ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ - Ünite 2: Çalışma İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Çalışma İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi
Giriş
Türkiye’de çalışma ilişkilerinin Cumhuriyet Dönemi ile birlikte önemli bir dönüşüm geçirdiği kabul edilmektedir. Bu düşünce ile ülkemizde çalışma ilişkilerinin tarihsel gelişimi Cumhuriyet Öncesi ve Cumhuriyet Dönemi olarak iki bölümde ele alınmış, Cumhuriyet önemli bir dönüşümün başlangıcı ve Türkiye’de çalışma ilişkilerinin tarihsel gelişimi açısından bir kırılma noktası olarak kabul edilmiştir.
Çalışma İlişkilerinin Dünyada Tarihsel Gelişimi
Çalışma İlişkilerinin Sanayi Devrimi Öncesi Tarihsel Gelişimi
10. yüzyıla kadar süren dönem Aile Ekonomisi ve Kölelik Düzeni olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde ekonomik hayat tarım ve hayvancılığa dayanmakta, üretim sürecinde köleler önemli bir yer tutmaktadır. Aile reisi, mutlak egemenlik haklarına dayanarak aile üyeleri ile kölelerin iş ilişkilerini, dilediği gibi düzenlemektedir. Bu ilişkilerde, ne bir iş sözleşmesinden, ne de hukukî anlamda bir ücret ödenmesi yükümlülüğünden söz edilemez. Bu dönemde üretimde emeğin yerini alabilecek başkaca bir teknoloji ve enerjinin olmaması, üretim biçimini ve bunun belirlediği köleci toplum düzeninin değişmesini zorlaştırmış toplum düzeni yüzlerce yıl hemen hemen hiçbir değişime uğramaksızın devam etmiştir.
10-15. yüzyıllar arasında Feodal Düzenin geçerli olduğu dönemde kölelerin yerini senyör, bey, derebeyi gibi adlarla ifade edilen kişilerin mutlak otoritesi altında, tarımsal faaliyetlerde ailece çalışan serfler almıştır. Kölelerden farklı olarak yarı hür insan olan serfler yaşadıkları toprakları terk edip ayrılamazlar, toprağın mülkiyetine değil kullanma hakkına sahiptirler ve görevleri o toprak üzerinde çalışmaktır. Genç serfler tüm aile üyeleri ile birlikte çalışmalarının karşılığında önceleri barınma giderleri karşılığında, sonraları ise düzenlenen ücret tarifelerine göre hizmet görmeye başlamıştır.
15-18. yüzyıllar arasında küçük feodal beyliklerin yerini kuvvetli beyliklerin yer almaya başladığı görülür. Üretim sistemi de aile ekonomisi çerçevesinden çıkarak pazar için üretim esasına dayanmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda, bankalar, borsalar, sigorta şirketleri kurulup güçlenmiş, fuarlar düzenlenmeye başlanmış, para ve kredi büyük önem ve değer kazanmıştır. Birçok yeni iş alanı açılmış ve yeni çalışma biçimleri oluşmuştur. Çeşitli zanaatların yapıldığı değişik statüler altında çalışan kişileri ortaya çıkartmıştır. Zanaatkârların bir araya gelmesiyle esnaf örgütleri oluşmuş, bu örgütler, çeşitli zanaat dallarına ayrılarak loncaları oluşturmuştur. Lonca düzeninde emek ve sermaye kesin biçimde birbirinden ayrılmamış olup, ortak bir üretimde bütünleşmiştir.
Çalışma İlişkilerinin Sanayi Devrimi Sonrası Tarihsel Gelişimi
Sanayi devrimi, tarım ekonomisi yerine sermaye ve makinelerin yer aldığı yeni bir düzene geçilmesini sağlamış, İngiltere’den başlayarak Batı Avrupa ülkelerine yayılmış ve tüm dünyayı etkilemiştir.
Sanayi Devriminin Teknolojik Koşulları: Sanayi Devrimiyle biri dokuma sanayi, öteki de demir-çelik sanayii olmak üzere iki alanda atılımlar yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde, buharlı lokomotifler üzerindeki çalışmalar sonucu, 1830’dan itibaren ilk trenler işlemeye başlamış, demiryolları, köprüler, tüneller, gemiler, limanlar inşa edilmiştir.
Sanayi Devrimi’nin İngiltere’de başlamasının 5 temel nedeni vardır:
- İngiltere, sanayileşmenin iki temel kaynağı olan kömür ve demir madenleri yönünden zengin bir ülkedir.
- İngiltere’de, ticaret serbestisinin olması ve denizcilikteki üstünlüğü gelişmeyi etkilemiştir.
