DEVLET BORÇLARI - Ünite 2: Devletin Borçlanma Nedenleri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Devletin Borçlanma Nedenleri
Giriş
Devlet borçlanmasının tarihte ilk kez ne zaman kullanılmaya başlandığını belirleyebilmek güç olsa da temel olarak üç kriterin varlığı dayanak noktası olarak alınabilir. Bunlar; borç yükümlülüklerini yerine getirme konusunda güven veren devamlılığa ve ekonomik kaynaklara sahip devletler, borç sözleşmelerinin dayandığı gelişmiş muhasebe ve kayıt sistemleri ile devlete borç verebilecek düzeyde servete sahip toplumsal kesimlerdir. Ekonomik ve sosyal gelişim süreci, bütçe açıklarının finansmanından borçların geri ödenmesine, gelişmekte olan ülkelerde kalkınmanın finansmanından ekonomik dalgalanmalara müdahale edebilmeye kadar pek çok farklı amaç için, kamu borçlanmasını zorunlu kılmıştır. Devleti borçlanmaya iten nedenler temel olarak tarihsel, mali, ekonomik ve sosyo politik nedenler olarak sınıflandırılabilir.
Borçlanmanın Tarihsel Nedenleri
Devlet borçlanması yöneticilerin sınırları koruma, bölgelerini genişletme ve hayatta kalma çabalarına yanıt olarak gelişmiştir. 1650’lerden sonra, daha büyük ve daha merkezi devletler daha fazla gelir elde etmek için yeni mali araçlara ve kamu harcamalarını izlemek, disipline etmek için parlamento gibi veto hakkı olan bir oyuncuya sahip olmuştur. Güçlü devletlerin kamu malları için daha fazla harcadığı varsayımıyla tutarlı olarak devlet borçlanması aşamalı olarak kamu mallarının teminine doğru kaymıştır. Eğitim ve kamu işlerini finanse etmek için tahvil ihracı ile iç borç ilk sırayı almıştır. Gelirler arttıkça sanayi gelişmiş ve şehirler büyümüş, temiz su, kanalizasyon ve daha kapsamlı kamusal eğitim için talepler artmıştır. 19. yüzyılda, devlet borcu su ve kanalizasyon işlerinden demir yollarına, limanlara ve kanallara kadar her şeyi finanse etmek için kullanılmıştır.
19. yüzyılın başında, devletlerin borcunun çoğu zengin hane halklarının elinde bulunurken finansal gelişmenin ilerlemesiyle birlikte, bankaların borçlanmadaki payları önemli ölçüde artmıştır. Bu durum finansal aracılar aracılığıyla dolaylı olarak devlet borçlanma araçlarına yatırım yapan bireysel yatırımcılar ve bankalar için yatırım çeşitliliği sağlamış, aynı zamanda devlet borcunun güvenli varlık işlevini de artırmıştır. Amsterdam’dan başlayarak Londra, Paris ve Berlin menkul kıymetler piyasaları dış tahvilleri işleme almıştır. Büyük yatırım kuruluşları sigortalama ve ihracı üstlenirken ihtisaslaşmış piyasa yapıcılar ikincil piyasada likidite sağlamıştır. Uzmanlar, borçlanan devletler hakkında bilgi içeren finansal el kitapları yayımlamaya başlarken finansal basın da piyasayı takip etmeye başlamıştır. Tahvil sahibi kuruluşlar ayrıca, borç alanların izlenmesi ve yeniden yapılandırma müzakerelerinin koordine edilmesi işlevini de üstlenmiştir.
1929 Büyük Buhranı ve 2008 Büyük Durgunluğu, gelişmiş ekonomilerde barış döneminde gerçekleşmiş iki hızlı borç birikimi dönemidir. İki dönem arasında benzerlikler olmasına rağmen, farklılıklar da bulunmaktadır. Büyük Buhran sırasında üretim ve istihdam kayıpları çok daha büyüktür, G-20 gelişmiş ekonomilerindeki reel GSYİH, Büyük Durgunluk döneminde yüzde 4 kadar, Büyük Buhranda yüzde 19 kadar azalmıştır. İşsizlik oranı, buhran sırasında yüzde 25’e yükselirken 2008’deki Büyük Durgunlukta tek basamakta kalabilmiştir.
