CEZA HUKUKUNA GİRİŞ - Ünite 3: Hukuka Aykırılık Unsuru Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Hukuka Aykırılık Unsuru

Hukuka Aykırılık Kavramı

Hukuka aykırılık kavramı, hukuka karşı gelme ve hukukla çatışma halinde olma anlamına gelmektedir. Suçun bir unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiilin hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma halinde bulunması nı ifade etmektedir.

Bir fiil ile ilgili olarak hukuka aykırı denildiğinde fiilin bütün hukuk sistemine aykırı olduğu kastedilir. Hukuk, farklı disiplinlere ayrılmıştır ve her disiplin arasında hukuka aykırılık açısından tam bir örtüşme vardır. Örneğin bir eylem, medeni hukuka göre uygun ancak ceza hukukuna göre hukuka aykırı olamaz. Böylesi bir durum hukuk düzeninin tekliği/bütünlüğü ilkesine aykırıdır.

Haksızlık ve hukuka aykırılık birbirleriyle ilgilidir. Hukuka aykırılık fiilin bir özelliğini, niteliğini, bir başka ifade ile hukuk düzeniyle fiil arasındaki uyumsuzluğu ifade etmektedir. Hukuka aykırılık, haksızlık teşkil eden fiilin niteliğidir. Haksızlık ise nesnel bir şeye işaret etmektedir yani haksızlık, hukuka aykırı olan fiilin bizzat kendisidir. Fiilin niteliğini oluşturan hukuka aykırılığın derecelendirilmesi mümkün değilken haksızlık için az ya da çok sıfatları kullanılabilir. Kısacası bir fiil, ya hukuka aykırıdır ya da uygundur. Hukuka aykırı bir fiilin ifade ettiği haksızlık, niceliksel bir değerlendirmeye tabi olabilir. İşlenen fiil ile suçun maddi ve manevi unsurlarının gerçekleştiğinin belirlenmesiyle tipik bir haksızlıktan veya kanuni tanıma uygun bir haksızlıktan bahsedilebilir. Her iki türdeki haksızlıktan birinin olması suç teşkil eden bir fiilin varlığını gösterse de bu yeterli değildir. Aynı zamanda bu fiilin hukuka aykırı da olması gerekmektedir. Kanuni tanıma uygun bir fiilin olduğu hallerde kural olarak hukuka aykırılığın da gerçekleştiği kabul edilir. Bu aşamada sadece fiili hukuka uygun hale getirilen bir nedenin bulunup bulunmadığı araştırılır. Eğer bir neden yoksa kanuni tanıma uygun fiilin suç olduğundan bahsedilir. Buna karşılık, fiili hukuka uygun hale getiren bir neden bulunmaktaysa suç teşkil eden bir haksızlığın varlığından söz edilemez.

Hukuka Uygunluk Nedenlerinin Subjektif Unsuru

Bir olayda hukuka uygunluğun maddi temellerinin oluştuğu fakat failin bunu bilmediği hallerde, objektif olarak gerçekleşen hukuka uygunluk nedeninden bahsedilir. Bu gibi durumlarda önemli olan, objektif olarak gerçekleşen hukuka uygunluk nedeninden failin yararlanıp yararlanamayacağıdır. TCK’ya göre objektif olarak gerçekleşmiş hukuka uygunluk nedeni failin işlediği fiili hukuka uygun hale getirmez. Eylemin hukuka uygun olabilmesi için failin, eylemi işlediği anda hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarının gerçekleştiğini biliyor olması gereklidir. Bu gibi hallerde, objektif olarak gerçekleşen hukuka uygunluk nedeni, eğer failin gerçekleştirdiği suç, neticeli bir suç ise neticenin ifade ettiği haksızlığı ortadan kaldırır. Ancak fiilin ifade ettiği haksızlık faile yüklenir.

Hukuka Uygunluk Nedenleri

Hukuka uygunluk nedenleri, TCK’nın “ genel hükümler ”e ilişkin birinci kitabının “ceza sorumluluğu ”nu düzenleyen ikinci kısmının “ ceza sorumluluğunu azaltan ve kaldıran nedenler ” başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Hukuka uygunluk nedenleri arasında görevin ifası , meşru savunma , hakkın kullanılması ve ilgilin rızası sayılmaktadır.

Görevin İfası

Bu kanuna uygunluk nedeni, TCK’nın 24. Maddesinde “ kanunun hükmünü yerine getiren kişiye ceza verilmez ” şeklinde tanımlanmıştır. Kanunun hükmünü yerine getiren kişi, işlediği fiille, bir suçun maddi ve manevi unsurlarını gerçekleştirmiştir ancak bu eylem, haksızlık teşkil etmediği için kişi cezalandırılamamaktadır.

