ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATLARI II - Ünite 8: Diğer Çağdaş Türk Edebiyatları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Diğer Çağdaş Türk Edebiyatları

Başkurt Edebiyatı

XIX. yüzyılda Başkurt edebiyatı

XIX. yüzyıl öncesinde Başkurt edebiyatı, münferit bir yazılı edebiyat olarak tam anlamıyla kendisini göstermemiştir; Başkurt edebiyatının XIX. yüzyıl öncesine ait edebî eserleri, dönemin genel Kıpçak edebiyatı ve dönemin ortak Türk edebiyatı geleneğine bağlıdır ve onun içindedir. XIX. yüzyıldaki Başkurt edebiyatını ilk ve ikinci yarı olmak üzere iki kısımda ele almak gerekir. XIX. yüzyılın ilk yarısında ortak dönem Türk edebiyatının izleri daha canlıdır. Özellikle dinitasavvufi konular başta olmak üzere, aşk, sevgi, tabiat gibi değişmez temalar, bu dönemin de vazgeçilmezleri olarak görülmektedir. Bu dönem, Başkurt yazılı edebiyatının gelişmesinde bir çığır olarak kabul edilemez. Fakat, ilk tohumların ekilmeye başlandığı bir dönem diye adlandırmak da yanlış olmaz. XIX. yüzyılda Başkurt yazılı edebiyatının temel kaynağını sözlü edebî gelenekteki konu ve duygular oluşturmaktadır.

XIX. yüzyılın ilk yarısında Başkurt edebiyatı

Bu dönem içerisinde özellikle dört isim öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Ebilmelih Kargalı’dır. 1782-1833 yıllarında yaşayan Kargalı’nın en önemli eseri, “Tercümei Hacı Ebilmelih El-Biste-i Es-Segidi”dir. Dönemin bir başka şairi ise, Hüsniyar’dır. Münacat, mersiye ve nasihat türlerindeki eserlerinin dışında, Başkurt edebiyatında manzum seyahatnamesi ile tanınmaktadır. XIX. yüzyılın ilk yarısında Şemsettin Zeki, Geli Sokoroy gibi Başkurt aydınları, geleneksel eğitim içerisinde yer almış olsalar da, fikirleri ve bakışları itibarıyla dönemlerinin diğer şair ve düşünürlerinden farklı yerlere sahiptirler.

Şemsettin Zeki, gazel başta olmak üzere, Arap ve Fars edebî türlerinin pek çoğunu büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Kimi gazellerinde hayatın geçiciliği, üretkenlik gibi konuları da ele alarak, yeni temalarla Başkurt şiirini zenginleştirmiştir.

Dönemin önemli isimlerinden birisi de Geli [Ali] Sokoroy’dur (Tatarcada adı Gali Çokrıy şeklinde yazılır). Sokoroy, oldukça üretken bir yazardır. Fosul-i Erbeğa (Dört Mevsim), Medh-i Kazan (Kazan’ın Methi), Şemğ Ez-Ziya (Mum Işığı) gibi eserleri, yenilikçi, çağdaş fikirleri ön plana çıkaran ve cahilliği, dar görüşlülüğü eleştiren eserlerdir. Eğitim, okumak, çalışmak gibi konular şiirlerinin ana temasını oluşturmaktadır. Fakat şiirin asıl içeriği Başkurt edebiyatında ve kültür hayatında artık kendini göstermeye başlayan ve usul-i cedid adıyla bilinen yeni usul eğitim anlayışıdır. Sokoroy, eğitimin ehil kişilerce verilmesi ve ailenin çocuğun eğitiminde sorumsuzca davranmaması gerektiğini ve de dayakla eğitimin bağdaşmadığını söylemektedir. Sokoroy, yalnızca tenkit şiirleri ile bilinmemektedir. Onun bazı mensur eserleri de Başkurt edebiyat tarihinde oldukça önemlidir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Başkurt edebiyatı

