ÇOCUKTA SANAT EĞİTİMİ VE YARATICILIK - Ünite 1: Erken Çocukluk Döneminde Sanat Eğitimi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Erken Çocukluk Döneminde Sanat Eğitimi
Erken Çocukluk Eğitimine Giriş
Çocuğun doğduğu günden temel eğitime başladığı güne kadar geçen yılları kapsayan ve çocukların sonraki yaşamlarında önemli rol oynayan bedensel, psikomotor, sosyal ve duygusal, zihinsel ve dil gelişimlerinin büyük ölçüde şekillendiği, ailelerde ve kurumlarda verilen eğitim sürecine erken çocukluk eğitimi denir.
Antik Yunan’da Çocuk Yetiştirme Tarihi
Eğitim, sistemli bir şekilde ilk kez Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Burada eğitim sadece vatandaş olanların erkek çocukları için vardı ve bir dereceye kadar vatandaşlık eğitimi ile elde ediliyordu. Yunanlılar, özellikle de Atinalılar, iyi okumaya, anlatmaya ve şarkı söylemeye büyük önem veriyorlardı ve bunların üçünde iyi olmayan gençler kültürsüz olarak nitelendiriliyordu. Yunanistan’da iki önemli okul vardı:
- Platon tarafından MÖ 386’da Atina’da kurulan ve diğer okullar için bir model oluşturan akademide;
- Öğrencilerin ve öğretmenlerin beraber ortaklaşa kullandıkları bir ibadet yeri, kütüphane, derslikler ve oturma odası vardı.
- Kızlar da kabul edildi.
- Felsefe, Matematik ve bilim dersleri öğretildi.
- Platon’un öğrencisi Aristoteles tarafından MÖ 335 yılında kurulan Lyceum okulu.
Batılı Olmayan Toplumlarda Çocuk Yetiştirme Tarihi
İlk Afrikalı ailelerdeki güçlü akrabalık ve aşiret bağları incelendiğinde, Afrikalı yetişkinlerin aile üyeleri ile toplumun diğer üyelerine gösterdikleri ilgi kadar kendi çocuklarının bakımıyla da oldukça ilgilendikleri düşünülmektedir. İlk Kızılderili aileler üzerine yazılmış metinler, bizlere Kızılderililerde aile ve Kabile bağlarının güçlü olduğunu göstermektedir. Çocuklar, Kızılderili yaşamında doğal düzenin önemli bir parçası olarak görülmüş ve dolayısıyla da çok değer verilmiş ve korunmuşlardır. Çocuk yetiştirme, anne-babalar, kabilenin yaşlı üyeleri, daha büyük ve hatta aynı yaş kardeşler tarafından ortaklaşa gerçekleştirilmiştir. Çin ve Japonya’da çocuklar üzerine geliştirilen fikirlerde Konfüçyüs’ün (MÖ 551-479) yazılarının etkisi büyüktür. Konfüçyüsçülük akımının odaklandığı bireyler arası uyum, her iki toplumda da çocukların doğuştan iyi olduğu fikrinin gelişmesine öncülük etmiştir.
Batıda Çocuk Yetiştirme Tarihi
Antik Çağ’dan 18. yüzyıla kadar olan yaklaşık 2000 yıl boyunca, Batı’da çocuklar eksik yetişkinler olarak görüldüler ve “yetersiz”, tamamen yetişkinlere bağımlı oldukları düşünüldüğünden, yaşamları ortaçağ yazarlarınca önemsenmedi. Çocukluk fikri, Rönesans’ın büyük icatlarından biridir. Batı toplumunda, ilk defa Rönesans döneminde, çocuklar tamamen birbirinden farklı bireyler olarak görülmeye başlanmıştır.
Çağdaş Eğitimin Ortaya Çıkışı
Çağdaş eğitim düşüncesinin temellerinin 16. yüzyılda ortaya çıktığı ve 20. yüzyıla kadar sistemli bir şekilde gelişerek devam ettiği söylenebilir. Avrupa’da 16. yüzyıl; sosyal, dini ve ekonomik değişmelerin, kısmen Rönesans, kısmen de reform nedeniyle meydana çıktığı bir dönemdir. Çocuklara okuma yazma öğretme işinde düzenli okullaşmanın üzerinde duran kişi ise reformasyonun öncüsü Martin Luther’dir. Ailenin eğitimde en önemli kurum olduğuna inanmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda Luther’in başlattığı yolda ilerleyen Comenius, Locke, Rousseau ve diğerleri, çocuk eğitiminde bugün gelinen çocuğa saygılı, onun özelliklerine uygun eğitim anlayışının öncüleri sayılırlar.