Kanun hükmünü yerine getirme çoğunlukla kamu görevlilerine aittir. Bazı zamanlar sivil kişiler de bu kapsama alınabilir. Kanun hükmü belirli şekillerde hareket etme görevini belirli kişilere yüklemişse, ancak bu kişiler bakımından hukuka uygunluk nedeninden bahsedilebilir. Örneğin İcra memuru, İcra İflas Kanunu çerçevesinde bir eve girebilme hakkına sahiptir. Bu durumda konutun dokunulmazlığı ilkesi ihlal edilmemiş olur. Ancak, kamu görevlisi olmayan, yani kendisine bu hak verilmemiş bir kişi, alacağını tahsil etmek için bir başka kişinin eve girmesi konut ihlali kapsamına girebilir.

Hukuk, belli bir hususta görev üstlenen görev üstlenen kişinin bu görevi yerine getirebilmesini sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde yetki ile donatılmasını gerekli kılmaktadır. Bu ilişki, “ ne kadar görev varsa, o kadar yetki; ne kadar yetki varsa o kadar sorumluluk ” şeklinde tanımlanır. Kolluk kuvvetleri de görevlerinin gereği olarak zor ve silah kullanma yetkisi ile donatılmışlardır.

Zor, kişinin kendisine düşen belirli bir yükümlülüğün gereklerine uygun davranmaması halinde, bu yükümlülüğün gereklerine uygun davranmasını sağlamak amacıyla ve kanuni temele dayanarak kullanılır. Ayrıca kolluk görevlileri, silah kullanma yetkisi ile de donatılmışlardır. Kolluk görevlilerinin silah kullanma yetkisine ilişkin olarak 3 ihtimal vardır:

  1. Meşru savunma hukuka uygunluk ilkesinin uygulanabileceği hallerde, kolluk görevlilerinin zor ve silah kullanma yetkisini düzenleyen kanunlara bakmaksızın, doğrudan TCK’nın meşru savunmaya yönelik kanunlara dayalı olarak değerlendirme yapılmalıdır.
  2. Kolluk görevlileri, bir saldırı durumu ya da meşru müdafaa durumu olmadan da silah kullanabilirler. Silahın ateşli bir silah olması şart değildir.
  3. Kolluk görevlileri, hakkında yakalama, tutuklama ya da hapis cezası verilmiş bir kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla silah kullanabilirler. Dikkat edilmesi gereken nokta,hakkında hüküm verilmiş kişinin kaçak durumunda olmasıdır. Ancak bu kişinin yakalanması için illa kendisine doğru ateş edilmesine gerek yoktur. Havaya ateş edilmek suretiyle de görev tamamlanabilir. Buna istisna olarak, gece saatlerinde yasadışı bir eylemde bulunan ve kimliği tespit edilemeden kaçan kişiyi yakalayabilmek için yaralama koşuluyla ateş edilebilir.

1982 Anayasası’nın yaşama hakkı ile vücut dokunulmazlığını koruma altına alan 17. maddesi, kolluk kuvvetlerinin zor ve güç kullanma hakkı ile ilgilidir. İlgili maddenin 4. Fıkrasında “ bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi…sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri ” yaşama hakkının ihlali olarak değerlendirilmemektedir. Yani, kaçan hükümlünün kolluk kuvvetlerince öldürülmesi “ yaşama hakkını ” ihlal etmemektedir. Bu ise Anayasasının evrensel hukuk ilkeleriyle çelişen bir durumdur.

Hukukumuzda kolluk kuvvetlerinin silah kullanma yetkisi 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 22. maddesinde, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun Ek 2. maddesinde düzenlenmektedir. Terörle Mücadele Kanununda yer alan düzenleme “(1) Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda “teslim ol” emrine itaat edilmemesi veya silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk görevlileri, tehlikeyi etkisiz kılabilecek ölçü ve orantıda, doğrudan ve duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya yetkilidirler” şeklindedir.

Zor kullanma ve silah kullanma yetkileri bakımından özel güvenlik görevlilerinin görev ve yetkileri de önemlidir. 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun ile özel güvenlik görevlilerinin yetki ve sınırları belirlenmiştir. Bu yetkiler şunlardır:

  1. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) 90. Maddesine göre yakalamak
  2. Görev alanlarında, haklarında yakalama emri veya mahkûmiyet kararı bulunan kişileri yakalama ve arama
  3. Kişinin vücudu veya sağlığı bakımından mevcut bir tehlikeden korunması amacıyla yakalama
  4. Olay yerini ve delilleri koruma, bu amaçla CMK’nın 168. maddesine göre yakalama
  5. Türk Medeni Kanunu’nun 981. maddesine. Borçlar Kanunu’nun 52. maddesine, Türk Ceza Kanunu’nun 24 ve 25. maddelerine göre zor kullanma haklarına sahiptir.

