DÜNYA EKONOMİSİ - Ünite 8: Küreselleşme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Küreselleşme

Ünite 8: Küreselleşme

Giriş

Küreselleşme, ulaşım, haberleşme ve bilgi işlem teknolojisindeki gelişmeler sonucunda, toplumsal ve kültürel düzenlemeler üzerinde, mekânsal uzaklıklardan kaynaklanan farklılıkların ortadan kalktığı, toplumsal bir süreçtir. Günümüz için önemli olan ise insanların bu kısıtlamaların kalkmakta oluşunun bilincinde olmasıdır.

Küreselleşme Nedir ve Ne Zaman Başlamıştır

Küresel kelimesinin 400 yılı aşan bir tarihi vardır. Ancak 1960’lı yıllara kadar küresel, küreselleşme, küreselleşen gibi kavramların kullanımı sık değildir. Kavramın akademik çalışmalarda sık sık yer alması 1980’li yıllarla birlikte başlamıştır. Günümüzde, başlığında küresel ya da bu kökten türetilmiş kelimelerin yer aldığı bilimsel çalışmaların sayısı beş haneli rakamları aşmıştır. İnsan neslinin üçüncü bininin nasıl olacağını hayal etmede küreselleşme anahtar kavram olma özelliğine sahiptir.

Modernizasyon veya çağdaşlaşma “geleneksel” toplumdan “modern” topluma ilerici bir geçiş modelini ifade eder. Teori; gereken destekle, “geleneksel” ülkelere daha gelişme ülkelerin sahip olduğu şekilde gelişme kazandırılabileceğini varsayarak toplumların gelişmesine katkıda bulunan sosyal değişkenler tanımlamaya, sosyal evrim sürecini açıklamaya çalışır.

Küreselleşme ideolojik olarak kuşku ile bakılan bir kavramdır. Tıpkı modernizasyon gibi Avrupa kültürünün ve Batı’nın XVI-XIX yüzyıl arasında yaşamış olduğu toplumsal dönüşümün tüm dünyaya dayatılmasında kullanılan bir araç gibi görülmektedir. Gerçekten de küreselleşmenin kapitalist gelişme süreci ile sıkı bir bağı vardır. Küreselleşme, Avrupa kültürünün, yeni sömürgecilik, kolonizasyon ve kültürel kaynaşma ile tüm dünyaya yayılma çabalarının doğrudan sonucudur.

Küreselleşme ile ilgili teorik tartışmalarda, küreselleşmenin ne zaman başladığı ile ilgili üç olasılık bulunmaktadır. Bunlar:

  • Küreselleşme tarihin başlangıcından beri var olan bir süreçtir. Ancak son yıllarda ani bir gelişim yaşamıştır.

  • Küreselleşme modernleşme ve kapitalizmin gelişmesi ile yaşıttır. Son yıllarda hızında artış yaşanmaktadır.

  • Küreselleşme sanayi ötesi toplum, modern ötesi toplum ve kapitalist düzenin çözülmesi ile ilgili olarak son yıllarda ortay çıkan yeni bir olgudur.

Küreselleşme ile İlgili Teoriler

XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yasamış olan Saint Simon’un sanayileşmenin ülkeler üzerindeki etkileri ile ilgili görüşleri küreselleşme kavramını çağrıştırmaktadır. İnsanlar arasında evrensel birleşmeden söz etmiştir. Küçük topluluklar, büyük topluluklara katıldıkça hem topluluklar arasındaki hem de topluluğun kendi içindeki çelişkilerin azalacağını ifade etmiştir. Ütopik bir enternasyonalden bahsetmiştir.

Saint Simon’un fikirleri, çalışma arkadaşı Auguste Comte aracılığı ile Durkheim’e geçmiştir. Durkheim’in farklılaşma ve kültür ile ilgili görüşleri küreselleşme ile ilişkilendirilebilir. Toplumlar yapısal olarak farklılaştıkça kolektif bilinç toplumlar arası çeşitliliği kapsayabilmek için çok zayıf ve soyut kalacaktır. Devlet gibi kurumlara olan bağlılık azalacaktır. Bu görüşler sanayileşmenin kolektif bağları zayi attığını ve toplumlar arasındaki sınırları kaldırmanın yolunu açtığını ima etmektedir. Weber’in rasyonalizmin başarısı ile ilgili görüşleri de küreselleşme fikrine katkıda bulunmuştur. Bu görüşlerde Protestanlığın Batı kültürünü etkisi altına alışı incelenmektedir. Kişi sosyal ilişkilerin sınırlarından kurtulmaktadır. Hesaplama teknikleri gelişmiş, uzmanlık bilgisinin önemi anlaşılmıştır. Doğal ve toplumsal süreçler üzerinde rasyonel kontrol artmaktadır. Weber farkında olmadan kültürel homojenleşmeden ve hiyerarşik değerlerin önemsizleşmesinden bahsetmektedir. Ancak Weber Hindistan, Çin gibi dinî geleneklerine çok bağlı ülkelerin rasyonel düşünceye dayanan bir yaşam tarzını benimsemeyeceklerini ileri sürmüştür.