Birçok uzman 19. yüzyılın sonlarını ve 20. yüzyılın başlarını, modern çocukluk anlayışının oluştuğu dönem olarak göstermiştir. 19. ve 20. yüzyıl, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, çocuklara olan ilgi ve davranış bakımından aydınlanma dönemleridir. Bu dönemlerde sosyalleşmeye vurgu yapılmaya başlanmıştır. Sanayi Devrimi büyük bir işgücü ihtiyacı doğurduğunda, aileleri çalışan çocukların esenliği sorunu ifade edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde çocukların her yönüyle sosyalleşmeleri için devlet okulları ve çocuk bakım programları kurulmuştur. 19. ve 20. yüzyıllarda Pestalozzi, Froebel, Montessori, Dewey, Piaget, Vygotsky ve Russell’ ın erken çocukluk eğitimi üzerine katkıları olduğu söylenebilir.
Türkiye’de Erken Çocukluk Eğitiminin Gelişimi
Türkiye’de erken çocukluk eğitiminin gelişimini;
- İmparatorluk Dönemi,
- Cumhuriyet Dönemi olarak iki başlıkta ele almak mümkündür.
İmparatorluk Dönemi
Osmanlılar çocuğu sevgi ve şefkat kelimeleriyle birlikte anıyorlardı. Saf ve masum olduğuna inanılan çocuklar, duaları kabul olunacaklar listesinde en başta yer alırlardı. Türk eğitim tarihinde, 19. yüzyılda çocuğa ve onun eğitimine bakışın değişmeye başladığı görülür. 1824’te Sultan II. Mahmut, ilköğretimi zorunlu kılan Fermanı’nı yayımlamıştır. 20. yüzyılın başlarında ise anaokulları ortaya çıkmıştır. Osmanlılarda anaokulu işlevi gören bazı kurumlar şunlardır:
- Sıbyan Mektepleri,
- Islahhaneler,
- Darüleytam-ı Osmani ve
- Darüleytamlar.
1914 yılı Eğitim Bakanlığı bütçesi düzenlenirken, çocuk bahçesi denilen mekteplerin (resmî olarak) açılmasına girişilmiştir.
Cumhuriyet Dönemi
20. yüzyılın başlarında çok sayıda eğitilmiş erkek savaş sırasında hayatını kaybetmiş, geriye çok sayıda yaşlı, çocuk ve kadın kalmıştır. Kadınlar, kaybolan erkek gücünün yerini doldurmak üzere çalışma hayatına girmeye başlamışlardır. Böylece çalışan Türk kadını, Türk anneleri için okul öncesi eğitim bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Cumhuriyetin kuruluşu sırasında ülkenin içinde bulunduğu şartlar özellikle ilköğretime öncelik verilmesini gerektirdiğinden, bu ilk yıllarda okul öncesi eğitim kurumlarının sayısında herhangi bir ilerleme görülmemektedir. Cumhuriyet kurulduğunda tüm ülkede 80 dolayında anaokulu bulunmaktaydı. 25 Ekim 1925 ve 29 Ocak 1930 tarihlerinde çıkarılan iki tamimle ilköğretimin geliştirilmesi için bütçe imkânlarının anaokullarından ilköğretime kaydırılması yönünde bakanlığın görüşleri okullara bildirilmiştir. Bakanlığın bu iki tamimi üzerine vilayetlerde daha önce açılmış olan anaokulları kapatılmıştır. Okuma çağına girmemiş çocukların eğitimi konusu, Cumhuriyet Dönemi’nde ilk kez 1949’da IV. Millî Eğitim Şura’sında, belirtilmiştir. Bundan sonraki Millî Eğitim Şuralarında da değinilen okul öncesi eğitiminin, Mayıs 1996’da yapılan XV. Millî Eğitim Şurası’nda, gelecek zaman içinde hiç değilse 2 yılının zorunlu eğitim kapsamına alınması konusunda çok önemli bir karar almıştır.
Erken Çocuklukta Sanat Eğitiminin Yeri ve Önemi
Sanat eğitimi, yalnızca bu alanda yeteneği olan çocukların değil, bütün çocukların gelişimine katkıda bulunur. Sanat; görme, anlama, deneyim ve yaratma süreci olarak bu alanda kapasiteleri sınırlı olanlar için de gerekli bir derstir. Eğitim bu bağlamda kapasiteleri sanatsal yetiye dönüştürmek için yapılır. Sanat eğitiminin amaçları şöyle sıralanabilir:
- Öğrencilerin kendi kültürel mirasını anlamalarını artırır.
