CEZA HUKUKU - Ünite 6: Teşebbüs, İştirak ve İçtima Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Teşebbüs, İştirak ve İçtima

Giriş

Ceza hukukunda suç denildiğinde akla hemen tek kişi tarafından işlenen tamamlanmış bir suç gelmektedir. Oysa bir suçun icrasına başlandığı hâllerde değişik nedenlerle tamamlanamadığı veya tek kişi tarafından işlenebilen bir suçun birden fazla kişinin değişik şekillerde katılımıyla işlendiği hâller söz konusu olabilmektedir. Yine aynı şekilde bir suçu işlemek için gerçekleştirilen bir fiille birden fazla suçun oluşumuna sebebiyet verilmekte veya aynı suç birden fazla kere işlenebilmektedir. Suçun normal işlenişine göre özellik gösteren bu gibi hâllerin ceza sorumluluğunun belirlenmesi bakımından ayrıca ele alınması gerekmektedir.

Teşebbüs

Teşebbüs, suçun icraya başlanmasıyla tamamlanması arasında söz konusu olan hukuki bir durumdur. Nitekim TCK’nın 35. maddesinde teşebbüs, “kişinin, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaması” şeklinde tanımlanmıştır. Teşebbüse ilişkin hükümler, ceza sorumluluğunun alanını genişleten bir işleve sahiptir.

Teşebbüsün Şartları

Teşebbüs aşamasında kalan suç ile tamamlanmış suç arasında unsurlar yönünden temel bir farklılık yoktur. Ancak teşebbüsün tamamlanmış suça göre farklı olan yönü, suçun maddi unsurlarından fiil veya netice yönünden tamamlanamamış olmasıdır. Teşebbüsün şartlarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:

  • Kasten işlenen bir suçun ve bu suçu işlemeye yönelik kastın varlığı
  • İcra hareketi niteliğindeki fiillerin gerçekleştirilmesi,
  • Suçun icrasına yönelik elverişli hareketlerin gerçekleştirilmiş olması
  • İcra hareketlerinin failin elinde olmayan nedenlerle tamamlanamaması veya fail tarafından icra hareketleri tamamlanmış olmasına rağmen neticenin gerçekleştirilememesi.

Suç tipiyle yakın bağlantı içinde olan, özellikle suçun konusunu tehlikeye sokan hareketlerin işlenmeye başlandığının tespit edilmesiyle birlikte doğrudan doğruya icraya başlanma ve dolayısıyla teşebbüs vardır. Suçun konusunun yokluğu hâlinde suçun maddi unsurlarından birinin bulunmaması nedeniyle işlenemez suçtan söz edilir. Sırf hareket suçları, icra hareketlerinin elde olmayan nedenlerle tamamlamadığı hâllerde, neticeli suçlar ise yine elde olmayan nedenlerle icra hareketlerinin tamamlanamadığı veya icra hareketleri tamamlanmasına rağmen neticenin gerçekleştirilemediği hâllerde teşebbüs aşamasında kalmış olur.

Teşebbüste Cezanın Belirlenmesi

Teşebbüs hâlinde kalan suçlar için ceza tayininde teşebbüs hükümlerinin uygulanmasını sağlayan asli suç dikkate alınacaktır. Ancak teşebbüs hâlinde suçun tamamlanmış şekline göre indirimli ceza uygulanacaktır. Nitekim TCK’nın 35. maddesinin 2. fıkrasında teşebbüs hâlinde kalmış suçlarda, suçun o ana kadar gerçekleştirilen şekliyle meydana getirdiği zararın veya tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak cezada hangi oranlarda indirim yapılacağı belirtilmiştir. Buna göre, hâkim, somut olayda teşebbüs hâlinde meydana gelen zararın veya tehlikenin ağırlığını dikkate alarak, eğer kanunda suç için ağırlaştırılmış müebbet hapis öngörülmüşse, bunun yerine on üç yıldan yirmi yıla kadar hapse, müebbet hapis cezası öngörülmüşse, bunun yerine dokuz yıldan on beş yıla kadar hapse hükmedebilecektir. Diğer hâllerde, yani diğer süreli hapis cezalarında ise dörtte birden dörtte üçe kadar cezada indirim yapılacaktır.

