Çevre Sağlığı ve Güvenliği - Ünite 2: Çevre Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Çevre Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı

Giriş

Çevre, canlı ve cansız varlıkların birbirleriyle etkileşim içinde bulunduğu mikro ve makro sistemlerin tamamını ifade etmektedir. Canlılığın vazgeçilmez bir parçası olan çevre, yenilenebilen ve yenilenemeyen kaynakları içerisinde barındırmaktadır. Çevrenin bilinçsizce kullanılması çevre sorunlarının oluşmasına neden olmaktadır. Teknolojinin gelişmesi, sanayileşme ve nüfus artışı kaynakların tüketilerek doğa ile insan arasındaki dengenin daha çok bozulmasına neden olmaktadır. Bu dengenin bozulmasıyla doğanın özümseme kapasitesi tükenmekte, kendi kendini yenileyebilme potansiyeli azalmakta ve küresel çevre sorunları daha çok gündeme gelmektedir. Sınır aşan ve küresel bir boyut kazanan çevre sorunlarının çözülmesi çevre koruma fikrini oluşturmuştur. Çevre koruma ifadesinin sağlanması için ülke ve devletlerin sürekli iş birliği içerisinde bulunması gerekmektedir. Devletler çevre koruma anlayışını oluşturmada güncel ve mevcut çevre sorunlarının ortadan kaldırılması ve gelecekte oluşabilecek çevre sorunlarının önlenmesi ilkelerini sağlamaktadır. Bu ilkelerin sağlanarak çevrenin korunabilmesi amacıyla çevresel değerler hukuki güvence altına alınarak çevreyle ilgili anayasa, kanun ve yönetmelikler oluşturulmaktadır. Herkes sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. İnsanların sürekli olarak etkileşim içerisinde bulunduğu çevreden kaynaklanabilecek sağlık sorunlarının önlenmesini ve kaynakların korunarak kaynak güvenliğinin sağlanması çevre hukuku ile sağlanmaktadır. Çevre hukuku çevre kirliliklerinden kaynaklanan çevre sorunlarının ortadan kaldırılmasıyla güvenli, sağlıklı ve temiz bir çevrenin oluşturulmasına katkı sağlamaktadır.

Çevre ve Çevre Hukuku

Çevre, insanların ve diğer tüm canlıların içinde yaşadığı, birbirleriyle iletişim kurduğu, sosyal, kültürel, ekonomik, fiziksel ortam olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde kaynak tahribatının yanında tüketim ve üretim süreçlerinden kaynaklanan kirleticilerin artması çevre sorunlarının küresel boyutlarda etkilere sahip olmasına neden olmuştur. Çevresel sorunların kompleks yapıda olması, ulusal ve uluslararası boyutta yeniden yapılanmayı, iş birliğini ve yaptırımlı olmayı zorunlu kılmaktadır. Çevresel değerlerin hukuki anlamda güvence altına alınması için çevreyle ilgili ifadeler anayasa, kanun ve yönetmeliklerde yer almaya başlamıştır. 20. yüzyıl itibariyle çevresel değerlerin hukuk kapsamında güvence altına alınması gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde büyük öneme sahip olmuştur. Bu kapsamda çevre sorunlarının yeni bir boyutta ele alındığı bir hukuk kavramı olan çevre hukuku kavramı oluşmuştur. Çevre hukuku, çevrenin korunmasını içeren ve tüm hukuk normlarını içerisinde barındıran bir hukuk kavramıdır. Çevre hukuku çevreye ilişkin değerlerin korunması amacıyla çevresel değerlerin hukuksal güvencelere bağlanmasını gerekli kılmıştır. Bu çalışmalardan ilki 1913 yılında Bern’de yapılan konferanstır ve bu konferansı 1923 yılında Paris ve Londra’da gerçekleştirilen konferanslar izlemiştir. 1972 yılında Stockholm’de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı’nda herkesin sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğuna vurguda bulunulmuştur. Ülkemizde çevre hakkının korunması 1982 yılındaki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer almıştır. Ancak çevre hakkı ve çevrenin korunmasını esas alan 2872 sayılı Çevre Kanunu 11.08.1983 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda çevre suçlarına karşı oluşturulacak idari yaptırımlar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle şekillenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 181. maddesi çevrenin kasten kirletilmesine hapis cezasını, 182. maddesi ise çevrenin kasten kirletilmesine dair adli para cezasını getirmiştir. Ayrıca 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 30. maddesinde bulunan “Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir.” hükmüyle herkesin çevrenin korunması için ilgili mercilere başvurma hakkı vardır ifadesi desteklenmiştir. Herkes sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşayabilme hakkına sahiptir ve bu hakkının korunması için yetkili mercilerden destek alabilir.

