ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ TARİHİ - Ünite 6: Türkiye’de Çalışma İlişkilerinde Kurumsallaşma: 1960-1980 Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Türkiye’de Çalışma İlişkilerinde Kurumsallaşma: 1960-1980

Giriş

Dönemin çalışma ilişkilerine damgasını vuran yasal düzenlemeler 1961 Anayasası ile 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu (TİSGLK) olmuştur.

Çalışma İlı·şkı·lerı·nı· Çevreleyen Ve Etkı·leyen Koşullar

Çalışma ilişkileri bir dizi toplumsal, iktisadi, yasal ve siyasal gelişme tarafından etkilenir ve koşullanır.

Siyaset ve Çalışma İlişkileri

27 Mayıs askeri darbesi ve 1961 Anayasası uzun vadeli toplumsal ve siyasal sonuçlar doğurmuştur. 1961 Anayasası toplu çalışma haklarını (sendikalaşma, toplu iş sözleşmesi ve grev) anayasal güvenceye kavuşturarak işçi hareketinin güçlenmesi, siyasal ve toplumsal etkisinin artması için oldukça elverişli koşullar sunmuştur. 961 Anayasası’nın özgürlükçü ve sosyal karakterine rağmen, Türkiye 1960-1980 dönemi boyunca ciddi siyasal sorunlar, gerilimler ve istikrarsızlıklar yaşamıştır. AP hükümetleri döneminde sık sık sendikal hakları sınırlayıcı önlemlere başvurulmuştur. AP hükümetleri döneminde özellikle grev hakkına yönelik yaşanan sınırlamalar; millî güvenlik ve memleket sağlığı gibi gerekçelerle grevlerin ertelenmesi, grev hakkının özünü ortadan kaldırıcı boyutlara ulaşmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 1960 sonrasında devlet-kurucu bir partiden sol/sosyal demokrat bir partiye yönelme ve emekle daha yakın bağlar kurma arayışına girmiştir. 1960-80 döneminde çalışma ilişkilerini etkileyen bir diğer siyasal gelişme 1961 yılında 12 sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi (TİP) adıyla bir işçi partisinin kurulmasıdır. 12 Mart 1971 askeri muhtırası, 1961 Anayasası ile başlayan özgürlükçü yönelimde önemli bir duraksama ve kırılma yarattı. Anayasanın özgürlükçü ve sosyal içerikli hükümlerinin ciddi sınırlamalarla karşılaştığı bu dönemde (1971-1973) teknokrat nitelikli hükümetler kuruldu.

Çalışma İlişkilerinin Toplumsal ve İktisadi Temelleri

  • İktisadi Politikalar ve Gelişmeler

Döneme damgasını vuran ve çalışma ilişkileri açısından yaşamsal rolü olan iktisat politikası, Türkiye’nin dışarıdan aldığı malların ülke içinde üretilmesi anlamına gelen ithal ikamesidir. Dönemin ithal ikameci politikaları sanayileşme, ekonomik büyüme, yeni istihdam olanakları ve refahın yükselmesi gibi sonuçlar vermiş ve bu nedenle devletin sosyal boyutlarını genişletmiştir. Oldukça etkili bir sendikal hareket oluştuğundan, 1960 ile 1977 arasındaki dönem gerek kamu, gerek özel sektörde reel ücretlerin anlamlı şekilde büyüdüğü bir dönem olmuştur.

  • Sosyal-Sınıfsal Yapıda Değişim: İşgücü, İşçilik ve Ücretliler

1960-1980 döneminde sosyal-sınıfsal yapıda, istihdamın sektörel dağılımında yavaş ancak istikrarlı biçimde devam eden bir dönüşüm yaşanmıştır. Bu yıllar boyunca kayda değer bir sanayileşme, işçileşme ve kentleşme görülmektedir. Dönem boyunca toplam istihdam, yüzde 38 civarında artmıştır. Ancak bunun sektörlere dağılımı oldukça farklı gerçekleşmiştir. Tarımda çalışanların sayısı 8.3 milyon ile nicel olarak aynı kalırken tarım dışı istihdam yüzde 126 artarak 3.6 milyondan 8.1 milyona çıkmış ve nicel olarak ise neredeyse tarımla başa baş seviyeye ulaşmıştır. Tarım dışı çalışanların nicel ve oransal artışının aynı zamanda ücretlilerin sayısını ve oranını artıracağına kuşku yoktur. Nitekim bu dönemde işçiler gerek nicel gerekse nitel açıdan yeni bir sosyal sınıf olarak yükselmektedir. Sigortalı işçi sayısında kamu-özel ayırımı açısından çarpıcı eğilimler gözlemek mümkündür. Kamuda çalışan sigortalı işçi sayısı 312 binden, 794 bine çıkmıştır. Kamuda sigortasız çalışma söz konusu olmadığı için bu sayı, tüm kamu işçilerinin sayısını vermektedir. Ücretli çalışanlar içinde kamu görevlileri de önemli bir yer tutmaktadır. Dönem boyunca kamu görevlilerinin (memurlar) sayısında ciddi bir yükseliş yaşanmıştır.

