DİPLOMASİ TARİHİ - Ünite 7: 21.Yüzyılda Diplomasinin Özellikleri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: 21.Yüzyılda Diplomasinin Özellikleri

Diplomasideki Başlıca Değişiklikler

Küresel ekonominin bütünleşmesi ve teknoloji alanındaki büyük sıçrayışlar ülkelerin karşılıklı bağımlılığını önemli ölçüde arttırmıştır. Bu karşılıklı bağımlılığın diğer bir nedeni ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir ülkenin salt kendi olanaklarıyla baş edemeyeceği sorunların giderek çoğalmasıdır. Ülkelerin güvenliklerini sağlama ve istikrar içinde ekonomik refahı arttırma amaçları ancak uluslararası bir çerçevede ele alınabilmektedir. Dünyada herhangi bir yerdeki ekonomik kriz ekonomisi en gelişmiş ülkeleri dahi tehdit edebilmektedir. Çevre sorunları, terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı, göç ve mülteci hareketleri, salgın hastalıklar gibi pek çok sorun ile ül- kelerin ortak hareketi olmadan mücadele etmek olanaksız hâle gelmiştir. Bu durum çağımız diplomasisinde aşağıda açıklayacağımız önemli değişikliklere yol açmıştır.

Diplomasinin İçeriğindeki Değişiklik

Bugün diplomatların geleneksel siyasi, ekonomik, kültürel ve konsolosluk ilişkileri yanında yepyeni alanlarda sorunlarla meşgul olmaları gerekmektedir, Çevre, enerji, terörizm, insan hakları, doğal afetler ve insani yardımlar, sınıraşan sular, nükleer silahlar, uyuşturucu kaçakçılığı, mülteciler, fakirlik ve marjinalleştirme, siber terörizm gibi konularda uzmanlık da gerektiren yeni diplomasi faaliyetleri ortaya çıkmıştır. Ayrıca deprem gibi doğal afetler veya iç savaşların yarattığı insani felaketlerde diplomatların müdahaleleri giderek daha fazla gerekli olmakta ‘olay yeri diplomasisi’ diplomatları büyükelçiliklerin nispeten korunaklı dünyasından, dünyanın ücra köşelerinde mülteci çadırlarına göndermektedir.

Diplomatik Süreçteki Değişiklik

Diplomatik süreçteki en önemli değişiklik iç ve dış politikaların birbiriyle kaynaşmasının artmasıdır. Bunun temel nedenleri, evvelce iç sorun sayılan konuların uluslararası düzeye intikali, uluslararası hukukun gelişmesi ve uluslararası yargı kurumlarının çoğalması nedeniyle ulusal yargı kavramının yıpranması, sınır aşan muamelelerin artması ve ekonomilerin küreselleşmesidir. Buna ek olarak, önemli sınır ötesi insan hareketlerinin olduğu bölgeler ve AB gibi entegrasyona yönelik kuruluşlarda da ülkelerin iç politika ve durumlarıyla doğrudan ilgili kendine özgü diplomatik süreçler söz konusudur. İç ve dış politikaların neredeyse birleşmesinin başlıca etkisi diplomatik faaliyetin niteliğini değiştirerek insan hakları, iç güvenlik, enerji, çevre politikaları gibi daha ziyade ‘iç’ sayılan politikalar ve sorunlara da muhatap hâle gelmesidir.

Çok taraflı ilişkilerle ilgili olarak ilk belirli değişiklik mültilateral konferanslarda, grup destekli karar tasarılarının azalmasının da gösterdiği gibi, esnekliğin artması ve resmiyetten uzaklaşma eğiliminin artmasıdır.

Diplomatik süreçte gizli ve açık diplomasi arasındaki denge 1960’larda özellikle Birleşmiş Milletler çerçevesinde uluslararası konferans diplomasinin gelişmesiyle açık diplomasi lehine bozulmuş iken günümüzde bir ölçüde gizli diplomasiye tekrar dönüşün başladığı da görülmektedir. Çok taraflı konferansların kayıtları 1970’lerden bu yana artık yayınlanmamaktadır.

