DİN EĞİTİMİ VE DİN HİZMETLERİNDE REHBERLİK - Ünite 3: İslam Eğitim Tarihi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: İslam Eğitim Tarihi

Giriş

İslamiyet’ten önce Arap yarımadasında eğitim imkânları oldukça kısıtlıdır. Gelişmiş bir alfabenin olmamasının yanısıra okuma-yazma bilenlerin sayısı da oldukça azdı. Dolayısıyla eğitim ve iletişim daha çok sözlü olarak gerçekleşmektedir. Ancak Mısır ve Mezopotamya gibi bilimin gelişmiş olduğu yerlerden ticaret amacıyla yapılan seyahatler bilgi aktarımını sağlamıştır.

İslam öncesi Arap toplumlarında şiir ve hitabetin geliştiği ifade edilebilir. Bunlar arasında en popüleri Muallakat-ı Seb’a’dır. Genellikle de şiirlerde mertlik, cesaret, cömertlik gibi temalara yer verilmektedir.

İslam öncesine bilgi ve inanç yoksunluğundan dolayı “ Cahiliye ” adı verilmektedir. Bu dönemde Arap toplumunda çocuklara okuma-yazma öğretilen kurumlara Küttâb adı verilmektedir. Daha ileri düzeyde eğitim veren kurum bulunmamaktadır.

Hz. Peygamber Döneminde Eğitim Faaliyetleri

Kur’an’ın nazil olmaya başlaması ve Hz. Peygamber’in aldığı bilgileri insanlara ulaştırması ile birlikte, doğal olarak din eğitimi faaliyetleri de başlamıştır. Tebliğ olarak da ifade edilebilecek bu faaliyet içerisinde Hz. Peygamber, aynı zamanda bir muallim (öğretmen) görevi üstlenmiştir. Eğitim faaliyetlerinde öncelikle yetişkinler hedef alınmıştır.

Kur’an’a göre insan dünyaya geldiğinde bilgiye sahip değildir; ancak eğitilebilecek özelliklerle donatılmıştır. Dolayısıyla, insanın bilgi sahibi olması ve eğitilmesi, kendisi açısından bir hak, anne-babası açısından ise ihmal edilmemesi gereken bir görevdir.

Hz. Peygamber dönemindeki eğitim faaliyetlerini, hicretten önce ve sonra olarak iki kısımda incelemek gerekir. Bu dönemdeki eğitim dini nitelik taşımaktadır. Mekke döneminde eğitim faaliyetleri içerisinde sahabeden Erkam’ın Evi (Dârü’l-Erkam) vahyin tebliğ edilmesinin gerçekleşmesi adına önemli bir merkez haline gelmiştir. Medine’ye muallim olarak gönderilen Mus’ab b. Umeyr böyle bir ortamda yetişmiştir.

Medine’ye hicretten sonra eğitimin yapıldığı başlıca merkez Peygamber Mescidi (Mescid-i Nebevî) olmuştur. Buradaki eğitime kadınların da katıldıkları, Hz. Peygamber’e bizzat sorular sordukları; hatta onlara ayrı bir günün tahsis edildiği de bildirilmektedir. İslâm’ın temel kaynaklarında, eğitim hakkı ve dinî sorumluluk açısından kadın-erkek arasında herhangi bir ayırım yapılmamıştır. Hz. Peygamber dönemindeki uygulamalarda da kadınların sosyal hayatın içinde oldukları görülmektedir.

Medine’ye hicretten sonra inşa edilen mescidin kuzey tarafında bulunan ve bazı sahabelerin barındığı Suffa da, eğitim-öğretim yapılan bir başka önemli mekândır. Sayıları 70 ila 400 arasında değişen ve tayin edilen muallimlerin nezaretinde eğitim gören bu insanlar, İslâm’ı diğer insanlara öğretmek üzere ihtiyaç duyulan yetişkin âlim zümrenin temelini de teşkil etmişlerdir. Suffa ’da Kur’an öğretimi yapıldığı gibi aynı zamanda okumayazma da öğretilmekteydi.

Bu dönemde Küttâb adı verilen eğitim kurumlarından da söz etmek gerekir. İslâm öncesi dönemde yazı öğretilen yerler olarak az sayıda da olsa varlığı bilinen bu kurumlar, sonraki dönemlerde de varlığını devam ettirmiştir. Hz. Peygamber döneminde Medine’de birçok küttâb bulunmaktaydı. Çocukların eğitimine ayrılan küttâplarda okuma yazma, Kur’an, şiir ve dinî bilgiler öğretilmekteydi.