Çalışma İlı·şkı·lerı·nı·n Kurumsallaşması

1960-1980 döneminde çalışma ilişkilerinin kurumsallaşması açısından köklü adımlar atılmıştır.

Toplu Çalışma İlişkilerine Yönelik Yasal Düzenlemeler

Başta 1961 Anayasası olmak üzere 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev Lokavt Kanunu ve 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu dönemin toplu çalışma ilişkilerinin yasal çerçevesini oluşturmuştur.

  • 1961 Anayasası

1961 Anayasası, Türkiye’de sosyal politikanın ve çalışma ilişkilerinin gelişiminde köklü bir yönelim değişikliği anlamına gelmektedir. 1961 Anayasası, devlete ödevler yükleyen güçlü bir sosyal devlet vurgusuna, sendikal ve sosyal hakları güvence altı- na alan ve çalışma ilişkilerinin kurumsallaşmasına olanak sağlayan özgürlükçü bir yaklaşıma sahiptir. 1961 Anayasası gerek başlangıç bölümü gerekse çeşitli maddeleri ile sosyal haklara özel bir yer vermekle kalmamış, aynı zamanda devlete ödev yükleyen düzenlemelere de yer vermiştir. Anayasanın 2. maddesi devletin nitelikleri arasında sosyal hukuk devleti ilkesine yer vermiştir. Anayasa’nın 10. maddesi ile devlete sosyal hakları da içeren temel hakları korumak ve geliştirmek konusunda açık bir ödev yüklenmiştir. Anayasa’nın 46. maddesi, 12 Mart 1971 askeri muhtırasının ardından yapılan anayasa değişiklikleri ile çalışanlar aleyhine değiştirildi. “Çalışanlar” ifadesi madde metninden çıkarılarak “işçiler” ifadesi konuldu. Böylece kamu görevlileri sendikalarının anayasal dayanağı kaldırılmış oldu. Değişiklik bununla da sınırlı kalmadı. Anayasa’nın 119. maddesi de değiştirilerek “memurlar sendikalara üye olamazlar” hükmü eklendi. Böylece 1961 Anayasası ile örgütlenme hakkını elde eden memurlar, 10 yıl sonra örgütlenme yasağı ile karşı karşıya gelmiş oldu.

  • 274 ve 275 Sayılı Sendikal Yasalar

1961 Anayasası sonrasında sendikal hakları yakından ilgilendiren üç temel yasa kabul edilmiştir: 274 sayılı Sendikalar Kanunu, 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu (TİSGLK) ve 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Yasası. 15 Temmuz 1963 tarihinde kabul edilen 274 ve 275 sayılı yasalar, 24 Temmuz 1963 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Talas, 274 sayılı Yasa’yı; “özgürlükçü, ilerici, çoğulcu evrenselci ve düzenleyici” olarak tanımlamaktadır (1992). Söz konusu yasalar, bazen 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ve sosyal felsefesinin gerisinde kalan ve bazen onu sınırlayan yönler de taşımaktadır.

