ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI - Ünite 2: Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi
Toplumcu Gerçekçi Romanın Siyasal Sosyal Arka Planı
Türkiye’de toplumcu gerçekçi edebiyatın siyasal ve düşünsel arka planının Cumhuriyet öncesinden başladığı genel bir yaklaşım olarak kabul edilse bile, bu kabul, siyasal ve edebî metinlerle fazlaca desteklenebilecek, bir kabul değildir. Edebiyatın sosyal işlevini öne çıkaran Tanzimat yazarlarından Sami Paşazade, Fransa’da ayak üstü tanıştığı Lenin’den çok önemsiz bir şekilde söz eder. Tanzimat aydını devleti ıslah etmek için meşrutiyete doğru giden yolu ararken Marksçı bir siyasal tasarımın Avrupa’da olgunlaştığının farkına bile varmaz. Türkiye’deki sosyalist fikirlerin kaynaklarına bakılırken Beşir Fuat’a da atıf yapılır. Onun biyolojik materyalizmi ve din karşıtlığı, bu atıfların yapılmasına vesile olmuştur. Gerçekte Beşir Fuat’ın yazılarında Marks’a hiç atıf bulunmadığı gibi Avrupa ve Rusya’daki etkisine dair de bilgi yoktur. Kaldı ki Osmanlı toplum yapısının din, tevekkül, devlet ve tebaa gibi ana belirleyicileri, sömüren ve sömürülen şeklindeki sınıflaşmanın doğurucusu olan sanayileşmeye ve kapitalistleşmeye imkân vermemiştir.
Osmanlı Türkiye’sinde sosyalist düşünce esas olarak İkinci Meşrutiyet döneminde görülür. Genel kayıtlara göre Türkiye’de sosyalist düşüncenin ilk yazarı, 1910’da çıkardığı İştirak adlı gazeteden dolayı İştirakçi Hilmi olarak bilinen Hüseyin Hilmi’dir. Hüseyin Hilmi’nin İştirak dergisinde özellikle 1912 yılındaki sayılarda sosyalizm ve onun çevresindeki kavramları tartışılıyor olması, onun Osmanlı Türkiye’sindeki ilk sosyalist yazar olarak anılmasını geçerli kılmaktadır. İştirak Çevresi içinde Hüseyin Hilmi’den sonra adı üzerinde en çok konuşulan ikinci kişi Dr. Refik Nevzat’tır. Refik Nevzat, eski bir Jön Türk’tür; Paris’te bulunduğu sıralarda Fransız sosyalistlerinden etkilenerek solcu olmuş, Hüseyin Hilmi çevresi ile irtibata geçmiş ve Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın Paris şubesini kurumuştur.
İttihat ve Terakki’nin 1913’lerden sonra milliyetçi ideolojiyi sistemleştirmesi ve bir yönetim tabanı olarak işlemesi düşünülürse, Cumhuriyetin, bu sürecin siyasal inkılâbı olduğu kabul edilebilir. Yeni devletin ve kültürün inşasında düşünsel temel Türk milliyetçiliğidir.
Tek Parti döneminin edebiyat fikir hayatını belirleyen halkçılık düşüncesidir. Aslında halkçılık düşüncesini Mustafa Kemal, Gökalp’ten almıştır ve onun için halkçılık merkezinde halkı sınıfsızlaştırmak vardır. İnönü döneminde ise halkı “aydınlatmak, istenilen doğrultuda dönüştürmek” merkezinde kalmıştır.
Türk edebiyatında genel olarak Marksizm merkezinden yayılan ideolojik yapıyı kuran kuşkusuz Nâzım Hikmet’tir. O, Türkiye’de sınıfların çatışmasına dayanan bir gelenek olmadığı hâlde, belki de ilk olarak emek, yoksulluk, sömürülme gibi temaları işlemeye başlar.
Nâzım Hikmet’in 1929 yılında Resimli Ay dergisinin 4. sayısından itibaren başlattığı “Putları Yıkıyoruz” kavgası, Türkiye’de edebiyat çevresinde başlayan ideolojik kavganın da merkezini oluşturur.
Türkiye’de hapishane ve edebiyat ilişkisinin sosyal bir olgu olarak tarihe yerleşmesinde de Nâzım Hikmet bir dönüm noktasıdır.
