığımızdan değil de bu faktörleri yeterince önemsemediğimizden de kaynaklanabilmektedir. Diğer bir atıf yanlılığı da olumlu sonuçları kendi kişiliğimize olumsuz sonuçları kendi kişiliğimiz dışındaki faktörlere atfetme eğilimi kendine hizmet eden yanlılıktır. Başarılarımızı içsel faktörlere, başarısızlıklarımızı dışsal faktörlere atfetmek açıkça benlik değerimizi korumak için başvurduğumuz bir stratejidir.
Tutumlar
İlkesel olarak Dünya’daki her nesne, olay, kişi ya da durum potansiyel olarak tutum nesnesi olabilir. Ancak bizim için tutum nesnesi olan şey bir başkası için olmayabilir ya da daha önce bizim için tutum nesnesi olmayan şey daha sonra tutum nesnesi haline gelmiş olabilir.
Tutum, başka bir kişiye ya da herhangi bir şeye, tutum nesnesine karşı yöneltilen düşünce, duygu ve davranışsal eğilimlerin görece durağan bir örgütlenmesidir. Tutumlar sosyal psikolojide 1960’lara kadar ABC modeli denilen üçlü bir yapı olarak tanımlanmaktaydı. Bu modele göre tutum duygusal, bilişsel ve davranış eğilimi olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır. 1960’lardan sonra sosyal psikolojide çeşitli nedenlerden dolayı tutumların ABC modeli terkedilmiş yerine tutum nesnesine yönelik değerlendirmeyi temel alan yaklaşım benimsenmiştir. Bu noktada tutum dilinin kesinlikle tarafsız bir dil olmadığı, tam tersine her zaman tutum nesnesinin yanında ya da karşısında yer almayı gerektiren taraflı bir dil olduğu vurgulanmalıdır.
Bireyler tutumlarını çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için geliştirirler. Sosyal psikolojide tutumların dört temel işlevi olduğu kabul edilmektedir:
- Bilgi sağlama işlevi
- Uyum Sağlama İşlevi
- Benliği ifade edici işlev
- Egoyu korumadır.
Sosyal psikolojide tutumlar ile davranış arasında basit ve dolaysız bir ilişki olduğu varsayılmıştır. Yani eğer bir kişinin bir konu hakkındaki tutumunu bilirsek o konudaki davranışını da tahmin edebiliriz. Tutumla davranış arasındaki ilişkinin doğrudan çalışıldığı ilk araştırma 1930’larda Fransız Sosyolog La Piere tarafından yapılmıştır. Bu ilk araştırma ve aynı konuda daha sonra yapılan diğer araştırmalar tutum ve davranış arasındaki ilişkinin basit bir ilişki olmadığını ve tutumların her zaman davranışa yol açmadığını göstermiştir. Sosyal psikolojide tutum çalışmalarının tıkanmasına yol açan bu sonuçlar üzerine, sosyal psikologlar insanların neden söyledikleriyle yaptıklarının uyuşmadığı konusunu araştırmışlar ve tutumların sadece belirli koşullar altında davranışa yol açtığı ileri sürülmüştür. Bu bağlamda tutum ve davranışın denkliği, tutumun gücü, tutumların zihinde ulaşılabilirliği, tutumun ölçülmesi ile davranış gözlemi arasında geçen süre vb. koşullar belirlenmiştir. Tutum ve davranış arasındaki denklik, ya da kısaca denklik hipotezi adı verilen durum ölçülen tutum ile gözlenen davranışın aynı genellik düzeyinde olmasını ifade eder. Genel düzeyde varlığı saptanan bir tutumdan çok spesifik bir davranışı tahmin etmek çoğu zaman tutum davranış uyuşmazlığını ortaya çıkarır. Bir diğer faktör tutumların güçlülük derecesidir. Genel bir kural olarak güçlü tutumlar zayıf olanlara göre davranışa daha çok yansır. Tutum ve davranış tutarlılığı açısından önemli olan bir diğer faktör, tutumun ölçülmesi ile tutuma yönelik davranışın gözlenmesi arasında geçen süredir. Bu süre ne kadar uzun olursa tutuma uygun davranış gözleme olasılığımız o kadar azalır. Çünkü arada geçen zamanda tutumun değişmesi olasıdır.
