ÇATIŞMA VE STRES YÖNETİMİ II - Ünite 4: Stres ve Ruhsal Etkileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Stres ve Ruhsal Etkileri

Giriş

Stres, bireyin tehlike algısına karşı verdiği bedensel ve ruhsal tepkilerden oluşur. Stres etkeni tekrarlı, yoğun ve uzun süreçte devam ederse organizma için tükenme dönemi başlar; kişi bedensel ve ruhsal hastalıklara yatkın hale gelir.

İnsanların yaşadığı stresin yoğunluğu, onların olaylara verdikleri anlamla ilişkilidir. Ruhsal bozuklukların gelişmesinde yaşam olayları kadar kişinin o yaşam olayına bakış açısı, geçmiş deneyimleri, baş etme becerileri, kişilik özellikleri ve biyolojik yatkınlığın da önemli olduğu vurgulanmaktadır.

Stres, aile ve iş yaşamının da bir parçasıdır. Sağlıklı aileler, streslere daha hazırlıklı olduğundan bunlarla daha kolay başederler. İş yaşamını etkileyen stres yaşantıları ise bireysel, durumsal, örgütsel ve toplumsal boyutlardaki sebep ve sonuçları ile bireyin ruh sağlığını etkileyerek kimi zaman tükenmişliğe yol açarlar.

Stres ve Ruhsal Bozukluklar

Depresyon: Depresyonun gelişmesinde rol oynayan birçok stres etkeni vardır. Depresyon; üzüntü, keder, elem, hayattan zevk alamama gibi duyguların yanı sıra karamsarlık, ümitsizlik, kendine güvenin azalması, değersizlik düşünceleri ile seyreden ruhsal bir hastalıktır. Herkeste zaman zaman üzüntü hali olabilir. Ancak depresyonu olan bir kişide bu belirtiler haftalarca hemen hemen her gün ve gün boyunca devam eder. Kişinin günlük hayatını, iş ya da okul hayatını etkiler. Ağır depresyonu olanlarda; kendini suçlama, değersizlik ve işe yaramazlık düşüncelerinin yanı sıra ölüm düşünceleri ve intihar isteği gelişebilir.

Kadınlarda erkekelere oranlara daha fazla görülen depresyon toplumda sık rastlanan bir hastalıktır. Yaşam boyu depresyon yaşama riski erkeklerde %8-12, kadınlarda %20-26’dır. Depresyonun iyileşmesinde hekimlerin önerilerinin yanı sıra ailenin ilgi ve desteği de önemli olmaktadır. Depresyonla başaçıkma yöntemlerine bakılacak olursa, depresyonun gelişmesinde olayları değerlendirme ve yorumlama biçimi çok önemlidir. Depresyon hastaları kendine, geleceğe ve tüm yaşama karamsar bir biçimde bakarlar. “Ben yetersiz bir kişiyim”, “her şey daha kötüye gidecek” ya da “hayatın ne anlamı var” gibi düşünceler depresyonu artırdığı gibi sorunla baş etme gücünü azaltır. Bu düşüncelerden kurtulmak için bunları fark edip yeni olumlu düşüncelerle yer değiştirmek gerekir.

Bunaltı (Kaygı) Bozukluğu: Bunaltı bozukluğu, birçok yaşam olayı ya da durum hakkında aşırı stres, endişe (evham) duyma ile karakterize bir ruhsal rahatsızlıktır. Her insan zaman zaman kaygı ve endişe yaşar. Ancak bunaltı bozukluğu olan kişiler kaygı ve endişelerini kontrol etmekte zorlanırlar. Genel olarak bunaltı bozukluğu yaşayanlar belli bir sebep olmaksızın kendilerinin ya da yakın çevrelerinin maddi ya da manevi konularda olumsuzluk yaşayacağını düşünerek genel bir endişe, huzursuzluk ya da heyecan yaşarlar. Bu düşünce durumu da kişinin günlük hayatını, mesleki faaliyetlerini ve okul başarısını olumsuz etkiler. Yapılan çalışmalar, nörotransmitter denen beyin kimyası ile ilgili düzensizliklerin bunaltı bozukluğunun gelişmesinde etkili olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca aşırı kaygı ve endişenin gelişmesinde öğrenilmiş düşünce ve davranış kalıplarının etkili olduğu öne sürülmekle beraber bozukluğunun gelişmesinin çocuklukta bireyin kendisine bakım veren anne ve/veya babasına güvensiz bağlanmasıyla ilgili olduğu da düşünülmektedir. Bu görüşe göre güvensiz bağlanmada bakım veren ve bakım alan arasında roller değişir. Böylece çocuk hem kendisi hem de anne- babası için kaygılanmaya başlar. Bunaltı bozukluğunun yaşam boyu görülme oranı %4-7’dir. Bunaltı bozukluğu hemen her yaşta gelişebilmekle birlikte daha çok 20’li yaşlarda başlar. Bunaltı bozukluğu tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Bunaltı bozukluğu olan kişiler, alkol, çay, kahve ya da kollalı içeçekler gibi uyarıcı maddelerin aşırı tüketiminden uzak durmalıdırlar. Bunaltıyı yatıştırmak için alkol almak, bağımlılığa yol açabilir. Öte yandan bunaltı ile baş edebilmek için düzenli yapılan fiziksel egzersizler hem bedensel hem de ruhsal gerginliği azaltacaktır.