Siyasal ve edebî tarihe “Donanma Davası” olarak geçen yargılamalar ve mahkumiyetler önemlidir. 1938’de Nâzım Hikmet, Kemal Tahir, Nuri Tahir, Hamdi Alev fiamilof, Emine Alev, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Fatma Nudiye Yalçı, Kerim Korcan, Mehmet Ali Kantan, Seyfi Tekbilek, Hüseyin Avni Durugün gibi şair, romancı, gazeteci yargılanmış ve hapse atılmışlardır. Kemal Tahir ve Orhan Kemal gibi toplumcu gerçekçi romanın ustaları sayılan bu iki ismin hayatında Nâzım Hikmet’le kurdukları ilişki ve bir eğitim mekânı hâline getirdikleri hapishane oldukça önemlidir.
Kuşkusuz Cumhuriyet sonrasında “yerli sosyalist düşünce” ve “yerli sosyalist edebiyat” bağlamındaki tartışmaların içinde adı en çok geçen yazar Kemal Tahir’dir. O, Kemalizm’den Marksizm’e geçişiyle, yerli bir sosyalizme evrilişiyle, Osmanlı gerçeğini kabul edişiyle, Osmanlı tarzı bir iktisadi anlayışı önermesiyle hep tartışmaların odağında yer alır. Kemal Tahir, her toplumun kendi iktisadi şartlarına göre biçimleneceğini ve esasen bugünkü sosyal bozukluğun toplumun kendi iktisadi ve siyasi yapısını kuramamasından kaynaklandığını düşünür.
Sadri Ertem, Reşat Enis, Sabahattin Âli’lerle başlayan sosyalist gerçekçi roman, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt’larla devam eder.
Toplumcu Gerçekçi Köy Romanı
İlk Köy Romanından Toplumcu Gerçekçi Köy Romanına
Köyden söz eden romanların tarihî elbette Ahmet Mithat’ın Bahtiyarlık’ına, Nâbizâde Nâzım’ın Karabibik’ine, Ömer Ali Bey’in Türkmen Kızı’na kadar götürülebilir.
Aslında “köy romanı” adının da bu romanlara verilen isim olduğu genel bir kabuldür.
Ramazan Kaplan, Türk Romanında Köy adlı çalışmasında köyü ve köylüyü anlatan romanları tarihsel bir sırayla ele alıp değerlendirir. Kaplan, köy romanının köy enstitülü yazarlarla özdeşleştiğine dikkat çeker. Köy Enstitüleri bir kalkınma sevdasının çocuğudur. Kırsalı, kendi şartları içinde geliştirmenin yollarını arayan bu yapı, tarım ve zanaatkârlık alanında önemli elemanlar yetiştirir. Enstitülerden yetişen romancıların tamamı ya doğrudan veya hümanizm ve halkçılık üzerinde sosyalisttirler; köye ve köylüye bakışlarını sosyal gerçekçilik (sosyal realizmtoplumcu gerçekçilik- sosyalist realizm) belirler.
Mahmut Makal, Bizim Köy 1950 (aslında köyle ilgili notlardan oluşan bir kitap); Orhan Hançerlioğlu, Ekilmemiş Topraklar 1954; Kemal Tahir, Sağır Dere 1955; Yaşar Kemal, İnce Memed 1955; Yaşar Kemal, Teneke 1955; Talip Apaydın, Sarı Traktör 1958; Fakir Baykurt, Yılanların Öcü 1959; Fakir Baykurt, Irazca’nın Dirliği 1961; Kemal Bilbaşar, Cemo 1966; Hasan Kıyafet, Gominis İmam 1969; Kemal Tahir, Büyük Mal 1970; Abbas Sayar, Yılkı Atı 1970; Dursun Akçam, Kanlı Derenin Kurtları, 1976.
Mahmut Makal: Bizim Köy
Köy Enstitüsü mezunu Mahmut Makal’ın 1950 yılında yayımlanan Bizim Köy’ünden kısaca söz etmek gerekir. Köy hayatına dair tutulan notlardan oluşan bu kitabın bir roman olmadığı söylense de, köy romanının öncüsü sayılmış ve defalarca basılmıştır.