Çocukların eğitimi amacıyla genellikle mescitlerin yanında, mütevazı biçimde inşa edilen küttaplar, daha sonraki dönemlerde mektep, sıbyan mektebi, taş mektep veya mahalle mektebi gibi adlarla varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Yazının geliştirilmesi ve Arapça dilbilgisinin belirlenmesi, Emeviler döneminde Ebu’l-Esved ed-Düelî ve sonraları dilbilimci Sîbeveyh tarafından gerçekleştirilmiştir.

İslâm dünyasında medreselerin kurulduğu döneme kadar, eğitim örgün değil, daha çok mescit ya da cami merkezli olarak yaygın niteliğe sahip olmuştur.

Yabancı kültürlere ait eserlerin toplanması Emevîler devrinden itibaren başlamıştır. Abbasîler devrinde Bağdat’ta kurulan Beytü’l-Hikme’de ise toplanan bu eserlerin tercümesi yapılmıştır.

Medreselerin Kuruluşundan Sonraki Dönemde Din Eğitimi

Kelime olarak “ders okutulan yer” anlamına gelen Medrese, İslâm dünyasında uzun yıllar eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapıldığı kurumlara ad olmuştur. Genel kanaate göre, medreseler XI. asırdan itibaren kurulmaya ve gelişmeye başlamışlardır. Bunlar arasında en ünlü olanı 1067 yılında Bağdat’ta, Büyük Selçuklu veziri Nizamü’lMülk tarafından kurulan Nizamiye Medresesi’dir. XI. asırdan sonra İslâm âleminde medreselerin çok hızlı bir şekilde yayıldığı görülür. Selçuklu hükümdarları Anadolu’da, başta Konya ve Kayseri olmak üzere birçok şehirde medreseler inşa etmişlerdir.

Nizamiye Medresesi’nde belirli bir programın uygulanması ve görevlilerin resmî olarak atanması daha düzenli ve kontrollü bir eğitimin yapılmasını sağlamıştır.

Kuruluşundan itibaren medrese eğitiminin en önemli amaçlarından birisi, insanları dinî konularda aydınlatacak ve rehberlik yapacak imam, vaiz ve müftü gibi din görevlilerinin yetiştirilmesi olmuştur. Diğer taraftan, yönetim ve adalet hizmetlerini yerine getirecek kimselerin yetiştirilmesi de medreselerin eğitim amaçları arasındadır.

Bu dönemde genel eğitim ve din eğitimi birbirinden ayrı eğitim alanları olarak görülmemektedir. Medreselerdeki öğretim programlarında yer alan ilimler genel olarak mekâsıd-âlet veya naklî-aklî ilimler olarak sınıflandırılabilir. Mekâsıd ya da naklî ilimler, öğretimi asıl hedef olan ve kaynağı vahye dayalı Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi ilimlerdir. Âlet ya da aklî ilimler ise mekâsıd ilimlerinin öğrenilebilmesi ve anlaşılabilmesi için gerekli olan Arapça, Mantık gibi ilimlerdir. Matematik ve Fen ilimleri de bu gruba girmektedir.

Sıbyan mekteplerindeki ilköğretimden sonra başlayan medrese eğitimi orta ve yüksek dereceleri kapsamaktadır.

İlk Osmanlı medresesi İznik’te kurulmuştur. Fatih dönemine kadar kurulan ilk dönem Osmanlı medreseleri, daha önce Anadolu’da kurulan medreselerin devamı olarak kabul edilebilir.

Fatih döneminden itibaren, Osmanlılarda medrese tesis faaliyeti yeni bir hız kazanmış ve Sahn-ı Semân adı ile dönemin en büyük medreseleri inşa edilmiştir. Yüksek tahsil için kurulan sekiz medresenin yanı sıra, bunlara talebe yetiştirecek ayrıca sekiz medrese (Mûsıla-i Sahn veya Tetimme) daha kurulmuştur. Osmanlılarda geniş çaplı diğer bir medrese kurma faaliyeti Kânûnî devrinde Süleymaniye Medreseleri ’nin kurulması ile gerçekleşmiştir.

Osmanlılarda medreselerin ve dersleri okutan müderrislerin, merkezde bağlı oldukları kurum, Şeyhulislâmlık (Meşîhat) kurumudur. Medrese tahsilini tamamlayan talebeye, icazet verilmektedir. İcazet, İslâm dünyasında IX. asırdan beri var olan ve “öğretme ruhsatı”nın verildiğini ifade eden bir belgedir. Kurum adına değil, dersi okutan müderrisin kendi adına ve bizzat kendi onayı ile icazet verilmektedir.