Özel güvenlik görevlileri, görevlerini, görevli bulundukları alanın dışında yapma yetkisine sahip olmamakla birlikte her görev yerinde de silah taşıyamazlar. Bu alanlar şunlardır:

  1. Eğitim ve öğretim kurumlarında
  2. Sağlık tesislerinde
  3. Şans oyunları işletmelerinde
  4. Alkollü mekanlarda.

Ayrıca özel güvenlik görevlileri, özel toplantılarda, spor müsabakalarında, sahne gösterileri ve benzeri etkinliklerde görev yapamazlar.

Meşru Savunma

Meşru savunma, bir saldırıya uğrayan kişinin saldırıyı bertaraf etmek amacıyla verdiği tepki olarak tanımlanabilir. Hukuk, bu gibi durumları, bir hukuksuzluğun engellenmesi ya da bir hakkın ihlalinin engellenmesi açısından değerlendirir ve karşı tepkiyi meşru sayar.

Meşru savunma, TCK’nın 25. Maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, “gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” ifadesi yer almaktadır. Meşru müdafaanın şartları, saldırı ile şartlar ve savunma ile ilgili şartlar olmak üzere ikiye ayrılır.

Saldırıya ilişkin şartlar:

  1. Bir saldırının varlığı
  2. Mevcut, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırının varlığı
  3. Saldırı, savunmada bulunan kişinin bizzat kendisine veya üçüncü bir kişinin herhangi bir hakkına yönelik olmalıdır.

Savunmaya ilişkin şartlar:

  1. Savunmanın gerekli olması
  2. Saldırı ile savunma arasında orantının bulunması

Hakkın Kullanılması

TCK’nın 26. Maddesinin birinci fıkrasında “ hakkını kullanan kimseye ceza verilmez” şeklinde bu hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiştir. Hukuk düzeni, kişilere herhangi bir konuda hak tanımış ve bu hakkın sınırları içinde bir fiil gerçekleştirilmişse artık hakkın kullanılmasını oluşturan fiil hakkında hukuka aykırılık değerlendirmesinde bulunulamaz.

Hakkın kullanılması hukuka uygunluk sebebinin ceza kanunu ile düzenlenen şartları şu şekildedir:

  1. Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması: Subjektif hak, kanunen korunan ve bu korumadan yararlanmanın sahibinin iradesine bırakıldığı haktır.
  2. Kişinin hakkını tanınma sebebinin sınırları içinde kullanılması: Kişi, kendisine tanınan hakkın sınırlarını aşmamalıdır. Aşılması halinde hukuka uygunluktan bahsedilemez
  3. Hakkın kullanılması ile işlenen ve tipe uygun olan fiil arasında nedensellik bağının bulunması : Kişiye hukuk düzeni tarafından tanınan hakkın kullanılması ile tipe uygun fiil arasında bir ilişkinin varlığı gerekir.

İlgilinin Rızası

İlgilinin rızası, TCK’nın 26. Maddesinin ikinci fıkrasında “kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rıza çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez” şeklinde düzenlenmiştir.

Rızanın geçerlilik şartları aşağıdaki şartlara bağlıdır:

  1. Kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği bir hakkın varlığı: İlgilinin rızası, kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği haklarıyla ilgili olarak, bu haklarına yönelik olarak işlenen fiili hukuka uygun hale getirecektir.
  2. Kişi, rızaya ehil olmalıdır: Rıza gösterdiği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını anlama yeteneği bulunan kişilerin göstermiş olduğu rıza hukuken geçerlidir. Kanunda hangi yaştaki kişilerin rızasının geçerli olacağına ilişkin genel bir düzenleme yoktur.
  3. Rızanın açıklanması: İlgilinin rızasının, fiili hukuka uygun hale getirebilmesi için rızanın geçerli bir şekilde açıklanması gerekir. Rıza açıklaması, açık veya örtülü, yazılı veya sözlü olabilir. Ancak rıza açıklaması mutlaka suçtan önce veya suçun icra hareketlerinin gerçekleştirilmesi sırasında olmalıdır. Ayrıca rıza, fiilin işlenmesi sırasında da olmalıdır.