- Öğrencilerin başka toplumların kültürel mirasını anlamalarını artırır.
- Öğrencilerin görsel dünyayı kavramalarını geliştirir.
- Öğrencilerin kendi iç dünyalarını anlamalarını geliştirir.
- Öğrenciler malzemeleri kullanarak pratik problem çözme becerilerini geliştirirler.
- Öğrencilerin yaratıcı davranışı ve yanal düşünme becerilerini kolaylaştırır.
- Öğrencilerin çevreleri hakkında haberdar olma yeteneğini artırır.
- Öğrencilerde yaratıcılığın gelişmesine yardımcı olur.
Erken Çocuklukta Sanat Eğitimi
Çok küçük çocuklar sanatı bir eser oluşturma şeklinde algılamadan önce sanat malzemeleri ile haşır neşir olma sürecini yaşamaktadır. Kâğıt yırtma ve yapıştırmayı, boya ve zamk sürmeyi ve yaymayı, makas ve zımba kullanmayı severler. Bunların her biri yalnızca eğlendirici olmakla kalmayıp, ayrıca diğer sanat etkinlikleri için gerekli olan becerilerdir.
Sanat, çocukların gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Öncelikle oyuna benzer şekilde, sanat da herhangi bir yetişkin yönergesi olmadan, çocukların kendileri tarafından başlatılan ve sürdürülen bir etkinliktir. Bu anlamda, küçük yaşlarda sanatsal etkinliklerin çocuğun özgür bir şekilde tercihte bulunmasına ve kararlar almasına olanak sağladığı söylenebilir.
Lowenfeld ve Brittain’a göre sanatsal üretimin temeli, çocuk dokunma, işitme, tatma ve emekleme yoluyla dünyaya tepki vermeye başlar başlamaz atılmış olur. Çocuklar zamanla, sanatsal üretim gibi etkinliklerin yol açtığı yaratıcı oyunla çevrelerini keşfetmeye devam ederler. Yaklaşık 18-24 ay arasında ortaya çıkan, daha çok bedensel hareketlere dayanan bir çizim yapma süreci ile çocuklar karalama adı verilen ilk resim denemelerini yapmış olurlar. Karalama yapmak, bir anlamda kendi kendine oluşan bir eylemdir. Önce çocuk sürekli tekrar edilen hareketler, daha sonra da kontrol altına aldığı çizgiler aracılığıyla dış dünyayla kurduğu bağlantılarla tatmin olur.
Son yıllarda sanat eğitiminin çocuğa etkisini inceleyen;
- Psikolojik yaklaşım,
- Bilişsel yaklaşım ve
- Öz gelişimi yaklaşımı olmak üzere üç farklı görüş bulunmaktadır.
Psikolojik yaklaşım sanatı, çocukların içsel dünyalarının yansıması olarak görmektedir. Bilişsel yaklaşım ise sanatı çocukların dünya hakkındaki genel bilgi yapısı olarak değerlendirirken; üçüncü yaklaşımda sanat eğitimi çocukların öz gelişimlerini ifade etmekte ve çocukların içinde yasadıkları toplumla kendileri arasındaki ilişkiyi anlayabilmelerini, kendilerini ifade edebilmelerini ve toplumla iletişim kurabilmelerini kapsamaktadır.
Çocuklarda Estetik Beğeni Nasıl Geliştirilir?
Estetik, bir insanın algılama, güzelliği edinme ve çevresini merak etme yeteneğine işaret eder. Bu, kişinin hayal gücü yanında beş duyudan biri ya da hepsi ile de yapılabilir. Estetik;
- Bilmek ve deneyim edinmek için mecazi bir yoldur.
- Sanatta, harekette, müzikte ve hayatta bulunan güzelliği yakalama çabası ve sevgisidir.
- Doğada ve bir insanın çevresinde bulunan doğal güzelliklerin farkına varması ve kıymetinin bilinmesidir.
- İnsanın hayata tepkisinin en temel şeklidir.
- Güzelliğin göreni olmak, etrafımızdaki güzelliğin tadını çıkarmaktır.
- Kişinin kendi yaşantılarıyla bağlantısının olması demektir.
