DİN PSİKOLOJİSİ - Ünite 4: Dindarlığın Etkileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Dindarlığın Etkileri

Dindarlığın Psikolojik Etki ve İşlevleri

Din denilince akla gelen ilk etki alanlarının başında psikoloji gelmektedir. Din, insanın ruh sağlığından kaygı düzeyine, güvenlik ihtiyacından ölüm korkusuna yalnızlık duygusuna kadar birçok psikolojik başlığı etkilemektedir.

Dindarlık ve Ruh Sağlığı

Dinin psikolojik etki ve işlevleri dendiğinde ilk akla gelen şey, dinî inanç ve uygulamalar ile ruh sağlığı arasındaki ilişkidir. Tarihî süreç içinde bu konuda iki zıt görüş ortaya konmuştur. Başta Freud ve takipçileri olmak üzere bazı araştırmacılar dinlerin insan psikolojisini zorlayan, dolayısıyla ruh sağlığını bozan etkilerinden bahsetmiş ve bu durumu ispatlamaya çalışmıştır. Ancak özellikle son dönemlerde, dinî inanç ve uygulamalar (özellikle iç güdümlü) ile ruh sağlığı arasında anlamlı derecede olumlu ilişkiler tespit eden çokça tecrübî araştırma yapılmıştır.

Dinî inanç ve pratiklerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği yönündeki görüşler, günümüzde artık eskisi kadar itibar görmemektedir. Mesela modern psikanalistler, bugün artık Freud'un yaklaşımlarının birçoğunu kabul etmeyerek, dine artık daha olumlu bir bakış açısından bakmaktadırlar. Hatta bazıları biraz daha ileri giderek, din adamlarının ruhsal sağlığı koruma hareketinin ilk halkasını oluşturduklarını kabul etmektedir. Özellikle Amerika'da son zamanlarda psikoloji ile İlahiyat (teoloji) arasında büyük bir yakınlaşma görülmektedir. Din ile İnsan ve Toplum Bilimleri arasında kurulacak işbirliğinin, insanın psikolojik açıdan iyileştirilmesi için esas olduğu neredeyse genel kabul haline gelmiştir. Bunun en önemli göstergesi, din ile psikolojinin uzlaşmasını ifade etmek için "psikoteoloji" diye yeni bir kavram geliştirilmiş olmasıdır. Zira günümüzde artık din ile psikolojinin her ikisinin de hemen hemen aynı amaca yönelik işlev icra ettikleri kabul edilmektedir. Esasen dinin psikolojiye nazaran daha büyük kitlelere hitap ettiğini söylemek mümkündür. Çünkü her ikisinin de insana yol gösterme ve hayatında ona kılavuzluk etme gayretinde olmasına rağmen, çok sayıda insanın psikolojiden ziyade dinin kendilerine sunmuş olduğu çözüm yollarını kabullenmiş olduğu gözlemlenmektedir. Hastalarının hayatlarında dinî inançlarının hayatî bir işlev icra ettiğini gören psikolojik danışmanların büyük çoğunluğu ise, bu inançların tedavi sürecine olumlu katkılar sağlayabileceğini kabul etmektedir. Bu bağlamda özellikle din adamları, ruhsal hastalığın erken teşhisinde hem cemaatlerine hem de psikiyatristlere faydalı olabilecek bireyler olarak değerlendirilmektedir.

Dindarlık, Anlam ve Değerler

İnanan insan için olayların meydana gelişi, kaynağı veya gerisindeki güce ilişkin açıklamayı anlamlı kılan şey dinî içerikli kavramlardır. Bu anlamda dinî sembol ve inanç sistemleri önemli birer "anlam kaynağı" pozisyonundadır. Anlam arayışı, aynı zamanda güçlü bir dinî güdü durumundadır. Yapılan araştırmalarda, insanlara niçin dindar oldukları sorulduğunda en yaygın olarak "din hayatımıza anlam veriyor" cevabını verdikleri görülmektedir. V.Frankl'ın Logoterapi anlayışına göre ne cins olursa olsun, her ruhsal tedavinin (psikoterapi) üç özelliği vardır: 1. Hastanın kendine olan güvenini ve saygısını kuvvetlendirmek; 2. Ona daha iyi durumlara yönelmesi için çalışma gücü vermek, 3. Davranışlarını uydurması için kendisine daha iyi bir takım davranış örnekleri göstermek, yeni ve sağlıklı uyum kazandırmak. Dinî inançların da benzer etkileri, bireyin günlük hayatında karşısına çıkacak farklı durumlarda ne yapacağını, çok az şüphe bırakacak şekilde belli kurallara bağlayarak temin ettiği söylenebilir. Benzer bir şekilde zorluklar ve tehlikelerle dolu bir dünyada yaşayan insanın, kader inancıyla birlikte inandığı varlığın koruyuculuğunu hissederek rahatlaması (Sebe 34/21; Hud11/57) da ruh sağlığı açısından önemli bir kazanım olarak değerlendirilmektedir.