Gönüllü Vazgeçme

Teşebbüs için, icra hareketlerinin tamamlanamaması veya icra hareketleri tamamlanmasına rağmen neticenin gerçekleştirilememesi elde olmayan nedenlerden kaynaklanmalıdır. Buna göre, icra hareketlerinin tamamlanmaması veya neticenin gerçekleşmemesi failin elinde olan nedenlerden (suçun icrasından gönüllü vazgeçmesinden) kaynaklanmışsa teşebbüsten söz edilemez. Gönüllü vazgeçme olarak nitelendirilen bu durum TCK’nın 36. maddesinde “Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz” şeklinde düzenlenmiştir. Gönüllü vazgeçme, kısaca failin kendi isteğiyle icra hareketlerine devam etmemesi veya bu hareketleri tamamladıktan sonra iradi etkin davranışlarıyla tipik neticenin oluşmasını önlemesi olarak tanımlanabilir. Kanundaki düzenlemede gönüllü vazgeçmenin suçun tamamlanması aşamasına kadar mümkün olduğu kabul edilmiştir. Dolayısıyla suçun icrası sürecindeki bütün aşamalarda gönüllü vazgeçme mümkündür. Gönüllü vazgeçme hukuki mahiyeti itibariyle, cezayı kaldıran şahsi bir sebeptir. Gönüllü vazgeçmenin suç teorisindeki yeri, haksızlık ve kusurdan sonraki aşamadır.

Gönüllü Vazgeçmenin Sonucu

Gönüllü vazgeçme hâlinde fail, icrasına başladığı, yani teşebbüs aşamasına ulaştırdığı suçtan dolayı cezalandırılmaz. Ceza sorumluluğunun kalkması, sadece teşebbüs aşamasındayken icrasından gönüllü olarak vazgeçilen suç bakımından söz konusudur. Bu noktaya kadar işlenen fiiller eğer başkaca bir suçu oluşturuyorsa, failin bundan kaynaklanan sorumluluğu saklıdır. Örneğin kasten öldürme suçunun icrasından gönüllü olarak vazgeçildiği hâllerde, o ana kadar tamamlanan hareketler kasten yaralama suçunu oluşturacaktır.

Etkin Pişmanlık

Suçun tamamlanmasından sonra failin gönüllü olarak yol açtığı zararı veya sebebiyet verdiği neticeyi gidermeye yönelik olarak gerçekleştirdiği davranışlara etkin pişmanlık denir. Etkin pişmanlık, gönüllü vazgeçmenin tamamlanmış suçlardaki görünüm şekli olarak nitelendirilebilir. Kanun koyucu sadece tamamlanmamış suçlar için gönüllü vazgeçmeye ceza sorumluluğunu kaldıran bir sonuç bağlamıştır. Dolayısıyla kural olarak etkin pişmanlığın ceza sorumluluğu üzerinde etkisi yoktur. Başka bir anlatımla etkin pişmanlık genel hükümler arasında ceza sorumluluğunu etkileyen bir hâl olarak düzenlenmemiştir. Bununla birlikte Ceza Kanununun özel hükümler kısmında bazı suç tipleri bakımından etkin pişmanlığa ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir (m. 93, 110, 168, 184/5, 192, 201, 221, 248, 254, 269, 274, 281/3, 282/5, 289/2, 293, 297/4, 316/2). Etkin pişmanlık cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebebi oluşturmaktadır. Buna göre, gönüllü vazgeçme gibi etkin pişmanlık da haksızlığın unsurları ve kusurluluk dışında yer almaktadır.

