BORÇLAR HUKUKU - Ünite 2: Sözleşmelerin Geçersizliği-Temsil Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Sözleşmelerin Geçersizliği-Temsil

Sözleşmelerin Geçersizliği

Sözleşme içeriğini belirleme özgürlüğü, Türk Borçlar Kanunu (TBK) 26 hükmünde düzenlenmiş olup bu özgürlük hukuk düzeninin sınırları içerisinde kullanılabilmektedir. TBK’da ihlal edilen geçerlilik şartı itibariyle farklı geçersizlik halleri öngörülmüş olup bu bölümde sözleşmelerin geçersizlik halleri üzerinde durulmaktadır.

Borçlar Kanunu’muz ihlal edilen geçerlilik şartı itibarıyla farklı geçersizlik hâlleri öngörmüştür. Ancak öncelikle belirtmek gerekir ki sözleşmenin geçersizliği, kurucu unsurları tamamlanarak kurulmuş bir sözleşmenin geçerlilik şartlarını gerçekleştirememesi sebebiyle hüküm doğurmamasını ifade eder. Eğer sözleşmenin kurucu unsurları eksikse sözleşme meydana gelmiş olmayacağı için sözleşme açısından “ yokluk ” yaptırımı söz konusu olur. Sözleşmenin kurucu unsurunu teşkil eden tarafların karşılıklı birbirine uygun irade beyanlarının bulunmaması, diğer deyişle irade beyanlarının uyuşmaması hâlinde sözleşmenin hiç meydana gelmediğinden dolasıyla sözleşmenin yokluğundan söz edilir.

Öte yandan, kurucu unsurları tamamlanmış bir sözleşmenin hüküm doğurması bazı tamamlayıcı unsurların gerçekleşmesine bağlı ise tamamlayıcı unsurun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin belli olmadığı safhada sözleşme noksan veya askıda hükümsüz olarak nitelendirilmektedir. Tamamlayıcı unsurun gerçekleşmesi hâlinde sözleşme baştan itibaren geçerli olur, tamamlayıcı unsur gerçekleşmezse sözleşme kesin hükümsüzdür. Sınırlı ehliyetsizlerin yasal temsilcilerinin rızasını almadan yaptıkları kendilerini borç altına sokan sözleşmelerde veya yetkisiz temsilci tarafından yapılan sözleşmelerde tamamlayıcı unsurların eksikliği sebebiyle durum budur.

Kesin hükümsüzlük, doktrinde bir sözleşmenin yapıldığı andan itibaren kendiliğinden geçersiz olması olarak tanımlanmaktadır. Diğer ifadeyle, kesin hükümsüz sözleşme ölü doğmuştur, zamanın geçmesi ile sözleşmedeki geçersizliğin düzelmesi mümkün değildir. Sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü sonucunu doğuran hâller, hukuki işlem yeteneğinin (fiil ehliyeti) yokluğu; hukuka ve ahlaka aykırılık, şekle aykırılık, imkânsızlık ve muvazaa olarak belirtilmektedir. Kesin hükümsüzlük hâllerinin tümünde ortak nokta, sözleşmelerin geçerlilik şartlarından kamu düzenini ilgilendirecek derecede önemli olanlarının eksikliği olarak ifade edilmektedir. Sözleşmenin geçersizliği için herhangi bir beyanda bulunulması gerekli olmadığı gibi, dava açmaya da ihtiyaç yoktur. Hâkim sözleşmenin kesin hükümsüzlüğünü resen dikkate alır. Sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü ancak tespit davasına konu olabilir.

Kesin hükümsüz bir sözleşmenin bir başka sözleşmenin geçerlilik şartlarını taşıması ve sözleşmenin taraflarının geçersizliği bilselerdi, geçerlilik şartlarının gerçekleştiği sözleşmeyi yapacakları kabul edilebiliyorsa, sözleşmenin geçerlilik şartları gerçekleşen sözleşmeye çevrilmesi (tahvil), diğer ifadeyle sözleşmenin bu yolla ayakta tutulabileceği kabul edilmektedir. Hukukumuzda çevirme (tahvil) kurumu, özellikle noterler tarafından düzenlenmiş taşınmaz satışı sözleşmelerinin, şekle aykırılık sebebi ile geçersiz sayılması yerine, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine çevrilerek ayakta tutulması hâlinde uygulama alanı bulmaktadır.

