DAVRANIŞ BİLİMLERİ I - Ünite 2: Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar

Ünite 2: Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar

Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi

Sosyolojinin gelişiminde Endüstri Devrimi, Amerikan ve Fransız devrimleri, emperyalizm ve doğa bilimlerindeki gelişmeler önemli rol oynamıştır.

  • Endüstri devrimi ile birlikte insanların yaşamlarında köklü değişmeler olmuş; geniş kitlelerin iş bulmak için topraklarından koparak kentlere göç etmesine bağlı olarak, yoksulluk, işsizlik, kötü çalışma koşulları, sağlık, eğitim ve barınma gibi sosyal sorunlar artmaya başlamıştır.

  • Amerikan ve Fransız devrimleri yeni fikir akımları ortaya çıkmıştır. İnsanlar çevrelerindeki olayları yeniden düşünmeye ve yorumlamaya başlamıştır. Monarşiler yerini daha demokratik sistemlere devrederken, artık geleneksel ve dinsel açıklamalar yetersiz kalmıştır.

  • Emperyalizm: Yeni sömürge imparatorlukları kuran Avrupalılar farklı kültürlerle karşılaştıklarında onlara egemen olabilmek için araştırmalar yapmaya başlamıştır.

  • Doğa Bilimlerindeki gelişmelere paralel olarak sosyal yaşamda da artık bilimsel yöntemin uygulanmasına yönelik adımlar atılmaya başlanarak sosyolojinin doğuşuna yol açılmıştır.

Sosyolojinin öncüleri olarak İbni Haldun, Henri de Saint Simon, Auguste Comte ve Karl Marx sıralanabilir. İbni Haldun, evrimci ve determinist bir düşünürdür. En önemli eseri olan Mukaddime’de uygarlıkların gelişimini ortaya koyar. 19.yy düşüncesinin tohumlarını atan St. Simon’un düşünceleri sosyal bilimlerde önemli yankı bulmuş, toplum bilimin aynı doğa bilimlerinde olduğu gibi benzer temeller üzerinde inşa edilmesi gerektiğini savunmuştur. St. Simon, Auguste Comte’u büyük ölçüde etkilemiştir. A. Comte, doğa bilimlerinde kullanılan gözlem ve deney gibi tekniklerin sosyolojide de kullanılabileceğini savunmuştur. Comte’un düşüncelerini Sosyal Dinamik ve Sosyal Statik olarak iki bölümde incelemek mümkündür. Sosyal Statik, düzenli ve istikrarlı sosyal ilişkiler ve toplumsal yapıdır. Sosyal Dinamik ise, sosyal değişme demektir ve en iyi ifadesini Üç Hal Yasası’nda bulur. İnsan düşüncesinin, ister bireysel, ister tarihsel ister kültürel olsun; Teolojik, Metafizik, Pozitif hal/dönem ’den oluşan üç adımlı yasayı izlediğini savunur. Karl Marx hem evrimci hem de ekonomik determinizmi savunan bir düşünürdür. Evrimsel açıdan, toplumların belirli aşamalardan geçerek (feodal, kapitalist ve sosyalist) sınıfsız topluma ulaşacağını savunur. Ekonomik determinizmde ise belirli bir toplumda tüm önemli pozisyonlar ve sosyal etkileşimlerin üretim biçimi tarafından belirleneceğini savunur. Marx’ın felsefesi diyalektik materyalizm, sosyolojisi ise tarihsel maddecilik olarak anılır. Marx’a göre, insanlık sosyal tarihi, kaynaklara sahip olanlarla olmayanların birbirlerine karşı mücadelesinin tarihidir. Marx’a göre, refahın üretildiği ve dağıtıldığı düzenleme alt yapıyı, diğer sosyal ve kültürel düzenlemeler ise üst yapıyı oluşturur. Marx, alt yapının üst yapıyı belirlediğini savunur.

Sosyolojinin kurucuları olarak E. Durkheim ve M. Weber gösterilebilir. Modern akademik bir bilim olarak sosyoloji Durkheim’in çalışmalarıyla başlamıştır. Comte’un düşüncelerinin büyük bir kısmını onaylamaz. Ancak, sosyolojinin yöntem ve ilkelerini yeniden tanımlarken Comte gibi doğa bilimleriyle devamlılık içinde nesnel, rasyonel ve olaylar arasında nedensellik ilişkisi arayan bir sosyal bilim anlayışı oluşturur. Bu görüş sosyal bilimleri doğa bilimlerine indirgeme olarak eleştirilir. Durkheim, ekonomik determinizmi kabul etmez, daha çok ahlakçı bir düşünür olduğu söylenebilir.