- Duyuşsal ve bilişsel anlamda bilmek ve hissetmektir.
Kendisine sanatsal ilgi alanları erkenden açılmış, evinde, yuvada, anaokulunda sanat eğitimini almaya başlamış çocuk, ilkokulda sınıflar ilerledikçe, çevresindeki sanatsal olguları, tüm biçimlendirmeleri, yavaş yavaş değerlendirebilir, eleştirel tavrını alır, güzeli anlamaya ve onu aramaya başlar. Sanatın hedefi basmakalıp olanı devam ettirmek değil onları bozmaktır. Sanat eğitimi, duygu ve zevk eğitimine, güzel biçimlere duyarlık kazanmaya ve her türlü anlatım biçiminde estetik yaşantılar edinmeye yöneliktir. Jalongo ve Stamp’a göre estetik deneyim;
- Açık uçlu ve özgürdür,
- Uygun malzemelerin kullanımını gerektirir,
- Çocuğun deneyimleriyle bağlantı oluşturur,
- Özgün olmayı ve klişeleri kırmayı cesaretlendirir,
- Çok algılıdır,
- Doğaldır,
- Toplumsaldır,
- Birleştiricidir,
- Yeninin ve tatmin edici biçimlerin yaratılmasına yol açar.
Yaratıcılığı Destekleyici ve Estetik Duygusunu Geliştirici Ortam
Çocuğun özellikle okul öncesi dönemdeki temel ihtiyaçlarının sıralanmasında, yaratıcılığı ve estetik duygusunu geliştirebilmek için temiz, düzenli bir ortam yaratmak da yer almalıdır. Fiziksel ortam çocukları cezbetmeli, onları çağırıp bir araya getirebilmelidir. Memnuniyet verici bir ortamda çalışmak, dört amaca hizmet eder:
- Birinci olarak, güzel ve güzel yaşantılarla çevrili bir ortam çocukların estetik gelişimine katkıda bulunur ve yaşamlarını zenginleştirir.
- İkinci olarak, günün büyük bir kısmında ortam siz ve çocuklar için keyifli bir yer olmalıdır.
- Üçüncü olarak ortamda kendinizi iyi hissedersiniz, stres ve sıkıntı kalmaz.
- Dördüncü olarak da böylesi bir ortam çocukların davranış şekillerini olumlu yönde etkiler.
Ayrıca küçük çocukların estetik beğenisinin gelişiminde öğretmenin rol model olarak etkisi büyüktür. Öğretmenler giysileriyle, davranışlarıyla ve iletişimleriyle estetik model olarak alınmaktadır.
Bir iletişim Aracı Olarak Çocuk ve Sanat
Genel olarak sanat kendini ifade etme aracı olduğuna göre erken çocukluk dönemi çocuğunun kendini tanıması, ifade etmesi, motor becerilerinin gelişmesi, sosyalleşmesi, duyguların dışavurumu açısından önemlidir. Çocuk sanatın hangi dalıyla uğraşırsa uğraşsın, kendine tanınan özgürlükçü ortam içinde bulduğu yaratıcı çözüm yolları, kendini tanımada bir rehber, kazandığı özgüven duygusu ise çevresiyle kurduğu iletişimin başlangıcıdır. Kendini tanıyan, özgüven duyan, başarılı olduğunu gören çocuk, başkalarına karşı daha duyarlı, saygılı, üretmenin tadını aldığında ise hayata karşı daha sevgi dolu ve yapıcı olacaktır. Erken çocukluk döneminde kendini ifade aracı olarak seçtiği sanat, çocuğun kendini tamamladığı bir unsurdur. Bu nedenle çocuğun içinde olduğu sanat etkinlikleri onun bir çeşit düşünme dilini oluşturur. Çizme, boyama, yırtma, inşa etme gibi sanatsal etkinlikler süreç içinde karmaşık bir niteliğe sahip olup, bu tür etkinliklerle kendine göre anlamlı bir bütünlük oluşturarak deneyim kazanır. Bu tür etkinlikler sonucunda çocuk bize sadece sanat ürünü vermemekte, onu tanımamıza yarayan önemli ipuçları sunmaktadır.
Sanat yoluyla duyumların zihinde oluşturduğu düşüncelerin malzemelere dökülmesi sayesinde, çevresiyle kurduğu bu iletişim, çocuğun psikolojik, sosyal gelişimini bir üst seviyeye çıkarır. Çünkü sanatsal aktiviteler çocuğun, sadece kendini ifade etmede bir iletişim aracı değil, hayatı boyunca yanından ayıramayacağı bir bakış açısı, bir düşünce şekli, bir hümanizmdir.