- İngiltere, sermaye yönünden zengin bir ülkedir.
- İngiltere, Avrupa ülkeleri arasında en geniş sömürge imparatorluğuna sahip ülkedir.
- İngiltere ada üzerinde kurulu bir devlettir, güçlü donanmalara sahip olmuştur, daha iyi korunmuş, kendi topraklarında neredeyse hiç savaşmamıştır.
Sanayi Devriminin Toplumsal Koşulları: Sanayi Devrimi, nitelikli ve niteliksiz çok sayıda kişinin çalıştığı endüstriyel üretimin ortaya çıkmasını sağlamış, bu da üretim araçlarına sahip olmayan, geçimlerini emekleri karşılığı aldıkları ücretle karşılayan yeni bir toplumsal sınıfı, işçi sınıfını yaratmıştır. Sanayi Devrimi ile sayıları giderek artan işçi sınıfı, çoğalan servetten yaptıkları katkı oranında pay alamazken; sermayenin, fabrikaların, makinelerin sahibi olan küçük bir sınıf servetini süratle artırmış ve üretim araçlarına sahip olan bu sınıf, giderek artan ekonomik gücüyle siyasal gücü de ele geçirmiştir. Kadınlar ve çocukların çalışma yaşamına girişinin emek arzını süratle arttırdığı ve ücretlerin genel seviyesini düşürerek aileyi tüm üyeleri ile birlikte çalışmak durumunda bırakan bir kısır döngüyü yaratmıştır. Anne, baba, çocuk demeden tüm aile, işçileşerek yok denecek kadar düşük bir ücretle, işin görülmesi esnasında karşılaşılabilecek tehlikelere karşı yeterli işçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri olmadan ve çok uzun iş süreleriyle fabrikalarda çalışmaya başlamışlardır. Koalisyon olarak adlandırılan ilk mesleki yapılanmalar yasaklanmış, işverenler ise, eylemlere katılan işçileri işten çıkartmakla kalmayıp, bu kişilerin başka fabrikalarda iş bulup çalışabilmelerini de engellenmiştir.
Sanayi Devriminin Yaşanıldığı Dönemde Geçerli Ekonomi Felsefesi: Fransız Devrimi ile toplumlarda birey önem ve değer kazanmış, eşitlik ve özgürlük düşünceleri yaygın olarak benimsenmiştir. Klâsik liberalizm kuramı Adam SMITH tarafından oluşturulmuş ve daha sonra aynı düşünceyi paylaşan David RICARDO ve Robert MALTHUS’un katkılarıyla ekonomik ve toplumsal yaşantıyı yöneten doğal bir düzen ve bu düzenin yasaları bulunmaktadır. Devlet, bu düzene karışmaktan kesin olarak kaçınmalıdır. Liberal düşünceye göre bireyler, kendi çıkarları peşinde koşarken ve bunu en iyi gerçekleştirmenin yollarını ararken toplumun da yararına hizmet etmiş olurlar. Ayrıca, emek ve sermaye, üretime yaptıkları katkıların karşılığını tam olarak alacaklardır.
Sanayi Devriminin Yaşanıldığı Dönemde Kurulu Hukuk Düzeni: Bu dönemdeki hukuksal düzen bireyin üstünlüğü temelinde, eşitlik ve özgürlük esasına dayanır. Eşitlik kavramı, gerçek veya tüzel kişilerin tümünün eşitliğini kapsarken özgürlük kavramı, sözleşme serbestisine işaret etmektedir. Bireysel iş sözleşmelerinde işçi ile işveren arasında, tam bir hukuki eşitlik vardı. Emek diğer üretim faktörleri gibi pazarda serbestçe alınıp satılan ve fiyatı arz ve talebe göre oluşan, ticari bir mal-meta-gibi görülmekte ve devlet çalışma yaşamı ve iş ilişkilerine müdahaleden, liberal anlayış çerçevesinde kaçınmaktaydı. Oysa Sanayi Devrimi’nin işçiler arasında yarattığı yoğun rekabet ortamı insanların sözleşme serbestisi ve çalışma özgürlüğünü işverenlerin lehine bozmuştur. Bu dönemde sermaye sahibinin mevcut düzen içinde ekonomik açıdan gittikçe zenginleşerek refaha kavuşmasına karşılık, işçilerin artan bir biçimde sefalete düşmeleri iki sınıf arasındaki uçurumu derinleştirmiş, işçilerin mevcut düzene karşı sermaye ve teşebbüs düşmanlığı şeklinde biçimlenen ayaklanmalarına yol açmıştır.