İştirak

Suçlar, fail esas alınarak, tek failli suçlar ve çok failli suçlar şeklinde ikili bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Kanuni tanımına göre bir suçun oluşumu bakımından failin sayısına önem verilmemişse, yani bu suç tek kişi tarafından işlenebiliyorsa tek failli bir suç söz konusudur. Buna karşılık, bir suç, kanuni tanımı gereği, işlenebilmesi bakımından zorunlu olarak birden fazla kişinin iştirakini gerektirebilir. Zorunlu iştirakin söz konusu olduğu bu gibi hâllerde, suçun işlenişine birden fazla kişinin fail olarak katılımı aranmışsa çok failli suçtan söz edilir. Örneğin suç işlemek amacıyla örgüt kurma (m. 220) ve rüşvet suçu (m. 252) çok failli suçlardandır. Bir kişi tarafından işlenebilen bir suçun işlenişine birden fazla kişinin katıldığı hâl suça iştirak olarak adlandırılan hukuki kuruma vücut verir. Örneğin kasten öldürme suçu tek kişi tarafından işlenebilecek bir suç olarak formüle edilmiştir. Ancak somut olayda bu suç birden fazla kişinin katılımıyla işlenebilir. İşte bu gibi hâllerde suça iştirakten bahsedilir. Tek kişi tarafından işlenebilen bir suçun birden fazla kişinin katılımıyla işlendiği hâllerde suçun işlenişine katılanlar cezalandırılacaktır. Kural olarak suçun işlenişine katılanların eşit şekilde cezalandırılması mümkün olmasına rağmen, kanunlarda genellikle suçun işlenişine katılanların gerçekleştirmiş olduğu hareketler, suç tipi de göz önünde bulundurularak fail sayılmayı gerektirenler ve fail sayılmayı gerektirmeyenler şeklinde ayrıma tabi tutulmuştur.

İştirak Şekilleri

TCK’da suça iştirak, faillik ve şerikliği kapsayan üst bir kavram olarak kabul edilmiştir. Şeriklik ise azmettirme ve yardım etmeden oluşmaktadır. İştirak hâlinde işlenen suçlarda fail(ler) ile şerikler arasında, cezalandırma bakımından ayrım yapılmıştır (m. 39). Ayrıca suçun kanuni tarifindeki fiili gerçekleştiren kişinin veya kişilerin fail olarak cezalandırılacağı öngörülmüştür (m. 37/1). Dolayısıyla kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmenin niteliği, faillik ve şerikliğin ayrımı bakımından önemli hâle gelmiştir. Faillik ve şeriklik ayrımını genel bir takım ilkelere bağlamaya çalışan değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu tartışmalara girmeden 37. madde gerekçesini de göz önünde bulundurarak TCK’nın fiil hâkimiyeti görüşünü esas aldığını belirtmekle yetinelim. Fiil hâkimiyeti, gerçekleştirdiği katkıyla tipe uygun oluşum sürecini yönlendirmek (vakıaların seyrine hükmedebilmek) şeklinde anlaşılmalıdır. Buna göre, fiile hâkim olan, suçun oluşum sürecini yönlendiren kişi faildir.

Faillik

Failliği düzenleyen 37. maddenin ilk fıkrasında müşterek (birlikte) faillik tanımlanmıştır. Bu düzenlemeden hareketle müstakil (tek veya doğrudan) failliği de tanımlamak mümkündür. Failliğin bir diğer türü olan dolaylı faillik maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu fıkraya göre, suçun kanuni tanımında yer alan fiili başkasını araç olarak kullanarak gerçekleştiren kişi de faildir. Maddede öngörülen bu üç faillik türüne doktrinde yan yana faillik de eklenmektedir.

Müstakil Faillik

Kanuni tanıma uygun olan haksızlığı davranışlarıyla tek başına bizzat gerçekleştiren kişi doğrudan faildir. Diğer bir deyişle, suçun objektif ve sübjektif tüm unsurlarını tek başına gerçekleştiren kişi müstakil (doğrudan) faildir.

Müşterek Faillik

Birden fazla kişinin birlikte suç işleme kararına bağlı olarak suçun icra hareketlerini gerçekleştirip suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurmaları hâlinde söz konusu olan iştirak şekli müşterek failliktir. Suçun kanuni tanımındaki fiilin gerçekleştirilmesinde işbirliği hâlinde hareket edilmesi nedeniyle müşterek faillik eşdeğer sorumluluk ilkesine dayanmaktadır. Müşterek faillikten söz edilebilmesi için iki unsurun bir arada bulunması gerekmektedir:

  1. Birlikte suç işleme kararı (sübjektif unsur),
  2. Fiilin birlikte icrasına gerçekleştirilen katkı (objektif unsur)

Dolaylı Faillik

Bir suçun, bir başkasını araç olarak kullanmak suretiyle işlendiği hâllerde dolaylı faillikten söz edilir (m. 37/2). Suç tipini bu şekilde gerçekleştirenler, bir başkasını buna sevk ettiği, suç tipi bakımından zorunlu olan hareketler onun planı çerçevesinde gerçekleştirildiği için sorumludurlar. Dolaylı faillikte arkadaki kişi aracının iradesi üzerinde hâkim bir pozisyona sahiptir. Bu kişi aracı olarak kullanılan kişinin iradesine hâkim olarak bir suçun işleniş sürecini elinde tutmakta, onun davranışlarını yönlendirmektedir. Dolaylı faillik ya hatadan yararlanarak ya cebir veya tehditle irade yeteneğini ortadan kaldırılarak ya da kusur yeteneğinin bulunmamasından yararlanarak iradeye hâkimiyet kurulmasından kaynaklanır.

Yan Yana Faillik

Birden fazla kişinin bir suç tipini aralarında dolaylı faillik, müşterek faillik ve şeriklik ilişkilerinden biri söz konusu olmaksızın gerçekleştirdiği hâllerde yan yana faillik söz konusudur. Failliğin bu türünde birden fazla kişi bilinçli ve iradi bir ilişki olmadan hareket etmekte, tek başına neticeyi gerçekleştirmeye uygun şartları bizzat oluşturmaktadır. Örneğin A, B ve C, ortak hasımları D’yi öldürmek üzere tamamıyla birbirlerinden habersiz bir şekilde tesadüfen aynı yerde ve zamanda pusu kurarlar ve D olay yerinden geçerken aynı anda ateş ederek onu öldürürler. İşte burada A, B ve C arasında yan yana faillik ilişkisi vardır. Birlikte suç işleme kararıyla böyle bir fiili işlemiş olsalardı, bu durumda da müşterek faillik söz konusu olurdu.

Şeriklik

Bir suçun işlenişine katılan, fakat gerçekleştirmiş olduğu katkıyla suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde hâkimiyet kuramayanlara şerik denilmektedir. TCK, iştirakte şeriklik statüsü olarak azmettirme ve yardım etmeye yer vermiştir.

Azmettirme

İlk şeriklik statüsünü oluşturan azmettirme, belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar verdirilmesini ifade etmektedir. Azmettirmede bir başkasının fiiline katılmadan suçun işlenmesinde manevi müsebbiplik söz konusudur. Bu sebebiyet verme aynı zamanda azmettirmenin haksızlığına vücut vermektedir.

Yardım Etme

Bir suçun işlenişine yardım niteliğindeki fiillerle katılanlar bu iştirakleri nedeniyle yardım eden olarak sorumlu tutulacaklardır. Yardım eden, hareketleriyle failin suç tipini gerçekleştirmesini teşvik etmekte ve kolaylaştırmaktadır. Yardım etme, bağlılık kuralı da dikkate alınarak, başkası tarafından işlenen bir suça kasten destekte bulunmak şeklinde tanımlanabilir.

İştirak Hâlinde İşlenen Suçlarda Gönüllü Vazgeçme

ştirak hâlinde işlenen suçlarda gönüllü vazgeçme TCK’nın 41. maddesinde düzenlenmiştir. Kanunun bu konuda kabul ettiği temel prensip sadece gönüllü vazgeçen suç ortağının gönüllü vazgeçme hükümlerinden yararlanması yolundadır. Buna göre, iştirak hâlinde işlenen suçlarda suça katılanlardan birinin gönüllü vazgeçmesi diğerleri bakımından etkili değildir. Birlikte suç işleme kararına dayanarak fiil üzerinde hâkimiyet kuran müşterek faillerden birinin gönüllü vazgeçmesi mümkündür. Müşterek faillerden biri suçun icrası safhasındayken gönüllü olarak vazgeçebilir. Ancak müşterek faillerden birinin gönüllü vazgeçmesinin hüküm ifade edebilmesi için suçun icrasına olan katkısını çekmesi tek başına yeterli değildir. Gönüllü vazgeçen suç ortağının, diğer müşterek faillerce suçun icrasına devam edilmemesi için veya icra hareketlerinin tamamlanmasından sonra gönüllü vazgeçmişse neticenin diğer müşterek faillerce gerçekleştirilmemesi için elinden gelen gayreti göstermiş olması gerekmektedir (m. 41/2).

