ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI - Ünite 9: Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 9: Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı

Çağdaş Türk Romanında Yeni Açılımlar, Yeni Söylemler

Sanayileşmenin ön plana çıktığı, uygarlık ürünlerinin yaygınlaştığı 1970’li yıllarda köy romanında bir durgunluk görülür. Bu tür romanlardan bunalan kimi yazarlar, yeniden aydın problemi çevresinde kent insanının sorunlarına yönelirler. Bir önceki kuşaktan toplumdaki sosyal dengesizlikleri gündeme getiren romancıları, yeni kuşaktan modern roman tekniklerini eserlerinde uygulayan ve toplumsal sorunlardan bireysel sorunlara geçen romancılar izler. Bu romancılar arasında dönem aydınının içinde bulunduğu yalnızlığı, korkuları, çelişkileri işleyen Hikmet Erhan Bener, aydındaki yalnızlık acılarını işleyen Ferit Edgü, bütün romanlarının konusunu 50’li 60’lı yılların Beyoğlu hayatından alan ve bu mekânda yaşanan renkli ve canlı hayatı anı tadında öyküleştiren Demir Özlü gibi romancılar dikkati çeken adlardır.

Konularını Doğu-Batı çatışması içinde yurt dışına çalışmaya giden/göç eden işçilerin/göçmenlerin yaşamlarından alan Bekir Yıldız, Gülten Dayıoğlu, Tarık Dursun K, Adalet, Dursun Akçam, Zülfü Livaneli, Yüksel Pazarkaya, Abbas Sayar, Necati Tosuner, Tekin Sönmez, Nevzat Üstün, Günay Dal, Hasan Kayıhan, Rıza Hekim, Gül Turan, Özdemir Başargan, Fethi Savaşçı, Renan Demirkan, Mustafa Akgün, Ali Erkan Kavaklı romanlarında bu insanların yaşadıkları olumsuz şartları, gurbet duygusunu, konuk olarak bulundukları ülkelerin insanları tarafından aşağılanmalarını, ülkelerinde ‘gurbetçi’, ‘almancı’ gibi yakıştırma adlarla küçümsenmelerini işlediler.

Konularını daha çok yakın çevresinden ve gözlemlerinden alan, toplumdaki sıra dışı yaşayışları işleyen ve bu ilişkileri aşk potasında eriterek yoğuran bir romancı kimliğiyle okurun karşısına çıkan Selim İleri, ilk romanı Destan Gönüllerden başlayarak gittikçe zenginleşen izlekleriyle ve sıra dışı aşkları konu edinen romanlarıyla dikkati çekmektedir. Selim İleri, Ölünceye Kadar Seninim romanında Süha Rikkat adlı bir kadının yaşamına giren iki erkek ile olan birlikteliği ve ayrılık nedenlerini sorgular. İleri, asli kişi aynı zamanda başarılı bir romancı olan Süha’nın iç dünyasını okura açarken bilinç akışı tekniğini başarılı bir şekilde kullanmıştır.

İleri son romanı Yarın Yapayalnızda yine sıra dışı bir aşkı işlemektedir. Toplumda saygın bir yere sahip olan kahramanın kalabalıklar içinde bile yalnız olduğunu, sürekli toplum baskısıyla karşı karşıya kaldığı için acılarla dolu aşkını ve duygularını gizlemek zorunda kalışını anlatır. Başkişisinin duygu dünyasını ve birtakım açmazlarını yansıtırken bilinç akışı tekniğini kusursuz denecek ölçüde kullanır.

Alev Alatlı, Kıbrıs’ta başlayıp Yunanistan’da son bulan Kıbrıs’lı iki kişinin Eleni ile Arif Tahsin’in evlilik serüvenini anlattığı ilk romanı Yaseminler Tüter mi Hâlâ’dan sonra kaleme aldığı Or'da Kimse Var mı? genel başlığı altında yayımlanan dörtlemesinde yerleşmiş değerler ile aydının çatışmasını işler. Alatlı’nın iki cilt hâlinde yayımlanan ütopik karakterli son romanı Schrödinger’in Kedisi’nde simgesel bir anlatımla aslında değişen Türkiye’ye ve Türkiye’nin Cumhuriyetten sonraki sosyal ve politik değişmelerine göndermelerde bulunur.