Tarihsel gelişime bakıldığında borçlanmanın devletler için vazgeçilmez bir finansman aracı olduğu görülmektedir. Ancak özellikle kriz dönemlerinde yaşanan olumsuz aşırı borç deneyimi göz önünde bulundurulduğunda devletlerin daha sağlıklı bir borçlanma yapısını oluşturmak için şimdiden gereken adımları atmaya başladıkları görülmektedir. Örneğin Avrupa Birliği’nde 2014 yılında 25 imza sahibi üye devlet için yürürlüğe giren Ekonomik ve Parasal Birlik İstikrar, Koordinasyon ve Yönetişim Antlaşması, daha iyi bilinen adıyla Mali Sıkılaştırma (Fiscal Compact) ile üye devletlerin uymaları gereken kamu açığı ve borç kısıtları daha sıkı hâle getirilmiş ve orta vadeli hedeflere uyum sağlanması için yeni teşvik ve denetim mekanizmaları ile güçlendirilmiştir. Söz konusu mali kısıtları yerine getirmeyen üye devletlerin; oy haklarının kısıtlanması, Birliğe ceza ödemeleri ve Avrupa Birliği Kurtarma Fonlarından yararlanmamaları gibi cezalar da öngörülmektedir. Bu tür mali kuralların üye devletlerin dengeli bir borç yapısına odaklanmasına ve böylece AB’de mali sürdürülebilirliğin artmasına katkıda bulunan en önemli faktörlerden biri olduğu ileri sürülmektedir.
Borçlanmanın Mali Nedenleri
Günümüzde devletler, sosyal devlet olmanın gerektirdiği çeşitli görevleri de üstlenmiştir. Bu nedenle devletin harcama sorumlulukları çeşitlenip, artarken bu harcamalarını finanse etmek için daha fazla gelir elde etmesi gereği ön plana çıkmıştır. Devletin bazı durumlarda harcamalarının gelirlerini aşması da kaçınılmazdır. Gelirlerin harcamaları aştığı noktada açık bütçeler meydana gelmekte ve devletin borçlanması olağan bir durum hâline gelmektedir. Bütçe açıklarının kapatılması, olağanüstü giderlerin finansmanı, kamu gelirlerinin zaman bakımından denkleştirilmesi ve vadesi gelen borçların ödenmesi devletin borçlanmasının mali nedenlerini oluşturmaktadır.
Bütçe Açıklarının Kapatılması
Dünya geneline bakıldığında bütçe açıklarının ekonomik, siyasi ve yapısal birçok nedeninin bulunduğu görülmektedir. Genel olarak bütçe açığının nedeni, kamu harcamaları artış eğiliminde iken kamu gelirlerinde azalma meydana gelmesi ya da kamu gelirlerinin kamu harcamalarından daha az artması olarak ifade edilebilir. Devletin ekonomi içindeki oransal payında meydana gelen artışlar bütçe açıklarının daha da artmasının başlıca nedeni olmuştur. Devletler, klasik kamu hizmetleri ile birlikte sosyo ekonomik amaçlarla da birçok kamusal faaliyeti gerçekleştirmek zorundadır. Artan kamusal faaliyetler, kamunun finansman ihtiyacını da artırarak bunların karşılanmasında sadece vergi gelirlerinin kullanılmasını olanaksız kılmıştır. Dolayısıyla devlet, borçlanma yolunu bir seçenek olarak kullanmak zorunda kalmıştır.
Bütçe açığı, devlet borçlanmasının en kilit bileşenidir. Devletler, bütçelerindeki harcama ile gelir arasındaki boşluğu kapatmaya yardımcı olmak için borç almaktadır. Beklenen açık, devletin bütçe tahsislerini yerine getirmek için ne kadar borç alacağını belirleyecektir. Devlet tüm harcamalarını vergilerden karşılayabiliyorsa dolaşımdaki para miktarını kontrol etme gibi makroekonomik amaçlar olmadıkça borçlanmaya başvurmak için çok az sebep olacaktır.
