CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ - Ünite 6: Modern Türk Şiirinde Gelenekten Yararlananlar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Modern Türk Şiirinde Gelenekten Yararlananlar
Gelenek ve Yeni Türk Şiirinde Gelenek Sorunu
Bir toplumda geçmişten beri var olan, sürdürüle gelen kültürel miras, alışkanlıklar, bilgi, töre, davranış kalıpları gibi unsurlara verilen ad olan gelenek (an’ane, tradition) özellikle sosyal bilim alanlarında modern dönemlerin anahtar kavramlarından birisi halini almıştır.
Edebiyatta da gelenek birçok tartışmanın odağını oluşturmuştur. Edebiyatta en geniş anlamıyla tür, biçim, konu vb. her türlü unsurun bizden önceki sanatçılardan kalan eserlerdeki toplu özellikleri, klasikleşmiş eserlerin her türlü özellikleri gibi anlamlar içeren gelenek, modern dönemlerle birlikte yaşayan edebiyat için ne ölçüde ve nasıl bir işlev gördüğü noktasında tartışmaların konusu olmuştur. Öte yandan gelenek ile klasik kavramı arasında da ilişki kurulmuştur. Bu, geleneğin besleyici, yol gösterici, hatta buyurucu yönünü oluşturur. Çünkü yeni şair için örnek olma özelliği taşır.
Oysa XIX. Yüzyılın ortalarından itibaren yeni Türk şairi, gelenek olarak neredeyse yalnızca Divan edebiyatını anlamış ve onunla bağını kopararak bir yeni edebiyat oluşturmak istemiştir. İşte Cumhuriyet dönemi Türk şiiri bu deneyimlerin izinden, gelenekle ilişkili ‘sorunu’ ile karşı karşıya kalmıştır. 1950’lere kadar bu ‘sorun’, yukarıda bildirttiğimiz ideolojik yaklaşımla reddedilmek biçiminde ortaya konulmuştur.
Öte yandan gelenek ile klasik kavramı arasında da ilişki kurulmuştur. Bu, gelene¤ in besleyici, yol gösterici, hatta buyurucu yönünü oluşturur. Çünkü yeni şair için örnek olma özelliği taşır. Buna karşılık her yeni şair kendi farkındalığını da ortaya koymak ister. Aslında çalışma noktası da burasıdır. Hem gücünü ispatlamış genel bir kabul görmüş eserler arasında kendi eserinin de yer almasanı istemek hem de onlar arasında farklılık oluşturmak, şairin kaçınmayacağı paradoksal bir durumdur. Bütün bu söylenenlerden geleneksel eserin maziye ait, bugün için yalnızca hatıra değeri taşıyan bir nesne olmadığı aksine geleneğin bugünü yapan etkenlerin başında geldiği anlaşılmaktadır. Üstelik dönem dönem söz varlığı konuları biçimi değişse de geleneğin üzerinde aktığı dil sisteminin birleştiriciliği düşünülürse geleneksel ile modernin birbirinden kopmasının söz konusu olmayacağı da açıktır.
YAHYA KEMAL: Gelenek ve Gelecek Arasında
1950’den sonra dünya klasiklerinin çevrilmesi, modern dünya şiirlerinin yakından tanınması gibi etkenlerin de etkisiyle, şiirler tek tek ve/veya grup olarak geleneksel edebiyata ilgi göstermeye başlamışlardır. Bu ünitede ele alacağımız bu ilgi, genel olarak Türk modern edebiyatında Yahya Kemal örneğinden geçerek farklı yansımalarla ortaya çıkmıştır.
Nitekim Türk şiirinde 1950’lerden itibaren geleneğe yaklaşımlarda Yahya Kemal bir geçiş noktası işlevi görmüştür. Bu tarihten sonraki şiirimizde, çizgisel bir devamlılık gösteren geleneğe yaklaşımları üç ana kategori oluşturur
- Hisar grubu şairleri olarak anılan ve aynı adlı dergi etrafında toplanan çizginin daha çok biçimsel özellikleri sürdürmek ve geçmişe duygusal bağlılık anlamanda geleneğe yaklaşımı
- Behçet Necatigil ile başlayıp Hilmi Yavuz’dan geçerek 80 sonrası kuşağa ulaşan çizginin poetik yararlanma ve beslenme açsından geleneğe yaklaşımı
- Sezai Karakoç’la başlayıp Ebubekir Eroğlu ve 80 kuşağının kimi şairleri tarafından izlenen çizginin ise geleneği bir uygarlık özü olarak görüp modern şiir yapısına bu özü katma tutumu içerisindeki yaklaşımları
Hisar Gurubu Şairleri
Hisar topluluğu, 1950-57 (75 sayı) ve 1964-80 (202 sayı) yılları arasında toplam 277 sayı olarak Ankara’da yayımlanan Hisar dergisi etrafında toplanan edebiyatçıların oluşturduğu bir gruptur (Emiroğlu, 2000:102,111).
Bu dergi etrafında oluşan topluluğun Garip akımına karşı ilk sistemli tepkiyi verdiği belirtilir (Emiroğlu, 2000:76). Bu tepkinin bir bildiri biçiminde ortaya çakmaktan çok Garipçilerin geleneğe ve geleneksel poetik ögelere karşı çıkışına tepkisel bir tavır takınmak şeklinde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Hisar topluluğu şairlerini, dergiye sonradan katılan fakat özellikle hamasî söyleşişte yakaladığı ustalıkla dikkati çeken Yavuz Bülent Bakiler’in bir şiirinden örnek vererek tamamlayacağız:
Ey Anayurdumun sevimli, ürkek,
Balaban bakışlı kızları,
Düşündünüz mü hiç sokaklara düşerek
Dolaşıp duran yalnızları.