Notlara, mülakatlara ve raporlara dayanan bu kitapta Makal, “Beş temel unsur üzerinde durmuştur:
- ekonomik sıkıntılar;
- ilkel malzeme kullanma;
- toprak meselesi;
- yeni teknolojilere yabancılık;
- sosyal yardımlaşma ve kooperatifleşmedir.
Aslında Bizim Köy’den sonra yazılan köy romanlarının tematik alanı da aşağı yukarı Bizim Köy’deki gibidir.
Yaşar Kemal: Teneke
Yaşar Kemal’in Teneke adlı romanı 1955’te yayımlanır. Teneke, köy romanlarının bir kısmı için belirlenen şablona uyan bir romandır. Ana problem, yerleşim yerine yakın yerlerde çeltik ekmek isteyen ağalarla, buna karşı çıkan kişiler arasında yaşanır. Teneke de kaymakam ve ağalar, ilçede yaşasa da, işlenen, Sazlıdere köylüsünün problemidir. Ekonomik temelli olan çatışmanın genel olarak iki tarafı vardır: Birinci tarafta ağalar ve onlardan beslenen köylüler, memurlar ve siyasetçiler vardır. İkinci tarafta, emeklerini ve mallarını ağalara terk etmek istemeyen köylüler ve onların haklı olduğunu düşünen kaymakam vardır. Fakat iki taraftaki sosyal figürler, çatışmanın devam etmesi için aynı direnci veya sebepleri göstermezler.
Yazar için daha önemli olan, çatışmayı ortaya koymaktır. Çatışmanın ortaya konuluş biçimi okuru, haklarına sahip çıkan köylünün ve kendi çıkarı için halkını feodalite çarkına ezdirmek istemeyen kaymakamın yanına çeker. Sınıfsal bilincin köydeki düzenin değişmesiyle ilerleyeceğini düşünen sosyal gerçekçi yazarın hedefi de budur.
Fakir Baykurt: Yılanların Öcü
Köy Enstitüsü mezunu Fakir Baykurt da, köy romancıları içinde en çok okunan, en bilinen yazarların başında gelir. Bunun, romancı özelliklerinden gelen sebepleri olduğu gibi, siyasal hayatına, romanlarının sinemaya aktarılmasına bağlı sebepleri de vardır.
Fakir Baykurt’un, 1958’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen Yılanların Öcü adlı romanı 1959’da yayımlanır. Yazar daha sonra bu romanının problemini Irazca’nın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı ile devam ettirir. Roman yayımlandığı yıllarda olumlu eleştirilerin yanı sıra olumsuz eleştiriler de alır. Olumlu eleştiriler, romanın köy gerçekliklerini anlatmasıyla; olumsuz eleştiriler, köylüye bakışıyla ve eserin müstehcenliği ile ilgilidir.
Yılanların Öcü’nde çatışma unsurlarını oluşturan yapı, biraz önce değindiğimiz Yaşar Kemal’in Teneke’sindeki yapıyla hemen hemen aynıdır. Köylerimizdeki sosyal yapı tamamen güçlü olana hizmet eden bir yapı mıdır? Veya köylerde muhtar, ağa, imam, niçin hep ezen taraftır? Bu soruların sosyolojik temellere dayanan cevapları, Yılanların Öcü veya benzeri romanlarda yoktur.
Kemal Tahir: Köyün Kanburu
Kemal Tahir, köyü ve köylüyü, sosyal ve siyasal yapının tümüyle ilişkilendirir ve böylece Anadolu insanının ortak ve bütünlüklü yapısını ortaya çıkarmak ister. Alemdar Yalçın, Kemal Tahir’in, Osmanlı toprak sisteminin, batıdaki serflik ve derebeylik sistemine benzemediğini, köy romanlarını yazdığı sırada keşfettiğini söyler (Yalçın, 2003: 174). Bunu doğru bir tespit olarak kabul edersek, Kemal Tahir’in sözünü ettiğimiz ilişkilendirmede başarılı sonuçlara vardığı sonucu ortaya çıkar. Romancının vardığı sonuç, kültür geleneğinin, ekonomik geleneğin, her millette kendine göre bir değişim yolu izlediğidir.
Romanın hikayesi, yakalandığı hastalıktan dolayı tuhaf davranışlarda bulunan, olur olmaz kızıp köpüren Parpar Ahmet’in oğlu Çalık Kerim’in etrafında geçer. Parpar Ahmet, hastalığı geçsin diye çirkin ve topal bir kızla evlendirilir. Fakat hastalığı geçeceğine artar; olur olmaz zamanlarda karısını dövmeye başlar.