  • 274 Sayılı Yasa’nın Temel Düzenlemeleri

35 maddeden oluşan 274 sayılı Yasa, 13 maddeden oluşan Cumhuriyet döneminin ilk sendikalar yasası 5018’e göre oldukça kapsamlıdır. 274 sayılı Yasa, hizmet sözleşmesiyle çalışan herkese sendika kurma ve üye olma imkânı vermiştir. Dahası yasa, sadece hizmet sözleşmesiyle çalışanları değil, emeği ile geçinenleri olabildiğince işçi sendikaları içinde örgütlemeye çalışıyordu. Sendika üyeliği ve üyelikten ayrılma konusunda serbestlik ilkesini benimseyen yasa, sendika üyeliğinin ve üyelikten ayrılmanın işçi kuruluşuna yazılı başvuruyla olacağını hükme bağlamıştır. Ancak bu kural 1970 yılında 1317 sayılı Yasa ile değiştirilerek üyelikten çekilmede noter koşulu getirilmiştir (1317/6). 274 sayılı Yasa, kamu görevlilerinin sendikal haklarının özel bir kanunla düzenleneceği hükmü- ne yer vererek (Madde 2), kamu görevlilerinin işçi sendikalarına üye olmalarını engellemiştir. Yasa ile işçi ve işveren kuruluşlarının uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarına serbestçe üye olmalarına olanak tanınmaktaydı (Madde 10). Yasa, sendikaların faaliyetlerini oldukça geniş bir çerçevede düzenliyordu. 274 sayılı Yasa sendika üyeliği ve sendika yöneticileri için koruyucu düzenlemeler içeriyordu. 19. madde sendikaya üye olma ve olmamayı (olumlu ve olumsuz sendika özgürlüğü) güvenceye alıyor ve işverenin işçi sendikası üyeliği nedeniyle işçiye karşı ayrımcı davranmasını yaptırıma bağlıyordu. Yasa, sendikalara ödenecek aidat miktarının sendikanın genel kurul kararıyla belirlenmesini öngörüyor ve herhangi bir sınır getirmiyordu. 1317 sayılı Yasa, Türkiye çalışma ilişkileri tarihinde 15-16 Haziran olayları diye bilinen iki günlük kitlesel işçi eylemlerini tetiklemiştir. Yasa, Mecliste TİP dışında kalan bütün partilerin desteğiyle kabul edilmiştir.

  • 275 Sayılı Yasa’nın Temel Düzenlemeleri

275 sayılı Yasa ile ülkemizde çalışma ilişkilerinin bireysel iş sözleşmeleri ile düzenlenmesinden, toplu iş sözleşmeleriyle düzenlenmesi dönemine geçilmiştir. Ülkemizde toplu pazarlık ve toplu iş sözleşmesinin kurumsallaşması ve hukuksal güvenceye kavuşması 1961 Anayasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ile gerçekleşmiştir. 1926 tarihli Borçlar Yasası’nın 316 ve 317. maddelerinde düzenlenen Umumi Mukavele [Genel Sözleşme] ile toplu iş sözleşmelerinin taraflarından, şeklinden, süresinden, bireysel iş sözleşmeleri ile ilişkisinden söz edilmiş ve 1947 Sendikalar Kanunu ile sendikaların üyeleri adına genel sözleşmeler yapabilmeleri hüküm altına alınmıştır. 275 sayılı Yasa toplu iş sözleşmesi ile grev ve lokavtı birlikte ve eşit haklar olarak ele almaktadır. Yasaya göre toplu iş sözleşmeleri, işçi kuruluşları ile işveren kuruluşları veya işverenler arasında yapılabilecektir. 275 sayılı Yasa toplu iş sözleşmelerini bireysel iş sözleşmelerine üstün tutmaktadır. 275 sayılı Yasa’nın toplu sözleşme yapmaya yetkili sendikanın belirlenmesine ilişkin hükümleri, uygulandığı dönem boyunca sendikalar ile işverenler ve sendikaların kendi aralarında büyük uyuşmazlıklara, tartışmalara ve sorunlara yol açmıştır. Yetkili sendikanın belirlenmesine ilişkin olarak yaşanan yoğun ihtilaflar ve üye sayılarına iliş- kin usulsüzlükler nedeniyle, yetkili sendikanın saptanmasında referandum ve irade beyanı gibi yöntemler uygulanmıştır. 275 sayılı Yasa toplu iş sözleşmesi görüşmele- rinde anlaşma sağlanamaması durumunda önce bir uzlaştırma aşaması (15. Madde), ardından da grev ve lokavtı düzenlemiştir. 275 sayılı Yasa’daki hükümlere uygun olarak yapılan grevler “kanuni grev”, bu hükümlere uyulmaksızın yapılan grevler ise “kanun dışı grev” olarak tanımlanmaktadır. 275 sayılı Yasa’ya göre savaş ve genel veya kısmi seferberlik hallerinde grev yapılamaz. 275 sayılı Yasa’nın grev hakkına ilişkin en önemli sınırlandırması grev ve lokavtın Bakanlar Kurulu kararıyla geçici olarak durdurulmasıdır. Yasa’nın 21. maddesine göre “memleket sağlığı” ve “millî güvenlik” gerekçesiyle grev ertelenebilecekti. Bir grev veya lokavtın mem- leket sağlığını ve millî güvenliği bozucu nitelikte görülmesi nedeniyle hükümetçe geciktirildiği hallerde Yüksek Uzlaştırma Kurulu devreye girmekteydi. YUK kararları tavsiye niteliğinde olup YHK kararları gibi bağlayıcı değildi.