Medrese programlarında başta Arapça olmak üzere Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi din ilimleri yanında matematik ve fen bilimleri de yer almıştır.

Medresede ders okutmakla görevli olan hocaya Müderris denir. Muid, müderrisin okuttuğu dersi tekrarlayan görevlidir. Dânişmend veya Suhte, medrese talebeleri arasında belirli öğrenim basamaklarını geçmiş, yetişmiş talebe anlamında kullanılan bir ifadedir. Medresede öğrenim gören öğrencilere talebe-i ulûm da denilmektedir. Dersiâm ise halka da açık olan dersleri veren görevlilere verilen isimdir.

Osmanlı medrese sistemi XVI. asırdan itibaren bozulmaya başlamıştır. Medrese sisteminin bozulmaya başladığı XVI. asır, aynı zamanda Osmanlı toplumunda idari ve ekonomik alanlarda da aksaklıkların başladığı dönemdir. Osmanlı Devleti’nde belli-başlı eğitim-öğretim kurumları olan medreselerdeki ilmî faaliyetlerin zayıflaması ve gerilemesinin sebepleri iki grupta toplanabilir:

  • Medreselerdeki eğitim ve ilim anlayışının gelişmeye ve üretken olmaya kapalı hale gelerek hedefin, mevcut bilgilerin belirli kaynaklardan öğrenilip aktarılmaya dönüşmesi.
  • Rüşvet ve iltimasla, ilmî yeterliliğe sahip olmayanlara görev verilmesi ve eğitim-öğretimde belirli kurallara uyulmaması.

Tanzimat’tan Sonraki Dönemde Din Eğitimi

1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilanından II. Abdülhamit’in tahta geçtiği 1876 yılları arasındaki zamanı kapsayan Tanzimat dönemi, diğer alanlarda olduğu gibi, din eğitimi tarihi açısından da önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde geleneksel eğitim olarak tanımlayabileceğimiz medrese tarzı eğitim bir yana bırakılarak yeni bir eğitim sistemi kurulmuştur. Medreselerin idaresinde, aynı zamanda dini temsil makamı olan Şeyhulİslâmlık söz sahibi iken, yeni mektepler Maarif Nezareti’ne bağlanmıştır.

Tanzimat döneminde medreselerde din eğitimi açısından herhangi bir değişiklik söz konusu olmamıştır. Medreselerin yeniden düzenlenmeleri 1908 yılından sonra II. Meşrutiyet döneminde gerçekleştirilmiştir.

Tanzimat döneminde sıbyan mekteplerde okuma-yazma öğretimi ile birlikte Kur’an okuma ve temel dinî bilgilerin öğretimi de yapılmıştır.

Orta dereceli mektepler olan rüştiyelerde din derslerine daima yer verilirken, idadilerde ise ancak Tanzimat’tan sonra yer verilebilmiştir. Ulûm-ı Diniye, Malûmat-ı Diniye, Akâid ve İlmihal adlarıyla yer alan din dersleri içerisinde inanç, ibadet ve ahlâk konularına yer verilmiştir. Programlarda din eğitimi ile ilgili olarak, bu derslerin dışında ayrıca Kur’an okuma, Tecvid ve Ahlâk dersleri de yer almıştır.

Cumhuriyet Döneminde Din Eğitimi

Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, daha önce başlatılmış olan yeni eğitim sisteminin geliştirilmesi çalışmaları yeni bir hız kazanmıştır. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu eğitimle ilgili alınan en önemli kararlar arasındadır. Kanun, genel eğitimde “ideal ve ülkü” birliğini sağlamayı hedeflemiştir.

Kanun’da getirilen hükme göre Bakanlık, din ilimleri alanında uzmanlar yetiştirilmek üzere Üniversitede İlahiyat Fakültesi, ayrıca imam ve hatiplik gibi din hizmetlerini yerine getirecek görevlilerin yetiştirileceği okulları açacaktır.

Cumhuriyet döneminde okullardaki din eğitimini, mesleki eğitim kurumları olan İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültelerinde yapılan din eğitimi ile ilk ve orta dereceli genel eğitim amaçlı okullarda yapılan din eğitimi olarak iki kısımda incelemek gerekir.