XIX. yüzyılın ikinci yarısına girildiğinde Başkurt halkı yaklaşık üç yüz yıldır Rus egemenliği altında kalmış oluyordu. Bu dönem Başkurt halkının ekonomisinde, kültüründe ve sosyal düşüncesinin gelişmesinde derin izler bırakmıştır. Yeni usul (usul-i cedid) uyarınca eğitim vermeye başlayan medreselerin sayısı da bu dönemde gittikçe artmaktadır. Başkurtlar arasında da eskiden beri süre gelen didaktik şiirlerin temelini yaşam ve tabiat üzerine düşünceler, felsefî veya dinî düşünceler oluşturuyordu. XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki eğitim ve kültür değişmeleri neticesinde de Başkurt edebiyatı farklı konular ve farklı üsluplar doğurur. Miftahettin Akmulla ve Möhemmetselim Ömötbayev gibi Başkurt edebiyat tarihi ve Başkurt modernleşmesindeki bu iki isim, dönemin en dikkate değer isimleri olarak zikredilebilir. Akmulla’nın eserlerindeki okuyucuya etki gücü, büyük bir yeteneğin doğrudan doğruya hayattan ruh bulmasına ve dünyevî temalarla kendisini göstermesinden kaynaklıdır. Akmulla, dinî yönleri ağır basan şairlerden farklı olarak, yaşamda şahsen gördüklerini, kişisel tecrübelerini ya da bizzat kendi hislerini yazmıştır. Bu dönemin bir diğer önemli ismi Möhemmetselim Ömötbayev’dir. Ömötbayev, Başkurt edebiyat tarihinde olduğu kadar Başkurt tarihine özgü vesikaları tercüme etmesiyle ya da derlemesiyle de önemli bir yere sahiptir. Şiirlerinin ve eserlerinin niceliği ile değil, çok yönlü olmasıyla dikkat çeken bir isimdir. Başkurt halkında eğitimin, sanat ve edebiyatın gelişmesine engel olan sebepleri belirlemeye çalışmıştır. Ömötbayev’in en önemli eseri “Yadkar” (Hatıra) adlı eseridir.

XX. yüzyılda Başkurt edebiyatı

XX. yüzyılda İdil-Ural coğrafyasında başlayan yenileşme hareketleri, eğitim ile sürerek, siyaset meydanına da sıçramaya başladı. Bu yüzyıl içerisinde Başkurt edebiyatının milli yüzü daha da belirgin hale geldi. Akmulla, Ömötbayev’in yanı sıra Kayyum Nasırî, Şihabettin Mercanî’nin fikirleri daha ileriye taşınarak dile getirilmeye başlandı. Yayın hayatına başlayan pek çok dergi ve gazete, bölgedeki halkın millî fikirler ile tanışmasında büyük bir etken oldu. En önemlisi de bu yayın organları, edebi hareketin güçlenmesine ve edebiyatın gelişmesine yardım ettiler.

1902 yılında Mecit Gafuri’nin ilk eserleri yayımlandı. Gafuri bu şiirleri ile halkı bilime ve eğitime davet etmeyi amaçladı. Birkaç yıl sonra da Tatar edebiyatının güçlü sesi Abdulla Tukay, şiirlerinde benzer temaları işledi. XX. yüzyılda Başkurt edebiyatını devrim öncesi ve devrim sonrası olmak üzere iki kısımda ele almak gerekir. Devrim öncesinin önemli isimleri arasında Mecit Gafuri, Şeyhzade Babiç, Seyfi Kudaş gösterilebilir.

1917 Devrimi öncesinde Başkurt edebiyatı

Bu döneme adını ilk yazdıran Mecit Gafuri’dir. O, bu dönemdeki eserlerinde öncelikle yoksulları savunmayı, onların dili olmayı amaçlar. Bu yıllardan sonra onun eserleri eleştirel bir yön taşımaya başlar. Onun şiirlerinin en önemli özelliği, toplumcu yönünün ağır basmasıdır. O, toplumcu bir edebiyat için mücadele verdi. Yoksullar, ezilenler, muhtaçlar onun eserlerinin temel kahramanları olarak ortaya çıktı.

Şeyhzade Babiç de genç Başkurt edebiyatının genç dili olmuştur. Şiirlerinde genel olarak halk sevgisi, vatan temasını işler. 1916 ve 1917 yıllarında yazdığı şiirlerde genel olarak siyasi konular işlenir. O, kimi eserlerinde ince hisler, estetik duygular uyandırırken, kimilerinde de ağır hicivlerde bulunmuştur. Başkurt halkının ezgilerini şiirinde birleştirmeyi amaçlamıştır. Böylelikle de şiirinde daha millî bir tavır sergilemiştir.