Panik Bozukluğu: Panik bozukluğu, kendiliğinden ve ani olarak başlayan panik ataklarla seyreden bir ruhsal rahatsızlıktır. Stres altındaki bireylerde daha fazla görülen panik atak sırasında hastalar genellikle; çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, göğüste sıkıntı hissi, bulantı veya karın ağrısı, baş dönmesi yakınmalarının yanı sıra ölmek üzere oldukları, çıldıracakları veya bayılacakları korkusuna da kapılırlar. Ataklar genellikle 10 dakika kadar sürer. Kafeinli içeceklerin (kola, nescafe, kahve gibi) aşırı tüketilmesi panik atakların başlamasını tetikleyebilir. Ancak panik atak çoğunlukla beklenmeksizin gelir. Panik bozukluğun yaşam boyu görülme oranı %1,5-2’dir. Hastalığın ortalama başlangıç yaşı 20’li yıllardır. Bir kişide panik bozukluğu olduğunu düşünmeden önce, yakınmalarına neden olabilecek kalp hastalığı ya da akciğer hastalığı gibi bedensel bir hastalığın olup olmadığı araştırılmalıdır.

Sosyal Fobi: Kişinin sosyal ortamlarda utanacağı ya da küçük duruma düşeceği korkusunu yaşadığı bir ruhsal rahatsızlıktır. Sosyal fabisi olan kişinin önceden tanımadığı insanlarla karşılaştığı ya da başkalarının gözü üzerinde olacağı bir ya da birden fazla sosyal eylemden belirgin ve sürekli korkması söz konusudur. Bu kişiler, diğerleri tarafından olumsuz değerlendirileceği kaygıları ile kendilerini gözlemeye ve değerlendirmeye odaklanırlar. Daha sonra ise bu kişiler, tehlikeye maruz kalacaklarını düşündükleri çarşı, pazar gibi kalabalık ortamlardan kaçınırlar ya da iş ya da sosyal amaçları toplantılara girmekten çekinirler. Sosyal fobisi olan kişilerde ağız kuruluğu, terleme, çarpıntı, nefes daralması, el ve ayaklarda titreme, bulantı, sık idrara çıkma, ishal ya da kabızlık, konuşmada duraksama ya da hızlı konuşma, dikkat ve konsantrasyon güçlüğü gibi belirtiler görülür. Sosyal fobide basit bir utangaçlıktan farklı olarak çok daha ciddi bir korku söz konusudur. Çevresi ile olan ilişkilerini, iş ve eğitim hayatını olumsuz etkiler. Sosyal fobinin yaşam boyu görülme oranının yaklaşık %10 olduğu bildirilmiştir. Sosyal fobi çoğunlukla ergenlik yıllarında başlayıp kadınlarda ve erkekler eşit oranda görülür.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Savaşlar, terör, işkence, tecavüz, aile içi şiddet, trafik kazası ya da doğal afetler gibi travmatik olayları yaşayan ya da bunlara tanık olan kişilerde görülen aşırı korku, çaresizlik ve dehşete kapılma ile karakterizedir. Bu bozukluk, genellikle travmatik yaşantıdan sonraki ilk üç ayda ortaya çıkmaktadır. Travma sonrası stres bozukluğu olan kişiler; hayata karşı ilgi ve istekte azalma, insanlardan uzaklaşma ile yabancılaşma duyguları yaşarlar. Travma sonrası stres bozukluğunun yaşam boyu görülme oranı yaklaşık %5’dir. Bozukluk hemen her yaşta gelişebilmektedir. Travma sonrası stres bozukluğu tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireyler çay, kahve ya da kolalı içecekler gibi uyarıcı maddelerin aşırı tüketiminden kaçınmalı, alkollü içeceklerden uzak durmalıdır. Stresi yatıştırmak için alkol almak, bağımlılığa yol açabilir. Gerektiğinde ruh sağlığı uzmanlarından yardım istemekten çekinilmemelidir.