Diplomatik Yöntemlerdeki Değişiklik

Modern diplomasi hala ikili ilişkilerde kişisel resmî temas diplomasisi, ‘perde arkası’ sessiz diplomasi ve çok taraflı müzakerelerde -oylama yerine- ‘konsensüs’e ulaşma diplomasisi olmak üzere üç temel yönteme dayanmakla birlikte 196ı Viyana Konvansiyonundan beri diplomatik yöntemlerde önemli değişiklikler olmuştur.

Başlıca değişikliklerden biri, uluslararası ihtilaflarda gerginliğin azaltılması için başvurulan Doğu-Batı zirvelerinin de ortadan kalkması sonucu ikili süper güç müzakerelerinin yerini liderler arasında çok taraflı görüşmelere bırakmasıdır.

Avrupa, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde iç çatışmalar nedeniyle zayıflayan veya çöken devletler sorunsalı ‘geçiş diplomasisi’ veya ‘ihtilaf sonrası yeniden inşa’ diplomasisi denilen yeni bir türün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Diğer bir yeni yönteme ‘iyi yönetim’ diplomasisi adı verilebilir. Bu tür diplomasi özellikle yönetimlerinin toplumları için yeterli politikalar üretemediği ülkelere veya iç karışıklıklar gibi nedenlerle yönetilemeyen ülkelere uluslararası toplumun belirli ölçülerde müdahalesi veya yardımı şeklinde tanımlanabilir.

İletişim devrimi diplomatik rapor verme işlevinin önemini azaltmıştır. Soğuk Savaşın sona ermesiyle özellikle Batı kadar saydamlaşan Doğu Bloku ülkelerindeki Batılı büyükelçiliklerin bilgi toplama rolü büyük ölçüde azalmıştır. Bu nedenle diplomatik misyonların raporları sadece yorumlara indirgenmiştir.

İnternetin diplomaside kullanılması da giderek yaygınlaşmaktadır, Birleşmiş Milletler’deki gibi kamuoyuna açık uluslararası diplomatik faaliyetler yanında pek çok ülke dışişleri servisleri de belirli şifreleme ve diğer teknikler kullanmak suretiyle, merkez ve dış misyonlar arası iletişimde internet olanaklarına başvurmaktadırlar.

Diplomatik Aktörlerin ve Diplomatik Kanalların Çeşitlenmesi

Uluslararası ilişkiler artık ulus devletler ve uluslararası kuruluşların tekelinde değildir. Sivil toplum kuruluşları, parlamentolar ve yerel makamların uluslararası sahnede giderek daha fazla rol oynaması klasik diplomasinin karşılaştığı başlıca meydan okuma olarak nitelendirilebilir.

Halen devletlerin dışişleri bakanlıkları ve diplomatik personelleri dışında pek çok diğer kurumu uluslararası ilişkilerde rol oynamaktadır. Diplomatik temsilin geleneksel biçimi olan, başkentlerdeki geleneksel büyükelçilikler hâlâ önemli olmakla beraber işlevleri değişmektedir. Dışişleri bakanlıklarının örneğin arabuluculuk gibi amaçlarla gönderdikleri özel görevli misyonların sayısı artmaktadır. Uluslararası konferanslar, uluslararası kuruluşlardaki toplantılar, zirve diplomasisinin gelişmesi diplomaside giderek daha fazla belirleyici olmaktadır.

Hükümetler arasındaki temaslarda, ulaşım ve iletişim olanaklarının büyük sıçraması nedeniyle ‘zirve diplomasisi’ daha çok kullanılan bir kanal olmuştur. Dışişleri Bakanları büyükelçiliklerin aracılığı olmadan diğer ülkelerdeki karşıtlarıyla temas kurabilmektedir. Bunun yanında diğer bakanlar da meslektaşlarıyla daha sık bir araya gelmektedir. Buna bazen ‘bakanlar diplomasisi’ adı verilmektedir.

Ulus ötesi kanallar daha değişik niteliktedir ve toplumlar arasında bağlar kurulmasında giderek daha fazla rol oynamaktadır. Çeşitli sivil toplum kuruluşları, hükümet dışı kuruluşlar, çok uluslu şirketler ve hükûmet dışı elitler ülke sınırlarının ötesinde karşılıklı ilişki içindedir. Bu uluslararası kuruluşlar toplantılarında veya uluslararası konferanslarda uluslararası olayları etkilemeye çalışmaktadır.

