BORÇLAR HUKUKU - Ünite 4: Haksız Fiiller II ve Sebepsiz Zenginleşme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Haksız Fiiller II ve Sebepsiz Zenginleşme

Maddi Zararın Belirlenmesi

Haksız fiil sonucu zarar gören kimse, zararın giderilmesi için eda davası niteliğinde tazminat davası açma hakkına sahiptir. Davacının talebinde davalının bir şeyi yapmaya, bir şeyi vermeye veya bir şeyi yapmamaya mahkûm edilmesini istediği dava türüne eda davası denir. Bu hak, ölüm halinde mirasçılarına intikal eder. Tazminat alacağı bir başkasına devredilebilir. Failin ölümü halinde, tazminat yükümlülüğü mirasçılarına geçer.

Davacı, tazminat davasında hukuka aykırı fiili, kusuru, zararı ve uygun nedensellik bağını delil ve hayat tecrübeleriyle ispatlamak zorundadır.

Haksız fiil sonucu meydana gelen zarar, tazminatın üst sınırını oluşturur. Uğranılan zararın miktarı tespit edilemiyorsa, hâkim hakkaniyete uygun olarak belirler, gerekirse bilirkişiden yararlanır. Bilirkişi, tecrübe prensipleri hakkında hâkimde eksik olan bilgiyi veren ve bu tecrübe prensiplerine dayanarak sabit olan bir olaydan sonuçlar ç›karan veya kendi özel bilgisine dayanarak uyuşmazlık konusu olayları tespit eden kişidir.

Haksız fiil bir kimseye zarar verirken, aynı zamanda ona bazı maddi yararlar sağlamışsa, bunların tespit edilen zarar miktarından düşülmesi gerekecektir. Buna denkleştirme adı verilir. Denkleştirme, ancak haksız fiil ile uygun nedensellik bağı içinde bulunan maddi yararlar bakımından söz konusu olur ve ispat yükü davalıya aittir.

Kanun koyucu, haksız fiil sorumluluğunda bedensel zarar ve ölüm hâlini özel durum olarak kabul etmiştir.

Bedensel zararlar özellikle,

  • Tedavi giderleri
  • Kazanç kaybı
  • Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar
  • Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar, olarak sayılmıştır.

TBK 54’de sayılmadığı hâlde, bedensel zarar ile uygun nedensellik bağı içinde bulunan diğer zararların da tazmini talep edilebilir.

TBK 55’e göre, kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz. İdarenin sorumluluğu söz konusuysa, bedensel zararın belirlenmesinde idare hukuku esasları değil, Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanacaktır.

Bedensel zararın kapsamı, karar verme sırasında tam olarak belirlenemiyorsa hâkim, iki yıl içinde gözden geçirme yetkisini saklı tutabilir, böyle bir karar verilirse, zararda artış olması davacıya, azalma olması davalıya hükmün değiştirilmesine yönelik bir dava açma hakkı verir. Fakat böyle bir dava açılmadıkça, hâkim verdiği tazminat hükmünü kendiliğinden değiştiremez.

Hâkim tazminat hükmünü değiştirme yetkisini saklı tutmuş olmasa bile, dava açıldıktan sonra meydana gelen yeni zararlar için, zarar gören zamanaşımı süresi içinde ayrı bir dava açabilir.

Haksız fiil neticesinde ölüm gerçekleşmesi halinde, ölen kimsenin mirasçıları ile desteğinden yoksun kalan kişilere bazı talep hakları tanınmıştır.

Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle;

  • Cenaze giderleri
  • Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar
  • Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar ve ölüm ile uygun nedensellik bağı içinde bulunan diğer zararlar, TBK 53 çerçevesinde talep edilebilir.

Ölen kimsenin, birisinin geçimini sağlaması ve buna katkıda bulunması, para verme şeklinde olabileceği gibi, hizmet görme veya mal verme tarzında da olabilir.