İçtima

Ceza hukukunda, “kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır” kuralı geçerlidir. Buna göre, işlenen her bir suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmedilecek ve verilen her bir ceza bağımsızlığını koruyacaktır. Buna gerçek içtima denilmektedir. Ortada birden çok suç bulunmasına rağmen faile tek ceza verilmesinin öngörüldüğü hâllerde suçların içtimaından söz edilir. TCK’da suçların içtimaı başlığı altında bileşik suç (m. 42), zincirleme suç (m. 43) ve fikri içtima (m. 44) konuları düzenlenmiştir. Bileşik suç, gerçekte suçların içtima şekillerinden birisi değildir. Zira bileşik suç hâlinde ortada birden çok suç yoktur, tek suç vardır. Bu husus Kanun’da bileşik suça ilişkin tanımda, bunun tek fiil sayılan suç olduğunun belirtilmesinden anlaşılmaktadır. Buna karşılık zincirleme suç ve fikri içtima hâllerinde suçlar çoktur. Suçların içtimaı, birden çok suç arasında çeşitli bağlama noktalarının varlığını gerektirir.

Fiil Tekliği ve Fiil Çokluğu

Hareketin tek olduğu hâllerde, fiilin de tek olduğu hususunda herhangi bir duraksama yoktur. Örneğin A, eline aldığı silahla B’ye tek el ateş eder ve öldürür. Burada doğal anlamda hareket tektir ve bu hareketle (fiille) kasten öldürme suçu işlenmiştir. Fiilin doğal anlamda tek hareketten oluştuğu hâllerde, bu tek hareketle sebebiyet verilen suçların sayısı aynı neviden fikri içtima veya farklı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması bağlamında göz önünde bulundurulur. Örneğin fırlatılan bir taşla vitrin camının kırılması ve içerideki kişinin yaralanması hâlinde hareket tektir. Fakat biri kasten mala zarar verme diğeri kasten yaralama olmak üzere iki ayrı suç işlenmiştir.

Zincirleme Suç

TCK’nın 43. maddesinin ilk fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak, bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” Zincirleme suç hâlinde birden fazla fiilin ve birden fazla suçun varlığı şarttır.

Zincirleme Suçun Şartları

Zincirleme suçun üçü objektif, birisi sübjektif olmak üzere dört şartı bulunmaktadır. Bunlar; birden çok fiilin bulunması, bu fiillerin aynı suçu oluşturması ve farklı zamanlarda birden fazla işlenmesi, bu suçların aynı kişiye karşı işlenmesi ve sübjektif koşul olarak da birden çok suçun, bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmesidir. Zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin ilk fıkrasında “aynı suçun birden fazla işlenmesi” denilmek suretiyle, zincirleme suçun varlığı için ortada birden çok fiilin ve birden çok suçun bulunması gerektiği belirtilmiştir. Zira aynı suçun, aynı kişiye karşı değişik zamanlarda birden çok defa işlenebilmesi için birden çok fiilin bulunması gerekir. Buna göre zincirleme suçtan bahsedilebilmesi, her biri başlı başlına suç oluşturan birden çok fiilin bulunmasını gerektirmektedir. Her fiil bakımından suçun tipiklik ve hukuka aykırılık unsurları gerçekleşmiş olmalıdır. Eğer fiillerden birisi işlendiği sırada suç teşkil etmiyorsa veya bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı ya da kastın yokluğu sebebiyle suçun unsurları gerçekleşmemişse, bu fiil zincirleme suç ilişkisinin kapsamına sokulamaz. Yine bu fiillerden her birisi hakkında kovuşturulabilirlik şartlarının gerçekleşmesi de gerekir.