Köyün Kamburu’nda köy romanı şablonu kırılır; Sosyal ve siyasal gelişmelerin etkisinde gelişen köylü tutumunda genetik ve natüralist etkiler aranması, köy romanı için yeni bir bakıştır.
Toplumcu Gerçekçi İşçi Romanı
İşçi Romanının Doğuşu
Osmanlı toplum yapısı, sınışı bir yapı değildir. Marksist iktisat teorilerinde izlenen diyalektiğe göre de Osmanlı toplum yapısında sınıfların olması mümkün değildir. Sanayileşme olmadan, kapitalist üretim ilişkileri şekillenmeden işçi sınıfının oluşamayacağı genel bir kabuldür. Böyle de olsa, Islahat hareketlerinden sonra bazı işçi cemiyetleri kurulmuştur: “Bilinen ve belgelenmiş ilk işçi örgütü Ameleperver Ceruluşun Cemiyeti’dir.
Ancak bu “hak arama” istekleri, Marksist anlamda bir sınıfsallaşmayı içermezler. Avrupa’daki sanayileşme süreci içinde gelişen sınıf hareketlerinin, Türkiye’ye “ücretlerin iyileştirilmesi yolundaki istekler” biçimindeki yansımalarıdırlar.
Cumhuriyeti izleyen yıllarda, işçi hareketlerinin sosyalistler tarafından yönlendirildiği görülmektedir. 1936’da çıkarılan “İş Kanunu”nu anlatırken Recep Peker’in söyledikleri, bunu ifade eder: “Yeni İş Kanunu, sınıfçılık şuurunun doğmasına îmkan veren hata yollarını ortadan silip süpürecektir”.
Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Reşat Enis gibi romancıların romanlarında işçi sorunları görülse bile, Türk romanında, yeni gelişen sanayileşmeyi, ağalık ve patronluk arası bir tutumu olan fabrika sahiplerini ve bu fabrikalarda, köylülükten şehir işçiliğine doğru kaymaya çalışan işçileri, geniş anlamıyla anlatan romancı Orhan Kemal’dir.
Orhan Kemal, sosyal yapı içerisinde hep yoksulları, ekmek kavgasını, düzenbazlığı, yozlaşmayı, cinselliği görür ve anlatır. Çünkü, sosyal sınıflar arasındaki zıtlığın anlaşılması “kökü mutlaka sınıf gerçeğine dayanan, insana dayanan yeni yollar aranıp bulunduğu oranda” (Orhan Kemal, 1969) gerçekleşecektir.
Orhan Kemal: Bereketli Topraklar Üzerinde
Orhan Kemal’in 1954’de yayımlanan Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında birinci derecedeki kişilerin üçü de işçidir. İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan, her yıl Çukurova’ya ekmek parası için akın eden binlerce Anadolu insanından üçüdür.
Yusuf, Ali ve Hasan’ın ekmek mücadelesinde ortak bir bilinç görülmez. Onlar, kendi sınıflarının farkında olmadıkları gibi, kendi aralarında birlik olmayı bile bilmezler. Özellikle Yusuf çıkarcı ve dost bilmez bir karakter sergiler. Köse Hasan hastalanıp, yatağa mahkûm olunca, Ali’ye “Hepimizinki de bir ekmek derdi meselâ. Sen çalışacaksın, ben çalışacağım, o yatacak, olmaz” demesi, bozuk düzenden sadece kendini kurtarmak istediğini gösterir. Yusuf gibi birinin ekmek kavgasından salimen çıkmasında şu mesaj da verilmiştir: Böyle bir ekonomik ve sosyal düzenden ancak iki yüzlü, çıkarcı ve işbirlikçi insanlar başarılı olabilirler.
Orhan Kemal: Gurbet Kuşları
Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları adlı romanı 1962’de yayımlanır. Bu romandaki İflahsızın Memet, Bereketli Topraklar Üzerinde’deki şehirliyle iki yüzlü bir uyum sağlayarak başarılı olan, duvarcı ustası olarak köyüne dönen İflahsızın Yusuf’un oğludur.