Çocukta Sanat Öğretimine İlişkin Ön Bilgiler
Erken yaşta gerekli olduğu düşünülen sanat eğitimi çocukların kendilerini özgürce ifade edebileceği, farklı malzemelerin bulunduğu, çocuğun gelişim özelliklerinin dikkate alındığı, öğretmen in merkez olmadığı, rehber, gözlemci ve motive edici olduğu bir ortamdır. Kendine özgü anlatım biçimleri olan çocukların ortaya çıkardıkları simgesel anlatım onların iç dünyalarının dışa yansımalarıdır. Bu süreçte:
- Özgünlüğün bozulmaması için sanatsal çalışmalara müdahalelerden kaçınılır.
- Yapılan sanatsal ürünler sergilenerek, konuşma, iletişim ve eleştiri becer ilerinin gelişmesi için üzerinde konuşmalar yapılır.
- Çocuğun araştırma, planlama, analiz yapma becerilerini geliştirmek önemlidir. Bunun için farklı malzemeler kullanarak düşüncesini bir ürünle ortaya çıkarabileceği proje odaklı çalışmalara yer verilir.
- Çocukların gel isim özellikleri, annelere ve babalara anlatılarak bilinçlendirilmeli, çocuklarından gelişim özelliklerine uymayan beklenti içinde olmamaları konusunda bilgilendirilmelidirler.
Görsel Düşünce, Görsel Algı
Duyum: Dışarıdan gelen uyarıcıların bir veya birden fazla duyu organları yoluyla sinir akımları sayesinde beynimize ulaştırılmasıdır.
Algı: Duyumlar yoluyla beynimize gönderilen uyarıcıların beyin tarafından örgütlenip yorumlanarak anlamlı hale getirilmesidir. Örneğin, uzaktan bir kişinin geldiğini görmek duyum iken, kim olduğunu anlamak algıdır. Algıladığımız nesneler, geçmiş yaşantılarımıza, gelecekteki beklentilerimize, duygu ve düşüncelerimize, bulunduğumuz sosyal, kültürel ortam ve değerlerimize ve yaşantımızı etkileyen diğer etkenlere bağlıdır. Bu nedenle algılanan nesneler, kişiden kişiye farklılık gösterir.
Görsel algı: Görme duyumuzla edindiğimiz duyumların zihnimizde algılanmasıdır.
İmge: Duyumlar yoluyla alınan ögelerin zihinde canlandırılmasıdır, resimsel bir değer kazanmasıdır.
Simge: İmgelerin düşünme aşamasına geçerek şekle dönüşmesidir. İmgelerin oluşturduğu simgeleri ortaya çıkaran görsel algılamadır.
Gestalt teorisi, algı ve algısal örgütlenme konularında yoğunlaşmış psikoloji teorisidir. 20. yüzyılın ilk yarısında, Almanya’da ortaya çıkmıştır. Wertheimer ile beraber Köhler ve Koffka tarafından geliştirilmiştir.
Özellikle erken çocukluk dönemde öğrenmenin hızlı olduğu, her uyarıcıya açık olan çocuk her şeyi tüm duyularını kullanarak keşfetme eğilimindedir. Görmeyle başlayan keşif dokunma, tat alma, işitme, koklama duyularını harekete geçirerek zihinlerinde oluşturdukları imgeleri malzemelere dökerek kendi simgelerini oluştururlar. Böylece çocukta görsel düşünceyle birlikte yaratıcı düşünce de başlar.
Duyularla başlayıp görsel algıya oradan da görsel düşünceyle birlikte yaratıcı düşünceyle devam eden süreci desteklemek için okul öncesi eğitiminde çeşitli etkinliklere yer vermek gerekir. Bu etkinliklerin başında görsel algılarını zenginleştirici sanat etkinlikleri yer alır. Çocuklara yönelik her türlü malzemenin kullanıldığı, denemelere, keşiflere açık olan, zorlamanın olmadığı, kendini her türlü etkinlikle ifade edebildiği, kendini özgür hissettiği bir ortam ile ancak duyumlar yoluyla çocukta oluşan görsel simgeler açığa çıkabilir. Sanat eğitimi sadece görsel düşüncenin ortaya çıkmasını sağlamaz, yapılan etkinliklerle parça bütün ilişkisi, şekil zemin ilişkisi, neden sonuç ilişkisi, olayları sıraya koyma, gruplama, küçük kas gelişimi, el göz koordinasyonu, zihinde canlandırma, karşılaştırma, karar verme, karşılaştıkları problemleri çözme, dikkatini toplama gibi yetileri de gelişmektedir. Görsel algı becerileri, çocuklara okumayı, yazmayı, hecelemeyi, matematik yeteneklerini geliştirmekte ve okulda başarılı olmaları için gerekli diğer yeteneklerinin tümünü geliştirmelerine yardımcı olur.