  • 624 ve 657 Sayılı Kanunu

Anayasanın memurlar dâhil tüm çalışanlara sendika hakkı tanımasından dört yıl sonra çıkarılan 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Yasası kamu görevlilerinin sendikal örgütlenmesini düzenlemiştir. Yasa ile kamu personelinin sendikal hakları sınırlanmış, grev yasağı gibi, toplantı ve gösteri yasağı da getirilmiştir. Gerçekten de 624 sayılı Yasa bir sendikanın temel işlevlerinden olan toplu sözleşme ve grev hakkına yer vermemekle kalmamış, başka ağır sınırla- malar da getirmiştir. 624 sayılı Yasa, kamu personeli sendikalarının faaliyetleri arasında toplu sözleşme ve toplu pazarlığa yer vermemiştir. Yasa memur sendikalarının herhangi bir suretle siyasi faaliyette bulunmalarını yasaklamıştır. Bu yasak ayrıca “hiçbir siyasi teşekkülün leh veya aleyhinde herhangi bir davranışta bulunamazlar” hükmü ile pekiştirilmiştir. Yasa ayrıca şu yasaklara da yer vermiştir: Grev girişimi ve faaliyetlerini destekleyici davranışlarda bulunma yasağı, çalışma saatleri dışında da olsa organlarının toplantı ve çalışmalarını kamu kurum ve kuruluşlarına ait yerlerde yapma yasağı, devlet personeli hukukuna veya kamu hizmeti görevlilerine ilişkin mevzuatın uygulanmasına dair isteklerini açıklamak veya desteklemek amacıyla açık yer toplantıları ve gösteri yürüyüşleri yapma yasağı, Bakanlar Kurulundan izin almadıkça milletlerarası örgütlere katılma yasağı. Devlet memuru, devlet hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli işlerde devamlı çalışanları; sözleşmeli personel, yurtta yapılamayan özel ihtisas öğrenimine ihtiyaç gösteren belirli istisnai görevlerde geçici süreli ve sözleşme ile çalıştırılanları; yevmiyeli personel ise devlet kamu hizmetlerinin asli nitelikte olmayan işlerinde bedenen, belirli ve geçici süre için gündelikle çalışanları ifade ediyordu. Yasa’ya göre, devlet memurlarının greve karar vermeleri, grev tertiplemeleri, ilan etmeleri ve bu yolda propaganda yapmaları, ayrıca memurların herhangi bir greve ve grev girişimine katılmaları, desteklemeleri ve teşvik etmeleri yasaklanmıştır (Madde 27). Ancak 624 ve 657 sayılı yasalara göre kurulan kamu personeli sendikaları uzun ömürlü olamamış, 12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra 1488 sayılı Kanun’la yapılan Anayasa değişikliği ile sendikalaşma hakkı yalnızca işçilere tanınarak, kamu personeli için sendika kurma yolu kapatılmıştır.

Bireysel Çalışma İlişkileri

Dönem içinde bireysel çalışma ilişkileri açısından en önemli değişiklik 1936 tarih ve 3008 sayılı İş Yasası’nın yerine yeni bir iş yasasının kabul edilmiş olmasıdır. 1971 yılında, 1475 sayılı Yasa yürürlüğe girmiştir. 1964 yılında tasarı olarak TBMM’ye sunulan İş Kanunu tasarısı uzun süren bir Meclis ve Senato maratonundan sonra 1967 yılında yasalaştı. Ancak 1967 tarihli ve 931 sayılı İş Kanunu TİP’in başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi’nin 14 Mayıs 1970 tarihli ve 1970/26 sayılı Kararı ile usul yönünden iptal edilmiştir. 25.8.1971 tarihinde ise 931 sayılı Kanun 1475 sayılı kanun olarak yeniden kabul edilmiştir. Ancak iptal kararının ardından 6 ay içinde yeni bir iş kanunu kabul edilmediği için, iptal kararının yürürlüğe girdiği 12 Kasım 1970 ile 931 sayılı Kanun’un 1475 sayılı Kanun numarası yayımlandığı 1 Eylül 1971 tarihleri arasında işçiler iş kanunundan yoksun kalmışlardır. Kıdeme bağlı hakları açısından işçilerin mağdur olmaması için 1475 sayılı İş Kanunu ceza hükümleri hariç geçmişe etkili kılınmış ve 12 Kasım 1971 tarihinden itibaren yürürlüğe konmuştur (Şakar, 2005,15). 1475 sayılı Kanun, 2003 yılına kadar yürürlükte kaldı. 1475 sayılı İş Yasası’nda yeni bir işçi tanımı getirilmiştir: “Bir hizmet akdine dayanarak herhangi bir işte ücret karşılığı çalışan kimseye işçi denir.” Böylece bedenen çalışma-fikren çalışma ayrımı kaldırılmıştır.