(“Çağrı”)
Geleneğin Estetik Gücü: Behçet Necatigil –Hilmi Yavuz Çizgisi
Geleneğe yaklaşım biçimleri arasında kendisine özgü bir tarz üretmiş olan Behçet Necatigil (1916-1979), 1930’ların ortasından itibaren yayımlandığı şiirlerinde sürekli değişiklikler yaparak modern Türk şiiri içerisinde kendisine yer edinmeyi başaran bir şairdir.
“Necatigil’in eski Edebiyatı’mızdan konu bakımından iki tarzda yararlandığı görülüyor. Bunlardan birisi eski şiirlerdeki dize veya beyitleri aynen alıp özgün şekilliyle ve tırnak içerisinde göstererek kendi şiirine monte etme metodudur. Daha çok başvurduğunu gördüğünüz diğer metot ise bir eski şairin tema, dize veya beytindeki kavramı açık veya gizli bir şekilde imlemektir.
Geleneğe Necatigil’in yaklaşımına benzer bir tutumla yaklaşan bir başka şair de Hilmi Yavuz’dur (1936). şiirlerini Bakış Kuşu (1969), Bedreddin Üzerine şiirleri (1975), Doğu şiirler (1977), Yaz şiirleri (1981), Gizemli şiirler(1984), Zaman şiirleri(1987), Söylen şiirleri (1989), Ayna şiirleri (1992), Çöl şiirleri (1996), Akşam şiirleri (1998), Yolculuk şiirleri (2001), Hurûfî Şiirler (2004) adlı kitaplarında ve ayrıca 2005’e kadar yazdığı bütün şiirleri içeren Büyü’sün Yaz (Toplu şiirler, 2006)kitabında yayımladı. Şiirin ‘yapılan bir şey’ olduğuna inanan Yavuz’un şiir anlayışındaki en önemli kavramlardan birisi, “sahih ”olamaz. Ona göre bu kavram, şairliğin ölçütüdür. Bir şair büyük olabilir, ama gelenekten yararlanmıyorsa “sahih” olamaz. Entelektüel tarihimiz bize geleneksel ile modernin aynı zamanda edinilmesi gerektiğini dayatıyor.” diyen Yavuz, şiirinde de bu sentezi bağdaştırmaya çalışmaktadır. Gelenekçi bir kimlik olarak gören Hilmi Yavuz, kavramı, “değişenin içinde değişmeyeni çıkarmak bulmak” biçiminde tanımlar. Böylece Yahya Kemal’in imtidat kavramını esas alır.
Geleceği Yeniden Üretenler: Sezai Karakoç Çizgisi
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde gelenekle ilişki kurma bakmandan dikkati çeken bir üçüncü çizgi, (şiirinin asıl özellikleri konusundaki inceleme, İkinci Yeni şairlerinin ele aldığı 7. Ünitede yapılacak olan) Sezai Karakoç’un başlattığı akımdır.
Görüldüğü gibi Sezai Karakoç’un gerek genel olarak gelenek kavramı konusundaki, gerekse şair geleneği bağlamındaki düşünceleri bundan önce bu bağlamda ele alınan şairlerden oldukça farklıdır.
Nitekim bu anlayış üzerine kurulan şiirlerinde de o, geleneği bir uygarlık özü olarak modern şiirin yapı imkânları içerisinde değerlendirilmiştir. Başta Hızırla Kırk Saat (1967) kitabı olmak üzere onun şiirleri geleneksel kültür birikiminin bugünün insanı için diriltici bir faktör olarak kullanılmasını hedefler. Bu yüzden klasik Arap, Fars ve Türk şiirlerinden onlarcası tarafından incelenmiş olan Leyla ve Mecnun hikâyesini bugünün dili ve şiir formu içerisinde yeniden ele almaktan çekinmez: Leyla ile Mecnun (1981). Diğer şiirlerinde de Kur’ân, Hadis gibi İslam dininin kaynaklarından başlayarak geleneksel kültür unsurlarını sık sık işler. “Fecir Devleti” adlı şiirinin başındaki şu dizeler, yukarıda özetlenen düşüncelerin şair diliyle ifadelendirilmesi gibidir:
Çağırdığım fecirde yoğrulacak bir yapı
Dumanlar içinde
Alevler içinde bir Şeyh Galib’tir ustası
Taş-ses mercan kitap doğurgan yara
Fırtına öncesi bir uygarlık
(Karakoç, 2000:415)
Bütün bu düşünce birikiminin üzerine kurulan şiirlerinde Eroğlu, özellikle tasavvufi duyarlılık bakımından eskilerin şiirlerindeki özü kendi şiirinde yeniden üretmeye çabalamıştır.
Geleneğe yaklaşımın bu çizgisine eklenebilecek başka şairlerde bulunmaktadır. Düşünce bakımından Sezai Karakoç çizgisinde bulunan M. Akif İnan (1940- 2000), burada andımız diğer şairlerden farklı olarak biçimde Divan ve halk özelliklerini sürdürmeye çalışmakla dikkati çekerken, Divan şairini ustalıklı bir şekilde Milletlerarası ilişkiler bağlamında kullandığı ve bu şiire biçim ve ses bakımından yakın duran ve yer yer ironik bir edanın da eşlik ettiği şiirleriyle Hüsrev Hatemi, kendine özgü bir söyleyiş geliştirmiştir.