Borçlar kanununda kesin hükümsüzlük hallerinden farklı olarak bir sözleşmenin bazı geçerlilik şartlarının eksikliği hallerinde bu durumdan etkilen tarafa sözleşmeyi tek taraflı beyanla geçersiz kılma hakkı tanınmıştır. İptal edilebilirlik olarak adlandırılan bu yaptırım irade sakatlıkları ve aşırı yararlanma halleri için öngörülmüştür.

TBK’da üç irade bozukluğu hali düzenlenmiştir; yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah).

Yanılma (hata), irade beyanının iradeye uygun olmaması tarzında ortaya çıkıyorsa, açıklamada yanılma durumu söz konusudur. Eğer yanılma, iradenin meydana gelmesinde etkili olan olgularda yanılma tarzında ise, saikte yanılma durumu ile karşılaşılır. Ancak her iki durumda da bir sözleşmenin yanılma sebebiyle geçersiz olması, bu yanılmanın “esaslı” yanılma niteliği taşımasına bağlıdır.

İrade beyanında bulunan kimsenin iradesi ile beyanı arasındaki uygunsuzluk olarak ifade edilen açıklamada yanılmanın, beyanı ileten kişinin gerçekleştirdiği yanlışlık sebebi ile meydana geldiği hâllerde de açıklamada yanılma hükümleri uygulanır. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa esaslı bir açıklamada yanılma durumu söz konusu olacaktır. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa konuda yanılma söz konusu olur. Yanılanın, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıkladığı durumda ise sözleşmenin tarafını teşkil eden kişide yanılma söz konusu olur.

Miktarda yanılma, yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklaması durumunda gerçekleşir. Öte yandan basit hesap yanlışlıklarının sözleşmenin geçerliliği üzerinde bir etkisi yoktur.

TBK’ya göre açıklamada yanılma halleri sınırlı sayıda değildir. Bu sebeple, TBK’da öngörülmemiş olmasına rağmen açıklamada yanılma sebebiyle sözleşmenin geçersiz hale getirilmesinin mümkün olduğu hâllerle karşılaşılabilir. Bu durumda bir davranışın irade beyanı sayılması hâlinde açıklamada yanılma gerekçesiyle sözleşmenin geçersiz hâle getirilmesi söz konusudur.

Bir kimsenin iradesinin oluşumunda dikkate aldığı hususlarda yanılması hâlinde saikte yanılma durumu ortaya çıkar. Saikte yanılmanın esaslı yanılma sayılması için, yanılma konusu saik, yanılan için sözleşmenin sübjektif esaslı unsurunu teşkil etmelidir. Başka bir deyişle, yanılan, yanılma konusu saik gerçekleşmediği takdirde sözleşmeyi yapmayacak olmalıdır. İkinci olarak, saikte yanılma sebebiyle sözleşmenin geçersiz hâle getirilmesi iş ilişkilerindeki dürüstlük kuralları uyarınca haklı görülmelidir. Bu şart objektif açıdan saikte yanılmanın esaslı nitelik taşıdığını göstermektedir. Nihayet, saikte yanılmanın esaslı yanılma sayılabilmesi için yanılma konusu saikin karşı tarafça bilinebilir olması gerekir. Karşı tarafça bilinebilir olma sadece irade beyanına etken olan saikin bilinmesidir.

Yanılma, yukarıda anılan şartlar çerçevesinde esaslı yanılma niteliğinde ise yanılan taraf yanılmayı öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde karşı tarafa yönelteceği tek taraflı irade beyanı ile sözleşmeyi iptal edebilir. Sözleşmenin iptalini sağlayan beyan, tek taraflı yenilik doğuran hakkın kullanılması niteliğindedir. Dava yoluyla kullanılması gerekmez. İptal beyanı kullanıldığında sözleşme yapıldığı andan itibaren geçersiz hâle gelir. Yanılan taraf, yanılmayı öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde iptal beyanında bulunmazsa, sözleşmeyi onamış sayılır. Süre, hak düşürücü süre niteliğindedir.

TBK’ya göre iptal hakkının dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılamayacağını öngörmekle birlikte, iptal hakkının dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılmış sayılacağına ilişkin bir durum da özel olarak düzenlenmiştir. TBK 34/II’ye göre “özellikle diğer tarafın, sözleşmenin yanılanın kastettiği anlamda kurulmasına razı olduğunu bildirmesi durumunda, sözleşme bu anlamda kurulmuş sayılır”. Bu hükme, karşı taraf yanılanın, yanılmış olmasaydı sözleşmeyi gerçekleştireceği şartlarla sözleşmenin devam etmesini kabul etmesi hâlinde, yanılanın iptal hakkını kullanması dürüstlük kuralına aykırı sayılacak, dolayısıyla sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğurmayacaktır.