Sosyal Tarafların Örgütlenmesı· Ve İlı·şkı·lerı·

Sendikal hakların anayasal ve yasal güvence altına alınması dönem boyunca sendikalaşmayı tetikleyici bir rol oynamıştır.

Sendikalaşma

1960-1980 dönemi Türkiye’de sendikaların “yükseliş dönemi” olarak nitelenebilir. Bu dönemde sendikalar hem nicel hem de nitel açıdan güçlendiler. 1960-1965 döneminde nispeten açıklanabilir olan sendikalı işçi sayısı, 1970’lerden itibaren inanılmaz bir hâl almakta ve sendikalı işçi sayısı, sigortalı işçi sayısının iki katını aşmaktadır. 1970 yılında 1.3 milyon sigortalı işçiye karşılık 2 milyondan fazla sendikalı işçi vardır. 1980’e gelindiğinde ise durum iyice çığırından çıkmıştır. 1980 yılında 2.2 milyon sigortalı işçiye karşılık 5.7 milyon sendikalı işçi gözükmektedir. Bu hatalı veriler karşısında sendikalaşma oran- ları konusunda daha sağlıklı sonuçlara ulaşmak için kullanabileceğimiz bir hesaplama yöntemi, toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısıdır.

Dönemin en belirgin özelliklerinden biri zaman zaman “sendika enflasyonu” olarak da nitelenen sendika sayısının çokluğudur. 274 sayılı Yasa’nın işyeri sendikalarına olanak tanıması nedeniyle çok sayıda işyeri sendikası kurulmuş ve bu durum sendika sayısını artırmıştır. 1963 yılında 565 olan sendika sayısı 1978’de 900’ü aşmıştır.

Sendikal Gelişmeler

Dönem boyunca iki büyük işçi konfederasyonu çalışma ilişkilerinde belirleyici olmuştur: 1952 yılında kurulan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ve 1967’de Türk-İş’ten kopma sonucu kurulan Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK). Türkİş’in özellikle özel sektör işyerlerinde bekleneni verememesi, sendika-siyaset ilişkisi ve Türk-İş’in benimsediği “partiler üstü politika” yaklaşımı konusunda yaşanan farklılaşmalar, 1966 Kongresi’nde TİP’li sendikacıların Türk-İş yönetimi dışında kalması, Türkİş’in ABD sendikalarıyla ilişkileri ve grevlere yönelik tutumu gibi nedenlerle bir grup sendikacı Türk-İş ile yollarını ayırmış ve 1967 yılında DİSK’i kurmuştur. DİSK’in kurulmasının ardından sendikal harekette sert bir rekabet yaşanmıştır. 1960’tan sonra sendikacılıkta merkezîleşme eği- limi güçlenmeye başlamıştır. Sendikalar Kanunu işyeri sendikacılığını esas almasına ve bu durum bir dağınıklığa yol açmasına karşın, Türk-İş sendikaların “milli tip” sendika hâline gelmeleri ve kafakasa birliği esasına göre Türkiye çapında örgütlenmeleri ilkesini kabul etmiştir. Kamu personel sendikaları içinde en etkin olanları öğret- men sendikaları olmuştur.

İşveren Örgütleri

1960 sonrasında işveren örgütlenmesinde de artış ve merkezileşme yaşanmıştır. 5 Ekim 1961 tarihinde aralarında Madeni Eşya Sanayicileri Sendikasının (MESS) da olduğu altı işveren sendikası, İstanbul İşveren Sendikaları Birliği adı altında bir üst kuruluş oluşturdular. İstanbul İşveren Sendikaları Birliğinin adı 1962 yılında Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) olarak değiştirilmiştir.