Babiç’in çağdaşı olan Seyfi Kudaş da eserleri ile Başkurt edebiyatında adını duyurmaya başlar. İlk eserlerini I. Dünya Savaşı yıllarında verir. Bu ilk şiirleri, genellikle satirik tarzdadır ve dönemin ünlü hiciv dergisi “Karmak” da yayımlanır. 1917-1918 yıllarından sonra şiirlerinde hürriyet teması ağır basmaktadır. Kudaş, devrim öncesinde yazmaya başlamış olsa da asıl verimliliğini devrimden sonra gösterir. Sovyet vatanseverliğini yücelten eserler yazmaya yönelir. Bütün eserlerinde kendi halkı ve memleketinden unsurlar kullanarak Başkurt kültürünü yansıtmayı amaçladı. Kudaş’ın şiirlerinin en güçlü yanı; yaşamı sade ve halka yakın ifade etmesidir. Seyfi Kudaş, çocukları da unutmamıştır. Başkurt çocuk edebiyatında da katkı yapan Kudaş, bu sahaya yönelik ona yakın eser vermiştir.

Sovyet Dönemi Başkurt edebiyatı (Başkurt Sovyet edebiyatı)

Bu çağın yazarlarından birisi Nazar Nejmi’dir. Başkurt edebiyatının gelişmesinde gösterdiği hizmetlerden dolayı pek çok nişan ve madalya ile mükâfatlandırılır. 1993 yılında da Başkurdistan’ın halk şairi ünvanı ile onurlandırılır. İlk şiirlerini 1937 yılında yazmaya başlar. Nazar Nejmi’nin en üretken olduğu saha tiyatrodur.

Dönemin bir diğer önemli ismi de Mostay Kerim’dir. Onun şiirlerindeki betimlemelerde de Başkurdistan coğrafyasının zenginliği en çok başvurduğu kaynaktır. M. Kerim de özellikle tiyatro alanında oldukça mahir olduğunu göstermiştir. “Salavat” adlı piyesi, yalnızca bir modern tiyatro eseri olarak ele alınmamalıdır. Dramatik modern tiyatroyu, halk destan geleneğine yakınlaştırmayı da amaçlayan şair, eserlerinde Başkurt halkının millî simgelerini ve değerlerini özellikle kullanmayı tercih eder.

Karaçay-Malkar Edebiyatı

Karaçay-Malkar Türkleri

Rusya Federasyonu’nun Kafkasya bölgesinde, KaraçayÇerkes ve Kabardin-Balkar adlı iki farklı cumhuriyetin sınırları içinde yaşamakta olan Karaçay-Malkar Türkleri, Sovyetler Birliği döneminde tabi tutuldukları suni ayrıma rağmen aynı etnogeneze sahip ve tarih boyunca aynı dili ve kültürü paylaşmış olan bir Türk boyudur. Çok zengin bir sözlü halk edebiyatı geleneğine sahip olan KaraçayMalkarlılar yüzyıllar boyunca ağızdan ağza, nesilden nesle aktardıkları sözlü edebiyat ürünlerini ancak 19. yüzyıl sonlarında yazıya geçirme imkânına kavuşmuşlardır. Arap harflerine dayalı bir alfabe kullanan Karaçay-Malkarlılar yerel bir lehçe özelliği taşıyan dillerini yavaş yavaş işlemeye başlamışlar, edebî eserler verebilecekleri edebî bir dilin temelini atmışlardır.

Karaçay-Malkar yazılı edebiyatı (XIX. yy. sonu)

Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının temelini aslında bir halk şairi olan Kâzım Meçi atmıştır. Kâzım’ın Arap harfleri ile kaleme aldığı Karaçay-Malkar Türkçesindeki ilk şiirleri XIX. yüzyılın ikinci yarısında Karaçay-Malkar edebiyatının doğuşuna vesile olmuştur. Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının Sovyet öncesi dönemdeki kurucuları arasında sayılabilecek en önemli edebî şahsiyetlerden biri de İslam Kırımşavhal (1864-1910)’dır. İslam Kırımşavhal Karaçay-Malkar edebiyatında satirik şiirleri ile tanındı. Börü bla Kiştik (Kurt ile Kedi) adlı şiirindeki KaraçayMalkar diline ustalığı ve hiciv yeteneği ona KaraçayMalkar edebiyat tarihinde önemli bir itibar ve yer sağladı. Karaçay-Malkar Türkçesindeki ilk roman örneği olan eseri günümüze ulaşamadı.

