CEZA HUKUKU - Ünite 1: Ceza Hukukuna Giriş Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Ceza Hukukuna Giriş
Ceza Hukuku ve Fonksiyonu
Ceza hukuku, suç teşkil eden fiilleri ve bunlara uygulanacak yaptırımların neler olduğunu gösteren hukuk disiplinidir. Devletin başlıca görevi hukuka dayalı bir düzen kurmak ve bunu devam ettirmektir. Devlet bu görevini koyduğu hukuk kuralları vasıtasıyla yerine getirir. Ceza hukuku da diğer hukuk disiplinleri gibi, kendi araçlarıyla bu genel amaca katkıda bulunmaktadır.
Hukuk kuralları din, örf ve adet kurallarından farklıdır. Çünkü ceza hukuku ve diğer bütün hukuk kuralları, aksine davranılması hâlinde devlet gücüyle yaptırım uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.
Devlet toplumsal yaşamı barış içinde devam ettirme görevini ceza hukuku kuralları olmaksızın etkin bir şekilde yerine getiremez. Ancak devlet ceza hukukunu toplum düzeninin sağlanmasında son çare olarak ve hukuk devletinin esasları çerçevesinde kullanmalıdır. Ceza hukuku, sahip olduğu yaptırımların önleyici etkisiyle, hukuki değerlerin korunması fonksiyonu görmektedir. Hukuki değerler, toplumsal düzenin devamı için bir hukuk toplumunda korunması gereken, soyut, manevi değerlerdir.
Suç, Ceza ve Güvenlik Tedbiri
Suç insanların toplum içinde birlikte yasamalarının temini, toplumsal düzenin devamı için korunması gereken hukuki değerleri ihlal eden belli insan davranışları (tipik haksızlıklar) olarak tanımlanabilir.
Suç teşkil eden haksızlığı gerçekleştiren kişilere ceza ve güvenlik tedbiri olmak üzere iki tür yaptırım uygulanmaktadır. Bunlardan ceza yaptırımı ancak işlediği haksızlıktan dolayı kusurlu bulunan kişiye uygulanabilir. Bazı hâllerde suç teşkil eden haksızlığı gerçekleştiren kişiye, gerek kendisini gerek toplumu belli tehlikelerden korumak amacına yönelik olarak, güvenlik tedbiri yaptırımı uygulanabilmektedir. Ceza yaptırımının aksine, güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi için gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kişinin kusurlu sayılması zorunlu değildir. Bu yaptırımlar suç isleyen kişi hakkında birlikte uygulanabileceği gibi, birbirinden bağımsız olarak da uygulanabilirler.
Ceza Hukukunun Hukuk Disiplinleri Arasındaki Yeri
Ceza hukuku, kamu hukuku içerisinde yer alan bir bilim dalıdır. Zira bir suçun islenmesiyle, devletle bu suçu işleyen kişi arasında bir cezalandırma ilişkisi kurulmaktadır. Suç isleyen kişiyi cezalandırma gücü devletin tekelinde bulunmaktadır. Ceza hukuku, kendi içinde de bazı alt disiplinlere ayrılmaktadır. Bu kapsamda maddi ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku genel kabul gören ayrımı oluşturmaktadır.
Maddi ceza hukuku , bir fiilin suç teşkil edebilmesi için bulunması gereken unsurları, suç dolayısıyla sorumluluk için aranan şartları ve suçun işlenmesi hâlinde uygulanabilecek yaptırımları ve suçun islenmesine bağlanan diğer hukuki sonuçları inceler. Maddi ceza hukuku da kendi içinde ceza hukuku genel hükümler ve ceza hukuku özel hükümler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Ceza muhakemesi hukuku , suç teşkil eden bir fiilin işlendiği şüphesiyle başlayıp bu şüphenin failin lehine veya aleyhine yenilenmesine kadar devam eden süreci ifade etmektedir. Ceza muhakemesi hukuku, bu sürece katılan kişilerin hak, görev ve yetkileri ile işlendiği iddia edilen suçun gerçekte islenip işlenmediğini, işlendi ise kim tarafından işlendiğini ve yaptırımının ne olacağını belirlemek amacıyla yapılan ve iddia, savunma ve yargılama niteliğindeki bir dizi faaliyetten oluşan bir hukuk dalıdır.