Kadının Adı Yok ve Kahramanlar Hep Erkek gibi romanlarında kadın sorunlarına feminist bir kadının bakış açısından yaklaşan Duygu Asena, son romanı Paramparça'da bu sefer kadın gözüyle erkek dünyasını aralar. Taşra cinselliğinin yasaklı alanlarını romana taşırken, kişilerinin acılarını, bastırılmış duygularını röportaj tekniğiyle romanlaştırır.

Kadınların sorunlarını farklı bir bakış açısından ele alan Feyza Hepçilingirler, Tanrı Kadın romanında, bir yandan özverili yaşamı içinde kadını yüceltirken, bir yandan da toplumun ona biçtiği değeri sorgular.

Modernleşme Yolunda Yeni Adımlar Ya Da Öncüler

1970’li yıllar, romanımız için yeni açılımların da başlangıcı sayılır. Ancak topyekûn bir başarıdan söz etmek de abartılı bir iddia olur. Birkaç ad dışında, Türk romanı nicelik bakımından gözle görülür bir artış göstermesine rağmen, nitelik bakımından bir düşüşü yaşar. Bunda medyanın sağladığı imkânların ve cilalı imaj adını verdiğimiz reklâmın da önemli etkileri olduğu kesindir. Bu dönemde uyguladıkları farklı ve yeni anlatım tekniklerle romanımıza soluk aldıran kendilerinden sonraki kuşak üzerinde etkili olan romancılar da vardır.

Çağdaş Türk Romanı içinde önemli bir yere sahip olan Oğuz Atay, Tutunamayanlar romanı ile dikkatleri üzerinde toplamayı başarır. Tutunamayanlar, ele aldığı konu, konuyu işleyiş tarzı ve iç monolog, bilinç akışı, alıntı gibi yeni anlatım tekniklerini kullanması bakımından Tanpınar’ın izini süren bir romandır. İçinden çıktıkları topluma yabancı, her şeyi ideolojik söylemle çözümlemeye çalışan yarı aydınlarla alay eden Atay, bu kadarıyla yetinmez, üst kurmaca tekniğini kullanarak, kokuşmuş olarak nitelediği, yerleşik düzenin tüm değer yargılarını sarsar.

1960 sonrası Türk romanında modern anlatım teknikleri, ruhbilimsel ve bireyin iç dünyasına yönelik konuları ile dikkati çeken romancılardan biri olan Yusuf Atılgan, Aylak Adam romanında, öteki kişilerinin zıddına asli kişisinin adını simgesel bir işaretle C. ile vermesi, henüz kişiliği olgunlaşmamış, çocukluktan gelen sorunlar yumağının kabuğunu kıramamış bir varlığı simgelemektedir. Atılgan’ın toplum düzeni için birtakım eleştiriler getirirken çözüm üretmekten kaçınması ve romanın sonunu her türlü yoruma açık bırakması gerçek sevginin bu dünyada olmadığına inanmasından gelmektedir. Atılgan, Aylak Adam’daki başarısını Anayurt Otelinde de geliştirerek sürdürür. Otelde kâtiplik yapan Zebercet adlı kahraman, çocukluğundan getirdiği korkuların, itilip kakılmanın neden olduğu güvensizliğin sonucunda kendisini dış dünyadan soyutlayacak ve cinayete oradan da intihara kadar gidecektir.

Atılgan, geleneksel betimlemelerden, kurgulardan ve anlatma tekniklerinden farklı bir yol izler ve döneminde ülkemizde pek az romancı tarafından denenen bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş, leitmotif gibi zıtlıklardan ve karşıtlıklardan yararlanır, geriye dönüş gibi modern anlatım teknikleriyle okuru ruhsal bakımdan sorunlu kişilerinin iç dünyasına çeker.

