ÇALIŞMA EKONOMİSİ I - Ünite 1: Çalışma Ekonomisine Giriş ve Temel Kavramlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Çalışma Ekonomisine Giriş ve Temel Kavramlar

Çalışma Ekonomisinin Konuları

İnsanın bizzat üretime katılma fonksiyonu olarak ifade edilen emeğin üretimde kullanılır hâle gelmesi, yani istihdam edilmesi için emekle ilgili birbirini tamamlayıcı iki fonksiyonun bir araya gelmesi gerekir. Bunlar emek arzı ve emek talebidir. Emek arzı ve talebinin karşılaştığı ve emeğin fiyatı olan ücretin belirlendiği piyasaya ise emek piyasası adı verilir. Çalışma ekonomisi, emek arz ve talebinin karşılaştığı emek piyasasının işleyişi ve bu piyasada ortaya çıkan sorunlarla uğraşan bir disiplindir

Çalışma ekonomisinin cevabını aradığı sorulardan bazıları şunlardır:

  • Endüstri toplumlarının çoğunda, geçtiğimiz yüzyıl boyunca, neden kadınların işgücüne katılımı sürekli bir artış göstermiştir?
  • Göçün, yerel işgücünün ücret ve istihdamı üzerine etkisi nedir?
  • Asgari ücretler nitelik düzeyi düşük çalışanların işsizlik oranını arttırır m?
  • İş sağlığı ve güvenliği düzenlemelerinin istihdam ve gelirlere etkisi nedir?
  • İnsan sermayesine yapılan sübvansiyonlar, dezavantajlı çalışanların ekonomik refahının arttırılmasında etkin bir yöntem midir?
  • Sendikaların üyeleri ve ekonomi üzerindeki ekonomik etkileri nelerdir?
  • Cömert bir işsizlik sigortası işsizlik süresini uzatır mı?
  • Avrupa’daki işsizlik oranı niçin Amerika Birleşik Devletleri’nden daha yüksektir?

Çalışma Ekonomisinin temel konularını kitabınızın 3. Sayfasında Şekil 1.1’de gözlememiz mümkündür. Şekilde Çalışma Ekonomisinin konularının “makroekonomik” ve “mikroekonomik” konular olmak üzere ikiye ayrıldığı anlatılmaktadır. Makroekonomik konular, ekonominin bütününe ilişkin alanları kapsarken, mikroekonomik konular ise bireysel ekonomik birimlerin kararlarıyla ilgilenir.

Emek Piyasalarına Genel Bir Bakış

Çalışma ekonomisini ekonominin diğer alanlarından farklı kılan en temel özellik, kuşkusuz ilgi alanının “en kutsal değer” olarak kabul edilen “insan emeği” ve bu emeğin “alınıp satıldığı” emek piyasası olmasıdır. Genel olarak, arz ve talep kanunlarının geçerli olduğu bir yeri anlatan “piyasa” kavramı, emek piyasaları söz konusu olduğunda emek arz ve talebinin karşılaştığı, emeğin fiyatı olan ücret ve diğer çalışma koşullarının belirlendiği bir ortamı ifade etmektedir. Emek piyasası kavramı bir soyutlamadır; emeğini arz edenlerle emek talep edenlerin bir araya geldikleri ortamı tanımlamak üzere kullanılan analitik bir kurgudur.

Emek piyasalarının başlıca fonksiyonu ücretlerdeki düzenlemeler yoluyla emek arz ve talebinin dengelenmesi ve eşitlenmesidir.

Emek piyasası, firmalar açısından faaliyet gösterilmesi zorunluluğu olan 3 yaşamsal piyasadan birisidir. Bunun dışında kalan diğer iki piyasa ise ürün ve sermaye piyasalarıdır. Emek ve sermaye piyasaları firmaya gerekli girdilerin sağlanmasında, ürün piyasası ise elde edilen ürünün satılmasında önem taşımaktadır.