Egemenlik Kavramının Değişmesi

Çağımızda ülkelerin egemenliğinin görece kısıtlanması da diplomasi faaliyetini etkileyen yeni bir gelişmedir. Mutlak egemenlik kavramı neredeyse geçmişte kalmıştır. Hâlen ülkelerin egemenliği gönüllü olarak veya dıştan müdahale yoluyla sınırlanabilmektedir. Ulus devletlerde gönüllü kısıtlamanın en önemli örneği Avrupa Birliğidir. Avrupa bütünleşmesi süreci içinde AB üye ülkeleri giderek artan konularda ulusal egemenliklerini ‘ortak egemenlik’ alanına devretmeyi kabul etmektedir.

Dıştan müdahale yoluyla egemenlik kısıtlaması yani ülkelerin iç sorunlarına uluslararası toplumun müdahale edebilmesi, bir ülke veya bölgeye insani mülahazalarla güç kullanarak yardım edilmesi veya ülkeye (Somali’deki gibi) devlet çöktüğünde yardım götürülmesi gibi durumları içermektedir.

Diplomasi Normlarının Yıpranması

Diplomatların ve diplomatik misyon binalarının kutsallığı ve dokunulmazlığı çok gerilerde kalmıştır. Diplomasi normlarının yıpranması terörizme maruz birçok ülkenin misyon binalarını kalelere dönüştürmüş, güvenlik endişesi büyükelçilerin, hatta tüm diplomatların günlük yaşamının önde gelen unsuru hâline gelmiştir.

Uluslararası Toplum ve İlişkilerinin Demokratikleşmesi

İnsan toplulukları birbirleriyle ve sorunlarıyla daha iç içe yaşadıkça diplomasinin kamuoyu boyutunun önemi artmaktadır. Hâlen, geleneksel diplomasinin kapalı, hiyerarşik ve elitist düzeninin yerini giderek daha büyük ölçüde modern diplomasinin açıklık ve esnekliğine bıraktığı bir geçiş dönemi yaşanmaktadır. Süratle gelişen bilişim ve iletişim teknolojilerinin kullanılması, uluslararası ilişkileri daha da saydamlaştırarak diplomasi ortamının değişmesine yol açmaktadır.

Günümüz diplomasinin sadece devletlerarası ilişkilerdeki değişiklikleri değil, giderek daha fazla devletler ötesi ilişkilerdeki yapısal değişiklikleri de kapsaması gerekmektedir. Diplomasi uygulamasında sokaktaki insan giderek daha fazla öne çıkmıştır.

Bugün hükümetlerin dış politika amaçlarını ve tezlerini etkili bir biçimde savunabilmeleri ancak dünya kamuoyunu ve özellikle hedef ülkelerin neredeyse tüm çevrelerini ne ölçüde etkileyebildiklerine bağlıdır. Bir ülke herhangi bir dış sorununda ne kadar haklı olursa olsun bu haklılığını diğer ülkelere de kabul ettirememesi hâlinde haksız dahi görünecektir. Bu alandaki en etkili manivela, diğer klasik diplomasi araçlarının da ötesinde, son yıllarda ülkelerin giderek büyük önem verdiği ‘kamuoyu diplomasisi’dir.

Kamuoyu Diplomasisi

Bu kavramın tanımlanmasında genellikle bir ülkenin kendi ulusal amaç ve politikalarını, kültürü ve ideallerini tanıtma yoluyla yabancı kamuoyunu etkileme unsuru ön plana çıkartılır. Birçok yazar ‘kamuoyu diplomasisi’nin aslında ‘propaganda’nın yabancı kamuoylarına yönelik biçiminin değişik bir isimle takdiminden ibaret olduğunu ileri sürer. Buna karşı başkalarına göre kamuoyu diplomasisi propagandadan temelde farklı ve yepyeni bir kavramdır.

