DAVRANIŞ BİLİMLERİ I - Ünite 5: Küreselleşme ve Ekonomi Kurumu Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Küreselleşme ve Ekonomi Kurumu

Küreselleşme İle İlgili Kavramlar

Küreselleşme, dünyadaki işletmelerin ve insanların birbirlerine bağlanmasını ifade eden bir kavramdır. Literatürde “globalism”, “globalite” ve “globalleşme/ küreselleşme” gibi farklı tanımları bulunmaktadır.

  • Globalism/ Küresellik: Neo-Liberalizm temelli bir kavramsallaştırmayla kültür, siyaset, sivil toplumun tümünün ekonomik yapı tarafından belirlenmesidir. Ekonomiye indirgenmiş tek bir yapının, pazar hâkimiyeti altında işlemesidir.
  • Globalite/ Küresel: Dünya Toplumu anlayışına işaret eder. Ülkelerin çok boyutlu ilişkiler içinde birbirlerine bağımlılıklarını gösterir.
  • Globalleşme/ Küreselleşme: Ekonomi, kültür, siyaset ve sivil toplumun birbirine indirgenmeksizin yan yana görüldüğü bir süreçtir. Uluslararası aktörler tarafından belirlenen bir sistemi ifade eder.
  • Küreyellik/ Glokalleşme: Belirli bir kültüre özgü olanın yaygınlaşmasıdır. Bu kavramın Japon kaynaklı olduğu ve kendine özgü olan ile evrensel olanı çok iyi bağdaştıran iş kültüründen esinlenerek üretildiği belirtilmektedir. Glokalleşme yaratan beş farklı kültürel mekân bulunmaktadır. Bu mekânlar;
    • Etno-mekân: Göçmen ve mülteciler, mevsimlik işçiler ve turistlerin yaşadıkları mekânlardır.
    • Tekno-mekân: Tüm mevcut olan teknolojilerin tüm sınırları aşarak oluşturdukları mekânlardır.
    • Finans-mekân: Uluslararası para hareketlerinin gerçekleştiği borsa türü mekânlardır.
    • Medya-mekân: Televizyon ve radyo başta olmak üzere tüm bilgilerin elektronik olarak üretildiği ve yayıldığı mekânlardır.
    • Zihinsel- mekân: Aydınlanmadan bu yana üretilen düşünce ve ideolojilerin yayıldığı mekânlardır.

Küreselleşmeyi varlık ile yokluğun kesişmesi, toplumsal olaylarla toplumsal ilişkilerin belirli mesafede yerel bağlamsallıklarla karşıması olarak tanımlayan Giddens’ın ‘Yapılaşma Kuramı’na göre zaman ve mekân birlikte önem taşımaktadır. Ayrıca Giddens küreselleşmeyi modernliğin bir sonucu olarak görmektedir.

Roland Robertson’a göre küreselleşme modernliği hazırlayan bir koşuldur ve basitçe modernliğin bir sonucu değildir. Modernlik kurumların ve temel tecrübelerin bir örnek/ homojen olmasıdır. Küreselleşme bir yandan kültürel birliği sağlarken bir yandan da farklılıkları derinleştirmekte, en azından su yüzüne çıkmasına olanak tanımaktadır.

Küreselleşme sürecinde ekonomik olarak homojenlik (kapitalizm) karşısında kültürel çoğulculuğa izin verilmektedir. İnsanların tüketim toplumunda sadece tüketme eğilimlerinin arttırılması hedeflenmektedir. Tüketilen şeylerin benzer veya farklı olması ise sadece bir detaydır.

Jonathan Friedman’a göre küresel/ global olan ile ilgili iki farklı görüş vardır:

  • Kültürel Sosyoloji Yaklaşımı: İnsan toplulukları arasında olduğu kadar, maddi ve manevi ögeler arasında da giderek artan bağlantılar, alışverişler ve hareketlerin farkına varılmasına dayanır. Ronald Robertson ve işlevselci sistem kuramcısı Talcott Parsons bu kategoride yer alır.
  • Küresel Sistemler Yaklaşımı: Daha önce küresel tarihsel politik iktisat olarak ortaya çıkmıştır. Dünya sitem yaklaşımı olarak da bilinen bu yaklaşım kültüre değinmemesi yüzünden eleştirilmiştir. Daha çok politik iktisat alanıyla sınırlı olan yaklaşıma kültür ve kimlik konuları da eklenerek yaklaşımın alanı genişletilmiştir.

Küreselleşme Eleştirisi

Ronald Robertson’a göre küreselleşme tartışmalarını yapanlar iki grupta sınıflandırılabilir.