Sosyal Sorunun Ortaya Çıkışı ve Devlet Anlayışındaki Değişmeler
Sanayi Devrimiyle ortaya çıkan emekle sermaye arasındaki ilişki ya da çelişkiler, çıkar çatışmaları, çözülmesi gereken bir sosyal sorunu doğurmuştur. Çalışma koşullarına devletin müdahalesinin söz konusu olmadığı bu dönemde ücret adaletsizliği ve ağır çalışma koşulları ortaya çıkmış ve bu durum kaçınılmaz olarak işçi sınıfının olduğu kadar toplumun da tepkisini çekmiştir. Kadın emeğinin yetişkin erkek işgücüne göre daha ucuz olması da zamanla işverenlerin maliyeti düşürmek için kadın işgücüne yönelmesine yol açmış, kadınlar son derece düşük ücretlerle fabrikalarda erkeklerin yanında çalışma yaşamına katılmıştır. Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı önemli sosyal sorunlardan biri de, çalışma sürelerinin çok uzun olmasıdır. Artan sosyal sorunların çözümüne yönelik olarak ise, düşünsel düzeyde kimi gelişmeler, sosyal politika ve sosyalist politika yaklaşımları ortaya çıkmıştır. Eylemsel düzeyde ise, işçi sınıfı hareketleri; mesleki hareketler (sendikacılık) ve ekonomik hareketler (kooperatifçilik) gelişme göstermiştir.
Sosyal Sorunun Çözümüne Yönelen Gelişmeler
Düşünsel Düzeydeki Gelişmeler: Liberal düşünce, Adam Smith ile başlamış, David Ricardo ve Thomas Robert Malthus tarafından tamamlanmış ve bir okul niteliği kazanmıştır. Bu düşünceye göre, ekonomik ve toplumsal yaşantıyı yöneten doğal bir düzen ve bu düzenin yasaları bulunmaktadır. Devletin ekonomik ve toplumsal yaşama müdahalesi yersizdir. Bu düzen içinde devletin 3 temel görevi bulunmaktadır:
- Milli savunma hizmetlerini üzerine almak,
- Bireylerin çalışmalarını adalet içinde yapmalarını sağlamak,
- Kârlı olmayan veya bireyler tarafından yapılamayacak işleri yapmaktır.
Sosyalist ilk düşünce akımı, emekle sermayenin ortak bir üretimde yeniden bütünleştirilerek, ekonomik bir birlik oluşturmalarını öngören Birlikçi ya da Kooperatifçi Sosyalistlerin meydana getirdikleri akımdır. İkinci akım ise, sosyal sorunun çözümünde, kapitalist toplum yapısının tümüyle ve devrimci yöntemlerle değiştirilerek, sosyalist toplum yapısına geçmeyi öneren Bilimsel Sosyalizm akımıdır. Üçüncü akım da devrimci değil, evrimci yöntemlerle ve demokratik süreçlere dayalı olarak sosyalizme geçişi öngören Demokratik Sosyalizm akımıdır.
Düşünce alanında liberal düşünceye ilk tepki Sosyal Politikanın kurucularından sayılan Sismondi’den gelmiştir. Ona göre, devletin bir parça etkinliği uygulamadaki sayısız sorunu çözecektir ve devlet aşağıda sıralanan sosyal politikaları uygulamalıdır:
- Küçük çiftçi ve sanatkârlar korunmalı,
- Küçük işletmeler teşvik edilmeli,
- İşçilerin sendika kurma ve hafta tatili hakkı tanınmalı,
- Kadın ve çocuk işçilerin ağır işlerde çalıştırılması engellenmeli,
- İşverenler hastalık, ihtiyarlık ve işsizlik hallerinde, işçilere yardıma zorlanmalıdır.
Daha sonraları Bourgeois’ın öncülük ettiği dayanışmacılık akıma göre devlet; sosyal sigortalar kurmalı, karşılıklı yardım kuruluşlarını desteklemeli, çalışma koşullarını denetlemeli, çalışma sürelerini kısaltmalı, kadın ve çocuk işçileri korumalıdır.