Emek piyasalarını diğer piyasalardan ayıran birçok farklı özellikler bulunmaktadır. Emek piyasasını mal ve diğer piyasalardan ayıran belki de en önemli özellik, emeğin istihdamının çalışan ve çalıştıran arasında kişisel bir ilişkiyi ifade etmesidir. Emek, sadece para ile ölçülebilen bir değer olmayıp kişiliğin bir parçası olarak istek, yetenek, deneyim ve bilgi ile bütünleşerek arz edilen bir değerdir. İşçiler için emek piyasasında ne kadar ücret kazanıldığı ölçüde nasıl bir ortamda çalışıldığı da önemlidir. Bu nedenle işveren istihdam paketinde ücretin yanı sıra diğer unsurları da bulundurmak zorundadır. İşçiler sadece en yüksek ücret almayı değil, bütün bu unsurları göz önüne alarak en yüksek faydayı elde etmeyi amaçlarlar

Emek piyasası hakkında genellikle hem işveren hem de işçi bakımından bir bilgi eksikliği söz konusudur. İşverenler için, işçinin verimlilik kapasitesini ölçmek ve piyasada daha iyi niteliklere sahip iş arayanların olup olmadığını bilmek güçtür. Aynı şekilde işçinin de bulduğu işin kendisi için ne kadar uygun ve tatmin edici olduğunu, piyasada daha iyi işler bulup bulamayacağını değerlendirebilmesi de zordur.

Bireyler, motivasyonları, belirli işlere yatkınlıkları, yetenekleri ve risk alma istekleri bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Tek bir emek piyasası yoktur, farklı birçok iş için binlerce piyasa vardır. Bu piyasalar bazen beceri düzeylerindeki farklılıklara göre, bazen de coğrafi alan bakımından sınıflandırılmaktadır.

Emek piyasalarında grup ilişkilerini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır.

Emek piyasasında işçinin pazarlık gücü nispi olarak azdır. Genellikle bu piyasalarda güç “alıcılar” lehinedir. Çünkü iş arayanların sayısı açık işlerden fazladır. İşveren bekleyebilir ya da birçok işçi arasından seçim yapabilir, ancak işçi sınırlı kaynaklara sahip olduğu için istihdam koşullarının belirlenmesinde işveren kadar etkili olamaz. İşçinin “pazarlık gücü” bir işi kabul etme ya da geri çevirebilme kabiliyetine bağlıdır.

Buraya kadar anlatılanlardan hareketle emek arz ve talebinin işgücü piyasasında çıktıları nasıl etkilediğini kitabınızın 6. sayfasındaki Şekil 1.3’te gösterilen Neoklasik emek piyasası akımı ile özetlemek mümkündür.

Çalışma Ekonomisinin Bazı Temel Kavramları

Çalışma ekonomisine ait çeşitli kavramlar ve bu kavramların içerikleri kadar, bu kavramlar tarafından temsil edilen emek piyasasına ait kategorilerin ölçülmesi de oldukça sorunlu bir alandır. Her şeyden önce, emek piyasasındaki kategorilerin uluslararası düzeyde kabul edilmiş bir standarda oturtulması konusu gelir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) bu anlamda genel kabul görmüş standart tanımlar oluşturmaktadır. Ancak, emek piyasasına ait kategorilerin kesin içeriği, her birinin nasıl tanımlandığına bağlı olarak değişir.

Çalışma ekonomisine ilişkin olarak burada yer alacak temel kavramlar ve tanımlamalardan bazıları ileriki ünitelerde daha geniş olarak yer alacağından, burada bir tekrara yol açmamak için kısaca ele alınacaktır.