Olağanüstü Giderlerin Finansmanı
Devlet, bazı dönemlerde yüksek miktarda gelire ihtiyaç duyabilir. Örneğin doğal afetler ve savaşlar, devletin harcamalarını bir anda ve çok önemli miktarlarda artırabilir. Savaşlar, olağanüstü harcamaların veya her yıl tekrarlanmayan harcamaların tipik örneğidir. Savaş harcamaları, savaşa hazırlık döneminde başlar ve savaş bitene kadar devam eder. Devlet savaşa hazırlanırken veya bir savaş durumuyla karşı karşıya kaldığında hemen yeni vergi kanunları çıkarıp vergi gelirlerini artıramaz. Bu durumda borçlanma, vergiye göre daha kolay sağlanan bir kaynak olabilir. Günümüzde sıcak savaşlar çok fazla yaşanmasa da ülkeler, bütçelerinden savunma harcamaları için önemli miktarlarda kaynak ayırmak zorunda kalmaktadır. Savunma teknolojilerinin oldukça yüksek maliyetli olması ve kısa zaman aralıklarında (yenilenen teknoloji nedeniyle) tekrarlanan harcamalar olması nedeniyle devletler, savunma harcamaları için de borçlanma kaynağından yararlanmaktadır.
Kamu Gelirlerinin Zaman Bakımından Denkleştirilmesi
Bütçenin uygulanması; bir taraftan gelirlerin toplanması, diğer taraftan harcama yapılması demektir. Bu iki işlemin birlikte yürütülebilmesi ve gelirlerle giderler arasında yer ve zaman bakımından uyum sağlanması için yapılan işlemlere hazine işlemleri denir. Hazine; bütçenin gelirlerini toplayarak bunları korumak, işletmek, gerekirse borç para bularak bütçenin giderlerinin gereken yerde ve zamanda ödenmesini sağlamakla görevli soyut bir kasadır. Bütçede özellikle gelir-gider denkliğinin sağlanmasında ve bütçenin sağlıklı uygulanmasında hazinenin zaman bakımından gelir ve giderlerin denkliğini sağlaması gibi önemli bir görevi vardır.
Zaman bakımından hazine işlemleri, kamu gelirlerinin giderlere uyumlu olarak toplanamadığı zamanlarda yapılan işlemlerdir. Gelirlerin toplanamadığı dönemlerde yapılan kamu harcamalarının finansmanını sağlamak için hazine, bazı borç kaynaklarına başvurur. Hazine kısa süreli dengesizlikleri ortadan kaldırmak için gerekli bu finansman ihtiyacını Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanarak karşılamaktadır. Merkez Bankası kısa vadeli avansları, hazinenin gelir-gider uyumsuzluğunu gidermek için alınan kısa vadeli borçlardır. Hazinenin Merkez Bankasından borçlanması, bazı ülkelerin izin verdiği bir uygulama olmakla birlikte bazı ülkelerde parasal disiplini bozacağı gerekçesi ile uygulanmamaktadır. Çünkü Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanımı Merkez Bankasının karşılıksız para basması anlamına gelmekte olup, enflasyonist baskıları artırarak uzun vadede ekonomik istikrara zarar veren bir uygulamadır.
Vadesi Gelen Borçların Ödenmesi
Borçlanma yoluna başvurmuş olan devletler; bazen borç aldıkları fonları verimsiz yatırımlarda kullanmaları, bazen de yaşadıkları finansal sıkışıklık gibi çeşitli nedenlerle mevcut gelirleriyle süresi gelen borçlarını karşılayamaz. Devletler, borç taksitleri arttıkça kamu hizmetlerini gerçekleştiremez hâle gelebilir. Bu durumlarda her ne kadar geçici bir çözüm olsa da mevcut borçlarını yeniden borçlanarak ödemek zorunda kalabilir. Borcun borçla ödenmesi, istenen bir durum olmamasına rağmen birçok gelişmekte olan ülkede sıkça başvurulmakta ve ekonomi üzerinde olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler, çok sık olarak borç ödeyememe durumu ile karşılaşmaktadır. Mevcut borçların ödenmesi, ancak yeni gerçekleştirilecek borçlanmalar ile sürdürülebilir hâle gelmektedir. Böylece her ödeme dönemi geldiğinde mevcut borçların anapara ödemeleri kadar borçlanılarak bu ödemeler yapılabilmektedir. Bu durum, faiz yükünün artmasını da beraberinde getirerek borç stokunun artmasına neden olmaktadır.