İsmail Akbay da Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının temelini atan aydınlardan biridir. Krılov’un masallarından Karaçay Türkçesine çevirdiği masallardan oluşan “Ana Tili” (Ana Dili) adlı ilk kitabını Tiflis’te yayımladı. Rus Çarlığı’nın yıkılıp Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra Sovyet hâkimiyetine giren Karaçay-Malkarlılar için 1924 yılında Latin harflerine dayalı bir alfabe oluşturuldu. Umar Aliy’in “Cangı Karaçay-Malkar Elible” (Yeni Karaçay-Malkar Harfleri) adlı kitabı aynı yıl yayımlandı. Bu sebepten çağdaş Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının doğuşunu 1924 yılı olarak kabul edebiliriz.

Sovyet Dönemi Karaçay-Malkar edebiyatı (XX. yy.)

1924 yılından itibaren Karaçay Özerk Bölgesi’nde yayımlanan “Kızıl Karaçay”, “Tavlu Carlıla” (Dağlı Fakirler) ve “Tavlu Caşav” (Dağlı Hayatı) adlı gazetelerle Kabartay-Balkar Özerk Cumhuriyeti’nde yayımlanan “Kızıl Kabartay” ve “Kara Halk” adlı gazetelerde bazı şairlerin Karaçay-Malkar Türkçesinde yazılmış ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. Bu yıllarda Said Otar’ın şiir tarzı kendine özgü yapısıyla dikkatleri üzerinde toplamaya başladı. 1920’lerin sonlarında kaleme aldığı “Tırpancılar” adlı şiirinde Said Otar halk şarkılarının kafiye ve mısra düzenini hatırlatırken, şiirin kuruluş tarzı ve konusu ile Karaçay-Malkar şiirine bir yenilik ve renk getirdi. Karaçaylıların eski hayatları ile Sovyet rejimi altındaki yeni hayatlarını mukayese eden, kadının toplum hayatındaki yerine ve önemine dikkat çeken, ateizm konusunu işleyen ilk şair olan İssa Karaköt 1928 yılında yayımlanan “Kafkas” adlı şiiriyle lirik peyzaj tarzında yeni bir çığır açtı. 1920’li yıllar henüz Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının emekleme dönemiydi. 1930’lu yıllarda Karaçay-Malkar edebiyatçıları arasında Sovyet rejimine gönülden bağlananlar, komünizmin Kafkasya’nın geri bırakılmış dağlı halkları için bir kurtarıcı olduğunu eserlerinde ifade eden yazarlar ön plana çıkmaya başladılar. 1930’lu yılların ikinci yarısında KaraçayMalkar edebiyatına yeni bir renk ve anlayış geldi. Şairler arasında yeni, sevinç ve mutluluk dolu, yürek ısıtan, sâde bir dille yazılmış lirik şiirler doğmaya başladı. KaraçayMalkar şiirinin en büyük ustası kabul edilen Kaysın Kuliy şiirlerindeki güçlü tasvirler, anlatım gücü ve zengin hayal dünyası ile bütün Sovyetler Birliği şairleri arasında önemli bir yere sahip oldu.