Destekten yoksun kalma tazminatının doğumu için, ölüm yüzünden davacının hayat düzeyi düşmüş olmalıdır. Bu tazminat hesaplanırken, yıllık muhtemel yardım miktarı ile yardımın muhtemel süresi göz önünde bulundurulur; bu hesaplamada ayrıca, destek ihtiyacının ileride ortadan kalkma ihtimali de dikkate alınır.

Tazminatın Belirlenmesi

Tazminat yükümlülüğü, zarar verici olay hiç gerçekleşmeseydi içinde bulunulacak durumun ekonomik açıdan mümkün olduğu mertebe yeniden tesisi amacıyla, bir başka şey ya da miktarın zarar görene verilmesidir. Tazminatın amacı, ortaya çıkan zararın giderilmesidir; failin tazminat ödeme yoluyla cezalandırılması, bazı istisnai düzenlemeler haricinde borçlar hukukumuza hâkim olan genel anlayışa ters düşmektedir.

Tazminat, meydana gelen zarar miktarını hiçbir zaman aşamaz; zararın hiç oluşmadığı hâllerde ise, tazminat talebine de yer yoktur.

Öncelikle “meydana gelen zarar”, matematiksel bir yöntem ile hesaplanır. Daha sonra hâkim, takdir yetkisine dayanarak “meydana gelen zarar”ın ne kadarının tazmin edilmesi gerektiğini; yani zararın ne kadarının sorumlu kişi tarafından karşılanacağını, ne kadarının ise zarar gören üzerinde kalacağını (tazminatın miktarını) tayin eder.

Manevi tazminat, bir kimsenin kişilik hakkına hukuka aykırı tecavüz nedeniyle meydana gelen acı, elem ve ızdırabın giderilmesi amacını taşır.

Özel hükmün kapsamına giren bir hâl söz konusu değilse, manevi tazminat taleplerine genel düzenleme uygulanacaktır. Manevi tazminat talep edebilmek için, haksız fiil sorumluluğu için aranan şartlar gerçekleşmiş olmalıdır. Manevi tazminat sorumluluğun doğumu için failin hafif ihmali dahi yeterlidir; ağır kusurlu olması şart değildir. Hatta kusursuz sorumluluk hâli söz konusu ise failin kusurlu olmasına da gerek yoktur.

Manevi tazminat talep hakkı, hukuka aykırı fiille kişilik hakkı zedelenen kimseye aittir. Bu kimsenin yakınlarının aynı olay sebebiyle duydukları acı, elem ve üzüntüden ötürü manevi tazminat talep etmeleri mümkün değildir. Yansıma zararlarda manevi tazminat talebi sadece ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin ya da ölenin yakınlarına tanınmıştır. Ancak bir kimsenin kişilik hakkını ihlal eden saldırı, aynı zamanda başkalarının (özellikle onun yakınlarının, aile bireylerinin) kişilik hakkına da tecavüz oluşturuyorsa, bu şahıslar da kendi kişilik haklarının ihlali nedeniyle manevi tazminat talep edebilirler.

Tüzel kişiliğe yönelik hukuka aykırı saldırıda, organlarını oluşturan gerçek kişilerin duyduğu acı, elem ve ızdırap, tüzel kişinin manevi zararı sayılır ve manevi tazminat talep edebilmesini sağlar. Tüzel kişiliğe yönelik saldırı, aynı zamanda organlarını oluşturan gerçek kişilerin de manevi zarara uğramasına sebebiyet verebilir.

Manevi tazminat alacağının üçüncü kişiye devredilebilmesi için, sorumlu kişinin tazminat talebini kabul etmiş olması gerekir. Mirasçıların manevi tazminat talebinde bulunabilmeleri için, zarar gören kimse tarafından ölmeden önce tazminat davası açılmış olmalı ya da başka şekilde tazminat isteği açığa vurulmuş olmalıdır.

Davacı manevi tazminat davasında, bir miktar paranın ödenmesini, buna ek olarak başka bir tazmin şeklinin kararlaştırılmasını, örneğin yapılan saldırıyı kınayan bir karar verilmesini ve bunun yayımlanmasını da isteyebilir. Manevi tazminatın kapsamı ve şekline karar verme yetkisi hâkime aittir.