Borçlanmanın Ekonomik Nedenleri
Devlet, büyük ve kamusal faydası yüksek projeleri gerçekleştirecek özel sermayenin yetersiz kaldığı az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilmek, ekonomide lokomotif bir rol üstlenmek, yeterli sermaye birikimini sağlayabilmek ve girişimci sınıfı desteklemek için borçlanma politikasına başvurabilmektedir. Ayrıca ekonomide belirli aralıklarla meydana gelen dalgalanmalarla mücadele etmek amacıyla devlet borçlanması, bir maliye politikası aracı olarak kullanılabilmektedir. Borçlanmanın bir diğer ekonomik nedeni de vergi sisteminin daha istikrarlı bir biçimde uygulanarak ekonomik öngörülebilirliğin artırılmasıdır.
Ekonomik Kalkınmanın Finansmanı
Gelişmekte olan ülkeler açısından kalkınmanın sağlanması büyük önem taşımaktadır. Ancak gelişmekte olan ülkeler yapısal birtakım özellikleri dolayısıyla kalkınmanın finansmanını sağlayacak yeterli tasarruf birikimine sahip değildir. Bu ülkelerde ciddi bir tasarruf açığı söz konusudur. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde, kalkınmanın desteklenmesi konusunda devlete bazı görevler düşmektedir. Planlanan büyüme hızına erişebilmek için bu ülkelerde yapılması gereken büyük hacimli ve özel sektör tarafından verimsiz olarak görülen yatırımların bir kısmı devlet eliyle gerçekleştirilmektedir. Yatırım harcamaları, ekonomi üzerinde büyüme etkisi yarattığından uzun süreli ve yüksek maliyetli kamu yatırımlarının da borçlanmayla finanse edilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ancak kalkınmanın gerçekleştirilmesi amacıyla yapılan yatırım harcamalarının dikkatle seçilmesi gerekmektedir. Yapımı uzun zaman sürerek yüksek maliyetlere sebep olan veya bazı politik gerekçelerle yapılmış verimsiz yatırımların varlığı, ekonomiye zarar verecektir. Yatırımlara yönelik somut stratejiler ve uygun finansman modelleri geliştirilmediğinde orta vadede özellikle büyüme üzerinde olumsuz sonuçların ortaya çıkacağı unutulmamalıdır. Kamu kesimi bu nedenle kalkınmaya destek sağlayacak verimli yatırımlar için borçlanma yoluna başvurmalıdır.
Kalkınmanın finansmanında devletin üzerine düşen görevleri vergi gelirleriyle gerçekleştirmesi gerektiği düşünülebilir. Ancak bir ülkenin büyük kamu yatırımlarını, uzun vadede tamamlamak için vergilendirme kapasitesi yetersiz kalırsa vergi gelirlerini kullanmak yerine borçlanma yolunu seçmek daha uygun bir yol olmaktadır. Ayrıca eğer yapılan yatırımlar kâr sağlayan yatırımlarsa alınan borçları bu kârlardan ödeme olanağı da ortaya çıkmaktadır. Yani, burada borçlanma ile sağlanan fonların ne şekilde kullanıldığı önem kazanmaktadır. Borçlanma yoluyla sağlanan fonlar, verimli yatırımlarda kullanılırsa yatırım kendi kendini finanse etmiş olmaktadır. Bu nedenle devletin yapmış olduğu verimli yatırımların vergilerle ve devletin geleneksel gelirleri ile değil de borçlanma ile finanse edilmesi, borçlanmaya karşı çıkan klasik maliyeciler tarafından bile kabul görmektedir.