Sosyal psikologlar insanların davranışlarını değiştirmek için önce tutumlarının değiştirilmesi gerektiğini savunurlar. 21. yüzyılda tutum değişimi diğer bir deyişle ikna büyük bir sektör haline gelmiştir. Sosyal psikolojide ilk tutum değişimi yaklaşımı 2. Dünya Savaşı’nın sonrasında Yale Üniversitesi’nde Hovland ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilen bir dizi laboratuvar deneyine dayalı mesaj öğrenme yaklaşımıdır. Bu geleneksel yaklaşıma göre ikna sürecinde dört temel öğe mevcuttur.
- İletişim kaynağı
- Mesaj
- İletişimin yöneldiği izleyici veya dinleyici kitlesi
- İletişim ortamı
İletişim sürecinde bu dört öğenin her biri çeşitli değişkenlerle manipüle edilmiş ve iletişimin hangi koşullarda etkili olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar şu şekildedir:
- İnanılırlığı yüksek olan kaynaklar, inanılırlığı düşük olanlara göre izleyicileri daha fazla etkilemektedir.
- Popüler ve fiziksel olarak çekici olan kaynaklar daha ikna edicidirler.
- Tek yönlü mesaj sadece iletişim kaynağının iddialarını içerir.
- Çift yönlü mesaj ise hem iletişim kaynağının iddialarını içerir hem de karşıt iddiaların çürütülerek verilmesini içerir.
- Kendine güveni düşük olan insanlar kendine güveni yüksek olanlara göre daha kolay ikna olurlar.
- Hızlı konuşan iletişim kaynağı yavaş konuşan iletişim kaynağından daha fazla etki yaratır
Sosyal psikolojide tutum değişiminde modern yaklaşımı temsil eden bilişsel tepki yaklaşımı, insanların ikna edici mesajla karşılaştıklarında ne düşündüklerini ve bu düşüncelerin ve diğer bilişsel süreçlerin tutum değişimini nasıl etkilediğini açıklamaya çalışır.
Bilişsel tepki yaklaşımına dayalı olarak geliştirilen ayrıntılandırma olasılığı modeline göre iknada merkezi yol ve iknada çevresel yol mevcuttur. İkna edici mesajlardaki bilginin sistematik olarak işlenmesi sonucu gerçekleşen tutum değişimine iknada merkezi yol denilmektedir. İknada çevresel yol ise mesaj kaynağının uzmanlığı, çekiciliği ya da statüsü gibi çevresel ipuçlarından kaynaklanan tutum değişikliğidir.
Önyargı
Bazı sosyal grupların üyelerine karşı bu grup üyelikleri temelinde geliştirilmiş olumsuz tutumlara önyargı denilmektedir.
Günümüzde sosyal psikolojide ne kadar farklı tanımlanırsa tanımlansın önyargı kavramının beş özelliği taşıdığı görülebilir:
- Önyargı bir tutumdur
- Esnek olmayan ve hatalı bir genellemeye dayanır Önyargı peşin verilmiş bir hükümdür
- Değişime dirençli ve katıdır
- Önyargı kötüdür.
Sosyal psikolojide günümüzde yapılan bu önyargı tanımları önyargıyı bir tutum olarak görmektedirler. Tutum başlığı altında da görüldüğü üzere tutumlar üç bileşenden oluşmaktadır:
- Hem hissedilen duygunun niteliğini hem de tutumun aşırılığını ifade eden duygusal bileşen
- Tutumun içeriğini oluşturan inanç ya da düşünceleri kapsayan bilişsel bileşen
- Kişinin eyleme yönelik niyetlerini içeren davranışsal bileşendir.
Önyargı ifadesi hem genel tutum yapısını hem de tutumun duygusal boyutunu ifade etmektedir. Teknik olarak önyargı olumlu ya da olumsuz olabilir. Önyargının hedefi bireyler değil, sosyal gruplardır. Dolayısıyla önyargının hedefi olan grup üyesinin kişisel özellikleri ve davranışlarının iyi ya da kötü olmasının bir önemi yoktur.
Önyargının bilişsel kaynağı olarak görülen kalıp yargı; belirli sosyal grupların tüm üyeleri tarafından belirli özellikleri paylaştığı varsayılan bilişsel çerçevelerdir.