Başa Çıkma Davranışı ve Din

Dünyada yaşanılan sorunlarla başa çıkma konusunda dinî olmayan birçok yöntem bulunmaktadır. Bu konuda dinin, bu sürece sağladığı özel katkının, insanın yetersizliği ile ilgili problemlere bir çözüm sunması olarak anlaşılabilir. Zira insan, kişisel eylemlerinde başarılı olmaya ne kadar sıkı çalışırsa çalışsın, belli sınırları aşamamakta yani insan olarak kalmaktadır. Başa çıkılamaz durumlarla karşılaşıldığı durumlarda ise, Kutsalın dili (sabır, hikmet, ıstırap, ümit, sınırlılık, ilahi amaç, kader vb.) daha uygun bir hale gelmektedir Toplumsal desteğin diğer biçimleri yetersiz kaldığı zaman, ruhsal destek daha etkili bir hale gelmektedir. Diğer açıklamalar ikna edici olmadığı zaman, dinî açıklamalar daha makul karşılanmakta, hayat kontrolden çıktığı izlenimini verdiği zaman, Kutsalın kontrolünün devam ettiği düşünülmekte, eski alternatifler geçerliliğini kaybettiği zaman din, insana yeni alternatifler bulma konusunda yol gösterici olmaktadır. Yani bu durumda dinî başaçıkma, insanın bireysel gücünün sınırlılığına da atıfta bulunarak bazı alternatifler önermekte ve dinî olmayan başa çıkmayı tamamlamaktadır. Zira her şeye gücü yeten bir otoritenin varlığına inanmak ve ona içten bağlılık göstermek, bireysel güçlerin Tanrının gücüyle birleştirilip, sorunlara onun gücüyle meydan okuma sonucunu beraberinde getirmektedir. Nitekim bütün dinlerde Tanrının tabiatüstü güçlere sahip olduğu inancı bulunmaktadır. İnanan insanın Tanrıyı yanında ve yardımında hissetmesiyle bireysel gücünü Tanrının gücüyle birleştirmesi ise, onu rahatlatabilmekte ve mevcut potansiyellerini kullanmasına imkân tanımaktadır. Tanrıyla kurulan ilişkinin, bütün çabalar sonucunda çok az bir başarı sağlansa bile, inanan insanın psikolojik dengesi için bir sigorta işlevi gördüğü söylenebilir. Zira inanan insan, bu gibi durumlarda, mazhar olduğunu kabul ettiği diğer nimetleri düşünerek, kendisini yoksunluk ve terkedilmişlik duygularının oluşturacağı olumsuz etkilerden koruyabildiği gibi, hak etmediği zülüm ve haksızlıklarla karşılaşsa bile, inancı sayesinde bu gibi elverişsiz durumları da dirençle karşılayabilir. Zira dinî inançlar metafizik boyutları ile ölümü ve ölüm sonrası "âdil dünya" inancını bünyesinde barındırmaktadır. Burada dinin işlevinin sadece tamamlayıcı bir görevden ibaret olduğu gibi bir durum akla gelmektedir. Ancak dinin, insan hayatının diğer alanlarına olan katkılarıyla birlikte, dinî olmayan başa çıkma yollarını da teşvik ettiği ve ancak bunların yeterli olmadığı durumlarda psikolojik bir yatışma sağladığı düşünülürse, dinin bu konudaki önemi daha iyi anlaşılır.

Esasen üç tür dinî başa çıkma yönteminden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi olan kendini yönetme modelinde birey Allah'ın kendisine kendi sorunlarıyla başa çıkma yeteneğini verdiğine inanır. İkinci başa çıkma yöntemi olan, takdire uymada ise birey, işi tamamen Allah'ın takdirine bırakarak pasif bir şekilde sonuçları beklemektedir. Üçüncü başa çıkma yolu ise, işbirliği yoluyla başa çıkma yöntemidir. Bu yönteme göre bireyin kendisi sorunları çözmede sorumludur ancak sorunların çözümünde Allah'ı bir dost ve yardımcı olarak algılamaktadır.