Çevre Sağlığı Mevzuatı (Kanunlar, Yönetmelikler, Tebliğler)

Mevzuat, yürürlükte bulunan hukuk kurallarının bütünüdür. Türk mevzuat sistemi yukarıdan aşağıya doğru anayasa, kanun, yönetmelik ve tebliğlerden meydana gelmektedir. Kanun, Bakanlar Kurulu veya Milletvekilleri tarafından teklif edilen, anayasaya göre hazırlanan yazılı hukuk kurallarıdır. TBMM tarafından kabul edilip Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylandıktan sonra Resmî Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe girmektedir. Çevre sorunlarının azaltılması ve önlenmesi amacıyla birçok ülkede çevresel değerler hukuki anlamda anayasa, kanun ve yönetmeliklerle güvence altına alınmıştır. Çevre sorunlarının önlenmesi ve azaltılması sürecinde ülkelerin kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ile ilgili koruma ve kullanım esaslarının belirlenmesine yönelik uluslararası antlaşmalar ve bu antlaşmalar doğrultusunda gelişen çevre hukuku büyük önem taşımaktadır. T.C. Anayasa’nın 56. maddesinin birinci paragrafında yer alan “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.” ifadesiyle çevre sağlığı güvence altına alınmaktadır. Anayasamızda yer alan bu ifadenin yanında yer alan mevzuatlar çevre sağlığının ve güvenliğinin korunmasındaki en önemli araçtır.

Çevre ve çevre sağlığının korunmasına dair pek çok kanun bulunmaktadır. Sağlıklı bir çevrenin oluşturulması ve kaynakların korunması ile ilgili ülkemizde ilk kez yayımlanan kanunlardan bir tanesi 831 sayılı 10.05.1926 tarihinde yayımlanan Sular Hakkında Kanun’dur. Bu kanun çevre ile ilgili ilk kanun olma özelliğini taşımaktadır. Bu kanun şehir, köy ve kasaba gibi yerleşim bölgelerinin su ihtiyacının sağlanması ve yönetilmesinin belediyelere bağlı alanlarda belediyelerce, eğer bu kapsamda değilse Köy Kanunu kapsamındaki ihtiyar meclislerince sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu kanun insanların yaşamları için gerekli olan su kaynaklarının insanlara sağlıklı ve güvenli bir biçimde iletilmesini hedeflemektedir. Çevrenin korunması ile ilgili ikinci kanun 4373 sayılı 14.01.1943 yılında yayımlanan Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu’dur. Bu kanun taşkın ve su baskınlarından kaynaklanabilecek çevre ve sağlık sorunlarının önlenmesi için gerekli olan hükümleri içermektedir. Su kaynakları ve su taşkınları gibi konuları ele alan kanunlardan sonra 08.09.1956 yılında yayımlanan 6831 sayılı Orman Kanunu ülkemizin akciğerlerini oluşturan ormanların korunmasını ve yönetilmesini sağlamıştır. İnsanların kullanımı için önemli olan su kaynaklarından bir tanesi olan yeraltı sularının korunması 23.12.1960 tarihinde yayımlanan 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun ile sağlanmıştır. Yeraltı Suları Hakkında Kanunda “Sınırları ve yapısal özellikleri belirlendikçe yeraltı suyu sahaları, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün teklifi üzerine, ilgili bakanlıkça “Yeraltı suyu İşletme Alanları” kabul ve ilan edilir.” ifadesiyle hangi yeraltı sularının işletme kapsamına girdiği anlatılmaktadır. Ülkemizin tarihinin en önemli şahitleri olan kültür varlıklarının kanunlarla korunması ilk olarak 1951 yılında yayımlanan 5805 sayılı kanunla gerçekleştirilmiştir. 23.07.1983 tarihinde yayımlanan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile kültür ve tabiat varlıklarının korunması için sit alanlarının oluşturulması, kültür ve tabiat varlıklarının sayılarının artırılmasına katkı sağlamıştır. Tabiat ve kültür varlıklarının yanında ülkemizin değerlerini oluşturan milli ve milletlerarası düzeyde değere sahip milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiat koruma alanlarının belirlenmesi, korunması, geliştirilmesi ve yönetilmesi amacıyla 11.08.1983 tarihli 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yayımlanmıştır. Ülkemizde 1970’li yıllarda çevre sorunlarının artış göstermesi ve uluslararası çalışmaların da etkisi ile çevre koruma bilincini oluşturmuştur. Bu doğrultuda çevrenin korunması, sağlıklı ve güvenli bir çevrenin oluşturulmasının hukuki güvence altına alınması amacıyla 11.08.1983 tarihinde 2872 sayılı Çevre Kanunu yayımlanmıştır. Bu kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.