Modern, Fantastik ve Post-Modern Eğilimler

1980’lerden itibaren roman yazmaya başlayanlar, toplumsal sorunları ele almakla birlikte biçim ve sanat kaygısını ön plana çıkarırlar. Bunda dünyadaki gelişmelerin yanı sıra kuşak romancılarını politize olmaktan bir ölçüde uzaklaştıran 12 Eylül harekâtının etkisi olduğu açıktır. Ele alman konuların da birtakım zıtlıklara değil, buluşma noktalarına doğru kaydığı dikkati çeker.

Artık, zaman, mekân, olay, anlatıcı gibi geleneksel biçim anlayışı dışında, yapısalcı dil kuramlarını esas alan yeni roman öğeleri olan simgeler, mitler, yeni imgelerle örülü bir sanat anlayışı, biraz el yordamıyla da olsa, romanda uygulama alanı bulmaktadır. Romanlarda, anlatılan konudan ziyade nasıl anlatıldığı öne çıkmış, anlatım aracı olan dil, başlı başına romanın temel öğeleri arasında yer almıştır.

Batıda James Joyce, Franz Kafka, W. Faulkner gibi romancıların başlattığı modernist akım ile Vladimir Nobakov, Alain Robbe Grillet gibi yeni romancıların başlattıkları post-modern anlatım teknikleri biraz gecikmeyle de olsa Türk romancıları tarafından uygulanma fırsatı bulur.

İlk kez 50’li yıllarda Tanpınar’ın başlattığı klasik anlatma tarzlarının dışında romanın kurgusuna ve anlatım biçimine yönelik bu akımın en belirgin özellikleri şöyle sıralanabilir;

  • Klasik romanda yol gösterici aydın imgesinin yerine her şeyi bilmeyen sıradan bir insan tipini yerleştirmek
  • Okuyucuyu bilinmezlik ve belirsizlik içine sürükleyerek çözümden kaçınmak
  • Üst kültür ve alt kültür ayrımına karşı çıkmak
  • Esere sadece bir kurmaca, yazarın elindekilere ise malzeme olarak bakmak
  • Bol bol gerçek dışına yer vermek
  • Sanat ile gerçek yaşam arasındaki bağları koparmak
  • Kurmaca olaylar yanında romanın yazılış serüvenini de romana konu etmek
  • Okuru eserin içine çekerek kendi yorumunu ve sonucunu kurmaya zorlamak
  • Dili bilinene ve geleneksel anlatıma karşı kullanarak okuru metne yabancılaştırmak
  • Yeri geldikçe roman kurgusunun dışına çıkarak roman kişisi ile okur arasında diyalog kurmak
  • Roman kişilerinin iç dünyalarındaki karmaşık ruh hâlini verebilmek için alışılmışın dışında farklı anlatım tekniklerine yer vermek

Anlatım teknikleri ve post-modernist yaklaşımlarıyla dikkat çeken Orhan Pamuk, Yeni Hayat romanıyla bu alandaki yolunu belirler. Yolculuk ana izleği çevresinde gelişen roman, aslî kişinin okuduğu bir kitabın etkisinde kalarak daha önceki değerlerinden uzaklaşmasını, çevreye karşı duyarsızlaşmasını ve yolculuğa çıkmasını konu alır. Kahraman bu yolculuk sırasında "kendisi olmaya" çalışır. Tamamen üst-kurmaca bir özellik taşıyan Yeni Hayat’ta belli bir zaman ve yerden de söz edilemez. Öykünün kendisinden ziyade öykünün anlatılması üzerinde duran roman, bir bakıma modern sanatın sınırlarını ironi ve nihilizmle yıkmaya çalışmaktadır.

Pamuk’un bir diğer romanı Kara Kitap, tüm post-modern romanlarda olduğu gibi öyküden ziyade öykünün anlatım serüvenini işleyen tekniği yanında, geleneksel anlatı türlerinden yararlanarak modern bir roman yazılacağının da yolunu gösteren ve Türk romancılığında yeni ufuklar açan bir romandır.

Toplumsal sorunları ve bu sorunlar içinde başat bir yer tutan kadınların bireysel dertlerini ele alan ve çağdaş kadın yazarların yaptığı gibi kadınların eylemci yanlarını öne çıkaran Pınar Kür, onların özgürlüklerini elde etmeleri için sadece sınıfsal mücadeleyi yeterli görmez, bunun yanında siyasal çatışmaları da işaret eder. Öte yandan romanlarında yaşadığı zamandan ve mekândan şikâyet eden kişilerinin iç dünyalarındaki huzursuzlukları, birtakım açmazları, yalnızlıkları birey-toplum değerleri uyuşmazlığında ele alır. Ama herhangi bir çözüme ulaşmaz.