Yanılanın kusurlu olması, karşı tarafın sözleşmenin geçersizliğinden doğan zararını giderme yükümlülüğünü doğurur. Söz konusu tazminat, karşı tarafın sözleşmenin geçerliliğine güvenmesi sebebiyle uğradığı zararları tazmin etmeye yönelik olup olumsuz zararın tazminini amaçlar. Ancak karşı taraf yanılmayı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa tazminat talebinde bulunamaz.

Aldatma (hile), bir kimsenin yanıltılarak sözleşme yapmasının sağlanmasıdır. Başka bir ifadeyle, aldatma bir kimsenin iradesinin aldatma sonucu oluşturulmasını, yani saikte yanılmaya düşürülmesini ifade eder. Aldatma için karşı tarafın veya üçüncü kişinin kasten gerçekleştirdiği aldatma teşkil eden davranışı bulunmalıdır. Aldatma teşkil eden davranışın üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilmesi hâlinde karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması aranacaktır. Aldatma teşkil eden davranış, aktif bir fiil ile gerçekleştirilebileceği gibi, pasif tutum ile de gerçekleştirilebilir. Aldatma ile sözleşmenin yapılması arasında nedensellik ilişkisinin bulunması gerekir. Nedensellik bağının bulunduğu sonucuna varılabilmesi için, aldatma teşkil eden davranış olmasaydı karşı tarafın sözleşmeyi yapmayacağının veya aynı şartlarla yapmayacağının belirlenmesinin yeterli olacağı kabul edilmektedir.

Aldatma sonucu sözleşmeyi yapan taraf, düştüğü saikte yanılma esaslı olmasa bile, aldatmayı öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde karşı tarafa yönelteceği tek taraflı irade beyanı ile sözleşmeyi iptal edebilir. Bir sözleşme aldatma sebebiyle geçersiz hâle geldiğinde, sözleşmeyi iptal eden taraf, sözleşmenin geçersizliği sebebiyle uğradığı zararın tazminini talep edebilir. Tazmin edilecek zarar olumsuz (menfi) zarardır. Ancak hakkaniyet gerektiriyorsa, hâkim, ifa menfaatinin tazminine de karar verebilir.

Korkutma (tehdit): TBK, bir kimsenin hukuka aykırı şekilde tehdit edilerek korkutulması sonucu yaptığı sözleşmenin geçersiz hâle getirilmesine olanak tanımaktadır. Ancak, aldatmadan farklı olarak, korkutmanın karşı taraf veya üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilmesi, sözleşmenin geçersizliği açısından farklı esaslara tabi tutulmamıştır. Karşı taraf üçüncü kişinin korkutma teşkil eden fiilini bilmese dâhi sözleşmenin korkutma sebebiyle iptal edilmesi mümkündür. Korkutma sebebiyle sözleşmenin iptal edilebilmesi için, korkutulan kimsenin hukuka aykırı şekilde tehdide maruz kalması gerekir. Tehdit, korkutulanın ya da yakınlarının kişilik haklarına veya malvarlığı değerlerine ilişkin olmalıdır. Kanun, tehdidin, korkutulanın ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğacağına inanmakta haklı olacak nitelik taşımasını aramaktadır. Korkutulma sonucu sözleşmeyi yapan taraf, korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde karşı tarafa yönelteceği tek taraflı irade beyanı ile sözleşmeyi iptal edebilir. Korkutma sebebiyle sözleşme geçersiz hâle geldiğinde, sözleşmeyi iptal eden taraf, sözleşmenin geçersizliği sebebiyle uğradığı zararın tazmini talep edebilir.

Aşırı yararlanma (gabin): Sözleşmenin kurulduğu esnada tarafların edimleri arasında açık bir dengesizlik bulunması hâlinde, kanun koyucu, diğer bazı şartların da gerçekleşmesi hâlinde, söz konusu edim dengesizliğine müdahale etme ihtiyacı duymuştur. TBK 28’de “aşırı yararlanma” kenar başlığı altında düzenlenen geçersizlik sebebi belirtilen bu esasa dayanmaktadır. TBK aşırı yararlanmanın şartlarının gerçekleşmesi hâlinde, zarar gören tarafa sözleşmeyi iptal edebilme veya edimler arasındaki dengesizliğin giderilmesini isteme hakkını tanımaktadır.