Ceza Hukukunun Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Ceza hukukunun ilgili olduğu hukuk dallarının başında anayasa hukuku gelmektedir. Bilindiği üzere anayasalar bir hukuk devletinde normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alan metinlerdir. Diğer hukuk disiplinleriyle ilgili bir düzenleme yapılacağı zaman, anayasadaki sınırlara dikkat edilmek gerekir. Bu nedenle ceza hukuku alanında yapılacak düzenlemeler bakımından da anayasal sınırların gözetilmesi zorunludur.
Ceza hukuku ile idare hukuku arasında da yakın bağlantı bulunmaktadır. Ceza hukuku, devletin yürütme organı içerisinde yer alan idarenin faaliyetlerinin hukuka uygun ve etkin bir şekilde yürütülmesine katkı sağlamaktadır. Bu çerçevede kamu görevlileri veya kamu kurum ve kuruluşları eliyle görülen faaliyetlerin yapılmasını engellemeye yönelik fiiller suç hâline getirilmektedir. Ayrıca ceza hukukunda bir kamusal faaliyetin yürütülmesine katılan kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanmasını önlemeye yönelik suç tanımlarına da yer verilmektedir. Diğer taraftan çağdaş eğilime uygun olarak yeni TCK’da kabahat türünden suçlara yer verilmemiş, bunlar idari yaptırımı gerektiren fiiller olarak ayrı bir kanunda düzenlenmiştir.
Ceza hukuku ile yakın ilişki hâlinde olan bir diğer hukuk dalı da devletler hukuku dur. Günümüzde özellikle terör eylemleri, bilişim sistemlerine karşı veya bu sistemler aracılığıyla işlenen fiiller, uyuşturucu madde ticareti, fuhuş veya organların alınması maksadıyla insan ticareti, göçmen kaçakçılığı gibi suçlar çoğu zaman suç örgütleri tarafından birçok devleti ilgilendirecek şekilde işlenmektedir. Devletler hukuku ile ceza hukukunun kesistigi bir diger alan da suçluların iadesi ve adli yardımlaşma konularında ortaya çıkmaktadır.
Ceza hukuku ile medeni hukuk arasında da birçok konuda ilişki ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce suç teşkil eden fiiller aynı zamanda haksız fiil niteliği taşıdığı için, medeni hukukun bir alt disiplini olan borçlar hukuku bakımından tazminat sorumluluğunu gerektirmektedir. Özellikle hukuk düzeninin tekliği ilkesi gereğince, hukuka aykırılık kavramının anlamı ve kapsamı bakımından ceza hukuku ile medeni hukuk ve diğer hukuk disiplinleri arasında bir farklılığın olmadığını belirtmek gerekir. Diğer taraftan bazı suçların tanımında bir unsur olarak medeni hukuka ilişkin bir kavrama yer verilebilmektedir.
Ceza hukuku ile kriminoloji (suç bilimi) arasındaki ilişkiye de değinmek gerekir. Kriminoloji deney ve gözlem metodundan yararlanarak suçun işlenme nedenlerini, faili suç islemeye iten sebepleri inceleyen bir bilim dalıdır.
Ceza hukuku adli olayların aydınlatılmasında tıp biliminin bir alt disiplini olan adli tıp tan yararlanmaktadır. Adli tıp özellikle ceza muhakemesi sürecinde suçun aydınlatılmasında, suçluların tespitinde ve sorumluluğun saptanmasında önemli rol oynar.
Ceza Hukukunun Kaynakları
Ceza hukukunun kaynakları doğrudan ve dolayısıyla kaynaklar şeklinde ikiye ayrılır. Anayasa, kanun ve uluslararası sözleşmeler doğrudan kaynakları; doktrin ve yüksek mahkeme içtihatları ise dolayısıyla kaynakları oluştururlar. Bu ayımın yapılmasında bir kaynağın somut olaya doğrudan uygulanabilir nitelik taşıyıp taşımadığı esas alınmaktadır.