Pınar Kür, polisiye türünün tekniklerinden yararlanarak kaleme aldığı Bir Cinayet Romanı’nda bir yandan okuru, türün gereği olarak, heyecanlandırırken; öte yandan kurmaca metin ile gerçeklik arasındaki ince çizgiye dikkati çeker. Romanda, kurmaca ile gerçeklik arasında üç farklı dünyadan söz etmek mümkün: Bunlardan ilki yazarın, bizlerin içinde yaşadığımız dış dünya; ikincisi bu dış dünyadan yansıyan kurmaca dünya; üçüncüsü ise, kurmaca dünyanın kişilerinden Akın tarafından kurgulanan ve kurmaca içinde kurmaca dünya diye de adlandırabileceğimiz üstkurmaca dünya.

Türk romanında farklı bir ekolü temsil eden Bilge Karasu, öykücülükle romancılığı bir arada yürüttüğü eserlerinde sevgi, dostluk, tutku, korku, ölüm, bireyin ezilmesi, inanç ve baskı çatışması, başkaldırma ve boyun eğme gibi temel izlekleri özgün bir söz dizimiyle işler. ‘Kapalı’ metinlerin yazarı olarak tanınan Karasu, bir cambaz gibi âdeta dille oynar. “Her tümce yaşamla birlikte biter. ” düşüncesinden yola çıkarak, İkinci Yeni’cilerin şiirde yaptıklarını roman ve öykülerinde gerçekleştirir.

Romanlarında klasik anlatım tekniklerinden saparak bilinç akışı, iç monolog gibi yeni anlatım teknikleriyle kendine özgü bir yol tutturan Adalet Ağaoğlu, tüm romanlarında toplumun değişik katlarından seçtiği kişileri aracılığıyla 1950’li yıllardan itibaren Türk toplumunda görülen sosyal ve düşünsel değişiklikleri,, iyi hazmedilmemiş yozlaşma düzeyindeki batılılaşmayı, köksüz ve özümsenmemiş modernizmi, kaba sloganlara dayalı ulusçuluğu, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün demokratik olmayan uygulamalarını, sömürü aracı olarak kullanılan sermaye birikimini, Avrupa ülkelerine çalışmaya giden gurbetçiler ve sorunlarını, 70’li yıllardan itibaren uzun zaman gündemi tutan sağ-sol çatışmalarını eleştirel gerçekçi bir yaklaşımla biraz da ironik bir anlatımla ele alır.

Şiirsel üslûbuyla ve geleneksel anlatma formlarından yararlanarak oluşturduğu özgün anlatım tekniğiyle kendinden söz ettirenlerden Latife Tekin geçmişten günümüze uzanan çizgide meydana gelen daha çok popüler ve tartışmaya açık konular üzerine oturttuğu siyasal içerikli romanları ile dikkat çeker.

Edebiyatımıza fantastik gerçekçilikle giren Nazlı Eray, düş ile gerçek arasında daha çok fantastik gerçekçiliğin gizemli ve düşsel dünyasına götürür okuru.

Kadın sorunlarını işleyen romancılardan İnci Aral, yer yer öne çıkan ve abartılı olarak verilen cinsel ögeler romanların doğallığını bozsa da; iç konuşma tekniği, ustaca kurulmuş denge, dilsel oyunlar, geri dönüşlerle sağlanan hareketlilik ve yalınlık romanlara akıcılık kazandırmaktadır.

Düşsel romanlarıyla ünlenen Buket Uzuner, İki Yeşil Susamuru romanında okuru bir kadının düşsel ve fantastik dünyasına götürür.

Öykü ve romanları pek çok yabancı dile çevrilmiş olan Nedim Gürsel bütün eserlerinde farklı anlatım tekniklerini denemesiyle ve şiirsel üslubuyla dikkati çeker.