Türkiye’de açılan İlahiyat Fakültesi’nin başlangıcı, 1900 yılında açılan Ulûm-ı Âliye-i Dînîye Şubesi’ne dayanır. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra hazırlanan Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince, 1924 yılında İlahiyat Fakültesi ve İmam-Hatip Okulları açılmıştır. Ayrıca, 29 merkezde açılan İmam-Hatip Okullarında, ders müfredatı ve kurumun işleyiş esaslarının belirlendiği bir talimatname de hazırlanmıştır. Ancak okullar uzun ömürlü olamamış, yeterli sayıda öğrenci bulunamadığı için sayıları giderek azalmış, nihayet Kütahya ve İstanbul’daki okullar da 1929-1930 öğretim yılı sonunda kapanmıştır.

İmam-Hatip Okulları 1951 yılında tekrar açılmıştır. Açılan okullar eskiden olduğu gibi 4 yıllıktır. 1955 yılında 3 yıllık diğer kısmı da açılan İmam-Hatip Okullarındaki toplam eğitim süresi 8 yıl olarak belirlenmiştir.

1985 yılında ilk Anadolu İmam-Hatip Lisesi Beykoz’da açılmıştır. 1997 yılında hazırlanan 4306 sayılı kanun ile zorunlu eğitimin 8 yıla çıkması üzerine İmam-Hatip Liseleri bünyesindeki ortaokullara öğrenci kaydı söz konusu olmaktan çıkmıştır.

İstanbul Darülfünunu içerisinde yer verilen İlahiyat Fakültesi’nde öğretim süresi 3 yıl olarak belirlenmiştir. Cumhuriyet döneminin başında üniversiteye İlahiyat Fakültesi adıyla geri dönen yüksek din eğitimi, medreseden çok farklı, daha önceki üniversite tecrübesine benzer özellikler taşıyan; ama genelde kendine özgü bir yapıya sahiptir.

Cumhuriyet döneminde yüksek din eğitimi 1949 yılından sonra daha hızlı bir gelişim göstermiştir. İlahiyat Fakültesi ikinci kez, bu defa Ankara Üniversitesi içerisinde 1949 yılında açılmıştır. Ardından da 1959 yılından itibaren Yüksek İslâm Enstitüleri açılmaya başlamıştır.

Fakülte düzeyinde açılan diğer bir yüksek din eğitimi kurumu da 1971 yılında Erzurum’da açılan İslâmî İlimler Fakültesi’dir. 1983 yılında İslâm Enstitüleri İlahiyat Fakültesine dönüştürülmüştür.

1997 yılındaki düzenleme ile İlahiyat Fakültelerindeki öğretim, İlahiyat Lisans ve İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği olarak iki programa ayrılmıştır.

Cumhuriyet’in başında 1924 yılında ilkokullar için hazırlanan ders programında din eğitimine Kur’an öğretimi ile birlikte ikinci sınıftan itibaren, haftada iki saat olarak yer verilmiştir.

Din dersleri 1930 yılında şehir, 1939 yılında da köy ilkokulları programından kaldırılmıştır. Ayrıca, 1924 yılında lise, 1927 yılında ise ortaokul programlarından kaldırılmıştır.

Okul programlarında din derslerinin yer alması 1949 yılından itibaren tekrar gündeme gelmiştir. 1950 yılında din dersleri program içerisine alınmış; ancak süresi haftada bir saat olarak belirlenmiştir. Din derslerine ortaokullarda 1956, liselerde ise 1967 yılından itibaren, yine isteğe bağlı olarak haftada bir saat süreyle yer verilmiştir. 1982 yılında hazırlanan Anayasa’nın 24. maddesi ile din ve ahlak öğretimi, ilk ve orta dereceli okullarda zorunlu dersler arasına alınmıştır.

Yaygın din eğitimi, örgün eğitim ortamları dışında başta cami ve Kur’an kursları olmak üzere, farklı gelişim ve bilgi seviyesindeki kimselerin katıldığı ortamlarda yapılan din eğitimidir. Bu ortamlara tarihi süreçte tekke ve zaviyeler de katılabileceği gibi günümüzde cezaevleri, huzurevleri, hastaneler ve yetiştirme yurtları da dâhil edilebilir.

Günümüzde cami ve Kur’an kurslarında yapılan yaygın din eğitimi hizmetleri 1924 yılında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yerine getirilmektedir. Kur’an kursları uzun süreli ve yaz kursları olarak iki kısma ayrılmaktadır. 32 haftalık uzun süreli kurslara temel eğitimini tamamlayan, yaz kurslarına ise ilköğretim 5. sınıfı bitiren öğrenciler alınmaktadır.