Doğrudan Kaynaklar
Ceza hukukunun doğrudan kaynakları; Anayasa, kanun ve milletlerarası sözleşmelerdir. Ülkemizde hâlen yürürlükte olan 18.10.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ceza hukukuna ilişkin önemli ilkelere yer verilmiştir. Ceza hukukunun doğrudan kaynaklarından bir diğeri kanundur. “Suçta ve cezada kanunilik ilkesi” gereğince, hangi fiillerin suç teşkil ettiğinin ve bunlara uygulanacak yaptırımın ancak kanunla belirlenecek olması karşısında, ceza hukukunun en önemli kaynağını kanun oluşturmaktadır. Türk ceza hukukunun temel kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’dur. 5237 sayılı TCK’da tüm suçlar bakımından geçerli olan genel hükümlere ve herkes tarafından işlenebilecek suçlara yer verilmiştir. Kuskusuz hangi fiillerin suç teşkil ettiğini belirleyen tek kanun TCK değildir. TCK dışında, suç ve ceza hükmü içeren veya ceza hukukuna ilişkin hükümler taşıyan birçok özel kanun da bulunmaktadır. TCK’nın “Genel hükümler” başlıklı Birinci Kitabı’nda yer verilen “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” (m. 2), “adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” (m. 3), geçmişe yürüme yasağı (m. 7), ceza sorumluluğunun şahsiliği (m. 20) gibi prensiplerle, kast, taksir, suça teşebbüs, suça iştirak, suçların içtima gibi ceza sorumluluğunun esaslarına ve yaptırımlara ilişkin bütün hükümler, suç ve ceza hükmü içeren diğer kanunlar hakkında da uygulanır. Türk ceza hukukunun doğrudan kaynaklarından bir diğerini de milletlerarası sözleşmeler oluşturmaktadır. Anayasa’nın 90. maddesinin 5. fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi hâlinde ise milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı belirtilmiştir.
Dolayısıyla Kaynaklar
Ceza hukukunun dolayısıyla kaynakları ise; mahkeme kararları ve doktrindir. Bir kanun hükmünün ne şekilde anlaşılması ve yorumlanması gerektiği hususunda mahkeme kararları yol gösterici özellik taşırlar. Bu nedenle bir olayla ilgili olarak karar veren mahkeme, Yargıtay’ın benzer olaylara ilişkin daha önce verdiği kararları (içtihatları) göz önünde bulundurabilir. Bu durum, Yargıtay’ın benzer olaylarla ilgili vermiş olduğu kararların yerel mahkemeleri bağlayıcı sonuç doğuracağı seklinde anlaşılmamalıdır. Ancak 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 45. maddesinde “Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından verilen içtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar” denilerek, bu hususta bir istisnaya yer verilmiştir. Suç teşkil eden bir olayla ilgili olarak karar veren mahkemeler tarafından göz önünde bulundurulabilecek diğer bir kaynağı da, doktrinde yapılan çalışmalar oluşturmaktadır. Mahkemeler karşılaştıkları sorunlarla ilgili olarak ceza doktrinde yapılan bilimsel çalışmalarda ortaya konulan tespit ve değerlendirmelerden yararlanabilirler.
Ceza Hukukunun Güvence Fonksiyonu
Ceza hukuku, temel hak ve özgürlükleri saldırılardan korurken, aynı zamanda kişilerin hareket özgürlüğünün sınırlarını da çizmektedir. Kişiler, ancak suç teşkil eden davranışlarda bulunduklarında ceza hukukunun yaptırımlarıyla karşılaşacaklardır. Bu nedenle kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınabilmesi için, gerek ceza normunun oluşturulması gerek uygulanması sırasında bazı ilkelere uyulması zorunluluğu vardır. Bu prensiplerin basında suçta ve cezada kanunilik ilkesi gelmektedir.
Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi
Hukuk devletinin en önemli özelliklerinden birisi de, vatandaşı devletin keyfi muamelelerine karşı korumasız bırakmamaktır. Bu korumayı sağlayan ilkelerin basında suçta ve cezada kanunilik ilkesi gelir. Bu ilke gereğince devlet, hangi fiillerin suç teşkil ettiğini ve bu fiillerin işlenmesi hâlinde ne tür yaptırımların uygulanacağını önceden belirlemelidir. Bu yapıldığında bir taraftan devletin sınırları belirlenmek suretiyle ceza hukuku uygulamasında bireye karşı keyfi muamelede bulunması önlenmiş olacak, diğer taraftan kişilerin hangi fiillerin suç sayılarak yasaklandığını öngörerek hareket etmeleri sağlanmış olacaktır. Böylece bireyler, suç teşkil etmeyen bir fiili işlemedikleri sürece bir ceza tehdidiyle karşılaşmama güvencesine kavuşacaklardır.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin sonuçları şöyle sıralanabilir:
- Haksızlık teşkil eden fiillerden hangilerinin suç teşkil ettiği kanunda gösterilmelidir. Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez.
- Cezada kanunilik ilkesi gereğince, kanunun açıkça suç saydığı bir fiilden dolayı bir kimseye ne tür ve miktarda bir ceza yaptırımının uygulanacağının yine kanunla belirlenmesi gerekir. Cezada kanunilik ilkesi gereğince, kanunun açıkça suç saydığı bir fiilden dolayı bir kimseye ne tür ve miktarda bir ceza yaptırımının uygulanacağının yine kanunla belirlenmesi gerekir.
- Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince hangi fiillerin suç oluşturduğu, bütün unsurlarıyla birlikte kanunda açıkça tanımlanmış olmalıdır. Bu ilkenin bireyin hak ve özgürlüğü bakımından güvence oluşturabilmesi de, suç teşkil eden fiillerin ve öngörülen yaptırımların teknik olarak kanun niteliği taşıyan yasama tasarruflarıyla belirlenmesini gerektirir.
- Kanunilik ilkesi gereğince, kanun koyucuya yüklenen diğer bir yükümlülük, suç teşkil eden fiillerin neler olduğunun kanunda açıkça tanımlanmasıdır. Kanunda yer alan suç tanımları, açık ve seçik olmalı, herkesin anlayabileceği şekilde yapılmalıdır ( belirlilik ilkesi ).
- Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince, örf ve âdetin ceza hukukunda kaynak değeri bulunmamaktadır.
- Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin bir diğer sonucu da kıyas yasağıdır. Kıyas yasağı gereğince, kanunda açıkça suç olarak tanımlanmayan bir fiil, kanunda suç olarak tanımlanan bir fiile bazı yönlerden benzerlik gösterdiğinden bahisle o fiile ilişkin suç tanımı kapsamında cezalandırılamaz.
Geçmişe Yürüme Yasağı (Ceza Hukuku Kurallarının Zaman Bakımından Uygulanması)
Kanunilik ilkesinin sonucu olan bu kurala göre her fiil, işlendiği zamanın kanununa tabiidir. Bir fiil işlendiği zaman yürürlükte olan kanunlara göre suç teşkil ediyorsa cezalandırılabilecektir. İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç teşkil etmeyen bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılmayan bir fiili işleyen kişiye, daha sonra yürürlüğe giren ve o fiili suç hâline getiren bir kanun geriye yürütülerek ceza verilemez. Yine işlendiği zamanın kanununa göre suç sayılan bir fiil için daha sonra yürürlüğe giren bir kanunla suçun unsurlarında, cezalandırılabilme şartlarında, suç için öngörülen yaptırımlarda ve suçtan dolayı mahkûmiyetin kanuni neticelerinde failin aleyhine olacak şekilde değişiklikler yapılması hâlinde, bu kanun, yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş olan fiiller bakımından uygulanamayacaktır. Kısaca yeni bir suç tanımı getiren veya failin durumunu ağırlaştıran kanunlar, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra işlenen fiiller bakımından uygulanabilirler.
Ceza kanunlarının geriye yürümesini yasaklayan bu kuralın bir istisnası vardır. Buna göre failin lehine olan kanun geriye yürür . İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılan bir fiilin, işlendikten sonra yürürlüğe giren kanunla suç olmaktan çıkartılması hâlinde, fiili suç olmaktan çıkartan sonraki kanun lehe olduğu için yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş olan fiillere, geçmişe yönelik olarak olaya uygulanacak ve faile herhangi bir ceza hukuku yaptırımı uygulanmayacaktır. Yine daha sonra yürürlüğe giren bir kanun, işlendiği zamanın kanununa göre suç teşkil eden bir fiili suç olmaktan çıkartmayıp, bu suçun unsurlarında, diğer cezalandırılabilme şartlarında, yaptırımlarında ve mahkûmiyetin kanuni neticelerinde failin lehine olacak şekilde değişiklikler yapabilir. Bu durumda da lehe olan kanun, yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenen fiillere uygulanacak, yani geriye yürüyecektir.