Çalışma Çağındaki Nüfus : Çalışma çağındaki nüfus tanımlanırken bir yaş sınırlamasından hareket edilir. Genellikle, bu çağın alt sınırı, zorunlu temel eğitimin bitişini ifade ederken; üst sınırı da emeklilik yaşına karşılık gelmektedir. Ülkeler arasında yaygın olan yaş sınırları 15-64 yaşları arasıdır. Yani, 15-64 yaşları arasındaki kişiler çalışma çağındaki nüfusu oluşturmaktadır.

Aktif Nüfus : Aktif ya da faal nüfus, çalışma çağında yani 15 ve daha yukarı yaş grubunda olup kurumsallaşmamış nüfustan oluşmaktadır. Buna, aynı zamanda, kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus adı da verilmektedir. Kurumsallaşmamış nüfus, Türkiye İstatistik Kurumuna göre; “okul, yurt, otel, çocuk yuvası, huzurevi, özel nitelikli hastane, hapishane, kışla ve orduevi gibi yerlerde ikamet edenlerle yabancı uyruklular dışındaki nüfustur. Aktif nüfus işgücü ve işe dahil olmayanların toplamı anlamına gelmektedir.

İşgücü : İşgücü bir ülkedeki emek arzını insan sayısı yönünden ifade eden bir kavramdır. Başka bir tanımlama ile bir ülkedeki nüfusun üretici durumda bulunan yani ekonomik faaliyete katılan kısmıdır. Çalışma çağındaki nüfustan, çalışmak istemeyenleri, çalışmasını engelleyen bir sakatlığı olanları, askerlik hizmetini yapanları, ev kadınlarını, öğrencileri ve mahkûmlar gibi gözetim altında tutulanları çıkarıp çalışma çağı dışında olduğu hâlde çalışmak zorunda olan çocuklarla yaşlıları eklersek sivil işgücüne ulaşılır. İşgücü istihdam edilenler ve işsizlerin toplamı anlamına gelmektedir.

Türkiye İstatistik Kurumu, işgücüne dahil olmayanları şu gruplara ayırmıştır:

İş aramayıp çalışmaya hazır olanlar: Çeşitli nedenlerle bir iş aramayan, ancak 2 hafta içinde işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.

İş bulma ümidi olmayanlar: Daha önce iş aradığı hâlde bulamayan veya kendi vasıflarına uygun bir iş bulabileceğine inanmadığı için iş aramayan ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.

Diğer: Mevsimlik çalışma, ev kadını olma, öğrencilik, irad sahibi olma, emeklilik ve çalışamaz hâlde olma gibi nedenlerle iş aramayıp ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.

Mevsimlik çalışanlar: Mevsimlik çalışması nedeniyle iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.

Ev işleriyle meşgul: Kendi evinde ev işleriyle meşgul olması nedeniyle iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.

Öğrenci: Bir öğrenim kurumuna devam etmesi nedeniyle iş aramayan ve iş başı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.

Emekli: Bir sosyal güvenlik kuruluşundan emekli olduğu için iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.

Çalışamaz hâlde: Bedensel özür, hastalık veya yaşlılık nedeniyle iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.

Diğer: Ailevi ve kişisel nedenler ve bunun dışındaki diğer nedenler ile iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.

İstihdam ve İstihdam Oranı : İstihdam kavramı, geniş anlamda üretim faktörlerinin üretim sürecinde kullanılmasını ifade eder. “İstihdam” ile “çalışma” kavramları arasındaki farkı da vurgulamak gerekir. İstihdam, belirli bir bedel (ücret, kâr gibi) karşılığı olarak piyasa ile olan ilişkiyi tanımlarken, çalışma kavramı daha genel bir kavramdır. Bir ev kadınının evdeki faaliyetleri ya da bir öğrencinin dersi ile ilgili faaliyetleri hep çalışmadır ve bu faaliyetlerin hemen hepsinin parasal bir karşılığı yoktur.

İstihdam Oranı = istihdam edilenler/Aktif nüfus X 100 şeklinde hesaplanır.