Ekonomik Dalgalanmalarla Mücadele
Ekonomide zaman zaman meydana gelen konjonktürel dalgalanmalarda devlet bir mali araç olarak borçlanma politikasını kullanabilir. Toplam arzın toplam talepten fazla olduğu, bu nedenle fiyatların düşmeye başladığı bir depresyon dönemini, toplam talebin toplam arzdan fazla olduğu ve bu nedenle fiyatların yükseldiği bir genişleme dönemi izleyebilir. Amaç bu durumların telafi edilerek ekonominin tekrar tam istihdam haline kavuşturulmasıdır.. Devlet de bu amaca uygun olarak borçlanma politikasını kullanabilir.
Toplam arzın toplam talepten büyük olduğu eksik istihdam durumunda büyük miktarda atıl üretim kapasitesi ve işsizlik söz konusudur. Çünkü üretilen mal ve hizmetlere yeterli ölçüde talep yoktur. Üretilen mallar satılamamakta ve üreticilerin ellerinde stoklar birikmektedir. Bu durumda üretilen malların fiyatları düşmekte, üreticiler üretimi bırakmakta ve çalıştırdıkları işçileri işten çıkarmaktadırlar. Bu tür bir olumsuz durumdan kurtulabilmek, doğal olarak toplam talebin toplam arz düzeyine çıkarılabilmesine bağlı olmaktadır. Toplam talepteki yetersizlik harcama azlığından kaynaklanmaktadır. Toplam harcamaların artırılması ise harcamalar içerisinde önemli bir paya sahip olan devlet harcamalarının artırılması ile mümkündür. Devletin harcama yapabilmesi için de gelire ihtiyacı vardır. Devletin harcama yapabilmek amacıyla gerekli olan kaynağı vergi aracılığıyla sağlayabileceğini düşünelim. Mallar ve hizmetler üzerine bir vergi konulduğunda veya oranları artırıldığında zaten yetersiz olan talep daha da azalacak, bunalım şiddetlenecektir. Kişisel gelirlerin de oransal olarak az olduğu böyle bir durumda gelirler üzerine vergi koymak veya oranlarını artırmak aynı sonucu yaratacaktır. Bu koşullarda borçlanma esas itibariyle vergiye tercih olunan bir finansman kaynağıdır. Ancak her tür borçlanma istenen etkiyi yaratmaz. Toplam talebin arttırılmasını sağlayan borçlanma ya tasarruf edilen fonlardan yapılan ya da nitelikleri gereği emisyona neden olan borçlanmadır.
Borçlanma ekonomide hem kamu sektöründe hem de özel sektörde yer alan birçok oyuncuya etki eden önemli bir politika aracıdır. Yüksek düzeyde borçlanma, faiz oranlarını artırarak yerel yönetimler, bankalar, özel işletmeler ile hane halklarının borçlanmasını daha pahalı hâle getirebilmektedir. Bütçe fazlasının, biriken ulusal borcun bir kısmını ödemek için kullanılması ise tam ters etki yaratarak, faiz oranları üzerinde aşağı yönlü bir baskı oluşturup yerel yönetimler, bankalar, özel işletmeler ile hane halklarının borçlanmasını kolaylaştırabilmektedir.
Vergi Sisteminin İstikrarlı Hâle Getirilmesi
Ekonomik büyüme ve istihdam için yeterli yatırım faaliyetini başlatmak için ekonomi politikalarında tutarlılık gerekmektedir. Uzun vadeli vergi planlamalarının yapılması çok önemlidir. Ancak bu şekilde, girişimcilerin 15 ila 20 yıl boyunca ödeyecekleri vergiler de dâhil olmak üzere yatırımlarını planlayıp hesaplayabilecekleri bir güven atmosferi yaratılmalıdır. Buna vergi düzleştirilmesi adı verilmektedir. Vergi düzleştirmesi ekonomik krizler ve beklenmedik olaylar sonucunda verginin ani bir şekilde artırılıp azaltılmasını, istikrarlı olarak uygulanmasını ifade etmektedir.