Benlik Saygısı ve Din

Benlik saygısı; 'bireyin, kendini benimsemesi, onaylaması, kendine değer vermesi ve saygı duyması' olarak tanımlanmaktadır. Daha çok kendini algılamaya yönelik bir kavram olan benlik saygısı, bireyin, kendisine yüklediği psikolojik değeri ifade etmektedir. Kendisi hakkında değerlendirme yapan bireyin kendi kişisel özellikleriyle ilgili öznel değerlendirmelerine kişisel benlik saygısı, içinde yaşadığı veya özdeşleştiği grupların özelliklerini temel alarak yaptığı öznel değerlendirmeye ise kolektif benlik saygısı denir. Bireyin benlik değerine ilişkin sahip olduğu tutumlar bağlamında ruh sağlığı alanında da önemli bir kavram olan benlik saygısının kaybedilmesi klinik açıdan depresyonun yaygın belirtilerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.

Benlik saygısının oluşumu ve gelişimini yakından etkileyen faktörlerden birisi de dinî yönelimler ve hayat şeklidir. Benlik saygısı ile dindarlık arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalarda, özellikle iç güdümlü dinî yönelim ile benlik saygısı arasında güçlü olumlu bir ilişkinin olduğu, yani iç güdümlü dinî yönelim arttıkça, bireylerin benlik saygısı düzeyinin de yükseldiği tespit edilmiştir.

Psikolojik Danışma ve Din

Günümüzde dinin ruhsal tedavi süreçlerinde kullanılmasına yönelik artan bir ilgi bulunmaktadır. Zira bu süreçte hastaların dinî inançları, yapıcı ve faydalı amaçlarla kullanılabilmektedir. Nitekim dünyanın birçok yerinde çözüm aramak amacıyla kişisel sorunların açıldığı ilk insanlar din adamları olduğu gibi, psikolojik danışmanların da danışma sürecinde danışanların dinî inanç ve duyarlılıklarını nazarı dikkate almaları daha faydalı sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir.

Stres, Kaygı ve Din

Ruh sağlığının önemli belirleyicilerinden biri olan kaygı, stres ve depresyon düzeyleri ile dinî inanç ve pratikler arasındaki ilişki üzerine yapılan araştırmalara bakıldığında, özellikle içsel dinî yönelimlerin ruh sağlığına olumlu yansımaları olduğu görülmektedir. Şöyle ki dinî inançların içselleştirilmesi ve bu inançlar çerçevesinde şekillenen dinî hayatın psikolojik uyuma yardımcı olduğu, yani dinî duygu arttıkça, kaygı düzeyinin azaldığı sonucuna ulaşan birçok bilimsel araştırma bulunmaktadır.

Kaygıyla yakın ilişkisi olan stres ile dinî inanç ve pratikler arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalarda elde edilen bulgular da, dinî inanç ve pratiklerin stresin etkisini azaltıcı bir işlev icra ettiğini göstermektedir. Şöyle ki insanın dış etkilere karşı bir tür tepkisi olarak tanımlanabilecek stres, günümüz insanın en büyük ruhsal sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Zira çocuğundan erginine, gencinden yaşlısına kadar bütün insanların az çok stres içinde yaşadıkları herkes tarafından bilinmektedir. Çünkü stresi ortaya çıkaran ve kişiden kişiye değişiklik gösteren faktörler o kadar çeşitlidir ki hatta birtakım mutlu beklentilerin bile (düğün telaşı gibi) bu tepkiye neden olduğu söylenebilir. Nitekim stresle yakın ilişkili olan kaygı kavramı, 20. yüzyıla damgasını vuran bir kavram olmuştur. Zira birçok düşünür ve yazar 20. yüzyıla özellikle bu yüzyılın ikinci yarısına "kaygı çağı" adını vermişlerdir.

Depresyon ve Din

Ruh sağlığının önemli belirleyicilerinden biri de hiç şüphesiz depresyon(ruhsal çöküntü) düzeyidir. Depresyon düzeyleri ile dinî inanç ve pratikler arasındaki ilişki üzerine yapılan araştırmalara bakıldığında, özellikle içgüdümlü dinî yönelimler ile depresyon arasında olumsuz bir ilişki bulunduğu sonucuna ulaşan birçok araştırma bulunmaktadır. Bunun yanında iç güdümlü dinî yönelimler ile ruh sağlığını olumlu bir şekilde etkileyen olumlu öz saygı, psikolojik yeterlik duygusu, hayattan memnuniyet ve hayata belli bir mana vermek arasında ise olumlu bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir.