Şubat 2017 itibariyle Türkiye’de istihdam oranı %45,3’tür. Bunun anlamı aktif nüfus içerisinde yer alan her 100 kişiden 45,3’ü istihdam edilmektedir.

İşsizlik ve İşsizlik Oranı : İşsizlik, çalışma istek ve yeteneğinde olduğu hâlde piyasa ücret haddinden iş bulamama durumu olarak ifade edilebilir. Türkiye İstatistik Kurumuna göre, referans dönemi içinde istihdam hâlinde olmayan (kâr karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiç bir işte çalışmamış ve böyle bir iş ile bağlantısı da olmayan) kişilerden iş aramak için son üç ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan tüm kişiler işsiz nüfusa dahildirler.

İşsizlik oranı = İşsizler / İşgücü X 100 şeklinde hesaplanır.

Şubat 2017 itibariyle Türkiye’deki işsizlik oranı %12,9’dur. Bunun anlamı işgücü içerisinde yer alan her 100 kişiden yaklaşık 13 kişi işsizdir.

Eksik İstihdam : Eksik istihdam, istihdamın sektörel dağılımı içinde tarımın ağırlıkta olduğu, ücretsiz aile işçilerinin yoğun olarak bulunduğu ve işsizlik sigortası uygulamasının bulunmadığı ülkelerde, işgücünün gereği gibi değerlendirilememesinden kaynaklanan önemli bir sorundur. İşsizlik sigortasının bulunmadığı ya da sınırlı olduğu ülkelerde, kişiye işsiz kaldığında, geçimini temin edebilecek bir gelir düzeyi sağlanamamaktadır. Bundan dolayı da kişi, sahip olduğu eğitim ve niteliğe uygun olsun ya da olmasın veya elde edeceği ücret düzeyi ne olursa olsun çalışmak zorunda kalmaktadır. Böylece, kişi işsiz olmaktan kurtulmakta, ancak bu kez de sorun eksik istihdam olarak ortaya çıkmaktadır. Eksik istihdam tanımlanırken, genellikle “düşük”, “daha az”, “yetersiz” gibi kavramlar kullanılarak istihdamın düşük nitelikli bir türü biçiminde ifade edilir. Bu tanımlamalar yapılırken eğitim, çalışma alanı, ücretler ve işin devamlılığı gibi kriterlerden hareket edilir.

Eksik istihdamın boyutları şu şekilde belirlenebilir:

  • Kişi, işin gerektirdiğinden daha fazla formel eğitime sahiptir.
  • Kişi, formel eğitimi dışındaki bir alanda gönülsüz olarak çalışmaktadır.
  • Kişi, işin gerektirdiğinden daha fazla iş deneyimine ve niteliğe sahiptir.
  • Kişi, gönülsüz olarak yarı zamanlı, geçici veya kesintili istihdamdadır.
  • Kişi, bir önceki işinden % 20 veya daha az kazanmaktadır (çalışma hayatına yeni girenler için aynı mesleki nitelikteki kişilerden % 20 az kazanması koşulu aranır).

Uluslararası Çalışma İstatistikçileri Konferansı’nın (ICLS) 1982 yılında yapılan 13. toplantısında eksik istihdam, görülebilir ve görülemeyen eksik istihdam olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Görülebilir eksik istihdam (visible underemployment) temelde istatistiksel bir kavram olup doğrudan iş miktarındaki bir yetersizliği ifade eden işgücü istatistikleriyle ölçülebilir. Görülemeyen eksik istihdam (unvisible underemployment) ise işgücü kaynağının yanlış kullanımını veya işgücü ve diğer üretim faktörleri arasında temel bir dengesizliği yansıtan analitik bir kavramdır.

ICLS’nin 1998 yılında yapılan 16. toplantısında, eksik istihdamın tanımı ve ölçülmesi yeniden gözden geçirilmiş ve bu konuda önemli bir adım atılmıştır. Buna göre eksik istihdam, zamana dayalı eksik istihdam (time-related underemployment) ve yetersiz istihdam (inadequate employment) olarak ikiye ayrılmıştır.