Ağır bedensel zarar ve ölüm hâlinde, zarar görenin ve ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir. Manevi tazminat talebi, kişiye aittir. Yakınları ise, yansıma zarar nedeniyle manevi tazminat talebinde bulunamazlar. Meydana gelen bedensel zararın ağır olup olmadığının tespitinde, zarara uğrayan organların önemi, oluşan iş göremezlik derecesi, ruhsal zararın niteliği ve somut olayın diğer özellikleri göz önünde bulundurulur. Ölüm olayı hemen gerçekleşmemişse, haksız fiile maruz kalan kişinin ölmeden önce sahip olduğu manevi tazminat talebi, onun tarafından hayatta iken ileri sürülmüş olmak şartıyla, mirasçılarına intikal eder. Yakınlara tanınan tazminat talebi ise, bundan bağımsız olup, ölen kimsenin yakını sayılan kimselere doğrudan tanınmıştır.

Sorumluluk Sebeplerinin Çokluğu

Birden Fazla Sorumlunun Bulunması

Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır. Birden fazla kimsenin müşterek kusurla hareket etmesi gerekmez. Birden fazla kimsenin ihmalli olarak bir zarara sebebiyet vermeleri veya aynı zarardan farklı sebeplerle sorumlu olmaları hâli de müteselsil sorumluluk alanına girer. Müteselsil sorumluluk, sorumlular ile zarar gören arasındaki dış ilişkiye özgüdür. Buna göre zarar gören, uğramış olduğu zararın tamamı için, dilerse sorumlulardan birine, bir kaçına ya da tamamına başvurabilir. Ancak zarar görenin sorumlulardan birinden tahsil ettiği tazminat miktarınca diğer sorumluların tazminat yükümlülüğü de sona erer.

Aynı zarardan sorumlu olan birden fazla kimse arasındaki iç ilişkide tazminatın paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurlarının derecesi, somut olayın özellikleri, sorumluların ve fiillerinin zarar vermeye elverişlilik durumu göz önünde tutulur. TBK, sorumlular arasında herhangi bir sıralama düzenlenmemiştir. Tazminatın bunlar arasında nasıl paylaştırılacağını, kanundaki esaslar çerçevesinde hâkim belirleyecektir.

Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahiptir. Fakat sorumlular arasında rücuda, müteselsil sorumluluk esasları uygulanmaz; rücu hakkını kullanan kimse, diğer sorumlulara karşı sadece iç ilişkide onlara düşen pay oranında rücu hakkına sahip olur. Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ayrıca rücu hakkında kanunda öngörülen özel süreler de saklıdır.

Birden Fazla Sorumluluk Sebebinin Bulunması

Bazı hâllerde, bir kimsenin davranışı,

  • hem borca aykırılık, hem de haksız fiil teşkil edebilir;
  • hem kusura dayanan haksız fiil sorumluluğunun, hem de kusursuz sorumluluk sebeplerinden birinin kapsamına girebilir;
  • birden fazla kusursuz sorumluluk sebebinin şartlarını taşıyor olabilir.

Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir. Fakat bazı noktalarda sorumluluk sebeplerinden birine, diğer noktalarda ötekine dayanılması mümkün değildir; hâkim zarar gören için daha lehte olduğu gerekçesiyle hangi sorumluluk sebebini uygulayacaksa onun bütün esas ve sonuçlarına göre karar vermek durumundadır.

Haksız Fiilden Sorumlulukta Zamanaşımı

Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.

Zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl henüz geçmemiş olmasına rağmen, haksız fiilin işlendiği tarihten itibaren on yıl geçmişse, haksız fiilden doğan tazminat alacağı zamanaşımına uğramış olur. Buna karşılık on yıllık süre içinde, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yıl geçmişse, artık on yıllık üst sürenin bir önemi kalmaz; iki yılın geçmesi neticesinde haksız fiilden doğan tazminat alacağı zamanaşımına uğramış olur.