Sürdürülebilir çevre, gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fizikî vb.) ıslahı, korunması ve geliştirilmesi sürecini tanımlamaktadır. Sürdürülebilir kalkınma, bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına alan çevresel, ekonomik ve sosyal hedefler arasında denge kurulması esasına dayalı kalkınma ve gelişmeyi tanımlamaktadır. Çevre kanununun temel amacı, tüm insanlığın ortak varlığını oluşturan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanların, doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilirliğe uygun kullanılması; doğanın bileşenleri olan su, toprak ve havanın kirlenmesinin önlenmesi; ülkenin biyoçeşitliliğinin, tarihi ve doğal zenginliklerinin korunarak, sürdürülebilir bir ülke oluşturulması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemektir. 1983 yılında yayımlanan Çevre Kanunu sonrasında ülkemiz için çevresel ve ekonomik olarak büyük bir yere sahip olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışındaki her türlü maddenin korunması, işletilmesi ve yönetilmesine dair 04.06.1985 tarihli 3213 sayılı Maden Kanunu yayımlanmıştır. Doğal kaynakların yanında 3 tarafı denizlerle kaplı olan ülkemiz için jeopolitik, turistik ve ekonomik gibi pek çok etkiye sahip olan kıyıların korunmasına dair 04.04.1990 tarihinde 3621 sayılı Kıyı Kanunu yayımlanmıştır. Bu kanunun amacı, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmektir. Ülkemiz ekonomisinin en büyük kaynaklarından biri olan hayvancılığın sürdürebilirliğinin sağlanılması ve ekonomik yarar sağlanılması amacıyla hayvancılıkta önemli olan mera alanlarının düzenlenmesi, yönetilmesi, bakım ve ıslahının gerçekleştirilmesi için gereken şartları belirtmek amacıyla 25.02.1998 tarihli 4342 sayılı Mera Kanunu yayımlanmıştır. İnsanlar günlük yaşamının büyük bir kısmını konutlarında, iş yerlerinde, alışveriş merkezleri gibi kapalı alanlarda geçirmektedir. Bu yüzden insanların sağlıklı ve güvenlikli yapılarda yaşaması amacıyla 29.06.2001 tarihli 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun, Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Ülkemizde nüfusun yoğun olduğu il ve ilçeleri kapsayan büyükşehirlerin yönetimlerinin hukuki statüsünün düzenlenmesi, hizmetlerinin planlı, programlı, verimli ve uyum içerisinde gerçekleştirilmesi amacıyla 23.07.2004 tarihli 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu yayımlanmıştır. 12.10.2004 tarihinde yayınlanan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu insanların sağlıklı ve güvenli çevrede yaşamalarını hukuki olarak güvence altına almaktadır. Bu kanunda “Çevreye Karşı Suçlar” kısmında çevrenin kasten kirletilmesi, çevrenin taksirle kirletilmesi, gürültüye neden olma suçlarına dair çeşitli yaptırımlar bulunmaktadır. Çevrenin korunarak insanların yaşamlarını sağlayabileceği sağlıklı ve güvenli çevrelerin oluşturulması ile ilgili pek çok yönetmelik bulunmaktadır. Çevre sağlığı ve korunmasını doğrudan ilgilendiren yönetmelikleri; ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) ve planlama yönetimi, su ve toprak yönetimi, hava yönetimi, kimyasal yönetimi, su ve toprak yönetimi, ölçüm, izleme, izin ve denetim başlıkları altında inceleyebiliriz.

  • Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) ve Planlama Yönetimi: Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci bir projenin çevreye, çevre sağlığı ve güvenliğine oluşturacağı etkilerin önceden belirlenerek önlemlerinin alınması, faaliyet süreci ve faaliyet sonrası rutin kontrolleri barındıran bir süreçtir. Mevzuatta, ÇED ile ilgili bir takım uygulama ve kurallar belirtilmiştir. Bu yönetmeliğe göre gerçekleştirilmesi planlanan bir faaliyetin çevreye, çevre sağlığı ve güvenliğine bir etkisi varsa faaliyeti gerçekleştiren kurum, kuruluş ve işletmeler, ÇED Raporu veya Proje Tanıtım Dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Ülkemizde 2017 yılında Resmî Gazete’de yayımlanan Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği ile faaliyetlerin çevresel değerlendirilmesinin yanında çok yönlü stratejik değerlendirmesinin yapılmasını sağlamaktadır.
  • Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD): SÇD süreci; karar verme sistemine çevresel gereklilikleri de entegre eden, geniş ölçekli bir çevre yönetim aracıdır. SÇD, çevre yönetiminin teknik araçlarından olan ve projeler düzeyinde uygulanan çevresel etki değerlendirmesinin ileri bir aşaması olarak, çevre üzerinde önemli etkiler yapması muhtemel belli plan ve programlar hakkında bir çevresel değerlendirme yapılmasını amaçlamaktadır. SÇD, üst düzeyde çevrenin korunmasını sağlamak, plan ve programların hazırlanması ve onayı/kabulü aşamasına sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda çevresel faktörlerin entegre edilmesine katkıda bulunmak üzere uygulanan bir değerlendirme sürecidir.
  • Su ve Toprak Yönetimi: 31.12.2004 tarihinde yayımlanan ve 13.02.2008 tarihinde değişiklik yapılan 25687 sayılı Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ülkemizin yeraltı ve yüzeysel su kaynaklarının korunması ve en iyi biçimde kullanılması için gerekli hukuki ve teknik esasları belirlemektedir. Bu yönetmelik suların kalite sınıflandırmaları ve kullanım amaçlarını, su kalitesinin korunmasına ilişkin planlama esasları ve yasaklarını, atıksuların boşaltım ilkelerini ve boşaltım izni esaslarını, atıksu altyapı tesisleri ile ilgili esasları ve su kirliliğinin önlenmesi amacıyla yapılacak izleme ve denetleme usul ve esaslarını kapsamaktadır. 08.06.2010 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan 27605 sayılı “Toprak Kirliliğinin Kontrolü ve Noktasal Kaynaklı Kirlenmiş Sahalara Dair Yönetmelik” ile toprak yapıların korunması için ilk adım atılmıştır. Bu yönetmeliğin amacı; alıcı ortam olarak toprağın kirlenmesinin önlenmesi, kirlenmenin mevcut olduğu veya olması muhtemel sahaları ve sektörleri tespit etmek, kirlenmiş toprakların ve sahaların temizlenmesi ve izlenmesi esaslarını sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde belirlemektir.
  • Hava Yönetimi ile İlgili Yönetmelikler: Ülkemizde hava kirliliği ile ilgili ilk doğrudan düzenleme 1930 yılında çıkarılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’dur. Günümüzde geçerli olan 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 13. maddesinde hava kirliliğinin önlenmesi, “Havada, suda, toprakta kalıcı özellik gösteren ve ekolojik dengeyi bozan kimyasal maddelerin üretimi, ithal, taşıma, toplama ve kullanımında çevre koruma esasları dikkate alınır.” şeklinde ifade edilmektedir. Çevre Kanunu’nda havanın korunması hakkındaki ifade sonrasında 1986 yılında “Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği” ortaya çıkmıştır. Bu yönetmelik 2008 yılında güncellenerek “Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği” adını alarak yayımlanmıştır. Bu yönetmelik hava kirliliğinin çevre ve insan sağlığı üzerindeki zararlı etkilerini önlemek veya azaltmak için hava kalitesi hedeflerini tanımlamak ve oluşturmak, tanımlanmış metotları ve kriterleri esas alarak hava kalitesini değerlendirmek, hava kalitesinin iyi olduğu yerlerde mevcut durumu korumak ve diğer durumlarda iyileştirmek, hava kalitesi ile ilgili yeterli bilgi toplamak ve uyarı eşikleri aracılığı ile halkın bilgilendirilmesini amaçlamaktadır. Hava yönetiminin değerlendirilmesi ve yönetilmesinin önemli bir diğer konusu da gürültü kirliliğidir. Gürültü, ulaşım, sanayi kuruluşlarının çıkardıkları ses, ticari amaçlı reklam ve müzik yayını ve benzeri sebeplerle ortaya çıkabilir. Gürültü kirliliği, uyumlu sıklık bileşeni bulunmayan, istenmeyen ve rahatsız edici ses olarak tanımlanmaktadır. Gürültü kirliliklerinin çevre sağlığında ve güvenliğinde oluşturabileceği etkilerin azaltılması hukuki boyutta korunması için gerekli alınacak önlemler, değerlendirme ve yönetimi ile ilgili olarak 2005 yılında ilk yönetmelik yayımlanmıştır. Bu yönetmelik 2010 yılında güncellenerek “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği” olarak Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