Maliye politikası açısından gerekli durumlarda tercih edilen devlet borçlanması, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde eksik istihdam durumunda toplam talebi artırmak için borçlanma, vergiye tercih edilir. Gelişmekte olan ülkelerde ise sermaye birikiminin sağlanabilmesi için borçlanma yoluna gidilecek, küçük ve dağınık hâlde bulunan tasarruflar bir araya getirilecektir. Borçlanmanın bilinçli bir maliye politikası aracı olarak kullanılması gerekmektedir. Toplam talebin toplam arzdan büyük olduğu, yani ekonomide bir harcama fazlasının neden olduğu fiyat yükselişlerinin görüldüğü ve daha çok gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya bulunduğu ekonomik bir ortamda yine devlet bu olumsuz durumu gidererek tam istihdamı gerçekleştirmek amacındadır.
Borçlanmanın Sosyo Politik Nedenleri
Devlet, gelir sağlamayı amaçladığında vergi ve borçlanma arasında bir tercih yapmak durumunda kalır. Devletin amaçladığı harcama, vergi gelirlerinin üzerinde olduğu zaman borçlanmaya başvurulmaktadır. Özellikle kamu gelirlerinin kamu giderlerini karşılayamadığı durumda kısa sürede yaşanan bütçe açıklarının kapatılmasında borçlanma ile gelir sağlamak daha kolaydır. Çünkü vergi gelirlerinin bir anda artırılması ve vergi yasaları ile ilgili değişiklikler fazla zaman alacaktır. Bu anlamda borçlanma, kamu harcamalarını gerçekleştirirken vergi gelirlerinin ertelenmesi anlamına gelmektedir. Bu erteleme özelliği, faydası uzun yıllara yayılan kamusal malların finansmanına sonraki nesillerin de katılmasına imkân sağlamaktadır. Dolayısıyla borçlanma devlet tarafından sosyal adaletin sağlanması için vergi yükünün nesiller arasında aktarılması amacıyla da kullanılmaktadır.
Vergi Yükünün Nesiller Arasındaki Aktarımı
Devletin, borçlanmayla finansmanı tercih ederek vergilendirmeyi ertelemesi, vergilerde faydalanma ilkesinin uygulanmasını sağlamaktadır. Kamu harcamalarından sağlanan yararlar, gelecek dönem (henüz mükellef olmayan çocuklar ve doğmamış olanlar da dâhil) vergi mükelleflerinin yaşamları boyunca yayılıyorsa gelecek nesiller vergileriyle söz konusu döneme ait borçların ödemesini yaparak kamu harcamalarının finansmanına katılabilir, böylelikle vergilerde faydalanma ilkesi gerçekleştirilmiş olur. Kamu harcamalarında mevcut faydaları finanse etmek için mevcut vergiler kullanılmalıdır; gelecekteki faydaları gelecekteki vergi ödemeleriyle eşleştirmek için de borçlanma kullanılmalıdır. Örneğin bir köprü inşa etmenin maliyeti, kamu yatırımının yapıldığı sırada ortaya çıkmaktadır.
Küreselleşmenin son yıllarda hız kazanmasıyla birlikte pazarda pay sahibi olmak ve ekonomilerini büyütmek isteyen gelişmekte olan ülkeler, kendilerini yoğun bir ticaret ve teknoloji geliştirme yarışı içerisinde bulmuşlardır. Bu yarışta özel sektörün gelişmiş altyapı ve ar-ge harcamalarıyla kamu kesimi tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde gelişmekte olan ülkeler yarışın dışına itilerek teknoloji açısından bağımlı hâle gelme ve ticaretteki pazar paylarını yitirme tehdidi altında kalacaktır. Bu maliyetli harcamaları gerçekleştirmek için ülkenin mali kaynakları yeterli olmayacağından borçlanmaya başvurulması kaçınılmaz hâle gelmektedir. Ekonomiyi büyütmeye ve istihdam hacmini artırmaya yönelik bu girişimlerin meyvelerini toplayacak gelecekteki (daha zengin) nesillerin maliyetleri paylaşması hiç şüphesiz daha adil bir çözüm olacaktır.