Toplu İş Sözleşmeleri ve Ücretler

Dönem boyunca toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısında önemli bir artış gerçekleşmiş, yaklaşık 400 bin civarından 1 milyon civarına yükselmiştir. Dönem boyunca toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilerin toplamının yaklaşık yüzde 60’ı kamuda, yüzde 40’ı ise özel sektördedir. İki yıllık ortalamalara göre kamu kesimi içinde toplu iş sözleşmesi kapsamı yüzde 70-90 aralığında seyretmektedir. Özel sektörde ise toplu iş sözleşmesi kapsamı kamuya göre oldukça düşüktür. Grevli toplu iş sözleşmeli sendikal haklar, yükselen sendikal mücadele ve ithal ikameci politikaların da etkisi ile dönem boyunca işçi ücretlerinde önemli artışlar yaşanmıştır.

Sosyal Taraflar Arasındaki İlişkiler

Nesnel olanakların gelişmesine rağmen dönem içinde çalışma ilişkilerinde sosyal diyalog ve uzlaşmaya yönelik kurumsal adımlar atılamamış ve bu doğrultuda yapılar oluşturulamamıştır.

İşyeri Düzeyindeki İlişkiler

İşyeri sendika temsilciliği: 1963 yılında çıkarılan 274 sayılı Sendikalar Yasası ile 3008 sayılı Yasa’da var olan işçi temsilciliğinin yerini işyeri sendika temsilciliği almıştır.

Kamu işletmelerinde yönetime katılma: Sosyal taraflar arasında diyalogun ve çalışma ilişkilerinin araçlarından biri olarak ele alınabilecek yönetime katılma mekanizmasının sınırlı bir örneği, ülkemizde 1960-1980 yılları arasında uygulanmıştır. Büyük ölçekli İktisadi Devlet Teşekküllerinde uygulanan bu model hem kapsam hem de temsil açısından sınırlı kalmıştır. 1960 yılında çıkarılan 23 sayılı Yasa, İktisadi Devlet Teşekküllerinde yönetime katılmanın yolunu açan ilk yasal düzenleme olmuştur. Yönetim kuruluna katılacak işçi üye, gizli oyla ve tüm kurum personeli tarafından seçilmekteydi.

Çalışma Meclisi

Çalışma Bakanlığının kuruluşunu düzenleyen 30 Ocak 1946 tarih ve 4841 sayılı Yasa’yla oluşturulan Çalışma Meclisi ulusal düzeyde oluşturulan üç taraflı bir kuruldu. Çalışma Meclisi kendisine atfedilen öneme paralel bir çalışma yürütememiş çok seyrek aralıklarla toplanabilmiştir. Dönem boyunca dört kez toplanan Çalışma Meclisinden 1962’de yapılan üçüncü toplantı hariç, çalışma ilişkileri açısından önemli sonuçlar çıkmamıştır.

Toplumsal Anlaşma

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç arasında yapılan Toplumsal Anlaşma 14 ay yürürlükte kalmıştır. Toplumsal Anlaşma sadece kamu kesimini kapsamıştır. Kamu kesiminde işçi işveren ilişkilerini düzenleyerek sağlıklı ve barışçı bir çalışma yaşamının oluşturulması anlaşmanın temel amacı olmuştur. Bu çerçevede taraflar, ücret politikası, toplu pazarlık, iş hukuku ve yönetime katılma konusunda ayrıntılı hükümler üzerinde anlaşmaya varmışlardır.

Uyuşmazlık Çözüm Mekanizmaları

275 sayılı yasa tahkim kurumu olarak İl Hakem Kurullarını ve Yüksek Hakem Kurulu’nu (YHK) düzenlemiştir. Yedi kişiden oluşan İl Hakem Kurulu, o ildeki iş mahkemesi başkanı, Bölge Çalışma Müdürü veya görevlendireceği bir yardımcısı, il hukuk işleri müdürü, işçiler adına seçilecek iki hakem ve işverenler adına seçilecek iki hakemden oluşuyordu. YHK toplam dokuz üyeden oluşuyordu: 1) Yargıtay’ın iş davalarına bakmakla yükümlü dairesinin başkanı (aynı zamanda YHK başkanıdır), 2) Danıştay Genel Kurulunca seçilecek bir dava dairesi başkanı, 3) Üniversitele- rin seçeceği temsilcisi, 4) Çalışma bakanlığı Birinci Hukuk Müşaviri, 5) Çalışma Genel Müdürü, 6) İşçiler adına iki hakem, 7) İşverenler adına iki ha- kem. Kurul salt çoğunlukla karar veriyordu. YHK kararları kesindi.