İşgücüne Katılma Oranı : İşgücüne katılma oranı, istihdam edilenlerle işsizlerin toplamının oluşturduğu işgücünün aktif nüfusa oranıdır. Bu oran, aktif nüfus içeresinde işgücünün nispi ağırlığını gösterir.

İşgücü İşgücüne Katılma Oranı = İşgücü/Aktif nüfus X 100 şeklinde hesaplanır.

İşgücüne katılma oranını etkileyen faktörler genellikle, bireysel emek arzını belirleyen faktörlerle özdeştir. Bu faktörlerin başında ücret oranı gelmektedir. Bunun yanında, emek piyasasının koşulları, eğitim düzeyi, kentleşme, kadınların çalışmasına yönelik sosyal tutumlar, boş zamanı daha değerli kılan teknolojik yenilikler ve demografik faktörler de işgücüne katılma oranını etkilemektedir.

Bağımlılık Oranı : Bir ülke nüfusunun tamamı tüketicidir, ancak çalışma çağındakiler hem tüketici hem de üreticidirler. Üretim-tüketim dengesini sağlamak için üretime katılanların kendileriyle birlikte katılmayanlara da yetecek kadar üretimde bulunmaları gerekir. Bunun ölçüsü bağımlılık oranıdır. Bağımlılık oranı, çalışma çağındaki kişilere bağımlı olan nüfusun kaba bir ölçüsüdür.

Bağımlılık oranını iki farklı bileşene ayırmak mümkündür. Bunlar; çocuk bağımlılık oranı ve yaşlılık bağımlılık oranıdır. Çocuk bağımlılık oranı, 15 yaşın altındaki çocuk sayısının çalışma çağındaki nüfusa, yani 15-64 yaş grubundaki nüfusa oranıdır. Doğurganlık oranlarının yüksek olduğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, çocuk bağımlılık oranı gelişmiş ülkelere göre daha yüksektir.

Emek Verimliliği : Verimlilik en genel anlamıyla üretim sürecine katılan üretim faktörleriyle elde edilen üretim arasındaki ilişkiyi ifade eder. Uygulamada çeşitli verimlilik ölçümleriyle karşılaşmamız mümkündür. Eğer üretim miktarı, üretimde kullanılan toplam faktör miktarına bölünüyorsa “toplam verimlilik”, üretim faktörlerinden sadece birisine oranlanıyorsa “kısmi verimlilik” söz konusudur. Bu durumda, “emek verimliliği”, “sermaye verimliliği” ya da “müteşebbis verimliliği” gibi verimlilik türlerinden bahsedilebilir. Emek verimliliği, belirli bir dönemde bir firmanın, iş kolunun veya ülkenin ürettiği toplam reel üretim miktarının, bu üretimin elde edilmesi için kullanılan toplam emek-saat miktarına bölünmesiyle elde edilir.

Emek verimliliği = Toplam ürün/Çalışılan süre X 100 şeklinde hesaplanır.

Emek verimliliğini belirleyen unsurların başında, üretimde kullanılan emeğin kalitesi gelmektedir. Kuşkusuz, emeğin kalitesi ile eğitim düzeyi arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır. İyi eğitilmiş, vasıf düzeyi yüksek işçilerin verimlilik düzeyi de yüksek olacaktır. Eğitimin yanında, sağlık ve beslenme koşulları gibi yaşam şartları da emeğin kalitesi üzerinde etkili olmaktadır. Emeğin verimliliğini belirleyen bir başka unsur, birim emek başına düşen sermaye malı miktarıdır. Zamanla sanayide kullanılan makine sayısındaki artışlar işçi başına daha fazla sermaye malı düşmesine neden olmuş, bu da verimliliği yükseltmiştir.