Zincirleme Suçun Sonucu

Zincirleme suçun şartlarının gerçekleştiği tespit edildiğinde, işlenen suçlardan dolayı faile sadece bir suçun cezası verilecektir. “Ancak, bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır”. Buna karşılık zincirleme şeklinde işlenen suçlar kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarından ibaretse, zincirleme suç hükümleri değil gerçek içtima hükümleri uygulanacaktır (m. 43/3).

Fikri İçtima

Fikri içtima, bir (aynı) fiille birden fazla suçun işlenmesini ifade etmektedir. Buna göre, fikri içtimaın iki şartı bulunmaktadır: fiilin tek olması ve tek fiille birden çok suçun işlenmesi. Burada işlenen birden çok suç farklı suçlar olabileceği gibi, aynı suç da olabilir. Suçların farklı olması hâlinde farklı neviden fikri içtima, aynı olması hâlinde ise aynı neviden fikri içtima vardır. Örneğin failin bir kişinin camını kırmak için atmış olduğu taşla aynı zamanda odada bulunan bir kişinin yaralanmasına da sebebiyet verdiği hâllerde farklı neviden fikri içtima (mala zarar verme ve kasten veya taksirle yaralama suçları); buna karşılık silahla yapılan tek atışla iki kişinin yaralanmasına veya ölümüne sebebiyet verildiği hâllerde ise aynı neviden fikri içtima söz konusudur.

Fikri İçtimaın Şartları

Fikri içtimaın iki şartı vardır: Fiilin tekliği ve bu tek fiille birden çok suçun işlenmesidir. Farklı neviden fikri içtimada tek fiille farklı suçlar işlendiği hâlde, aynı neviden fikri içtimada aynı suç birden çok defa işlenmektedir. Dolayısıyla fiilin tekliği ve suçların çokluğu her iki fikri içtima şekli bakımından ortak koşullardır.

Fikri içtimada fiilin bütün suçlar bakımından tamamıyla aynı olduğu veya bir kısmı itibariyle örtüştüğü hâllerde, tek fiilin varlığı kabul edilir.

Fikri İçtimaın Sonuçları

TCK’nın 44. maddesinde farklı neviden fikri içtima için failin tek fiille işlediği suçlardan sadece “en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı” cezalandırılması öngörülmüştür. Fikri içtimada işlenen fiillerden sadece en ağır cezayı gerektiren fiilin cezasının uygulanmasıyla yetinilirken, gerçek içtimada işlenen suçlardan her birinin cezası ayrı ayrı uygulanacaktır. Dolayısıyla fikri içtimada fail daha avantajlı bir konumdadır, zira diğerinin cezası ağır yaptırımı gerektiren suçun cezası içerisinde eriyecektir. Aynı neviden fikri içtimanın sonucu ise zincirleme suçla aynıdır; faile tek suçtan ceza verilecek ve fakat bu ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar arttırılacaktır. Farklı neviden fikri içtimada, işlenen suçlardan hangisinin cezası daha ağır ise fail sadece bundan dolayı cezalandırılır.

Görünüşte İçtima

TCK bakımından suçların içtimaının zincirleme suç ve fikri içtima hâllerini kapsadığı daha önce belirtilmişti. Ancak ceza hukukunda, kanunda düzenlenmiş olmamakla birlikte, suçların görünüşte içtima ettikleri çeşitli hâllerin varlığından da söz edilmektedir. Görünüşte içtima hâlinde suçların çokluğu sadece görünüşte olup, gerçekte ortada fiile uygulanacak tek norm bulunmaktadır. Bir fiilin ihlal ettiği birden fazla ceza normundan birisinin uygulanması, fiilin haksızlık içeriğini karşılıyorsa, diğerlerinin uygulanmasından kaçınılacaktır. Dolayısıyla ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görünen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğu için kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine kanunda yer vermesi gerekmemektedir.

Görünüşte içtima ilk olarak, özel norm-genel norm ilişkisinin bulunduğu hâllerde gündeme gelebilir. Görünüşte içtima, tüketen norm-tüketilen norm ilişkisi çerçevesinde de gerçekleşebilir. Görünüşte içtima, asli norm-tali norm ilişkisinin bulunduğu hâllerde de oluşabilir.