Biyografi yazarı olarak ünlenen ve öyküleme tekniğini kullanan Ayşe Kulin, Adı Aylin, Füreyya, Sevdalinka, Köprü, Nefes Nefese ve Gece Sesleri kitaplarıyla bilinir.

Yeni Arayışlar: Fantastik, Bilim-Kurgu, Polisiye Romanlar

1980 sonrası Türk romancılarının en belirgin özellikleri arayışlar içinde olmalarıdır. Bunun sonucu olarak işlenen konudan anlatım tekniklerine, polisiyeden fantastike ve bilim-kurguya kadar farklı eğilimler romanlarda yankısını bulur.

Felsefeyi edebiyata sokan Ihsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası, Kitabü’l Hiyel, Efrasiyab’ın Hikâyeleri, Amat ve Suskunlar adlı romanları ile hem kurgu hem de felsefi söylemleriyle öne çıkar. Tüm romanlarına egemen olan ana düşünce şudur: Üzerinde yaşadığımız bu dünya, ölümsüzlük peşinde koşmak yerine sevgi ile daha yaşanabilir ve anlamlı kılınabilir. Anar’ın romanları, biri dışında tarihsel bir zemine oturmasına rağmen, tarihte geçen yaşanmış olayları ya da tarihsel sorunları ele almış değildir. Kişiler, nakilciler de dahil tarihte iz bırakmış kişiler değil, sıradan kurmaca dünyaya ait figürlerdir. Hatta tarihsel kişilerin adı hemen hiç geçmez. Bu bakımdan romanlarda tarihten sadece bir atmosfer, bir arka plan oluşturmak için yararlanılır.

Bir takım arayışlar içinde olanlardan biri de Enis Batur’dur. “Fugue Sanatı üzerine bir roman denemesi” alt başlığını taşıyan ve Batı müziği formuna göre düzenlediği romanlar, kurgusu bakımından farklı bir deneme olarak dikkati çeker.

Can Eryümlü, yarı bilim-kurgu yarı fantastik ama daha çok mitolojiyi, masal ögelerini, efsaneyi ve tarihi belli bir coğrafyada harmanladığı romanlarında bilinen bilimkurgu romanlarının zıddına ütopyasını gelecekte değil geçmişten kurar.

Genç Kuşak Romancılar Ya Da 2000 Sonrası Romancıları

Pek çok genç romancının ilk eserlerini verdiği 2000’li yıllar, Türk romancılığı açısından oldukça verimli yıllar olarak düşünülebilir. Her yıl gittikçe artan katılımlarla roman sayısının 2004’te 250’ye kadar ulaşması bu yargıyı doğrulamaktadır. Sözünü ettiğimiz bu romancılardan kimileri edebiyatı içsel bir boşalma olarak gördüklerinden, çoklukla özyaşamöyküsel bir anlatım yolunu benimserken; anlatma sanatında neyin anlatıldığının değil nasıl anlatıldığının önem taşıdığı bilincinde olan kimileri de nitelikli romanlarıyla dikkat çekerler.

Sayıları yüzleri aşan bu adların hepsini dilin kullanılışı, üslup, içerik, anlatım tekniği ve kurgu bakımından usta romancı addetmek elbette doğru değil. Ancak niceliksel bakımından dikkati çeken bu yoğunluk çağdaş Türk romanının nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır.

Sonuç

1960-2000 yılları, hızlı bir değişim yaşayan Türk toplumunda roman yazarları bakımından verimli yıllar olmuştur. Özellikle 80’li yıllardan itibaren depolitize olan toplumsal yapı, gerçeklerden uzakta, tepkisiz ve duyarsız biraz da dönemin nimetlerine boyun eğmiş bir yazar ve okur kitlesi oluşturur. Ülkenin hızlı bir değişim yaşadığı, ihtilaller, muhtıralar siyasal dalgalanmalar gördüğü bu dönemde yaşananların pek çoğu, estetik bakımdan düzeysizliklerine rağmen, romanlarda yankısını bulmakta gecikmemiştir. Romana gösterilen ilgi, öteki edebî türleri geride bırakmış ve niceliksel olarak inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.