Bedenselleştirme (Somatizasyon) Bozukluğu : Özellikle sıkıntılarını dile getiremeyen içine atan kişilerde sorunlar bedenselleştirilerek dışa vurulur. Yani sorunlar söze dökülmeyince vücut konuşmaya başlar. Bedenselleştirme bozukluğu, genç yaşta başlayan ve yıllarca devam eden değişik bedensel belirtilerle seyreden bir ruhsal rahatsızlıktır. Bedenselleştirme bozukluğu ile vücutta baş ağrısı, sırt ağrısı gibi ağrılar; bulantı, kusma, geğirme, el ve ayakta uyuşma, ses kısılması, adet düzensizliği gibi belirtiler görülebilir. Bedenselleştirme bozukluğu görülen bireylerin ailelerinde de genellikle benzer bozukluk görülmekle birlikte bu durum genellikle 30 yaşından önce görülmeye başlar.

Uyku Bozuklukları: Uyku süresi, genetik ve sosyokültürel etkenlerle kişiden kişiye 4-11 saat arasında değişir. Ülkemizde yetişkin yaş grubunda çoğunlukla 7-8 saat uyuma alışkanlığı vardır. Uykuda beynin aktif olarak çalıştığı, fizyolojik bir toparlanma ve onarım yapıldığı, uyanıkken öğrenilenleri ayıklama ve depolama, beynin uyanıklık için etkin hazırlanma süreçlerinde olduğu belirtilmektedir. Yoğun stres yaşayan bireylerde uyku bozuklukları görülmektedir. Uykusuzluk; iş yaşamında ciddi verim düşüklüğünün nedeni olur, başta trafik kazaları olmak üzere değişik türden kazalara zemin hazırlar. Yatmadan önce alınan alkol uykuyu olumsuz yönde etkiler. Alkol başlangıçta uykuya dalmayı kolaylaştırsa da gece içinde sık sık uyanmalarla bölünmüş, yüzeysel bir uyku sağladığından, gecenin büyük bir bölümünü huzursuz geçirmeye ve sabah dinlenmemiş bir şekilde ve zorlukla uyanmaya neden olur.

Alkol Bağımlılığı: Alkolizm hastalığının gelişmesinde çeşitli etkenler rol oynamaktadır. Aşırı stres, bunaltı ya da karamsarlık yaşayanlar bazen alkolü yatıştırıcı, rahatlatıcı olarak “ilaç niyetine” kullanmaktadır. Alkol bağımlılığı; beden ve ruh sağlığını aile, sosyal ve iş uyumunu bozacak derecede fazla ve tekrarlayıcı biçimde alkollü içki içme, alkol alma isteğini kontrol edememe ve alkol almayı durduramama ile belirli bir bozukluktur. Alkol bağımlılığı, sıklıkla 22-35 yaşları arasında daha çok erkeklerde görülen bir rahatsızlıktır.

Sigara Bağımlılığı: Yoğun stres yaşantıları ile başetmede kullanılan olumsuz yöntemlerden biride bağımlılık yaratan sigara kullanımıdır. Sigara bağımlılığı, en az bir aylık bir süre içinde düzenli sigara kullanma, sigarayı bırakınca yoksunluk belirtileri yaşama, zararlarını görmeye rağmen bırakamama ve başarısız sigara bırakma girişimlerinin olması şeklinde tanımlanmaktadır. Sigara, bağımlılık dışında kalp ve solunum sistemi hastalıkları, kanser riskinde artış, gebelikte erken doğum, düşük doğum ağırlığı ve bebek ölümleri gibi sağlık problemlerine neden olabilmektedir. Sigara, genellikle merak, arkadaş baskısı, özenti gibi nedenlerle ergenlik döneminde kullanılmaya başlanmaktadır.