Ölüm Kaygısı ve Din

Dinî inançların ölüm kaygısını azalttığına dair çok sayıda araştırma sonucu elde edilmiştir. Bu bulgular araştırmacılar tarafından şöyle yorumlanmaktadır: Dindar insanlar, yapılan bazı kötü davranışların hesabını vermeyi düşünüp diğer insanlardan daha fazla korku hissetme potansiyeli taşımaktadırlar. Ancak aynı dinî inançları onlara hayatın tasarımı konusunda yönlendirmekte ve onlar, ölümün hakikat olduğuna, bütün insanların önceden tespit edilmiş ecelleri bulunduğuna ve vakti geldiğinde hepsinin öleceğine İnanarak ölüme daha gerçekçi bir açıdan bakabilmektedir. Ayrıca onlar, hayatlarını inandıkları değerler istikametinde geçirmeye çalıştıklarından, ahiret hayatında kendilerine vadedilen mükâfatlara ulaşacaklarını ümit etmekte, eksikliklerinden dolayı bağışlanacaklarını ummakta ve ölümü bir yokluk olarak algılamamaktadırlar. Zira ebedilik inancı, ölüm korkusunun etkisini azaltabilecek en etkili faktörlerden biri olarak kabul edilmektedir.

Yalnızlık Duygusu ve Din

Yalnızlık duygusu da insanın ruh sağlığını önemli ölçüde etkileyen faktörlerden birisidir. Şöyle ki bazı durumlarda insanın yalnız kalması ve kendisini dinlemeye çalışması onu rahatlatıcı bir işlev icra ederken, istediği halde başkalarıyla iletişim kuramayan, kendisini tek başına, terk edilmiş olarak hisseden insanların ruhsal dengeleri bu durumdan olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Çünkü tek başına ve tecrit edilmiş olmak, insan tabiatına son derece aykırı bir görünüm arz etmekte ve onda birtakım huzursuzlukların meydana gelmesine neden olmaktadır. Zira sosyal bir varlık olan insanın, bireyselliğin en ağır bastığı anlarda bile başkalarına karşı birtakım ilgiler taşıdığı herkes tarafından bilinmektedir.

Olaya dindar insan açısından bakıldığında, Kutsal'la ilişkiye girmenin, insanın iç dünyasında manevi bir alan yarattığı, sosyal olarak kendisini yalnız hisseden insanın en azında bu alanda yalnızlık hissetmeyeceği (Kaf, 50/16; Mücadele, 58/17) ve terk edilmişliğin insan psikolojisinde oluşturacağı yansımaların olumsuz etkisini en alt düzeye indirebileceği söylenebilir.

Dinlenme İhtiyacı ve Din

Hayatın çalışmayı zorunlu kıldığı, normal şartlarda insanların ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışmak zorunda oldukları herkes tarafından bilinen bir husustur. Durum böyle olunca çalışan insanların, iş hayatıyla epeyce yorulmakta ve yıpranmakta oldukları söylenebilir. Çünkü çalışma sahaları genelde sürekli hareket ve faaliyet isteyen sahalarıdır. Bu yüzden çalışan insanlar, genellikle çalışma hayatının zorluklarından bunalarak stres hissederler.

Hal böyle olunca, dinî tecrübe sahasına açılmak, manevi bir hava teneffüs etmek için dinî bir kuruma veya bir ibadethaneye gitmek, dinî sosyal organizasyonlara katılmak, insanlara yardım etmek gibi dinî inançlardan esinlenen bir niyetle alışılagelmiş hayat formunun dışına çıkmak, inananların yorulan zihinlerinin dinlenmesi konusunda işlevsel bir katkı sağlayabileceği düşünülebilir.