Zamanaşımında, zarar gören hem uğradığı zarar hakkında yeterli bilgi elde etmiş olmalı, hem de tazminat yükümlüsünü öğrenmiş olmalıdır; hangisini daha sonra öğrenmişse, zamanaşımı o andan itibaren işlemeye başlar.

Ancak haksız fiil sorumluluğunu doğuran davranış aynı zamanda suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunlarında bu suç için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse, ceza kanunundaki uzun zamanaşımı süresi uygulanır.

Sebepsiz (Haksız) Zenginleşme

Sebepsiz zenginleşme de borcun kaynaklarından biridir. Haksız fiil, zarar görenin malvarlığındaki eksilme (zarar) odaklıdır; zararın giderilmesiyle uğraşır, tek merkezlidir. Oysa sebepsiz zenginleşme, her zaman böyle olmasa da çoğu durumda, bir yandan yoksullaşanın malvarlığındaki eksilmenin (yoksullaşmanın), diğer yandan da zenginleşenin malvarlığındaki artışın (zenginleşmenin) ortadan kaldırılmasıyla ilgilenir.

Sebepsiz zenginleşmeye dayanan borç ilişkisinin de üç öğesi vardır. Zenginleşen, yoksullaşan, borçlunun edimi geri verme yani iadedir. Sebepsiz zenginleşme, haklı bir sebep olmaksızın bir kimsenin malvarlığının diğer bir kimsenin malvarlığı aleyhine artmasıdır. Sebepsiz zenginleşme borç ilişkisi, doğrudan ilişkinin tarafları arasında gelişen bir olay sonucu veya ilişkinin dışından gelen bir fiil ya da bir olay sonucu ortaya çıkabilmektedir. Yoksullaşanın zenginleşene sebebi olmaksızın bir edimi kazandırması haline edim yoluyla zenginleşme denilmektedir. Ayrıca sebepsiz zenginleşme ilişki dışından bir fiil ya da bir olayın sonucu olarak da ortaya çıkabilmektedir. Bu durumda edim dışı zenginleşmeden söz edilmektedir. Edim dışı zenginleşme masraftan kurtulma, borçtan kurtulma veya müdahaleden dolayı zenginleşme görünümlerinde ortaya çıkmaktadır.

Sebepsiz zenginleşmenin koşulları;

Zenginleşme: Sebepsiz zenginleşmeden söz edebilmek için, her şeyden önce bir tarafın malvarlığında bir zenginleşme (çoğalma) meydana gelmiş olmalıdır.

Malvarlığında fiilen artış meydana getiren zenginleşmeye olumlu (müspet) zenginleşme de denilmektedir. Bu, aktiflerde artış ya da pasiflerde eksilme meydana gelmiş olması halidir. Buna karşılık, malvarlığının azalmasının önlenmesine ise olumsuz (menfi) zenginleşme adı verilmektedir. Bu ise, aktiflerin azalmaması ya da yapması gereken harcama yapılmadığı için pasiflerin artmamış olması demektir. TBK, başkasının sadece malvarlığından değil, emeğinden haklı sebep olmaksızın zenginleşmeyi de düzenlemiştir.

Yoksullaşma veya Başkasının Aleyhine Zenginleşme: Haklı bir sebep olmaksızın bir malvarlığında çoğalma olurken aynı olay dolayısıyla diğer bir malvarlığında bir azalma ortaya çıkmalıdır. Malvarlığının azalması, malvarlığında (meydana gelebilecek) artışın önlenmesidir. Bu da, aktiflerin kaybı veya artmaması ya da pasiflerin artması veya azalmaması olarak görünüm kazanabilir.

Nedensellik: Edim yoluyla zenginleşmelerde: Bir kişinin malvarlığında meydana gelen çoğalma ile diğer bir kişinin malvarlığındaki azalma arasında sebep sonuç ilişkisinin bulunması gerekmektedir.