Weber, alman iktisatçı düşünürdür. O da Durkheim gibi Marx’a karşı bir konumdadır. Weber’in bürokrasi ve otorite arasında kurduğu bağlantı önemlidir. Onun güç ve otorite arasında ayrım yaptığı bilinmektedir. Ona göre güç, direnmelere rağmen birinin diğerlerine dediklerini yaptırabilmesidir ve kaynağı önemli değildir. Weber; yasal, geleneksel ve karizmatik olmak üzere üç otorite tipi tanımlarken, yasal ve geleneksel bürokrasi ayrımını yapmıştır. Weber’e göre, bunların gerçeklik düzleminde bire bir karşılıklarının bulunması gerekmez. Bunlar “ideal tipler” dir. Sosyolojinin yapacağı en önemli iş, tarihin zengin hanesine başvurarak ideal tip kavramlaştırmalarına gitmektir. Daha sonra ikinci adımda yapılacak işlem ise, gerçekte gözlenen ile zihinsel olarak kurgulanan arasında ne kadar fark bulunduğunu ortaya koymaktır. Bununla birlikte Weber, üç eylem tipi sınıflamaktadır; amaca ve değere yönelik ussal eylem, duygusal eylem. Amaca ve değere yönelik ussal eylemin her ikisinin de rasyonalitesi vardır. Ancak ilkinde hukuk kuralları ve yasalar gereği eylemde bulunulurken, diğerinde değerler rol oynar. Weber, anlama kadar açıklama ürerinde durması, insan eylemlerini sınıflaması ve en önemlisi de bürokrasi konusunda bir kuram geliştirmiş olması ile bugün de önemini korumaktadır.

Sosyolojide Kuramsal Yaklaşımlar

Genel olarak sosyal bilimlerde özel olarak sosyolojide tek hakim bir paradigma yoktur. Sosyolojide insan ve toplumu nasıl gördüklerine, daha doğrusu onlar hakkındaki kabullerine göre farklılaşan çeşitli yaklaşımlar vardır. Bunlar metodolojik ve kuramsal yaklaşımlar olarak iki genel grupta toplanabilir. Sosyolojideki kuramsal yaklaşımların, modernist çerçevede sembolik etkileşimcilik gibi daha mikro yaklaşımlardan, işlevselcilik ve çatışmacılık gibi daha makro yapısal yaklaşımlara doğru genişlediği ve son yıllarda sosyolojiye meydan okuyan feminist ve post-modernist yaklaşımlarla zenginleştiği söylenebilir.

Psikolojik gelenek çerçevesinde gelişen sosyoloji ekolü olarak da adlandırılan sembolik etkileşimciliğin tarihsel analizi onun epistemolojik olarak Amerika’da yaygın kabul gören pragmatizm içinde geliştiğini göstermektedir. Sembolik Etkileşimin Pragmatizme dayanan üç temel ilkesi şunlardır:

  • İnsanlar kendileri tarafından anlam/önem atfedilen davranışlarda bulunurlar.

  • İnsanların davranışları toplumdaki diğer insanlarla giriştikleri sosyal etkileşimden kaynaklanır.

  • İnsanlar karşılaştıkları durumları yorumlarlar ve ulaştıkları sonuca bağlı olarak da davranışlarını değiştirirler.

Sembolik etkileşimcilik insanı sosyal bir fenomen olarak anlamak için öznelci yaklaşımı tercih eder. Bu yaklaşıma göre, insanların sosyal davranış ve inançlarını belirleyen yaşamın sosyal koşulları fazla nesnel değildir. Onlar aslında insanların bu koşullar hakkındaki öznel yargılamaları ve yorumlamalarıdır.

Genel olarak sosyolojide modernist çerçevede en yaygın olarak kullanılan makro yaklaşım yapısal işlevselciliktir. Bu yaklaşım toplumu birbiri ile ilişkili parçaların görev yaptığı bir sistem olarak görür. Sembolik etkileşimci yaklaşımın birey üstünde odaklaşmasının aksine işlevselcilikteki vurgu daha çok yapı ve onun işleyişi üzerindedir. Yapıyı oluşturan elemanlar olarak normlar, adetler, gelenekler ve kurumlar analiz edilir. İşlevselciliğin tarihsel kökeni, Auguste Comte ve onun pozitivist felsefesine kadar uzanır. İşlevselci yaklaşım epistemolojik olarak ampirizmden ve pozitivizmden alır. Ancak tüm işlevselcilerin böyle olmadığı ve daha sonraki birçok işlevselcinin anti-pozitivist oldukları bilinmelidir.

Sosyal bilimlerde çatışmacı yaklaşım ve kuramlar, toplumdaki gruplar ve sınıflar arasındaki sosyal, siyasi ve maddi eşitsizlikler üzerine vurgu yaparak mevcut sosyo-politik sistemi eleştirirler. Çatışmacılar, öncelikle sınıflar arasındaki güç mücadelesi ve birbirine tarihsel olarak karşıt olan hâkim ideolojiler üzerinde dururlar.İşlevselcilerin toplumu ahenk içinde bir bütün olarak görmelerinin aksine çatışmacılar, toplumun birbiriyle kıt kaynaklar için çatışan gruplardan oluştuğunu kabul ederler. Dıştan bakıldığında birlik ve beraberlik içinde görülen ilişkilerin ardında bir güç mücadelesi olduğunu savunurlar. Çatışmacı Yaklaşım da modernist kuramlara ve daha çok makro düzeyde yapısal analizlere dayanır. Problem edindikleri konuların başında sınıf mücadelesi ve güçlü sınıfların işsizliğe ve yoksulluğa nasıl baktığı gelir. Çatışmacı sosyologların başında Karl Marx gelir. Ona göre insanlık tarihi aynı zamanda sınıf çatışması tarihidir. Günümüzde Marksist olmayan çatışma kuramcıları da bulunmaktadır. Ralf Dahrendorf çatışmanın otorite ilişkisi bulunan her yerde olabileceğini savunur. Aynı şekilde Lewis Coser da Marx’tan farklı olarak, çatışmanın aralarında yakın ilişki bulunan herkes için söz konusu olduğunu savunur.