1930’lu yıllar Karaçay-Malkar edebiyatında ilk tiyatro eserlerinin yazılmaya ve sahnelenmeye başladığı yıllar oldu. Karaçay-Malkar edebiyatında ilk tiyatro eserlerini ve piyesleri yazan ise Şaharbiy Ebze idi. Malkar bölgesinde ilk drama eseri ise 1930’lu yılların sonunda Ramazan Gela tarafından yazıldı. Malkar nesrinde ilk hikâye tarzı eser 1930’lu yıllarda Bert Gurtu tarafından yazılan “Bekir” adlı hikâye idi. Karaçay-Malkar edebiyatının ilk romanı da 1930’lu yıllarda kaleme alındı. Hasan Appa tarafından yazılan “Kara Kübür” (Kara Sandık) adlı eser KaraçayMalkar edebiyatında roman tarzının en güzel örneklerinden biri olma özelliğini günümüze kadar sürdürdü. 1940’lı yılların başları, İkinci Dünya Savaşı’nın Karaçay-Malkar edebiyatında bıraktığı derin izlere sahne oldu. Savaş yıllarında Karaçay-Malkar edebiyatının konusu büyük ölçüde savaş üzerinde yoğunlaştı. Ancak “Sovyetler Birliği’ne ihanet, rejim düşmanlığı ve Alman ordusu ile işbirliği” suçlamalarıyla topyekûn Kafkasya’dan Orta Asya ve Sibirya’ya sürüldüler. Böylece Karaçay-Malkar edebiyatının sürgün yılları başladı.Gerçek anlamda bir soykırıma tâbi tutulan KaraçayMalkarlıların birbirlerinden koparılarak tarih ve kültürlerinden, dil ve edebiyatlarından da uzaklaşıp asimile olmaları amaçlanıyordu. Sürgünün ilk acılarını üzerlerinden atan Karaçay-Malkar edebiyatçıları 1950’li yıllarda Karaçay-Malkar edebiyatının sürgündeki temelini attılar. Bu dönemde Karaçay-Malkar edebiyatçılarının Orta Asya halkları ile tarihî ve kültürel bağlarını keşfettikleri dikkati çekti. Karaçay-Malkarlılar 1957 yılından itibaren Sovyet hükümeti tarafından affedilerek, sürgün yerlerinden ata yurtlarına, Kafkasya’ya dönmeye başladılar. 1959-1961 yılları arasında Karaçay-Malkar edebiyatçılarının birbiri ardına yeni kitapları okuyucularla buluşmaya başladı. 1960’lı yılların başlarında KaraçayMalkar edebiyatı genç edebiyatçılarla tanıştı. Özellikle şiirdeki ritm ve kafiye düzenindeki yenilikler dikkati çekti. 1970’li yıllarda Karaçay-Malkar edebiyatçıları İkinci Dünya Savaşı konusuna eserlerinde ağırlık vermeye başladılar. 1970’li yıllar Karaçay-Malkar şiirine de pek çok yetenekli şair kazandırdı. 1980’li yıllarda KaraçayMalkar edebiyatçıları Sovyetler Birliği’nin gevşemeye başlayan rejiminin de etkisiyle millî meselelerine, sürgün yıllarının tahlili ve sorgulamasına yöneldiler.

Sovyet Dönemi sonrası Karaçay-Malkar edebiyatı

Sovyetler Birliği’nin 1990’lı yılların başlarında dağılmasıyla birlikte Karaçay-Malkarlılar Rusya Federasyonu içinde yerlerini aldılar. Edebiyat ve edebiyatçılar bu değişimden en fazla etkilenen kesimin başında geldiler. Çünkü artık edebiyatçılar eski rejimin dayatma, baskı ve konu sınırlandırmalarından kurtulmuş, yüreklerindeki duyguları açıkça ifade etme özgürlüğüne kavuşmuşlardı. Göçler, sürgünler, soykırımlar gibi zor hayat şartları altında doğup gelişen Karaçay-Malkar edebiyatı Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından kendisine yeni bir yol çizerek ilerleyişini sürdürmektedir.

Çuvaş Edebiyatı

Çuvaş adı

“Çuvaş” adının kökeni ile ilgili olarak farklı birtakım düşünceler söz konusudur. N. İ. Zolotniskiy sözün “sessiz, sakin” anlamına gelen yivaş kelimesi ile ilgili görürken A. P. Kovalevski suvaz~çuvaş ilişkisini düşünmüştür. G. V. Yusupov ise komşu kavimlerin “nehrin karşı tarafı” anlamındaki suvas sözü ile Çuvaşları adlandırdıklarını belirterek, Çuvaş adını bu söz ile ilgili görmüştür.

Çuvaşistan

Çuvaşistan Avrupa’nın doğusunda, Rusya topraklarının ise orta kesiminde, İdil ırmağının kenarında yer alan Rusya federasyonuna bağlı özerk bir cumhuriyettir.

Nüfus

1.251.619 nüfuslu Çuvaşistan Özerk Cumhuriyetinde 814.750 (%67,7) kişi ile en kalabalık unsur Çuvaşlardır.

Çuvaşça ve lehçe tasniflerindeki yeri

Türklük bilimi araştırmacılarınca Çuvaşça, İdil Bulgar Türkçesinin bir devamı ve Ana Bulgarcanın günümüzdeki tek temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Çuvaşçanın bir Türk dili olduğunu ispat ederek Türk dilinin lehçe tasnifleri arasına Çuvaşçanın da girmesini sağlayan ilk araştırmacı, De lingua tschuwaschorum adlı çalışmasında Genel Türkçedeki söz içi ve sonu /z/ ve /ş/ ünsüzlerinin Çuvaşçada akıcı /l/ ve /r/ ünsüzleriyle denkleştiğini keşfeden W. Schott’tur. Türk şivelerine ilişkin tasnif denemelerinde bir takım konumlandırma ve süreç kaynaklı yanlışlara sapılsa da Çuvaşçanın Ana Türkçe döneminde ayrılmış bir Türk lehçesi olduğu konusunda genel bir kabul söz konusudur.