Stres ve Davranışsal Sorunlar

Öfke: Yoğun stres kişilerde sinirlilik, öfke ve saldırgan davranışlara neden olabilir. Öfke, uygun ifade edildiğinde doğal bir duygudur. Ancak öfke patlamalarına ve saldırgan davranışlara dönüştüğünde son derece yıkıcı olabilir. Öfkeli kişiler; endişe, üzüntü, utanç ve suçluluk, sevgi ve yakınlık duyma arzusu gibi duygulardan korkarlar ve bu duygularını göstermek yerine öfkeyi öne çıkarırlar. Öfkeli aileler sorunlarını öfke ile çözmeye çalıştıklarından öfkeli davranışlarda bulunan kişilerin bir rol model olarak anne ve babalarından öğrendikleri tutum ve davranışları yansıttıkları söylenebilir. Saldırgan davranışların kontrolünde, kişi öncelikle öfke davranışının titreme, terleme, yumruğunu sıkma gibi erken sinyallerini tanımalı ve kendini frenlemeli bunu yapamadığı durumda kendisine zaman tanımalı öfkesi yatışana kadar ortamdan uzaklaşmalıdır. Bunun yanında rahatsızlığını sakin bir şekilde karşı tarafa iletme üzerine iletişim becerilerini geliştirmelidir.

Stres ve Aı·le

Ailenin Yaşadığı Stres Etkenleri: Stres, her ailenin yaşamının bir parçasıdır. Bireyler gibi ailelerde stres yaratan durumları engellemek isterler. Sağlıklı aileler, streslere daha hazırlıklı olduğundan başedebilirler. Stres yaşantısının özellikle beklenmeksizin gelen streslerin ailenin ya da bireyin hangi dönemine rast geldiği çok önemlidir. Diğer bir önemli değişken ise çevresel şartlardır. Bazı çevresel şartlar (örn.barınma koşulları) stresli durumlarla baş etmede aileye yardımcı olurken bazı çevresel şartlar sıkıntıları artırır. Ailenin yaşadığın stres etkenleri gelişimsel stres etkenleri ve durumsal stres etkenleri olarak iki şekilde ifade edilebilir. Gelis¸imsel stres etkenleri aile bireylerinin ruhsal ve sosyal gelişiminde yaşanan streslerdir. Gelişimsel stres etkenleri aynı zamanda aile bireylerinin kendini tanımaları, değişmeleri ve olgunlaşmaları için olanaklar da sunar. Gelişimsel görevleri başaramayan aileler genellikle uzun sürede aile sorunları ile karşı karşıya kalma riski taşırlar. Durumsal stres etkenleri ise genellikle beklenmeksizin olan hastalık, bir yakınının ölümü, kaza, iş kaybı, ekonomik sorunlar, doğal afetler gibi ailenin bütünlüğüne yönelik tehditlerin yarattığı krizlerdir. Başlangıçları genellikle ani olur. Yani bireylerin bu duruma hazırlanma fırsatı olmaz.

Bir Stres Etkeni Olarak Hastalık ve Aile: Bir stres etkeni olarak hastalık kişide birçok psikolojik tepkilerden olur. Özellikle ciddi rahatsızlıklarda hastaların verdiği ruhsal tepkiler benzer özellikler gösterir. İlk aşamada en yaygın tepki şok olma ve inanmamadır. Tetkiklerin yanlış olduğuna inanır. İkinci aşama öfke, kızgınlık dönemidir. “Niye ben?” türü öfke ve isyan duyguları görülür. Üçüncü aşama pazarlık aşamasıdır. Ölümcül hasta biraz daha yaşamaya karşılık vaatlerde bulunur. Örneğin “Kızının düğününü görmeyi istediği, başka bir şey istemeyeceği” gibi pazarlık gerçekte bir erteleme çabasıdır. Dördüncü aşama depresyon aşamasıdır. Bu dönemde yaklaşan kayıpların verdiği endişe nedeniyle karamsarlık ortaya çıkar. Son aşama kabullenme aşamasıdır. Hasta gerçeği kabul edip, hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrendiği dönemdir.