İşçi sınıfı hareketlerinin, mesleki, ekonomik ve siyasal olmak üzere üç ana doğrultusu bulunmaktadır. Mesleki hareketler sendikacılık biçiminde ortaya çıkarken, ekonomik hareketler kooperatifçilik, siyasal hareketler ise, siyasal partiler şeklinde gelişmiştir. Sendikal hareketin gelişmesi hiç kuşkusuz kolay olmamıştır. İşçilerin sendikalarını kurup güçlenmeleri işverenlerin de bir araya gelerek kendi mesleki örgütlerini, işveren sendikalarını kurmalarına yol açmıştır. Böylelikle, işçiler ve işverenleri temsil eden sendikalar arasında, toplu iş sözleşmelerinin yapılabilmesi olanağı doğmuştur. Kooperatifçilik hareketi ise aksayan rekabet koşullarında ekonomik güçlerini ve pazarlık olanaklarını yitiren işçilerin tüketim aşamasında desteklenmesini amaç edinerek, tüketim kooperatiflerinin kurmasıyla başlamıştır. İşçi kooperatiflerinin ikinci bir yönü ise işçi üretim kooperatifleri şeklinde belirmiştir. İşçi kooperatiflerinin geliştiği bir başka alan da, konut kooperatifçiliği hareketidir. Bu hareket ile, işçilere sağlıklı ve ucuz konut üreterek, bu alandaki tekelci spekülatif kârların kaldırması amaçlanmıştır. İşçi sınıfı, mesleki ve ekonomik alandaki örgütlenmesinin belli bir aşamasından sonra ise siyasal alanda örgütlenme yoluna gitmiştir. Böylece sendikalar, işçilerin siyasi partilerle olan ilişkilerinde bir araç olmuş belli bir güce ulaştıktan sonra da, doğrudan bir baskı grubu olarak işçi sınıfının gücünü siyasal alanda ortaya koymuş ve işçi sınıfının işçiden yana siyasal partilerle olan ilişkilerini düzenleyen en önemli araç olma konumuna gelmiştir.
Devlet Anlayışındaki Değişmeler
Liberal devlet sisteminin sanayileşme dönemiyle ortaya çıkan aksaklıklarının giderilmesi ihtiyacı bir taraftan yeni bir devlet anlayışını gerekli kılarken, diğer taraftan da bu yeni devlet anlayışı içerisinde sosyal sorunların çözülmesi, ortaya çıkmış olan sınıf çatışmalarının tamamen ortadan kaldırılmasa bile azaltılması için çalışma yaşamı ve iş ilişkilerine devletin müdahalesi uygun hatta zorunlu görülmeye başlanmıştır. Sosyal Refah Devleti anlayışında devlet, toplumsal refahın kaynağı olan ekonomik gelişmeyi hızlandırma ve refahı tüm toplum sınıfları arasında dengeli, yaygın ve adil biçimde dağıtma işlevini yükleniyordu.
Uluslararası Düzeydeki Gelişmeler: Uluslararası piyasada rekabet koşullarında eşitlik sağlamanın yanı sıra insani, ahlaki-dinsel faktörler, işçi sınıfları arasında kader birliğinden doğan uluslararası dayanışmanın oluşturduğu baskı işçilerin uluslararası sosyal politikalar yolu ile korunması düşüncesini ortaya çıkarmış, böylece ulusal sınırlar dışına taşan bir uluslararası sosyal politikadan söz etmek mümkün olmuştur.
Çalışma İlişkilerinin Türkiye’de Tarihsel Gelişimi
Çalışma İlişkilerinin Cumhuriyet Öncesi Dönemdeki Tarihsel Gelişimi
Tanzimat ve Meşrutiyet döneminin en büyük özelliği ise, bu dönemde iş ilişkileri ve yaşamının örf ve adet hukuku çerçevesinden çıkarılarak, kanun ve nizamnamelerle düzenlenmeye başlanması ve yazılı hukuk düzenine geçilmesidir. Ayrıca, sanayileşme ile birlikte işçi sayılarının çoğalması ve bunların çalışma yaşamı ve iş ilişkilerinde korunması ihtiyacının duyulması da yine bu döneme rastlamaktadır. Dilaver Paşa Nizamnamesi ve Maadin Nizamnamesi ile zorunlu çalışma yasaklanmakta, iş kazalarına karşı önlemler alınması öngörülmekte, iş kazaları durumunda ise işverenin işçiye tazminat ödemesine ilişkin hükümler bulunaktaydı. Ferdiyetçi ve liberal olarak nitelenen Mecellenin, çalışma koşullarının en önemlilerinden biri olan çalışma süreleriyle ilgili olarak getirdiği düzenlemeler bu dönemin önemli gelişmeleridir.