Birinci görüştekiler için propaganda 20, yüzyılın ilk yarısında özellikle 1, Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan totaliter rejimlerin elinde çarpıtılarak kullanıldığı için kötü bir anlam ve şöhret kazanmıştır. Bu nedenle 2. Dünya Savaşı sonrasında hükümetler propaganda ile aynı yöntemlere başvurmak zorunda olmakla birlikte bu kelimeyi kullanmaktan çekinmişlerdir. Bunun yerine bu faaliyete ‘enformasyon’ bu görevi yüklenen birimlere de ‘enformasyon servisi’ adını vermeyi yeğlemişlerdir. Ancak bu kelimenin de ‘istihbarat’ kavramını çağrıştırması ve bilgilendirmek yerine bilgi sağlamak amacının taşındığı kuşkusunu yaratması nedeniyle bu terim de gözden düşmüştür. Nihayet 1965’te Fletcher Hukuk ve Diplomasi Fakültesi Dekanı Edmund Gullion’un ortaya attığı ‘kamuoyu diplomasisi’ bu gereksinmeye yanıt olmuştur. Kamuoyu diplomasisi belki (bir ölçüde yabancı kamuoylarının eğilimlerini de hesaba katmaya çalışan) yeni bir propaganda stili olarak nitelendirilebilir.

Buna karşı yeni bir kavram ile karşı karşıya olduğumuzu ileri sürenler kamuoyu diplomasisinin geleneksel diplomasi kadar önemli ve temel olarak farklı bir faaliyettir olduğunu ileri sürerler. Geleneksel diplomasinin konusu devletlerin temsilcileri veya diğer uluslararası aktörler arasındaki ilişkiler iken kamuoyu diplomasisinin hedefi yabancı toplumlardaki genelde halk ve özelde belirli gayrı resmi gruplar, kuruluşlar ve kişilerdir. Geleneksel diplomasinin başlıca aracı set güç iken, kamuoyu diplomasisinin başlıca aracı yumuşak güçtür. Geleneksel diplomaside aktörlerin rolleri ve sorumluluklarının kesin çizgilerle saptanmış olduğu varsayılırken bugün karmaşık bir dünya mevcuttur.

Kamuoyu diplomasisini yeni bir içeriği olduğunu savunanlar bu faaliyetin propagandadan farkını vurgularken propagandanın günümüzde diplomasi uygulayıcıları ile giderek daha güçlenen yabancı kamuoyları arasındaki ilişki çeşitliliğini kavrayamayacağını belirtiyorlar. Ayrıca propagandanın insanlara neyi düşüneceğini dayatmaya çalışmasına karşı kamuoyu diplomasisinin yeni ve objektif bilgilerle yabancı kamuoylarının ufkunu açmayı amaçladığını söylüyorlar. Kamuoyu diplomasisinin iki yönlü bir sokak olduğuna, bu faaliyeti yürüten diplomatın doğal olarak kendi ülkesinin çıkarlarını göz önünde tutmakla birlikte yabancı kamuoyunun eğilimlerini esas almak durumunda olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu tarz diplomasinin propagandadan farklı olarak yabancı toplumlarla liberal biçimde diyaloga dayandığını, karşı tarafı iknaya çalışırken aynı zamanda ‘dinlediğini’ de ifade ediyorlar. Bu yazarlara göre yeni kamuoyu diplomasisi yabancı kamuoylarına mesaj vermeye, imaj promosyonu kampanyaların yapmaya, hatta dış politika amaçlarıyla hükümetlerin yabancı kamuoylarıyla doğrudan temaslarına indirgenemez. Bunun ötesinde, başka ülkelerdeki sivil toplum aktörleriyle ilişkiler geliştirmeyi ve iç ve dıştaki hükümet dışı taraflar arasında temas ağları oluşturmayı da içerir. Dışişleri bakanlıkları artık kamuoyu diplomasilerini sadece geleneksel, politika odaklı ve yabancı toplumlarla giderek etkisiz hale gelen tek yönlü iletişim kurma faaliyetleriyle sınırlamamak durumundadır.