Okul Öncesi Sanat Eğitiminde Pedagojik/Yöntemsel Yaklaşımlar
Okul öncesinde çocukların gelişimine katkıda bulunacak, yaratıcılıklarını geliştirecek sanat eğitiminin ağırlıkta olduğu yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımlar ve sanat eğitimine olan vurguları şöyle özetlenebilir:
Montessori Yaklaşımı
1907’de uygulanmaya başlanmış, Maria Montessori tarafından kurulmuştur. Bu yaklaşımda sanat eğitimi diğer dersleri desteklemek amaçlı kullanılmaktadır. Ancak çocuğun özgür bırakılarak kendini ifade edici çalışmalar yapması yaratıcı düşünceyi desteklemektedir.
Waldorf Yaklaşımı
1919 yılında Almanya’da kurulmuştur. Avusturyalı düşünür Rudolf Steiner’in araştırmalarına dayanır. Bu yaklaşımında erken çocukluk döneminde öğrenmenin görsel yolla olduğunu düşünüldüğü için bilgiden ziyade sanatsal aktiviteleri önemsenmiştir. Programdaki çocukların duygusal-ruhsal gelişiminin desteklenmesi ve mutlu olması önemlidir, başarılı olması değil. Bilgi daha sonraki aşamalarda devreye girer. Okul öncesinden liseye kadar, tüm konu alanlarına bütünleştirilmiş görsel, işitsel ve dokunsal sanatların yer aldığı bir müfredat programı uygulanır. Ayrıca program her yaş grubundaki çocuklara geniş kapsamlı sanat etkinliklerine dâhil etmektedir. Bu etkinlikler çocukların duygularını çeşitli disiplinlerle ifade etme sansı tanır.
High/Scope (Yüksek Hedefler/Uzaklara Uzanan) Yaklaşımı
ABD’de 1960’lı yıllarda Dr. David Weikart tarafından geliştirilmiştir. Amacı, çocukların neyi nasıl yapacaklarına ilişkin tercih yapma ve karar alma yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olmak, bulundukları ortama uyum sağlama becerilerini geliştirmek, bir üst eğitim kurumuna hazır olmalarını sağlamaktır. Çocuklar, yaparak yaşayarak öğrenirler. Ailelerin katılımı önemlidir. Sınıf için geniş bir alanın olması yeterlidir. Sınıf sınırları belirlenmiş ilgi köşelerinden (kitap, matematik, sanat, drama, kukla gibi) oluşmuştur. Çocukların ulaşabileceği yükseklikte yer alan malzemeler çocukların görmesi için şeffaf kutulara yerleştirilmiştir. Çocuklar, arzu ettiği malzemeyi kullanma özgürlüğüne, yerine koyma sorumluluğuna sahiptirler. Hertürlü doğal malzeme kullanılarak çocukların yaratıcı düşüncelerini geliştirmek amaçlanmıştır. Yapılan çalışmalar çocukların göz hizasına uygun ortam hazırlanarak sergilenir.
Reggio Emilia Yaklaşımı
1970’li yıllarda İtalya’da, Reggio Emilia şehrinde, Louris Malaguzzi tarafından desteklenen ve bölgede yaşayan ailelerin de katılımıyla okul öncesi eğitim kurumlarında ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımda, önemli olan yaşayarak ve yaparak öğrenmedir. Okullarda ‘atelier’ denilen, içerisinde doğal malzeme ve sanat malzemeleri bulunan stüdyo ve laboratuvar karışımı bir çeşit atölye bulunmaktadır. Sınıf içinde mini atölyeler de vardır. Her atölyede öğretmen ve öğrencilerle çalışan Atelierista adında birer grafik sanatlar uzmanı bulunmaktadır. Reggio yaklaşımı konusunda bilgilendirilen grafik uzmanları proje için çalışmalar yapar. Ayrıca sınıf ortamındaki faaliyetleri düzenleyerek estetik bir görünüş sergiler.