İşçı· Hareketlerı·

1960-1980 döneminde işçi sayısı ile sendikalaşma düzeyindeki artışa ve çalışma ilişkilerinin kurumsallaşmasına bağlı olarak işçi hareketlerinde belirgin bir yükseliş yaşanmıştır

Grevler

Anayasa’nın grev hakkını güvence altına alması ve 275 sayılı Yasa ile grev uygulamasının düzenlenmesinin ardından 1963-1980 döneminde giderek artan bir grev eğilimine tanık olmaktayız. 1964 yılında greve katılan işçi sayısı 6 bin 640 iken 1980 yılında (12 Eylül’e kadar) yaklaşık 85 bin işçi greve katılmıştır. Grevci işçi ve grevde geçen işgünü sayısında 1974, 1977, 1979 ve 1980 yıllarında ciddi bir sıçrama yaşandığı görülmektedir. 1977 sonrası giderek artan enflasyon ve yaşam koşullarının zorlaşmasının grev eğilimini artırdığı, özellikle 24 Ocak 1980 tarihli istikrar programının çalışanlar açısından yarattığı zorluklara karşı yaygın grevlerin gündeme geldiği söylenebilir. Grevde geçen işgünü sayısının grevci sayısından hızlı artması grevlerin giderek daha uzun sürdüğünü göstermektedir. Olağanüstü bir dönem olan ve sıkıyönetim altında geçen 12 Mart dönemi (1971-1973) boyunca yıllık ortalama grev eğiliminde düşüş yaşanmamıştır. Tersine yıllık grevci sayısı ve grevde kaybolan işgünü ortalaması artmıştır.

Grev Dışı İşçi Eylemleri

Yürürlükteki mevzuata göre yapılan ve yasaların kanuni grev olarak tanımladığı grevler dışında kalan yaygın bir işçi eylemleri grubu vardır. İş yavaşlatma, iş bırakma, direniş, işyeri işgali, oturma grevi, yürüyüş ve miting, işe geç gitme ve yemek boykotu gibi işçi eylemleri de çalışma ilişkilerinin önemli bir parçasıdır. 274 ve 275 sayılı sendikal yasaların çıkmasının ardından da yaygın grev dışı eylemler yaşanmıştır. 10-12 Mart 1965 tarihinde Zonguldak Kozlu’da meydana gelen ve iki işçinin ölümüyle sonuçlanan iki günlük direniş Türkiye sendikal hareketinin önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. 1960-1980 döneminin en önemli grev dışı eylemi 15-16 Haziran olaylarıdır. 15-16 Haziran doğrudan ekonomik hedefler dışında sendikal hakların savunulması için yapılan bir eylem olması nedeniyle oldukça önemlidir. Yukarıda aktarılan 1317 sayılı Yasa ile DİSK’in fiilen yok edilmesine gösterilen tepki sonucu çıkan olaylar iki gün sürmüştür. DİSK yasanın kendi varlığını hedef aldığı- nı düşünerek direnme kararı almış ve 15-16 Haziran 1970 tarihlerinde iki gün boyunca İstanbul ve İzmit’te on binlerce işçinin katıldığı işçi eylemleri yaşanmıştır. Olaylarda üçü işçi olmak üzere beş kişi yaşamını yitirmiş, olayların ardından sıkıyönetim ilan edilmiş ve çok sayıda sendikacı tutuklanmıştır. Daha sonra yasa Anayasa Mahkemesi yasanın çok sayıda hükmünü iptal etti.

Grev dışı işçi eylemleri, 12 Mart sonrasında tekrar yükselmeye başladı. Türk-İş, 16 Haziran 1975 günü, İzmir’de bölgesel bir genel grev yaptı. DİSK 1975 yılında Demokratik Hak ve Özgürlükler mitingleri düzenledi. DİSK ayrıca 1976 yılında başlayarak 1 Mayıs işçi bayramını mitinglerle kutlamaya başladı. 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanında yapılan 1 Mayıs mitingi sırasında işçilerin üzerine ateş açılması sonucu 36 kişi yaşamını yitirdi.