Aile üyesinin hastalanması, bütün aile üzerinde psikososyal etkilere yol açar. Çocuklar genellikle sağlık konularında kendi ailelerinin algılarını edinirler ve bunları yetişkinliğe taşıyarak duygusal ve davranışsal tepkiler gösterirler. Hastalık, çiftlerin ilişkisini de etkiler. Çiftin ilişkisini etkilemesinde; hastalığın ne olduğu ve şiddetinin boyutu önemlidir. Çiftler hastalığın olumsuz etkilerinin üstesinden gelmede sorunu, “senin” ya da “benim problemim” yerine “bizim problemimiz” diye görmelidirler. Bazı çiftler hastalığın yarattığı zorlukların üstesinden gelerek daha güçlü, güvenli ve doyum hissettikleri bir ilişkiyi geliştirebilmektedir.

Strese Dayanıklı Ailelerin Özellikleri: Strese dayanıklı “sağlıklı” bir ailenin özellikleri konusunda ortak bir görüş oluşturmada kimi zorluklar olmakla birlikte strese dayanıklı aileleri işlevsel olmayan ailelerden ayıran bazı özellikler aşağıda sunulmuştur.

  • Bağlılık
  • Takdir etme
  • Birlikte zaman geçirmeye istekli olma
  • Etkili iletis¸im
  • Krizlerle bas¸edebilmek
  • Bireylerin desteklenmesi
  • Ailede rollerin belirli olması

Çalışma Hayatı ve Stres

Tükenmişlik Sendromu: İş ortamında yaşanan yoğun ve uzun süreli stres tükenmişliğe neden olabilmektedir. Tükenmişlik sendromu beş evreden oluşur:

  • Aşırı enerji ve cos¸ku evresi
  • Durağanlas¸ma evresi
  • Fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkların görüldügˆü evre
  • Kriz evresi
  • Duygusal kopma ve umutsuzluk evresi

İş hayatında yaşanan tükenmişlik sendromunun birçok nedeni vardır. Bireyin kişilik özelliklerinin yanı sıra iş ortamından kaynaklanan etkenler söz konusudur. Yaşamını iş merkezli planlayan, uykuya, dinlenmeye vakit ayırmayan, yakın insan ilişkilerinden uzak duran, başkalarından yardım istemeyip çok fazla sorumluluk alan kişiler tükenmişlik sendromuna yatkın bireylerdir. Tükenmişlik sendromu birden ortaya çıkmaz. Belirtilerin uzun süreçte yavaş yavaş ve giderek artması söz konusudur. Kişi sınırlarını oluşturarak gerektiğinde “hayır” demesini öğrenmelidir. İş dışındaki zamanlarda keyif alınan uğraşılara vakit ayrılmalıdır. Tükenmişlik sendromu yaşayan bireyler sıkıntılarını sevdiği, kendisine destek veren yakınları ile paylaşmalıdır.
İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing): İşyerinde amirler veya diğer çalışanlar tarafından tekrarlanan saldırılar şeklinde uygulanan bir çeşit psikolojik terördür. Mobing kavramı, çalışanlara üstleri, astları veya eşit düzeydeki çalışanlar tarafından sistematik biçimde uygulanan her tür kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışları ifade eden anlamlar içermektedir. Mobbing, bir işyeri problemi olarak ele alınmalıdır. Mobbing bir hastalık değildir. Birey travmatik iş ortamında hastalanmıştır. Mobbing sürecinde mağdurun aile ilişkileri de etkilenir. Aile içinde sorumluluklarını yerine getirememe, evlilik-eş problemleri, boşanma gibi sorunlar yaşanabilir. Mağdurun benlik saygısı azalır, sosyal ilişkilerden uzaklaşmaya arkadaş ilişkileri zayıflamaya başlar. Çalışan bireylerin işyerinde psikolojik tacizden korunmak için alabileceği bazı önlemler vardır. Kendi içine kapanıp bir kenara çekilmemeli, mobbing konusunu iyi bilen uzmanlara başvurmalıdır. Kendisine sözlü verilen emirleri yazılı olarak istemeli; böylece işyerinde psikolojik tacizin belgelendirilmiş olma ilkesi yerine getirilmelidir.Yasal korunmaya yönelik başvurular yapılmalıdır.