Zenginleşmenin Sebepsizliği (Haksızlığı): Sebepsiz zenginleşmeden söz edebilmek için bir malvarlığındaki çoğalmanın ve ona tekabül eden diğer malvarlığındaki azalmanın haklı bir sebebe dayanmaması gerekmektedir. Zenginleşme ya sebebin hiç olmamasına ya da var, fakat baştan geçersiz, sonradan geçersiz kalan, gerçekleşmemiş olan ya da sona ermiş olan bir sebebe dayanmalıdır.

Sebepsiz zenginleşmeden zenginleşen için doğan asli borç, geri verme borcudur. Geri verme borcunun konusu, sebepsiz zenginleşenin malvarlığındaki sebepsiz artıştır. Geri verilmesi istenen, zenginleşmedir; zenginleşmenin konusu bir eşya olsa da, burada istenen mülkiyet hakkı değil, o eşya ile yaratılan zenginleşmedir. Geri vermenin üst sınırı zenginleşme miktarı, alt sınırı yoksullaşma miktarıdır. Sebepsiz zenginleşmede geri verme, yoksullaşan tarafın zenginleşen tarafa açacağı dava ile sağlanır. Bu dava “sebepsiz zenginleşme davası” ya da “iade davası (istirdat davası)” adıyla anılmaktadır. Geri verme borcunun kapsamı, sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olup olmamasına göre farklı hükümlere bağlanmıştır.

İyiniyetli zenginleşen, zenginleşmesinin sebepsiz (haksız) olduğunu bilmeyen ve bilmesine imkân bulunmayan (bilmesi gerekmeyen) kişidir. Geri verme borcu, iyiniyetli zenginleşeni, zenginleşme öncesinden daha yoksul bir duruma düşürmemelidir. Bu yüzden, geri verme borcunu yerine getirirken yaptığı giderlerin de borcundan düşülmesini isteyebilmelidir. Sebepsiz zenginleşen zenginleşmesini aynen, bu mümkün değilse, elinde kalanı; varsa kaim değeri veya bundan elinde kalanı geri vermekle yükümlüdür. Geri verilmesi söz konusu olan zenginleşme, objektif zenginleşmedir.

Malvarlığındaki zenginleşmenin sebepsiz (haksız) olduğunu ve zenginleşmeyi geri vereceğini bilen veya bilmesi gereken ise, kötü niyetli sebepsiz zenginleşendir. Zenginleşmenin tamamını eksiksiz geri vermekle yükümlüdür. Aynen geri vermenin mümkün olmadığı durumlarda, nakden, değer itibariyle geri vermekle yükümlüdür.

İyiniyetli iade borçlusu, yaptığı zorunlu ve yararlı giderlerin hepsinin ödenmesini isteyebilir. Buna karşılık yaptığı diğer (lüks) giderleri isteme hakkı yoktur. Ancak bu gibi giderlerin konusu eklemeleri zenginleşme konusuna zarar vermeden söküp alabilir. Bununla birlikte, yoksullaşmış olan kişi sökülmek istenen eklemelerin bedelini ödeyeceğini bildirerek söküp alma hakkının kullanılmasını önleyebilir.

Kötü niyetli iade borçlusu, mala yapılan zorunlu harcamaların ödenmesini isteme hakkına sahiptir. Yararlı masraflarının ödenmesini ise, geri verme anında yararlı gider konusu fazlalık kalmamışsa ya da bu anda, bu gider konusu değer artışı olarak kabul edilemiyorsa yararlı giderler de istenemez. Lüks (diğer) giderler bakımından kötü niyetli zenginleşen de iyi niyetli gibidir.

Sebepsiz zenginleşmeden doğan taleplerin zamanaşımı yoksullaşanın malvarlığındaki yoksullaşmayı ve zenginleşen kişiyi öğrenme tarihinden itibaren 2 yıl, sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği andan itibaren 10 yıldır. Bu tarih, kötü niyetli sebepsiz zenginleşmede borçlunun ihtarsız temerrüde düştüğü tarih, iyiniyetli zenginleşenin temerrüdü için ise, bildirim (ihbar) tarihidir. Sebepsiz zenginleşme yoksullaşan aleyhine bir borç doğmasına sebep olmuşsa, o, zamanaşımı geçse bile bu borcu ödemeden kaçınabilir (TBK 82/II). Buna daimî def’i hakkı denir.