Tarafların edimleri arasında sözleşmenin kurulduğu anda açık oransızlık bulunduğu hallerde aşırı yararlanma durumu söz konusu olabilir. Edim dengesinin sözleşmenin kurulmasından sonra bozulması aşırı yararlanmanın edimler arasında oransızlık bulunması şartını gerçekleştirmez. Aşırı yararlanmanın gerçekleşebilmesi için, kanunda, edimler arasındaki açık oransızlığın bir tarafın diğer tarafı istismar etmesi, diğer bir terimle ifade etmek gerekirse sömürmesi sonucunda meydana gelmiş olması aranmıştır. Şu hâlde, aşırı yararlanmanın ikinci şartının gerçekleşmesi, edimler arasındaki açık oransızlığın, bir tarafın diğer tarafın zor durumda olmasından, düşüncesizliğinden veya deneyimsizliğinden yararlanması suretiyle gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.

Zor durumda olma, bir kimsenin ekonomik veya psikolojik açıdan önemli güçlükler ile karşı karşıya kalmasını ifade eder. Zor durumda kalma, sadece gerçek kişiler için değil, tüzel kişiler, özellikle ticaret şirketleri için de söz konusu olabilir. Düşüncesizlik, iş ilişkilerinde, özellikle sözleşmenin yapılmasında durumun gerektirdiği ciddiyette değerlendirme yapmadan, düşünmeden hareket etme anlamındadır. Deneyimsizlik ise bilgi eksikliğinden kaynaklanan tecrübesizlik hâlidir.

TBK’ya göre göre, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir. Zarar gören sözleşmeyi iptal hakkını düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir. Süre hak düşürücü süre niteliğindedir.

Geçersizlik sebebinin sözleşmenin tümüne değil, sözleşmenin bazı hükümlerine ilişkin olduğu durumlarda kısmi geçersizlik durumu söz konusudur. Bu durumda TBK, kural olarak geçersizlik sebebinin bulunduğu hükümlerin geçersiz sayılacağı, sözleşmenin diğer kısmının ise geçerli olacağı esasını kabul etmiştir. Ancak sözleşmenin geçersiz olan hükümleri olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılıyorsa sözleşmenin tamamı kesin hükümsüz olacaktır.

Temsil

Hukuki işlemin temsil yoluyla gerçekleştirilmesi, temsilcinin, başkası adına ve hesabına hukuki işlemi yapmasını ifade eder. Temsil yoluyla yapılan hukuki işlemin tarafı, temsil olunan kişi olur. Hukuki işlemin hak ve borçları da temsil olunan kişi üzerinde doğar. Bu tarz temsil, doğrudan temsil olarak adlandırılır.

Temsilcinin hukuki işlemi kendi adına fakat başkası hesabına yapması hâlinde dolaylı olarak temsilin sonuçları ortaya çıkabilmektedir. Doktrinde hukuki işlemin bu tarzda gerçekleşmesi dolaylı temsil olarak adlandırılır. Temsilcinin kendi adına fakat başkası hesabına hukuki işlem yapması hâlinde, hukuki işlemin tarafı temsilci olur, hukuki işlemin hak ve borçları da temsilci üzerinde doğar. Ancak temsilci, temsil olunan ile aralarındaki hukuki ilişki uyarınca gerçekleştirdiği hukuki işlemden doğan hakları ve borçları temsil olunana devrettiğinde hukuki işlemin hakları ve borçları temsil olunana ait olur ve dolaylı olarak temsilin sonuçları meydana gelir.

Temsil yetkisi ile gerçekleşen yetkilendirme iradi temsil olarak adlandırılır. Ancak bazı durumlarda temsil yetkisi kanundan kaynaklanır. Tam ehliyetli olmayan kişilerin (tam ehliyetsizler ve sınırlı ehliyetsizler) hukuki işlemlerini gerçekleştiren ya da işleme katılan veli veya vasi sıfatını taşıyan kişilerin ehliyetsiz kişiyi temsil yetkisi kanundan kaynaklanmaktadır. Bu nitelikteki temsile, kanuni temsil; temsilciye de kanuni temsilci denir.