Yeni kanunun önceki kanunda suç sayılan bir fiili suç olmaktan çıkartması hâlinde lehe kanunun hangisi olduğunu belirlemede bir tereddüt yaşanmayacaktır. Bununla birlikte fiilin her iki kanunda da suç olarak düzenlenmesine rağmen, bu kanunların lehe ve aleyhe farklı hükümler taşıması hâlinde, lehe kanunun hangisi olduğunu tespit edip uygulamak sorun oluşturabilecektir. Bu durumda somut olaya suçun işlendiği sırada yürürlükte olan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunun hükümleri ayrı ayrı uygulanacaktır. Bir başka deyişle her bir kanunun hükümleri olaya bir bütün olarak uygulanacak ve ortaya çıkan sonuca bakılmak suretiyle lehe kanunun belirlenmesi yoluna gidilecektir. Buna karşılık her bir kanunun lehe hükümlerinin olaya uygulanması suretiyle karma bir uygulama yapılamayacaktır. Yine her bir kanunun sadece belirli bir hükmü, örneğin suç için öngörülen cezası değil, hüküm verilinceye kadar uygulanabilecek bütün hükümleri kendi içinde bir bütün olarak dikkate alınacaktır.
Ceza hukukunda geçerli olan geriye yürüme yasağı kuralı ve bunun istisnasının, zamanaşımına ilişkin değişiklikler bakımından da geçerli olduğu kabul edilmelidir. Buna karşılık TCK’nın 7. maddesinin 3. fıkrasında ceza infaz rejimine ilişkin düzenlemeler bakımından derhal uygulama kuralının geçerli olduğu ifade edilmiştir. Derhal uygulama, bir hükmün yürürlüğe girdiği anda ilgili olan her olaya uygulanmasını ifade eder. Ancak TCK’nın 7. maddesinin 3. fıkrasında cezanın infazıyla ilgili olmasına rağmen üç müesseseye ilişkin düzenlemeler, derhal uygulama kuralının dışında tutulmuştur. Bunlar hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverme ve tekerrürle ilgili olan hükümlerdir. Bu müesseselerle ilgili değişikliklerde geriye yürüme yasağı kuralı ve failin lehine olan hükmün geriye yürümesi istisnası geçerli olacaktır.
Ceza muhakemesi hukukuna ilişkin kuralların zaman bakımından uygulanması konusunda da derhal uygulama kuralı geçerlidir.
Hukuk sistemimizde derhal uygulama kuralı öngören bir başka hüküm de, Anayasa da bulunmaktadır. Anayasa’ya göre Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun hükümleri, iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Ancak gereken hâllerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez (m. 153, f. 3). İptal kararları geriye yürümez (m. 153, f. 5). Anayasa’nın sözü geçen hükmü failin lehine olan iptal kararlarının geriye yürümesine engel olmasına rağmen, bu hükme aykırı olarak, Yargıtay uygulamasında lehe olan iptal kararları geriye yürütülmektedir. Bu uygulama olması gereken bakımından isabetli olmakla birlikte, Anayasa’daki “ iptal kararları geriye yürümez ” hükmüne aykırılık oluşturmaktadır.
TCK’nın 7. maddesinin 4. fıkrasında, geçici ve süreli kanunların zaman bakımından uygulanması konusunda maddi ceza hukuku bakımından kabul edilen kurallara istisna getirilmiştir. Bu hükme göre “ Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir .” Bu hükümle geçici ve süreli kanunların yürürlükte bulundukları süre içinde işlenen suçlara, yürürlükten kalktıktan sonra da uygulanmaya devam edilecegi kabul edilmistir. Böylece geçici ve süreli kanunların ileriye yürümesinin yolu açılmıştır.