Sebepsiz zenginleşme de nihayetinde bir borç ilişkisidir; nisbî bir ilişkidir. Yoksullaşana nisbî etkili olan kişisel (şahsî) hak sağlar. Nisbi hak, hakkın somut bir ilişkiyle belirlenmiş, güncel yükümlüsüne karşı ileri sürülebilmesi ve sadece bu yükümlü tarafından ihlâl edilebilir olması demektir. Böyle olunca aynî haklardan, örneğin mülkiyetten farklıdır. Zenginleşenin iflâsı halinde, yoksullaşanın geri verme istemi, iflâs masasından diğer alacaklıların alacaklarıyla orantılı bir istem hakkından ibaret kalır. Oysa mülkiyet olsaydı, iflâs halinde dahi mülkiyet hakkının geri verilmesini isteyebilirdi. Zenginleşende ya da yoksullaşanda fiil ehliyeti aranmaz. Haksız fiil niteliğinde olmadığı için, kusur araştırılmaz. Geri verme istemine dayanak oluşturabilen diğer hukuksal olanaklardan bağımsızdır

Sebepsiz zenginleşmeye dayanan geri verme istemi, aynî hakka dayanan geri verme (istihkak) istemi ile bir arada bulunamaz. Çünkü, istihkak davası, yalnız aynî hakka dayanılarak açılabilen bir davadır. Sebebe bağlılık ilkesinin kabul edildiği hukuk düzenimiz açısından, geçerli bir sebebi bulunmayan kazandırıcı işlemler hükümsüzdür. Bu itibarla, aynî hak kazandırmaya yönelik bir işlemin hiç ya da geçerli bir sebebi yoksa, aynî hak kaybedilmez. Yalnız sebebe bağlı olmayıp soyutluk ilkesine tâbi sayılan kimi işlemler, geçerli bir sebep olmasa da, bir kez kazandırıcı işlem geçerli olarak yapılmışsa, hakkı geri almak isteyen sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanmak zorundadır.

Sebepsiz zenginleşmeye dayanan geri verme istemi sözleşmeden doğan istem hakkı ile de bir arada bulunamaz. Bununla birlikte sözleşme bir ifa engeli üzerine sona erdirildiğinde, doğan sözleşmesel geri verme yükümlülüğü ortadan kalkmış olacağı için, zenginleşen sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri vermekle yükümlü tutulabilecektir.

Sebepsiz zenginleşmeye dayanan istem tazminat istemi ile bir arada bulunabilir, yarışabilir.

Vekâletsiz iş görme, gerçek ve gerçek olmayan vekâletsiz iş görme olarak ikiye ayrılmaktadır. Gerçek vekâletsiz iş görme iş sahibinin yapılmasını yasaklamadığı bir işin, vekâleti olmaksızın onun çıkarına gerçekleştirilmesine denilmektedir. Sübjektif zenginleşme hallerinde, yani zenginleşenin özel beceri ve yeteneği ile zenginleşmeden kazanç elde etmiş olması olasılığında, bu fazlalığın vekâletsiz iş görme hükümleri uyarınca istenmesi mümkündür. Başkasının işinin, iş görenin kendi çıkarına görülmesine gerçek (caiz) olmayan vekâletsiz iş görme denir. Hukuka aykırı bir eylem niteliğindedir. Sözleşmeye değil, haksız fiile ve sebepsiz zenginleşmeye yakınlık bulunur. Gerçek olmayan vekâletsiz iş görme ile sebepsiz zenginleşmenin yarışabileceği kabul edilir.

Sebepsiz zenginleşmenin özel hallerini düzenleyen, özel hüküm niteliğinde kurallar da bulunmaktadır. Bu gibi durumlarda ise, özel hükmün önceliği ilkesiyle hareket edilir.