Temsil yetkisi verilmesi, temsil olunanın temsilciyi, tek taraflı beyanla yetkilendirmesini ifade eder. Temsil yetkisi verilmesi temsilciyi borç altına sokmadığı için temsilcinin yetkilendirilmesi için kabul beyanına ihtiyaç yoktur. Tek taraflı hukuki işlem niteliği taşıyan temsil yetkisinin verilmesi kural olarak bir şekle tabi olmasa de temsilcinin temsilci sıfatını ispat etmesi için uygulamada genellikle temsil yetkisini içeren vekâletnameler kullanılmaktadır. Vekâletnameler âdi yazılı şekilde düzenlenebileceği gibi, resmî şekilde de düzenlenebilir.

Temsil yetkisinin kapsamı yetki beyanının içeriğine göre belirlenir. Temsil yetkisi, genel yetki olarak verilmiş olabilir. Bazı işlemler açısından genel yetki verilmesi yeterli olmaz, mutlaka vekâletnamede o işleme ilişkin özel yetkinin yer alması gerekir.

Eğer birden çok kişi müteselsil olarak yetkilendirilmiş ise her bir temsilci tek başına işlem yapabilir. Buna karşılık birden çok kişi müştereken yetkilendirilmişse, bu kişiler temsil yetkisini hep birlikte kullanabilirler.

Eğer temsil yetkisi sadece bir işin yapılması için verilmişse, o işin yapılması ile temsil yetkisi de sona erer. Süreye bağlı olarak verilen temsil yetkisi ise sürenin dolması ile sona erer. İster süreye bağlı olarak verilsin, ister süresiz olsun, temsil yetkisi her zaman temsil olunan tarafından geri alınabilir. Temsil yetkisinin geri alınması, diğer bir ifade ile vekilin azledilmesi, temsil olunanın tek taraflı beyanıyla gerçekleşir. Bu beyan kural olarak temsilciye yöneltilir ise de temsil yetkisinin üçüncü kişilere bildirildiği hâllerde temsil yetkisinin kaldırıldığının veya sınırlandığının da üçüncü kişilere bildirilmesi gerekir. Aksi takdirde yetkinin geri alındığını iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri süremez.

Temsil yetkisi, aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça veya işin özelliğinden anlaşılmadıkça, temsil olunanın veya temsilcinin ölümü, gaipliğine karar verilmesi, hukuki işlem yapma yeteneğini (fiil ehliyetini) kaybetmesi (örneğin ayırt etme gücünü yitirmesi veya kısıtlanması) ve iflası hâlinde de kendiliğinden sona erer.

Temsil yetkisinin sona ermesi, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin de daima sona ermesi sonucunu doğurmaz. Dolayısıyla, temsil yetkisinin sona ermesi ile taraflar arasındaki vekâlet sözleşmesi, eser sözleşmesi veya hizmet sözleşmesi niteliğindeki sözleşmenin sona ermemesi mümkündür.

Temsilcinin yaptığı hukuki işlem için yetkisi yoksa, yapılan hukuki işlem yetkisiz temsil esaslarına tabi olur. Buna göre, yapılan hukuki işlem temsil olunanı bağlamaz. Bununla beraber, temsil olunanın temsilcinin yetkisi bulunmadan yaptığı işlemi onaması hâlinde temsil yetkisi eksikliği giderilmiş olur, işlem, yapıldığı andan itibaren temsil olunanı bağlar.

Temsil olunanın açık veya örtülü olarak hukuki işlemi onamaması hâlinde, iyiniyetli karşı taraf bu işlemin geçersiz olmasından doğan zararının giderilmesini yetkisiz temsilciden isteyebilir. Kural olarak, tazmin edilecek zarar, sözleşmenin geçerliliğine güvenden kaynaklanan olumsuz (menfi) zarardır.

Temsil olunan adına hareket eden temsilci, temsilci sıfatını karşı tarafa bildirmelidir. Ancak bu takdirde hukuki işlem temsil yoluyla yapılmış olur. Temsilci hukuki işlemi yaparken temsilci olduğunu karşı tarafa bildirmezse, hukuki işlemin sonuçları kendi üzerinde doğar. Bu hâlde doğrudan temsil gerçekleşmiş değildir. Yapılan hukuki işlemden doğan haklar ve borçların temsil olunana devredilmesi gerekir (dolaylı temsil).