  • Atık Yönetimi ile İlgili Yönetmelikler: Atık kavramı çeşitli üretim ve tüketim süreçleri sonrasında meydana gelen çeşitli özelliklere sahip zararlı maddelerin tamamını ifade etmektedir. Bu yüzden atıkların yönetimlerinin sağlanabilmesi için atıkların oluşturuldukları yerlere, fiziksel ve kimyasal özellikleri gibi faktörlerine göre sınıflandırılması gerekmektedir.Bu kapsamda ülkemizde 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda atıklar “herhangi bir faaliyet sonucunda çevreye atılan veya bırakılan zararlı maddeler” olarak ifade edilmiştir. Atık yönetimi oluşturulan her bir atığın önlenmesi, azaltılması, dönüştürülmesi, bertaraf edilmesi ve yeniden kullanılmasını kapsayan bir yönetim sistemidir. Ülkemizde atıkların çevre ve insan sağlığına zarar vermeden yönetiminin sağlanması amacıyla 02.04.2015 tarihli 29314 sayılı “Atık Yönetimi Yönetmeliği” uygulanmaktadır.
  • Kimyasal Yönetimi ile İlgili Yönetmelikler: Ülkemizde kimyasalların yönetiminin kanuni olarak sağlanması 2008’de yayınlanan “Kimyasalların Envanteri ve Kontrolü Hakkında Yönetmelik” ile sağlanmıştır. Bu yönetmeliğin amacı, kimyasalların insan sağlığı ve çevre üzerinde yaratabileceği olumsuz etkilere karşı etkin koruma sağlamak üzere envanter oluşturulmasına ve kontrolüne ilişkin idari ve teknik usul ve esasları düzenlemektir. Ayrıca yönetmelik, tehlikeli maddelerin ve müstahzarların belirlenmesi, yüksek ve düşük miktarda üretilen veya ithal edilen maddelerin envanterlerinin tutulması, bu bilgilerin güncellenmesi, verilerin gizliliği, öncelik listesinde yer alan maddeler için risk değerlendirmesi konularına açıklık getirmektedir. Kimyasalların insan sağlığı üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, yönetilmesi ve önlenmesi amacıyla “Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Hakkında Yönetmelik” ve “Kimyasal Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik” uygulanmaktadır. Endüstriyel faaliyetler sonucunda oluşturulan tehlikeli kimyasalların taşınması sürecinde uygulanması gereken şartları belirtmek amacıyla “Tehlikeli Maddelerin Demiryolu ile Taşınması Hakkında Yönetmelik”, “Tehlikeli Maddelerin Deniz Yoluyla Taşınması Hakkında Yönetmelik” ve “Tehlikeli Maddelerin Havayoluyla Taşınması Hakkında Yönetmelik” uygulanmaktadır. Ayrıca 2019 yılında 30702 sayılı “Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik” yayımlanmıştır.
  • Deniz ve Kıyı Yönetimi ile İlgili Yönetmelikler: Deniz kirliliği, canlı kaynaklara ve deniz yaşamına zarar verme, insan sağlığı için tehlike oluşturma, balıkçılık ve denizlerin diğer yasal amaçlarla kullanımı da dâhil, denizcilik faaliyetlerini engelleme, deniz suyunun niteliğini değiştirme ve özelliklerini bozma gibi zararlı etkileri olan ya da olması muhtemel madde veya enerjinin, insan tarafından direkt veya dolaylı olarak, haliçler de dahil olmak üzere, deniz çevresine dahil edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Ülkemiz 1982 Anayasası’nın 43. maddesinde Kıyılardan Yararlanma başlığı altında “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir.” ifadesi ile kıyı hakkının kullanımından bahsedilmektedir. Deniz ve kıyılarda oluşabilecek kirliliklerin önlenmesi amacıyla ilk kez 2004 yılında “Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği” yayımlanmıştır.
  • Çevre ile İlgili Tebliğler ve Genelgeler: Çevrenin korunarak sağlıklı ve güvenli bir çevrenin oluşturulması ile ilgili yayımlanan kanunların nasıl anlaşılacağı ve nasıl uygulanacağı hakkında ilgili bakanlıklarca yapılan açıklamalar çevre ilgili tebliğleri meydana getirmektedir. Çevre ile alakalı kanun ve yönetmeliklerin uygulanışlarını açıklamak, belli başlı bir konu hakkında aydınlatıcı bilgiler vermek için ilgili bakanlıklarca gerekli mercilere gönderilen yazılar genelgeleri meydana getirmektedir.