Güvenlik İhtiyacı ve Din

Güvenlik ihtiyacı fıtrî, yani insanın yaratılışıyla getirdiği ve aynı zamanda tatmini özellikle ruh sağlığı açısından zaruri ihtiyaçlardan birisidir. Zira dünyaya geldiğinde son derece aciz bir varlık olan insanın ayakta durabilmesi ve hayatını devam ettirebilmesi için güven duygusuna son derece ihtiyacı vardır. Çünkü güvensizlik duygusu sosyal olarak insanın başkalarıyla ilişki kurmasını zorlaştırırken, ruhsal olarak da ümitsizlik ve karamsarlığa itmektedir. Bu bağlamda ruh ve bedenden oluşan bir varlık olan insanın, bedeni itibariyle kendini kuşatan tabiî etkenlerin olumsuz etkilerinden korunabilmesi için bir sığınağa muhtaç olması, mânevî duygularını da benzer faktörlerin olumsuz etkilerinden koruyabilmek için madde ötesi bir sığınağa ihtiyaç duyacağı fikrini akla getirmektedir. Her şeye gücü yeten bir Varlığa ve ebedî bir hayatın geleceğine olan inancın insana verdiği güven duygusunu, diğer faktörlerin oluşturması oldukça zordur. Bu bağlamda din insana güvenlik duygusu kazandırmakta ve onu güvensizliğe karşı koruyan en etkili faktörlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Küçük çocukların anne ve babalarına bağlı kalmaları ve onlardan sevgi ve şefkat görmeleri onları nasıl mutlu ediyorsa, yetişkinlerin Tanrıya bağlanmaları da onları mutlu ve huzurlu yapabilmektedir. Kutsal ile girilen ilişki, şeklen de olsa çocuk-ana baba ilişkisini anıştırıyorsa da, dininin öngördüğü ilişkinin bu tür bir ilişkiden daha yüce ve üstün bir ilişki olduğu açıktır. Esasen dinin bu tür bir etki ve işlev icra edebileceğine K. Kerimde çokça atıfta bulunulmuş ve dindarların inandıkları varlığı koruyucu olarak algılamaları desteklenmiştir.

İntihar ve Din

Ruh sağlığı ile din arasındaki ilişki üzerine yapılan araştırmalar, dine daha çok bağlı olan kişilerin diğerlerine oranla intihara daha az yöneldiklerini ve daha az intihar eylemi gerçekleştirdiklerini ortaya koymaktadır. İntiharla dindarlık arasındaki ilişki konusunu irdeleyen Koenig, daha dindar olan kişiler arasında daha az intihar olayının yaşandığını veya intihara yönelik tutumların daha olumsuz olduğunu belirtmiştir. (Koenig, 2001/2002: 100). Bu konuda yapılan diğer bir çalışmada kiliseye devam etmeyen kişilerdeki intihar oranının düzenli olarak kiliseye devam eden kişilerden dört kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Dinî inanç ve uygulamaların bu konudaki başarısı, genellikle intiharı tetikleyen duygusal bunalım ve depresyon durumları gibi farklı stres kaynaklarıyla baş etmede en işlevsel araçlardan biri olmasıdır. Zira inanan insan bir taraftan bireysel olarak Kutsalla kurmuş olduğu samimiyet ve ona yanaşma çabasıyla onun kendisine yardım edeceğine yönelik bir beklenti içine girip intihara karşı bir direnç kazanırken, diğer taraftan dinî ibadetlere devam eden kişiler, aynı dinden olan kişilerle arkadaşlıkları sayesinde, özellikle ruhsal sorunlarını hafifletebilmektedirler.

İyimserlik ve Din

Günlük işlerde bazı konularda karar verme konusunda karşılaşılan güçlükler de ruh sağlığını tehdit eden faktörlerden birisidir. Zira iradi eylemler her zaman tam bir netlikle insanın önünde durmamakta, yani insanlar özellikle kendileri için önem arz eden durumlarda kararsızlığa düşmekte ve bunalım yaşamaktadır. İnsanların bu tip durumlarla karşılaşmasının belki de en önemli nedeni, karar aşamasında gücüne en çok güvendikleri akıl ve bilişsel işlevlerinin her şeyi tam manasıyla kuşatabilecek bir düzeyde olmamasıdır.

Bu tip durumlarla karşılaşan insanlar tereddüde düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar. Nitekim önemli kararların alınması süreci, insanın ruhsal dengesini bozma potansiyeli taşıdığından, alınan kararlardan sonra bile insanın hissetmiş olduğu huzursuzluk tam olarak yatışmamaktadır. Din ise içine düştüğü bu tür bunalımların aşılmasında insana yardımcı olabilmektedir. Zira dindar insan, açıklayamadığı olayları, inanmış olduğu Kutsal varlığın bir hikmete matuf olarak yarattığını, kendisinin bunları anlamaktan aciz olabileceğini düşünerek (Bakara, 2/216) kendisini rahatlatabilmektedir. Bu tip bir düşünce, iyimser bir hayat felsefesini desteklemekte ve ruh sağlığına olumlu bir şekilde yansıyabilmektedir. Şöyle ki, inanan ve elinden gelen çabayı sarf ettikten sonra işi inandığı varlığa havale eden kimsenin, içten bağlılık gösterdiği otoritenin daima yardımında olacağını hissetmesi, bu iç huzursuzluğu daha düşük bir seviyeye indirmektedir. Nitekim bazı insanların, verdikleri kararlara, Tanrının kendilerine yol göstermesi neticesinde ulaştıklarını ifade etmeleri, sıkça rastlanan durumlardan birisidir.