Gurbet Kuşları’ndaki İflahsızın Memet’i olumlu bir tip oluşunu bilerek tasarladığını söyleyen Orhan Kemal, aslında romandaki olumlu kişinin yazarın kendisi olduğu, yani dünya görüşü olduğu görüşündedir. Böyle olunca İflahsızın Memet, yazarın dünya görüşünün, gelecek anlayışının bir temsilcisidir.
Toplumcu Gerçekçi Aydın Romanı
Toplumcu Gerçekçilik ve Birey Olarak Aydın
Sosyal aydınlatma isteklerinin baskın olduğu roman tarihimiz düşünüldüğünde, romanlardaki aydınların erken “bunalmaya” başladığı söylenebilir mi? Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ındaki Ahmet Cemil’i, romanda bunalan ilk kentli aydın sayabilirsek, roman tarihimizde daha çeyrek bir yüzyıl geçmeden görülen bunaltının erken olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Tanzimat’tan 1960’lara kadar ki romanlarımızın tamamı düşünüldüğünde, bizim roman aydınlarımızın, erken bunalmanın aksine, varlıklarını toplumun yararına harcamak isteyen idealistler olduğu görülür.
- Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ve Rakım Efendi’sindeki Rakım Efendi;
- Bahtiyarlık’ındaki Şinasi; Mehmet Murat’ın Turfanda mı Turfa mı’sındaki Mansur;
- Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’sindeki Ali Şahin; • Halide Edip’in Yeni Turan’ındaki Kaya ve Oğuz;
- Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’sindeki Şinasi ve Ferit;
köy romanlarındaki öğretmenler, kaymakamlar gibi aydınlar, hayatlarını, toplumlarını aydınlatmaya harcarlar.
1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cumhuriyet romanlarındaki aydın gibi, kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan aydın değildir.
Bu aydınların bir kısmı, neyi niçin yaşadığını bilmeyen ve yaşadıklarını anlamlandıramayan, bir anlamın peşinde de olmayan; bir kısmı, uğruna savaştıkları ideolojik değerlerle birlikte yenilgiye, ihanete, baskıya uğrayan; maddileşen ve sıradanlaşan ilişkilerle başa çıkamayan; bir kısmı felsefeyle hayat arasında kalan, inançlarındaki merkez kuvveti kaybeden aydınlardır.
1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını yansıtan roman sayısı oldukça fazladır. Bir kaç örnek vermek gerekirse: Yusuf Atılgan, Aylak Adam; Oğuz Atay, Tutunama- yanlar; Erdal Öz, Yaralısın; Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, Mehmet Eroğlu, Issızlığın Ortasında; Selim İleri, Bir Akşam Alacası; Sevgi Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti; Vedat Türkali, Bir Gün Tek Başına.
Yusuf Atılgan: Aylak Adam
Yusuf Atılgan’ın ilk romanı Aylak Adam 1959’da yayımlanır. Her ne kadar, yetişkin bir aydın olmasa da, otuzuna merdiven dayamış, kentli ve paralı olan Aylak Adam’ın C.’si, bunalma biçimiyle, kendisinden sonra bunalan roman kişilerinin öncüsü sayılmalıdır.
Aylak Adam’da bunalan insanın niçin böyle olduğuna dair, yaslanabileceğimiz tek kaynak, bireyseldir. C.’nin davranışlarını belirleyen libido ve bilinç altıdır. Böyle olunca da romana sosyal gerçekçi bir açıdan değil, psikanalitik bir açıdan yaklaşmak gerekir. Sert ve soğuk baba, yumuşak ve sıcak anne/teyze figürleri, C.’nin huzursuzluğunun, güvensizliğinin kaynaklarıdırlar. Bu huzursuzluktan çıkış yolu olarak görülen değer ise “sevgi”dir. Fakat bu gerçek sevgi asla bulunmaz; çünkü C.’nin annesi ölmüştür.
Oğuz Atay: Tutunamayanlar
Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı 1972’de yayımlar. Yayımlandığı yıllarda çok tartışılan, eleştirilere konu olan bir roman olmasa da, yayımlandıktan on yıl kadar sonra, çok sayıda eleştirmenin dikkatini çeker. Postmodern romanın ilkleri bağlamında birçok eleştirinin konusu olur. Romanın iç içe geçen kurguları (alışılmamış ve aslında roman kurgusunun içinde olan önsözler, yine kurgu içinde bir kurgu olan yayımcının mektubu), kişilerinin, olaylar içindeki davranışları ve ilişkilerinden çok, zihinsel devinimleriyle var olmaları ve aydının kendi içindeki hesaplaşması (Turgut Özben’in eleştirel ve ironik tutumu), eleştirilerin en belirgin konularıdır.