Çuvaş edebiyatı

Çuvaş Türkçesinin tarihsel geçmişi ile ilgili araştırmalarda genel olarak Çuvaşların İdil Bulgarları ile olan ilişkisi üzerinde durulmaktadır. İdil Bulgarlarından kalan mezar taşları bu bakımdan Çuvaşçanın tarihî dil yadigârları olarak kabul edilmektedir. O dönemdeki yoğun Hristiyanlaştırma faaliyetlerine yönelik oluşturulan dinî içerikli metinler ile Çuvaş halk edebiyatı metinlerine ilişkin yayınlar ise Çuvaş yazılı edebiyatının ilk örneklerini temsil etmektedirler. 1879-1880 yıllarında M. İ. Federov, Arşuri manzumesini, İ. N. Yurkin de 1889- 1890’da sosyal içerikli hikâyelerini kaleme almıştır. Adı geçen bu eserler Çuvaş şiir ve nesrinin ilk örnekleri olarak kabul edilmektedir. Çuvaşların dünyaca ünlü Narspi manzumesi de Konstantin İvanov tarafından bu dönemde (1908) kaleme alınmıştır. Anılan bu sürecin sonunda, bu yüzyıl içinde Çuvaş Türkçesi artık tam bir edebî dil haline gelmiştir. İlk küçük sahne eseri olan “Iratnipe” ve büyük piyes olan “Vihitsir Vilim”i (1918) kaleme alan Mihail Filippoviç Akimov-Aruy ayrıca dikkat çekmektedir. 20 ve 30’lu yıllar edebiyatında, şiirde P. Husangay; öykü alanında A. Talvir ile M. Trubina; romanda V Krasnov, İlle Tuktaş; hikâye alanında E. Elliyev, D. Detrov, S. Elger ve V. Rzay; uzun şiirde ise V. Mitta öne çıkan sanatçılar olmuşlardır. 1950’li ve 1960’lı yıllara Çuvaşların tarihini ele alan romanlar kaleme alınmaya başlamıştır. F. Uyar’ın “Tanata”, M. İlpek’in “Hura Şıkır”, S. Aslan’ın “Ahrat” adlı romanları bu dönemin önemli eserleridir.

Kuzeydoğu Türk Lehçeleri Edebiyatı (Sibirya Türk Edebiyatları)

Sibirya coğrafyasında insanlar tabiatla baş başadır. Bu baş başa yaşayış sırasında insan tabiatı ve onun içinde insanoğlunun macerasını sorgular. Bu sorgulama çokça sözlü edebî ürünler yaratır. Sibirya Türk topluluklarında bu yüzden zengin bir halk edebiyatı vardır. Sözlü halk edebiyatı geleneği 20. asrın ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Günümüzde bu gelenek yerini modern yazılı edebiyatlara bırakmış, 20. asırda derlenen destan metinleri bu edebiyatın zengin malzemeleri olarak kalmıştır. 1920’li yıllarda alfabeler yapıldıktan sonra çeşitli ders kitapları ve sözlük yazma çabaları başlamıştır. Modern yazılı edebiyata geçiş tarihi 1930’lu yıllar kabul edilebilir. 1930’lu yılların başından 2. Dünya Savaşına kadar olan dönem bölgede kurulan özerk bölgelerde modern edebiyatın temelleri atılmış, ilk modern şiir, hikâye, tiyatro eserleri yayımlanmıştır. Stalin’in 1953 yılında ölümünden sonra Sovyetler Birliğinde nispi bir rahatlama görülür. Edebiyatta işlenen konular zenginleşir. Eserlerde rejime aykırı olmayan millî değerlere yer verilir. Yabancılardan, özellikle Rus klasiklerinden yerel yazı dillerine çeviriler yapılır.