Çok geniş anlamıyla kamuoyu diplomasisi bir ülkenin resmî veya hükümet dışı olanaklarının diğer ülke/ülkeler kamuoyunu ülkesinin yararına etkilemesi olarak da tanımlanabilir. Ancak genellikle diplomasinin resmî aktörler tarafından yürütüldüğü kabul edildiğinden, esas olarak dışişleri bakanlıklarının ve dış temsilciliklerin kamuoyu diplomasisinde oynadıkları rol üzerinde durmak daha uygun olur. Kamuoyu diplomasisi uygulamasında başlıca aktör ve koordinatör dışişleri bakanlıklarıdır. Bu bakanlıklar esasen eskiden beri rutin olarak bugün kamuoyu diplomasisi çerçevesine giren faaliyetler yürütmektedir. Mukim büyükelçiler kamuoyu diplomasisinin önemli oyuncularıdır. Hükümetlerinin en yetkili temsilcileri olmaları yanında büyükelçiler bulundukları ülke medyası için en elverişli ve kolay ulaşılabilir muhataplardır. Ama büyükelçiler dış temsilciliklerin kamuoyu diplomasisiyle ilgili yegâne mensupları değildir. Küçük büyükelçiliklerde dahi yerel medya ve sivil toplum temsilcileri ile temas için bir memur bulunur. Bu görevliler genellikle basın veya enformasyon ataşesi (veya görevlisi) unvanını taşır.

Kamuoyu diplomasisinin en rahat, hatta sınırsız şekilde uygulanabildiği belki de tek ülke ABD’dir. Lobicilik (yani mali araçlar dahi kullanarak perde arkasında etkilemek) bir tek ABD’de makbul bir kamuoyu diplomasisi faaliyetidir.

Modern Diplomasinin Bazı Yeni Alanları

Modern diplomasinin yeni alanları olarak, çevre diplomasisi, insan haklan diplomasisi, insani diplomasi ve enerji diplomasisini gösterebiliriz.

Çevre Diplomasisi

Çevre politikaları, ilk olarak özellikle sanayileşmiş ülkelerde su ve hava kirliliği gibi küresel çevre bozulması işaretlerinin bilincine varılmaya başladığı 1960’lardan itibaren uluslararası düzeyde gündeme gelmiş ve diplomasi konusu olmuştur.

Sürdürebilir kalkınma kavramı ilk kez, 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunca hazırlanan Brundtland Raporu’nda yer almış ve “Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” olarak tanımlanmıştır.

Rio’da gerçekleştirilen ‘1992 BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’ ile küresel ekolojik değişim ve bozulma dünya liderlerinin gündemlerinde üst sıralara oturmuştur. Bu konferansta:

  • Bir eylem planı olan Gündem 21 ve Orman Prensipleri kabul edilmiştir.
  • BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi imzaya açılmıştır.
  • BM Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi hazırlanmıştır.

Çevre temasının derinleştirilme sürecine ilişkin bir diğer dönem noktası ise 2002 yılında Johannesburg’ta gerçekleştirilen “Çevre ve Kalkınma Zirvesi” olmuştur.

Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMIDÇS) çerçevesindeki 1997 tarihli Kyoto Protokolü’dür. 2005 yılında yürürlüğe giren bu protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmayı taahhüt etmiştir.

Birleşmiş Milletler yanında Ekonomik işbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve uluslararası finans kuruluşları, sorunlara çözüm bulunabilmesini teminen çok taraflı işbirliği yollarını geliştirmeye yönelik girişimleri teşvik etmekte ve bu çalışmalar arasında eşgüdümü sağlamak çabasındadır. NATO 2004 yılından beri UNEP, BMKP, AGİT, BM Avrupa Komisyonu ve Orta ve Doğu Avrupa Çevre Merkezi ile birlikte Çevre ve Güvenlik İnisiyatifini yürütmektedir.

İnsan Hakları Diplomasisi

İnsan hakları esas olarak kişi ile devlet arasındaki ilişkilerle ilgili olmakla beraber, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren önemli bir uluslararası konu hâline gelmiştir. İnsan hakları alanında ülkeler için hukuken bağlayıcı nitelikte yüzlerce uluslararası sözleşme ve anlaşma bulunmaktadır. Bunlardan bazıları insan hakları konusundaki iki Birleşmiş Milletler covenantı gibi çok geniş ve genel kapsamlıdır. Bazıları ise Uluslararası Çalışma Teşkilatı sözleşmelerindeki çalışmayla ilgili haklar veya UNESCO metinlerindeki gibi kültürel haklar ile ilgilidir. Bazı belgeler ise Çocuk Hakları Konvansiyonu veya kadın haklarıyla ilgili sözleşmelerde olduğu gibi özel gruplar hakkındadır.