Selim İleri: Bir Akşam Alacası
Selim İleri’nin Bir Akşam Alacası 1981’de yayımlanır. Sanatçı-aydın ilişkileri çerçevesinde gelişen romandır. Kendini kabul ettirmiş, ünlenmiş ama bütün bunlarla tatmin olmamış; hayatından ve sanatından kopmuş bir ressam ile sanatında arayışlar için de olan bir romancının toplumsal ilişkileri, iç yaşantıları ile anlatılır.
Toplumcu Gerçekçi Roman ve Darbeler
27 Mayıs 1960 askeri darbesi, Cumhuriyet tarihimizde yeni bir dönem açmıştır. Öncelikle bu darbenin, birçok bileşenleri olan bir “tepki” olduğu düşünülmektedir.
- Pazar ekonomisinin veya solun söylemi ile Amerikan kapitalizmin başlamasından duyulan rahatsızlık
- İnönü dönemi bürokrasinin hiyerarşik üstünlüğünü kaybetmesi
- Muhafazakâr ve dini argümanlarının siyasetin içinde çoğalması
- Her alandaki çağdaşlaşmanın geriye gittiği düşüncesi
- Özgürlüklerin kısıtlandığı, öğrencilerin siyasal olarak kışkırtıldığı haberleri.
Sevgi Soysal: Şafak
Sevgi Soysal’ın Şafak adlı romanı 1975’te yayımlanır. Roman, Adana’da bir gecekondu mahallesindeki bir eve gece yapılan baskınla başlar ve sabahın erken saatlerinde sona erer. Bu kısa zaman dilimi içinde neredeyse tek olay, devrimci bir gurup arkadaşın göz altına alınıp, sorgulanması ve serbest bırakılmasıdır.
“Sevgi Soysal, biri iç biri dış iki tür çatışmayı ana tema olarak seçmiş. Dış çatışma, devrimcilerle, egemen güçler arasındaki çatışmadır. İç çatışma ise, romanın ana kişileri Oya ile Mustafa’nın, küçük burjuva kimlikleriyle devrimci kimlikleri arasında yaşadıkları bunalımdan kaynaklanır”
Erdal Öz: Yaralısın
Erdal Öz’ün Yaralısın adlı romanı 1974’te yayımlanır. Bu roman da Şafak gibi, bir gözaltıyla başlar. Romanda zaman ve tarih açık olarak belli olmasa da, işkence, sorgulama, egemen güçler karşısında yalnız kalan, kendisiyle çatışmaya düşen, bütün değerlerini sorgulayan devrimci genç portresi, 12 Mart romanının belirgin özelliklerinden biridir. Romanda asıl ortaya konmak istenen, insanlık dışı sayılabilecek bir mekanizmanın karşısında yalnız kalan, ezilen, taşıdığı düşüncelerden kuşkuya düşen bir devrimcinin yenilgisidir.
Mehmet Eroğlu: Issızlığın Ortasında
12 Mart sonrasında yazılıp yayımlanan, “içeri alınan ve işkence gören devrimci” görüntüsünden farklı bir çatışmayı ortaya koyan bir roman Mehmet Eroğlu’nun Issızlığın Ortasında’sıdır. 1979 yılında yayımlanan roman, 12 Mart döneminde sorgulama ve işkenceden geçmiş; o tarihten sonra da yaşayıp tanık olduklarıyla da kendi içinde çatışmalar yaşamış, bu çatışmalardan sağlıklı bir dönüşüme ulaşamamış Ayhan’ın hikâyesidir. Hatta “Eroğlu’nun geçmişi ile romanın baş kişisi Ayhan arasında bağlantılar olduğu gözlemlenebilmektedir. Yazarın, 1971 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden makine mühendisi olarak mezun olması, 12 Martta tutuklanması, hapis yatması ile Ayhan’ın aynı yıllarda makine mühendisi olarak mezun olması ve tutuklanması arasında benzerlik bulunmaktadır”.