Politik Süreçlerin Sonucu Olarak Borç Birikimi
Borçlanmanın sosyo politik nedenleri büyük önem taşımaktadır. Kamu borçlanmasının politik nedenleri, politik konjonktür teorisi çerçevesinde ele alınmaktadır. Teoriye göre, seçim döneminde kamu harcamaları artar. Oy toplama endişesi olan hükümet, kamu yatırımlarını artırır ancak bu kamu harcamalarını vergi veya emisyon yerine iç borçlanma ile finanse etmeyi tercih eder. Kısa ve orta vadede, seçmenlere karşı itici görünmek istemeyen hükümetler, borç anapara ve faiz ödemelerini uzun vadede bir sonraki hükümetlere devretmektedir. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerde borçla borç kapatmaya alternatif olarak çoğu zaman kötüleşen borç yükünü de beraberinde getirmektedir.
Borçlanmada kamu tercihi yaklaşımı makul olsa da bu faktörlerin kapsamları belirli ve kesin olarak ölçülebilir değildir. Bu yaklaşıma göre devlet fonları ortak müşterek mal olarak nitelendirilir ve ortakların trajedisi sorununun yaşanması kaçınılmazdır. Bu varsayım pek çok farklı politik aktörün, her birinin kendi çıkarlarını en üst seviyeye çıkaracak biçimde kamu finansmanına erişimi olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bununla birlikte, bu aktörler devlet faaliyetinin yoğun faydalarını elde ederlerken bu harcamaların maliyetinin yalnızca bir kısmını kendileri üstlenmekte ya da içselleştirmektedirler çünkü finansman tüm aktörler tarafından verilen vergilerle ve borçlanmayla karşılanmaktadır. Bu nedenle, devlet harcamaları verimsiz biçimde yüksek olacak ve devlet borcu buna göre artacaktır.
Borç tahvilleri gönüllü olarak satın alınmakta ve söz konusu borçlanma dönemindeki vergi mükelleflerinin yükü azaltılmaktadır. Ancak, daha sonraki nesillerin vergi mükellefleri, o dönemki karar alma faaliyetine katılmamış olsalar bile borcu yüklenmektedirler. Bu durum aynı zamanda borçlanma zamanında doğmamış olan veya henüz oy kullanma hakkına sahip olmayan vatandaşları da etkilemektedir. Bu da demokratik temsil ve karar alma mantığı açısından önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, tam istihdam olsun veya olmasın yük gelecek nesillere taşınmaktadır. Bu açıdan iç ve dış borç arasında da bir fark bulunmamaktadır.
Kamu borcu düzeyi, ülkelerin uluslararası pazarlardaki imajını oluşturan temel makroekonomik göstergelerden ve doğrudan yabancı sermaye yatırım akışının belirleyicilerinden biridir. Dahası, devlet borçlanması ekonomi, işletmelerin geleceği ve sadece mevcut değil gelecek nesiller için sosyal refah üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Kamu borcu, vergilendirmeyi geciktirme yoluyla, mevcut çarpıklıkları azaltma amacıyla da kullanabilir. Bu nedenle, hükümetin finansal ihtiyaçlarını karşılamak için az sayıda seçeneği vardır. Bunlardan en önemlisini, vergi sistemi oluşturmaktadır. Ancak daha yüksek vergiler mevcut tüketimin düşmesine neden olur, bu da ekonomik büyümenin yavaşlaması anlamına gelmektedir. Bu arada, borç finansmanı da gelecek nesiller ile ekonomik ve finansal istikrarı sürdürme yetenekleri üzerinde daha fazla baskı oluşturmaktadır. Vergi mükellefleri sadece ödünç alınan miktarı ödemek zorunda kalmayacaklar, aynı zamanda borç yönetiminin faiz ve maliyetlerini içeren tutarları da karşılamak zorunda kalacaklardır. Böyle bir borç sadece ekonomik büyüme ve başlangıç maliyetlerinden daha yüksek faydalar elde etmek için kullanılırsa sürdürülebilirdir, aksi takdirde ciddi kamu maliyesi sorunlarının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu iki faktörü göz önünde bulundurarak hükümetin uzun vadede ekonomik ve finansal istikrarı sağlamak için vergi ile borç finansmanı arasındaki dengeyi sürdürmesi gerekmektedir.