Çevre Güvenliği Mevzuatı (Yönetmelik, Tebliğ ve Genelgeler)

Çevresel güvenlik, toplumsal sorunlar ve çevre sorunları arasında köprü kuran bir kavramdır. Çevresel makro düzeyde güvenlik, ekosistemlerde çevre sorunlarından kaynaklı oluşabilecek bozulmalar, küresel ısınma, iklim değişikliği ve dünyanın tamamına etki edebilecek tüm büyük faktörleri içermektedir. Çevresel mikro düzeydeki güvenlik ise belli bir düzeyde etki alanı bulunan hava kirliliği, su kirliliği ve atık sorunları gibi çevresel sorunları içermektedir. Günümüzde en önemli çevre güvenliği konularından bir tanesi olan iklim değişikliğinin kaynaklar üzerinde oluşturduğu baskılar sonucunda ülkeler arasında oluşan kaynak paylaşım sorunlarının önlenmesi amacı ile çeşitli çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde İklim ve Uyum Dairesi Başkanlığı gerçekleştirdiği pek çok çalışma ile küresel çevre güvenliğinin sağlanılması için yönetmelikler, tebliğler ve genelgeler yayınlamaktadır. Bu yönetmeliklere örnek olarak “Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik”, “Ozon Tabakasını İncelten Maddelere İlişkin Yönetmelik” ve “Florlu Sera Gazlarına İlişkin Yönetmelik” verilebilir.