  • Birörnekleştiriciler/Homojenleştiriciler: Bilimsel ve realist bir epistemoloji taraftarıdırlar. Özne olan bilim adamı nesne olarak dış dünyayı inceler. Modernist bir yaklaşımdır. Bazı işlevselciler ve A. Giddens gibi Marksistler bu gruptadırlar.
  • Farkçılaştırıcılar/Heterojenleştiriciler: Genellikle derin yorumsama/ hermeneutik yaparlar. Bu yaklaşımı daha çok kültürel çalışma yapanlar benimser. Post-modern bir yaklaşımdır. Edward Said ve Stuart Hall en önemlileridir.

Jonathan Friedman’a göre küreselleşme söyleminin önemli bir kısmı modernitenin ideolojik ürünüdür. Friedman, tek merkezli kültürel hegemonyayı, yani kültürel emperyalizmi şiddetle eleştirmiştir.

Ronald Robertson ise, önerdiği modelle küreselleşmeyi nesnel ve öznel bileşenler olarak formüle eder ve bu bağlamda küreselleşmeyi, dünyanın küçülerek baskılanmasını/ sıkıştırılmasını ifade eden bir terim olarak açıklar. Robertson’a göre hepimizde daha büyük bir sistemin parçası olma bilinci yani tikelcilik gelişir. Ona göre tikelcilik yayılarak evrenselleşmektedir.

Buna karşılık Robertson’un görüşlerini eleştiren Friedman’a göre, zaman ve mekânda küçülme ve baskılanma ya da tazyik altında kalarak sıkışma, salt bilimsel gelişme veya tarafsız teknolojik evrimden kaynaklanmamaktadır. Bu süreçler, sermaye birikiminin, dünya ekonomik stratejilerinin ve özgül toplumsal yapıların etkisiyle ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca, Zygmunt Bauman gibi post bazı postmodern düşünürler, küreselleşmenin zengin ve fakirler arasında tabakalaşmayı keskinleştirerek kutuplaşmaya yol açtığını savunmaktadırlar. Probhat Patniak’a göre emperyalizm; dünyayı belirleyen ekonomik ilişkilerin bütünüdür ve dünyada yaşanan tüm dönüşümler bunun sonucudur. Patniak ve Türk politik iktisatçı Korkut Boratav’a göre tüm bu dönüşümler artık küreselleşme ile açıklanmaktadır.

Boratav’a göre küreselleşme terminolojisini kullananlar, emperyalizm terminolojisini kullananlardan başlıca üç açıdan farklılaşmaktadır.

  • Yapısal bağımlılık yerine karşılıklı bağımlılık terimini kullanırlar.
  • Merkeze çevre ekonomilerinden sistematik olarak aktarılan değerler göz ardı edilerek herkesin eşit olarak yararlandığı bir sistem yaklaşımı sunarlar.
  • Piyasanın eşitsiz güçler arasında oluştuğunu eleştiren yaklaşım terk edilerek piyasaya güven yaklaşımı pekiştirilir.

Küreselleşme Karşıtı Yeni Toplumsal Hareketler

Alan Touraine göre sosyal hareketler toplumdaki mevcut bağımlılık ve baskılama sistemini dönüştürmeyi amaçlayan eylemlerdir. Bu anlamda sosyal hareketler; sağlıksız görülen bir durum ya da ögenin kültürel olarak sorgulanması ve sonucunda sosyal ilişkilerin yeniden inşasıdır ve iktidarı ele geçirme talepleri yoktur. Küreselleşme karşıtı hareketler ise daha farklı bir yapı sergilemektedirler.

Küreselleşme karşıtı hareketlerin temeli, yeni-liberal görüşlere karşı “Yeni Bir Dünya Mümkündür” sloganı etrafında örgütlenerek 1990’larda emperyalizme ve tekellere karşı direnişle atılmıştır.

Küreselleşme karşıtı hareketin çeşitli aşamalardan geçtiği söylenebilir. Bu aşamalar:

  • Birinci aşama: Fransa’da Le Monde Diplomatigue dergisi etrafında kuramsal temelleri atılmış, 1999’da ABD’de Seattle’da büyük bir protesto gösterisi düzenlenmiştir. Devamındaki süreçte ise, Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Kurulu, Dünya Bankası, Gelişmiş Yediler (G7) toplantıları sürekli protesto edilmiştir.
  • İkinci aşama: Anti Küresel Hareketin Alternatif/ Alter-Küreselci Harekete dönüşmesidir. “Sosyal Forum” olarak adlandırdıkları ilk toplantılarında hareketin örgütsel yapısı da ortaya çıkmıştır. Bu yapının temel özelliği herhangi bir hiyerarşi ve karar mekanizması olmaması, herhangi bir örgüt disiplininden bağımsız olmasıdır. Sadece protesto gösterileriyle yetinilmeyip alternatif projeler geliştirme potansiyeline sahip olduğunun gösterilmesi bu aşamayı önemli kılmaktadır.
  • Üçüncü aşama: Üyeler arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkmış ve taraflar birbirlerini mahkemeye vermişlerdir. Güven bunalımının ortaya çıkardığı çatışma birçok üye kaybına yol açmıştır.