Kalıp yargı terimi ilk defa 1922’de Lipmann tarafından kullanılmış ve “zihindeki resim” olarak tarif edilmişti. Günümüzde sosyal psikolojide kalıp yargılar ağırlıklı olarak sosyal biliş yaklaşımı içinden çalışılmaktadır. Kalıp yargı kendine ait zihinsel yaşamı olan bilişsel bir yapıdır. Sosyal biliş yaklaşımı açısından kalıp yargı zihinsel bir şema olarak görülmektedir. Şema sosyal dünyadan gelen bilgiyi organize eden ve zihinde var olan bilgiyle bütünleştiren zihinsel bir yapıdır. Dikkati belirli olaylara yönlendirirken diğerlerinden uzaklaştırır, zihindeki bilginin hatırlanma biçimini etkiler. Ancak kalıp yargı diğer şemalardan özellikle sosyal sonuçları nedeniyle farklılaşır. Çünkü kalıp yargıların kullanımı sosyal adaletsizliğe yol açar. Sosyal biliş yaklaşımı açısından insanları belirli kalıp yargılara sokmak duygusal bir süreç değil, zihinsel bir bilgi işleme sürecidir.
Sadece sosyal psikolojinin çalışma alanına özgü bir mesele olmayan ayrımcılık, gruptaki tüm insanlara ya da bir grubun tek tek üyelerine karşı yöneltilmiş haksız eylem ya da eylemlerdir.
Ayrımcılık ile ilgili önemli noktalardan biri, ayrımcı davranışlara kimlerin hedef olduğudur. Çoğu durumda azınlık konumundaki gruplara karşı ayrımcı davranışlar sergilenmektedir. Azınlık sadece sayısal azlık olarak anlaşılmamalıdır. Hatta bazen sayıca çoğunlukta olsalar bile kimi gruplar hala azınlık statüsünde olabilirler. Sosyal psikolojik bakış açısından “üyelerinin kendi yaşamları üzerinde baskın grubun üyelerinden daha az gücü, kontrolü ve etkisi olan gruplara, azınlık grubu adı verilmektedir”.
İnsanlık tarihinde uzun dönemler boyunca sürekli ayrımcı davranışlara maruz kalan belirli bir takım sosyal kategoriler vardır. Bunlar; ırk ve cinsiyet başta olmak üzere, yaş, cinsel yönelim, fiziksel ve zihinsel engelliliktir.
Ayrımcılıkla ilgili diğer bir önemli nokta ayrımcılığın önyargılı tutumlarla olan ilişkisidir. Önyargılar söz konusu olduğunda, yine tutum ve davranış arasındaki ilişkinin niteliği sorgulanmaktadır. Çünkü bazen önyargılar davranışa dönüşecek denli güçlü olmayabilirler. Bazen de yeterince güçlü ön yargı varlığına rağmen ayrımcı davranışların gösterileceği grup fiziken var olmayabilir.
Nadir de olsa bazı durumlarda insanlar önyargılı olmadıkları halde ayrımcı davranışlar sergileyebilir.
1970’lerin ortasında ortaya çıkan ve hala sosyal psikolojide hâkim olan sosyal biliş yaklaşımını Allport’un 1950’lerde geliştirdiği önyargı görüşü ile ilişkilendirmektedir. Sosyal biliş yaklaşımının temelini de sosyal gruplar hakkında çok genel düşünmemiz ya da düşüncelerimizin çok katı ya da hatalı olması oluşturur. Bu yaklaşım insan zihnini, bilgisayardan esinlenerek bir bilgi işleme sistemi olarak görmektedir.