Modern Tuva edebiyatı

Tuva Cumhuriyeti Rusya Federasyonu içerisinde; Güneyinde Moğolistan, Kuzeybatısında Hakas Cumhuriyeti, Doğusunda Buryat Cumhuriyeti ve Batısında Altay Cumhuriyetiyle sınırlıdır. Tuva Türkçesinde, uzun asırlardır komşu olmanın bir sonucu olarak, Moğolcanın yoğun etkisi görülür. Çağdaş Tuva alfabesi 1930 yılında Latin kökenli yapılmış, bu alfabe 1941 yılında Kiril kökenli Tuva alfabesiyle değiştirilmiştir. Zengin bir halk edebiyatı geleneğine sahip Tuva Türklerinin Çağdaş yazılı edebiyatı ancak 1930’lu yıllarda başlamıştır. İlk hikâye Sambukaynın Çugaazı (Sambukay’ın Sözü) 1930-1931 yıllarında Şın (Gerçek) gazetesinde yayımlanır. 1945-1970 yılları Tuva edebiyatının ikinci devresi sayılabilir. Bu dönemde nesir türünde kısa ve uzun hikâye türlerinin geliştiği görülür.

Stefan Sarıg-ool, Sergey Pürbü, Yuri Künzegeş dönemin belli başlı şair ve yazarlarıdır. 1970-1990’lı yıllar Tuva Edebiyatının üçüncü devresidir. Bu dönemde tanınmış dünya klasiklerinden Tuvacaya tercümeler yapılmış, roman türünde eser verenler çoğalmıştır.

Modern Hakas edebiyatı

Hakas Cumhuriyeti; Güneyinde Tuva Cumhuriyeti, Kuzeyinde Krasnoyarsk Oblastı, Güneybatısında Altay Cumhuriyeti ile sınırlıdır. 1920’li yıllarda bir müddet Kiril kökenli alfabe kullanan Hakas Türkleri 1929-1939 yılları arasında Latin temelli alfabe kullanmış, 1939’dan sonra yeniden Kiril kökenli alfabeye geçilmiştir. Kırgızlar gibi Hakaslar da çok zengin sözlü bir edebiyata sahipti. Günümüzde sözlü anlatma geleneği tamamıyla kaybolduğu gibi Hakas Türkçesi de yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çağdaş Hakas edebiyatı 1920’li yılların sonunda alfabe yapımından sonra başlamıştır. Hakasların ilk çağdaş yazarı şeklini gelenekten, muhtevasını devrin siyasal gelişmelerinden alan eserler yazan Aleksandr M. Topanov’dur. Gelenekten faydalanan şiir en hızlı gelişen tür olur. Hakas edebiyatının ilk romanı Nikolay G. Domojakov’un Irahhı Aaalda (Uzaktaki Köyde) adlı eseridir. 1990’lı yıllardan itibaren Hakas edebî ürünlerinde öze dönüş, unutulan kültürel değerlerin diriltilmesi temaları sıklıkla işlenmektedir. Fakat son yıllarda maddi yetersizlik nedeniyle edebî eserler basılamamaktadır.

Modern Altay Edebiyatı

Altay Türkçesinin ilk yazı dili bölgeye gelen misyonerler tarafından Teleüt ağzı esas alınarak, oluşturulmuştur. 1920’li yıllarda Kiril kökenli alfabe kullanan Altaylar 1930’lu yıllarda diğer Türk topluluklarında olduğu gibi Latin kökenli alfabeye geçmiş, 1940’lı yıllarda yeniden Kiril kökenli alfabeye dönülmüştür. Altaylar da zengin bir sözlü edebî geleneğe sahipti. Bu sözlü edebî ürünler arasında; destan, masal, efsane, türkü türleri başta geliyordu. 1817-1901 yıllarında yaşayan M. V. Çevalkov çağdaş Altay edebiyatının ilk yazarı sayılır.

Modern Saha (Yakut) edebiyatı

Tarihî kaynaklar bugünkü Sahaların 13-14. asırlarda güneyden bugünkü yurtlarına göçtüklerini belirtmektedir. Saha Türkleri çok zengin bir sözlü edebî geleneğe sahip idi. Bu gelenek içinde Olonho olarak adlandırılan kahramanlık destanları en önemli yeri alıyordu. “Bazı araştırıcılara göre Sahaların ilk yazılı eseri Afanasya Yakovleviç Uvaroskay (1800-1862) tarafından 1848 yılında kaleme alınan Ahtıılar (Hatıralar) isimli eserdir. 1970’li yıllarda Saha Edebiyatında üçüncü kuşak eserlerini verir. Bu dönemde nesir yükseliş halindedir.