Toplumsal Yapı ve Kurumlar

Toplumsal sistem içinde insan ilişkileri toplumsal kurumlarla düzenlendiğinde ortaya “toplumsal yapı” çıkar. Yapı, sistem özelliği gösterir ve yapının bir bölümündeki değişmeler diğerlerini de etkiler. Bu anlamda toplumsal kurumlar nasıl davranılacağını belirleyen toplumsal kurallardır veya bunların birleşiminden oluşur.

Toplumsal yapı kavramının en önemli bileşeni toplumsal kurumlardır ve temelde altı toplumsal kurum vardır: Aile, ekonomi, siyaset, eğitim, din ve sağlık. Ancak bazen bunlara bilim, ordu ve medya da eklenmektedir (S:124, 125 Tablo 5.1, 5.2).

Kurumlar arası karşılaştırma yapıldığında bazı ortak özelliklerinin olduğu görülmektedir. Parsons, toplumsal yapıda temel dört işlev ve bunları yerine getiren kurumları bir model halinde ortaya koyar.

  • Bütünleştirme işlevi: Aile ve eğitim toplumda bu işlevi gören temel kurumlardır.
  • Yönlendirme işlevi: Siyaset kurumu, siyasal parti örgütleri aracılığıyla bu işlevi yerine getirir.
  • Uygulama işlevi: Toplumda ekonomi kurumu olarak üretim, tüketim, bölüşüm vb. ilişkileri düzenler.
  • Koruma işlevi: Din kurumu bazen çatışmaya yol açsa da işlevselciler tarafından olumlu işlevi ön plana çıkartılır. Çünkü kurum olarak din, tüm insanlar arasında eşitlik ve adaleti kurmak üzere kurallar koyar.

Bir Sosyal Kurum Olarak Ekonomi

Sosyolojik açıdan önemli olan piyasa (market) artık ekonomi olarak anılmakta, insanların tüm ilişkileri ve refahı bu piyasa ya da ekonomi tarafından belirlenmektedir.

İnsanlar arası eşitsizlikler, üretimden elde edilen kârın adil olarak paylaşılmayıp sermayenin elinde toplanmasından kaynaklanır. Zira insanların doğa ile olan en temel ilişkisi üretim ilişkisidir. Bu nedenle eşitsizliklerin ortaya çıkışını sanayi öncesi toplumlardan itibaren ele almak gerekmektedir.

Sanayi öncesi toplum: Avcılık ve toplayıcılık yapan insanlar sadece ihtiyaçları kadarını elde etmek için çaba harcarlar ve buna “geçimlik ekonomi” denir. İhtiyaçlar, sürekli yeni yerlere göç edilerek karşılanır. Zamanla hayvan beslemeyi ve bitki yetiştirmeyi öğrenilmesiyle insanlar belirli bir yerde yaşarlar ve “tarım toplumu” denilen dönem başlar. Yerleşik hayata geçişle beraber silah ve giyecek yapımı ve buna bağlı olarak iş bölümü ortaya çıkar. Kendi geçimleri dışında üretim yapanlar, ürettiklerini ihtiyaçları olan diğer maddelerle değiştirirler ve ilk kâr veya artı ürün amaçlı ticaret başlar. Bu durum ve daha sonrasında sabanın icadı tarım toplumun gelişmesine ve eşitsizliklerin artmasına yol açar.

Sanayi toplumu: Sanayi toplumu 1765 yılında buhar makinesinin keşfi ile başlar. Sanayi üretimi ve kâr/ artı ürünler hiç olmadığı kadar artar. Bunun sonucu olarak sadece aynı ülke içerisinde değil, ülkeler arasında da eşitsizlikler artar ve bağımlılık ilişkilerini gelişir. Bu dönemde üretim, ihtiyaçlar için değil daha fazla tüketim için yapılmaktadır ve tüketim bir refah göstergesi haline gelmiştir. Thorstein Weblen bunu “gösterişçi tüketim” olarak ifade etmektedir. Bunun yanı sıra çok çalıştıkları ve kazandıkları halde harcamayan ve tasarruf ederek biriktirenler vardır ve Weber’e göre bunlar kapitalizmin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

İki temel ekonomik sistemden bahsetmek mümkündür: Kapitalizm ve Sosyalizm.