Sosyolojiye Eleştirel Bakan Yaklaşımlar

Klasik sosyolojik yaklaşımlara temel eleştirilerden biri Feminizmden diğeri ise Post-modernizmden gelmektedir.

Feminizm genel anlamda sosyolojiye eleştirel bakar. Sosyolojinin toplumsal yaşam hakkında yanlı görüşlere sahip olduğunu savunur. Klasik anadamar sosyolojinin aslında erkek egemen görüşlere sahip olduğunu iddia eder. Feminizm hem işlevselciliğin hem de çatışmacıların görüşlerine eleştirel bakar. Bu eleştirinin altında tek fakat önemli bir neden yatar ki o da erkek egemenliği demek olan ataerkilliktir. Tüm feminist kuramlar aileyi ataerkil bir kurum olarak görürler. Feministler ayrıca işlevselci yaklaşımın toplumsal cinsiyet farklarına ilişkin görüşlerinde çelişki ve belirsizlik olduğunu iddia ederler. İşlevselcilerin toplumsal cinsiyet rollerini doğal ve değişmez olarak görmelerini sorgular.

Feminist olarak adlandırılan pek çok kuram olduğu veya birbirinden farklı çok sayıda feminizm bulunduğu söylenebilir. Feminist yaklaşım içinde en önemlileri Marksist, Radikal, Liberal ve Sosyalist Feminizmdir. Marksist Feminizm, hem feminist hem de Marksist görüşlerin bir karışımıdır. Feministler erkek egemenliğini, kapitalizmin bir sonucu veya özel mülkiyeti koruyan kapitalizmin yol açtığı bir durum olarak görürlerse de bu konu tartışmalıdır. Radikal feministler ataerkilliği kültürün bir sonucu olarak görürler. Ataerkil ideoloji, kadını ikincil ve zayıf cins olarak görerek ev işi ve çocuk yetiştirme rolüne indirger. Liberal feminizmin iki temel savından biri erkekle eşitlik, diğeri ise kadının özgürlüğüdür. Kamusal ve özel alan kavramlarını özellikle vurgulayan sosyalist feministler, radikal feministlerden farklı olarak ataerkillik yerine kapitalizm vurgusuyla dikkat çekerler. Kapitalizm, kadını özgürleştiriyor gibi görünürken, aslında bunun tam aksini yapar. Kadının özgürleşmesi ve kurtuluşu ancak sosyalizm ile mümkündür.

Genel olarak sosyal bilimlerde özel olarak sosyolojide bugün en büyük eleştiri post-modernizmden gelmektedir. Post-yapısalcılık ile oldukça yakın eleştiriler getirmeleri ise, her ikisi arasında büyük benzerlikler olmasından kaynaklanır. Çoğu zaman da birbirleri yerine kullanılırlar.

Rasyonalite ve bilimler insanları özgürleştirmeye yetmeyen, aksine, baskılayan araçlar olarak eleştirilir. Bu yüzden post-modernizm, her türden büyük kuram veya üst-anlatı olarak gördüğü, diğer bir ifade ile, her şeyin cevabını önceden veren Marksizm, liberalizm gibi ideolojileri, Hristiyanlık, İslamiyet gibi tüm dinleri ve hatta feminizmi bile özcü ve modernist bularak eleştirir. Aslında post-modernizm bunlara alternatif üst-anlatılar geliştirmek amacında değildir. Sadece açıklamalara temel veya öz oluşturacak dayanakların olamayacağını iddia eder. Onlar açıklamaya niyetlenmeksizin, göreli yorumlar yapmayı daha uygun bulurlar, bugün ve burada olanı daha fazla önemserler. Post-modernistler, sosyal bilimler ile doğa bilimleri, sanat ve edebiyat arasında bilimsel olan ve olmayan arasında bir fark gözetmezler. Onlar her türden katı sınırlamalar getirilmesine karşıdırlar bu bağlamda akademik disiplinler arasındaki ayrımı da reddederler. Günümüzde özellikle mimaride, edebiyat ve sanatta, resim müzik ve fotoğrafçılık alanında oldukça etkilidirler.

Post-modernizm kıta Avrupası ve özellikle de Fransa ve Almanya’da ortaya çıkmıştır. Bu görüşe fikir babalığı edenler Alman filozofları Nietzsche ve Heiddeger’dir. Nihilizm ve Anarşizmden beslenir. Aslında post-modernizmin en sert eleştirisi de yine Almanya’dan gelmiştir. Jurgen Habermas akla ve bilime tekrar dönmeyi şiddetle savunmuştur.