İnsan hakları durumundan kendini emin hisseden ülkeler arasında başta İskandinav ülkeleri ile Hollanda, Kanada ve Avustralya’yı saymak mümkündür.

Ancak Çin gibi bazı ülkeler insan haklarının evrenselliğini reddetmekte, uluslar arası forumlarda farklı kültürlerde farklı insan hakları anlayışının geçerli olduğunu savunmaktadır. Bu tarz ülkelerin çoğunluğu evrensel insan haklarının bir Batı kavramı olduğunu ve zaten Batı’nın neo-emperyalist emellerle bu kavramı ülkelerin iç işlerine karışmak için kullandığını savunmaktadırlar.

İnsani Diplomasi

Deprem gibi doğal afetlerin veya iç savaşlar gibi insan eliyle yaratılan felaketlerin kurbanlarının ivedi gereksinmelerini karşılamak ve acılarını hafifletmek ülkeleri bir araya getiren önemli bir saiktir. Bu amaçla yürütülen faaliyetler aynı zamanda yararlı bir diplomasi aracıdır. İnsani diplomasi insani amaçlı operasyon ve programlar için kamuoyu ve hükümet desteği ve kaynaklarını harekete geçirmeyi hedefler. Bu alanda hükümetler yanında uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve özel kişiler dâhil çeşitli aktörler faaliyet göstermektedir.

Deprem, su baskını, kuraklık gibi doğal afetlerde veya insan elinin neden olduğu açlık ve zorunlu göç gibi krizlerde devreye giren başlıca çok taraflı insani yardım kanalı Birleşmiş Milletler Teşkilatı’dır. Kriz ortamlarında insani yardımların sağlanmasını ve gerekli önlemlerin alınmasını sağlayan BM kuruluşlarından başlıcaları:

  • Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF)
  • Kalkınma Programı (UNDP)
  • Dünya Gıda Programı (WFP)
  • Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)

Dünya Gıda Programı ülkemizi yükselen donör olarak nitelemiştir.

Bunun yanında Avrupa Birliği’nin de geniş kapsamlı bir insani yardım programı bulunmaktadır. AB’nin bu çalışmaları İnsani Yardım ve Sivil Korunma Komiserliği tarafından yürütülmektedir.

Enerji Diplomasisi

Enerji dış politikanın belki de askerî güç kullanımı dışındaki en önemli araçlarından biridir. İki veya daha fazla sayıda ülke ilişkilerinde hidrolik enerji veya nükleer enerji gibi yenilebilir enerji kaynakları zaman zaman öne çıkmakta ise de uluslararası ilişkileri derinden etkileme kabiliyetine sahip en önemli enerji kaynağı petrol ve giderek daha fazla ölçüde doğal gazdır.

Bugün devletlerin ve çok uluslu şirketlerin, yürüttükleri enerji politikalarında üç ana hedef göze çarpmaktadır:

  • Enerji kaynaklarının güvenliğinin sağlanması
  • Enerjinin ulaşım güvenliğinin sağlanması
  • Enerjini fiyat istikrarının sağlanması

Bunların yanı sıra, kullanılmak istenen enerjinin düşük maliyetle elde edilmesi ve talep edilen miktarla kalitede pazarlara ulaştırılması hedeflenmektedir. Bu bağlamda yenilebilir alternatif enerji kaynaklarını geliştirme çabaları sürmekle beraber petrol ve doğal gaz tedariki ayrıcalıklı yerini korumaktadır.

Son dönemlerde petrol ve doğal gazın üretim alanlarından tüketicilere ulaştırılması ve bunun sağlanması için en ekonomik vasıta olan boru hatlarının inşası ve işletilmesi ‘enerji diplomasisi’nin başlıca konularından birini teşkil etmiştir. Özellikle, Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından Hazar Denizi-Kafkasya ve Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynaklarının önemli potansiyele sahip olduğunun saptanmasıyla bu bölgedeki, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan petrol ve gaz kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması ABD ve Rusya başta olmak üzere Iran ve Çin ile ülkemizin rekabetine konu olmuştur.