Çalışma İlişkilerinin Cumhuriyet Sonrası Dönemdeki Tarihsel Gelişimi
Cumhuriyet ilan edilmeden önce 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. Ülkenin sanayileşmesi konusunda izlenecek politikaların belirlenmesi amacıyla Kongrede, ülkenin her yöresine yayılmış olan yabancı sermayeye son verilmesi ve bunun yerine ulusal sanayin kurulması ve geliştirilmesi üzerinde de durulmuş ve sonrasında bu amaçla 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla, müteşebbislere, sanayi kuruluşları için yer sağlanması, vergi ve gümrük bağışıklıklarının tanınması, devletin ulaşım araçlarında taşıma ayrıcalıkları verilmesi, gümrük koruması, devlet alımlarında yerli malların tercih edilmesi gibi, sanayiye canlılık sağlayacağı düşünülen pek çok kolaylık getirilmiştir. Devlet, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, kömür madenlerindeki çalışma koşulları üzerine eğilmiş ve işgücünü koruyucu önlemler almaya bu kesimden başlamıştır. 1925 yılında ise ülkemizde sanayinin gelişmesi ve devrimlerin yapılabilmesi için gerekli sosyal düzeni sağlamak gerekçesiyle Takriri Sükûn Kanunu çıkarılmış, sendika ve dernek kurabilmek hemen hemen olanaksız hale getirilmiştir. 1926 yılında Borçlar Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten başlayarak iş ilişkileri ve yaşamı, Borçlar Kanunu’nun Hizmet Akdi başlığı altında yer alan hükümlerine bağlı kılınmıştır. 1930’lu yıllara gelindiğinde, özel girişime dayalı sanayileşme politikasının başarısızlığı kabul edilmeye başlanılmıştır. Öte yandan, dünya da meydana gelen ekonomik bunalım ve bunun Türkiye’ye etkileri Devletin ekonomik hayata daha etkin müdahalesini kaçınılmaz duruma getirmiştir. 1930 yılında yürürlüğe konulan 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’yla da devlet, ilk kez kimsesi bulunmayanlarla, sakatlara yardım yapmak üzere yerel yönetimlere görev vermiştir. 1935 yılında ise Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Kanunu yürürlüğe girmiştir. 1939 yılında yürürlüğe konulan 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu ile de “sosyal yardım derneklerinin” kurulabilmesine olanak tanınırken ülkemizdeki ilk iş kanunu yürürlüğe girmiş, böylece Türkiye’de ilk kez iş ilişkileri ve yaşamı bireysel ve toplu boyutlarıyla bütüncül bir Kanun ile düzenlenebilmiştir. 1940 yılında kabul edilmiş olan Milli Korunma Kanunu ile İş Kanunu’nun birçok hükümleri uygulamadan kaldırılacak ve hükümete çalışma koşullarını düzenleme konusunda olağanüstü yetkiler tanınacaktır. Ülkemizde iş ilişkileri ve çalışma yaşamının düzenlenmesine ilişkin olarak diğer bir önemli gelişme ise yine 1945 yılı içinde İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun kurulmasıdır. 1947 Sendikalar Yasasından sonra, ilk sendikal örgütlenme dokuma iş kolunda olmuştur. 1951-1952 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı kör ve sağırlar okulları açılarak, sakatlar temel ve özel eğitimleri yönünden ilk kez kamusal politikalara konu olmuştur. 1950’li yıllarda hızlanan ve alanları genişleyen sanayileşme, yeni istihdam alanları yaratmıştır. Bu dönemdeki gelişmeler şüphesiz ekonomik, sosyal ve siyasal alandaki gelişmeler ile bağlantılıdır. Siyasi açıdan, çok partili demokrasinin kendine özgü dinamikleri, sağlanan haklar ve gelişmeler üzerinde pekiştirici bir etki yapmıştır. 1961 Anayasası’nın benimsediği sosyal hukuk devleti ve sosyal adalet düşüncesi birçok düşüncenin gelişmesinde en önemli etken olmuştur. 931 sayılı İş Kanunu, 1963 yılında çıkarılan 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev Lokavt Kanunu bu nitelikteki yasal düzenlemelerdir. 1964 yılında kabul edilen 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile dağınık yasalar derlenmiş ve bir araya getirilmiştir. 1971 yılında ise, 1497 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigorta Kurumu Kanunu ile bir başka kesimin Sosyal Sigortalar kapsamına katıldığı görülür. 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri devlet yönetime el koymuş, yaşanılan bunalımların kaynaklarından biri olarak görülen sendikaların faaliyetlerine son verilmiş, ekonomik varlıklarına el konulmuş ve tüm grev-lokavtlar ertelenmiştir. 24 Ocak 1980 kararları ile uygulamaya başlanılan, 12 Eylül sonrasında da sürdürülen yapısal uyum ve istikrar tedbirleri ile ekonomi politikalarına serbest rekabete dayalı piyasa ekonomisi ilkeleri egemen olmuştur. İhracata dönük sanayileşme politikalarının izlendiği bu yeni dönemde maliyetlerin düşürülmesi gerekliliği ücretler üzerinde büyük bir baskı yar atmıştır.