Kapitalist sistemin belirli özellikleri vardır:

  • Üretim araçlarının özel mülkiyeti vardır.
  • Bireyler sermaye, toprak ve makinelerin sahibidir ve ne üretileceğine kendileri karar verir.
  • Kar amacı gütmek çok önemlidir. En az maliyetle en fazla kârı elde etmek hedeflenir.
  • Piyasada rekabet, satın almak ve satmak isteyenler arasında yapılır. Aslında serbest piyasada mal ve hizmetlerin serbestçe rekabet edeceği düşünüldüğünde devletin piyasaya müdahale ettiği görülmektedir. Bu nedenle refah veya devlet kapitalizmi denilir.

Sosyalizmin, kapitalizme karşıt bir ekonomik sistem olarak temel özellikleri şunlardır:

  • Üretim amaçlarında toplumun ortak mülkiyeti söz konusudur.
  • Merkezi planlama vardır. Neyin ne kadar nerede üretileceğine devlet karar verir.
  • Malların üretimi ve paylaşımında kâr amacı güdülmez.
  • Rekabet yoktur.

Ne kapitalizm ne de sosyalizmin saf şekillerine dünyada rastlanmaz. Her iki sistem de eşitsizlikleri arttırdığı için eleştirilmektedir. Bu nedenle sosyalist ülkeler kapitalist özelliklere geçerken, kapitalist ülkeler ise sosyal refahı arttırmak için sosyalist programlar geliştirmektedirler. Buna “Yakınlaşma Kuramı” adı verilmektedir.

Kapitalizmin Küreselleşmesi

Kapitalizmin küreselleşmesi işlevselci ve çatışmacı sosyolojik yaklaşımlar tarafından farklı görüşler ileri sürülerek analiz edilmiştir.

İşlevselci yaklaşıma göre; iş ve çalışma, sosyal dayanışmanın temelidir. Tüm dünya kuzey ve güney veya doğu ve batı olarak ikiye bölünmüştür, birbirlerine bağımlıdır ve buna “küresel iş bölümü” denilmektedir. İşlevselciler serbest piyasada elde edilen kârların büyüklüğünden etkilenmekte ve daha ucuza üretilen malların tüketiminin dünyadaki herkesin yararına olduğunu düşünmektedirler, ancak küresel iş bölümünün olumsuz etkileri vardır.

Çatışmacı yaklaşım ise; güç/iktidar dağılımı üzerinde durmaktadır. Bu yaklaşıma göre, küresel kapitalizm sayesinde işçiler daha fazla sömürülmekte ve istismar edilmektedirler. Dev şirket yöneticileri küresel kapitalizmin korunması ve sürdürülmesi yolunda ortak hareket etmektedirler. Dünyadaki pek çok büyük firma uzak doğuya fabrikalarını kurarak daha ucuza iş gücü bulmakta ve kar oranlarını attırmaktadır.

Ekonomik eşitsizliklerin en geniş olarak gözlendiği yer kadın istihdamıdır. Genellikle etnisite ile birlikte gözlemlenen cinsiyete dayalı ayrımcılık şu maddelerle özetlenebilir.

  • İzole ederek ayrımcılık yapma: Bir iş yerinde beyaz bir erkek yöneticinin kendi başına, bu yönde örgütsel bir politika olmadığı halde kadın veya erkek göçmenlere iş vermemesi ve daha kalitesiz olduğu halde beyaz erkek işçileri tercih etmesidir.
  • Küçük grup ayrımcılığı: Bir grup erkek yöneticinin kendi başlarına, bu yönde bir örgüt politikası olmadığı halde kadınları sevmedikleri için iş yerlerinde onların yükselmesini engellemeleridir
  • Doğrudan kurumlaşmış ayrımcılık: Bir iş yerinde açık bir örgüt politikası olarak ayrımcılık yapılmasıdır.
  • Dolaylı kurumlaşmış ayrımcılık: Toplumdaki iş bölümünde bazı işlerin erkeklere bazılarının kadınlara ait olduğuna dair yerleşmiş uygulamaların sürdürülmesidir.

Her toplumda dolaylı kurumlaşmış ayrımcılık yaygındır.

Geleneksel yapı içerisinde kadınların bakış açılarında toplumsal cinsiyetçi farkındalık geliştirmek temel hedeftir. Toplumun yarısını oluşturan bir sosyal grubun ekonomik, sosyal ve politik alanda karşı karşıya kaldığı sınırlılıklar toplumun genelini ilgilendiren bir eşitsizlik ve ayrımcılık sorunudur. Kadın odaklı politikalar geliştirmek toplumun genelinin çıkarlarına da hizmet edecektir (S:130 Tablo 5.3).