Önyargının kökeni olduğu düşünülen üç bilişsel sürece yer verilmektedir:
- Sosyal kategorileştirme
- Dış grup homojenlik yanılgısı
- Hayali ilişkisellik
Geleneklere körü körüne bağlılık, otoriteye abartılı bir saygı ve toplumun normlarına uymayanlara karşı düşmanlık besleme ile nitelenen bir kişilik örüntüsüne otoriteryen kişilik adı verilmektedir. Otoriteryen kişilik kuramı üzerine Almanya’da Nazi faşizminin yükselişi ABD’de bir grup araştırmacıyı faşist rejimleri mümkün kılan psikolojik özellikleri çalışmaya yöneltmiştir. Araştırmacılar belirli gruplara yönelik ön yargıları hiç söz konusu etmeksizin kişilerdeki otoriteryen ve faşist eğilimleri belirlemek üzere F(faşizm) ölçeği geliştirmişlerdir. Bu ölçekte otoriteryen kişiliği saptamaya yönelik 9 madde mevcuttur:
- Gelenekçilik (konvansiyonalizm): Geleneksel, orta sınıf değerlerine katı bağlılık
- Otoriteryen boyun eğme: Ait olunan grubun idealize edilmiş ahlaki otoritelerine yönelik, sorgulayıcı olmayan, boyun eğici tutum.
- Otoriteryen saldırganlık: Geleneksel değerleri çiğneyenleri ya da çiğnemek isteyenleri yakalamak için tetikte olma, onları kınama, reddetme ve cezalandırma eğilimi.
- Öznelci bakış karşıtlığı: Öznel, yaratıcı, esnek düşünmeye karşı olma.
- Boş inançlı ve kalıp yargılı olma: Bireyin, kaderinin mistik olarak belirlendiğine dair inançlara sahip ve katı kategorilerle düşünme eğiliminde olması.
- Güç ve “sertlik”: Sürekli baskı-boyun eğme, güçlü-zayıf, lider-takipçi boyutlarıyla düşünmek ve kaygı duymak, güçlü kişilerle özdeşleşme, dayanıklılık ve sertlik konusunda abartılı bir iddia sahibi olma.
- Yıkıcılık ve sinisizm (olumsuzculuk): Genelleşmiş bir düşmanlık, insanları yerme ya da onlara iftira atma.
- Yansıtma eğilimi: Dünyada olan bitenin vahşi ve tehlikeli olduğuna inanmaya yatkınlık; bilinçdışı çatışmaları dışarı yansıtma.
- Cinsellik: Cinsellikle ilgili faaliyetlere yönelik abartılı ilgi
Tüm bu boyutlar içinde otoriteryen kişiliğin saptanmasında özellikle ilk üç boyutun (gelenekçilik, otoriteryen boyun eğme ve otoriteryen saldırganlık) önemli olduğu belirtilmektedir.
1980’lerde Altemeyer F ölçeğini ve bunun içerdiği dokuz boyutu eleştirmiş, bu ölçeğin yerine kendisi otoriteryen kişilik için güvenilebilir bir biçimde saptanabilecek sadece üç boyut olduğunu ileri sürmüş ve uzun yıllar bu üç boyutun varlığını göstermek için çalışmıştır. Altemeyer’in otoriteryenizm boyutları şunlardır:
- Otoriteryen boyun eğme: kişinin yaşadığı toplumdaki yerleşik ve meşru olarak algılanan otoritelere yüksek düzeyde boyun eğme.
- Otoriteryen saldırganlık: çeşitli kişilere yöneltilmiş genel bir saldırganlık, yerleşik otoriteler tarafından izin verilmiş bir saldırganlık olarak anılır.
- Konvansiyonalizm: toplumsal konvansiyonlara yüksek derecede bağlılık. Bağlı bulunan konvansiyonlar, toplum ve onun yerleşik otoriteleri tarafından kabul edilen konvansiyonlar olarak algılanır.
Sosyal Etki
Bir ya da birden fazla bireyin algılarının, tutumlarının ve davranışlarının bir ya da birden fazla birey tarafından etkileme çabasıdır. Sosyal psikologlar farklı sosyal etki biçimleri ayrıt etmişlerdir. Bu ünitede belirsiz durumda norm oluşumu, akran baskısına uyma ve itaat ele alınmıştır.
Topluluklar ya da gruplar belirsizliği azaltmak ve böylelikle davranışlarına yön vermek üzere belirli davranış standartları yani normlar oluştururlar.
Bireylerin var olan sosyal normlara uyma yönünde baskı hissettiği sosyal etki türüne konformite denilmektedir. Konformite de sosyal etki biçimlerinden biridir.
Bir bireyin diğerine belirli biçimde davranması için emir verdiği sosyal etki biçimine itaat denilmektedir. Bu da yine bir sosyal etki biçimini oluşturmaktadır.