Dindarlığın Fizyolojik Etki ve İşlevleri

Dindarlık ile beden sağlığı arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalarda, genellikle dinî inanç ve uygulamaların beden sağlığını olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu konuda en dikkat çeken göstergelerden birisi din ile uzun yaşam arasındaki olumlu ilişkidir. Konuyla ilgili çalışmaların büyük çoğunluğunda dindarlık düzeyi yüksek olan bireylerin düşük olan bireylere oranla daha uzun yaşadıkları tespit edilmiştir. Aynı şekilde Hıristiyan din adamları üzerinde yapılan bir çalışma, din adamlarının kontrol grubuna göre daha uzun süre yaşadıklarını ortaya koymuştur. Dindarlık ile uzun yaşam arasındaki ilişkinin daha kapsamlı (126,000 denek) bir şekilde incelendiği diğer bir araştırmada, dindarlıkla ölüme neden olan tüm riskler arasında olumsuz bir ilişki tespit edilirken, daha dindar bireylerin % 29'unun daha az dindar olanlara oranla daha uzun yaşadıkları belirlenmiştir. (akt. Köylü, 2010).

Dindarlığın Sosyal Etki ve İşlevleri

Dinlerin müntesiplerinde oluşturmaya çalıştıkları sosyal hayat formu, ahlak kavramıyla yakından ilişkilidir. Bunun içindir ki dinler, ahlakın temel kaynaklarından biri, hatta en kuvvetli olanıdır. Zira dinler, diğer ahlak kaynaklarının (vicdan, toplum, sezgi, akıl vb.) sahip olmadığı metafizik motivasyonlarla insanlar üzerinde daha etkili olmaktadır.

Dindar insan açısından vazifeye bağlılık, doğruluk, adalet, şefkat ve hürmet, yardımlaşma gibi ahlâkî değerler sadece toplumsal uyum ve kabul açısından değil, ilahî otoriteye uygunluk ve ahiret mutluluğu için de önem taşımaktadır. Toplumca "iyi" olanı yapmada, dindar insan aynı zamanda sevap elde etme inanç ve düşüncesi ile de güdülenmektedir. Bu durum, dindar kimselerin toplumsal ahlak kurallarını yerine getirmede daha hassas bir yönelim ve çaba içerisinde olma sonucunu doğurmaktadır. Kul hakkını çiğnediği zaman Ahirette cezasını çekeceğine inanan insan, başkalarının hakkına daha fazla özen göstermekte, sosyal kurallara daha iyi uyum sağlamakta ve haksızlık yapmaktan çekinmektedir. Bilindiği gibi kanunlar, bireyi yabancı gözlerden uzak kendi başına bulunduğu yerlerde kontrol etme imkânına sahip değildir. Dini inanç ve öğretiler, bununla beslenen vicdanlarda, kanunların uzanamadığı alanlarda da etkisini sürdürerek sosyal düzen ve toplumsal barışın teminine daha fazla katkıda bulunma gücüne sahiptirler. Örneğin İslam dini, adaleti, iyilik yapmayı, yakınları koruyup gözetmeyi emrederken, başkalarına kötülük yapmayı, kötülüğü yaymayı ve azgınlık yapmayı yasaklamış, (Nahl, 90/70), dinî gelişimin üst düzeyini yakalayan insanların özelliklerini; "Onlar, Allah'ı ve Ahireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar" (Âl-i İmran 3/114) ayetiyle ifade etmiştir.

Genel anlamda dinî inanç ve değerlerin sosyal davranışı kolaylaştırıcı düzenlemelerle sosyal bütünleşmeyi destekleyen ve kişisel mutluluğu artıran bir etkisi vardır. Dindarların, toplumsal sorumluluk gerektiren işlerde daha duyarlı olmalarını gerektiren pekçok dinî kural ve tavsiye bulunmaktadır. Nitekim dindar insanların evliliklerinde daha mutlu oldukları ve eşleriyle daha iyi geçindikleri, yabancılara karşı daha yardım sever, hayır kurumlarına karşı daha cömert, kibarlık ve dürüstlükleriyle ön plana çıktıkları tespit edilmiştir.