Proletarya, bireyin bireyi sömürüsüne son verecek şekilde iktidarı ele geçirecek ve böylece ülkelerin birbirlerini sömürmelerine de son verilecektir. Marks’ın küreselleşme ile ilgili ütopik görüşü gerçekleşmemiş olsa da kapitalist üretim ve küresel tüketici kültürü ile ilgili olan görüşleri hâlâ etkileyicidir.

Proletarya, isçi sınıfını tanımlamak için kullanılan sosyolojik bir terimdir. Feodalizmin çözülmesiyle mülksüzleşen insanların, emek gücünü belli bir ücret karşılığında satmaktan başka yaşam seçeneği kalmamasıyla ortaya çıkan, üretimdeki konumları itibariyle belirli bir grup oluşturan kesimin sınıfsal olarak tanımlanmasıdır.

Küreselleşme olgusunun kavranmasına yönelik başlıca katkılar, dünyanın geleceğinitahmin etmeye çalışan toplum bilimcilerden, ekonomistlerden, uluslararası ilişkiler konusunda çalışan bilim adamlarından gelmiştir. Amerikalı fonksiyonalist toplum bilimciler, her toplumun kendi üyeleri tarafından yapılmış rasyonel tercihler sonucunda ortak toplumsal koşullara doğru evrim geçireceğini ileri sürmüşlerdir.

Yeni küreselleşme teorilerine en önemli katkı bir edebiyat ve iletişim teorisyeni olan Mc Luhan’dan gelmiştir. 30 yıl önce formüle edilen görüşleri hâlâ pek çok bilim adamına ilham kaynağı olmaktadır. Mc Luhan’a göre kültürün belirleyici ilkesi, içeriğinden çok iletildiği aracının niteliği ile ilgilidir. Çağdaş medya, duyguları ulaştırmanın pek çok aracına sahiptir ve haberleşme ile ilgili yüksek teknolojileri içermektedir. Teknolojik gelişme düzeyini kriter alarak insanlık tarihini iki kısma ayırmaktadır. İlk kısmı sözlü iletişim ve tekerlek teknolojisine bağlı olan kabile devri olarak isimlendirmektedir. Bu sözlü kültürde insanın deneyimleri kolektiftir ve anında aynı yerde gerçekleşip, tamamlanmak zorundadır. Yazılı metinlere ve mekanik teknolojiye bağımlı olan ikinci kısmı, sanayi devri olarak isimlendirmektedir. Bu yazılı kültürde, insan deneyimi parçalara ayrılmış ve özelleşmiştir.

Merkez-çevre modeli, Wallerstein’ın ortaya attığı bir uluslararası ilişkiler teorisidir. Bu teoriye göre dünya ülkeleri merkez, çevre ve yarı-çevre olarak üç gruptan birinde yer almaktadırlar. Merkezde yer alan ülkeler, sanayisi gelişmiş, hammadde alan ve sanayi ürünü ihraç eden ülkelerdir. Çevre ülkelerse, tam tersine sanayisi gelişmemiş, hammaddesini ihraç ederek, sanayi ürünleri ithal eden fakir ülkelerdir. Yarı-çevre ülkeleriyse iki arada kalmış, her iki taraftan da birkaç özellik taşıyan ülkelerdir.

Küreselleşmenin Dünya Ekonomisine Etkisi

Küresel ekonomiye yön veren ilk gelişme dünyanın dört bir yanının fiziksel olarak birbirine bağlanmasını sağlayan iletişim ve ulaşım teknolojisindeki gelişmelerdir. İkinci gelişme dünyanın geri kalan kısmına göre sanayileşmiş Avrupa toplumları arasında yapılan ticaretteki artıştan kaynaklanmaktadır. Üçüncü gelişme ise gelişmiş Avrupa ülkelerinin sanayileşmemiş ülkelere yapmış olduğu dolaysız yatırımlardan oluşmaktadır.

Dolaysız yatırım, dış ülkelere yapılan yatırım, yabancı tahvil, hisse senetleri, finansman bonosu gibi finansal varlıklar şeklinde olabileceği gibi, fiziki üretim amacına yönelik de olabilir. Finansal varlıklara yapılan yatırımlar mali yatırımlar, portföy yatırımlar veya dolaylı yatırımlar olarak; üretime yönelik yatırımlar da reel yatırımlar ya da dolaysız (doğrudan) yatırımlar olarak adlandırılır.

Ekonomik küreselleşmenin ilk ve hâlâ devam eden nedeni ticari faaliyetlerdir. Birbirinden uzak bölgelerdeki üreticiler ve tüketiciler ticari faaliyetler aracılığı ile ilişki kurmaktadır. Ticari ilişkiler toplumlar arasında karşılıklı bağımlılık ve benzeşme yaratmaktadır. Günümüzde başka bir topluma özgü alışkanlıkları kendine mâl etmiş toplumlar bulunmaktadır, İngilizlerin çay zevki, Güney Asya’daki sömürge döneminden kaynaklanmaktadır. Sömürge dönemi kapansa da kurulan kültürel bağlar varlığını korumaktadır. Bu dönemde kurulan iletişim ve ulaşım altyapısı sayesinde hızla artan ticaret bir ülkeye özgü olanı diğerine taşımaktadır. Ticaret uluslararası ilişkileri arttırmakta, artan uluslararası ilişkiler ise ülke içi ilişkileri değişime zorlamaktadır.

Dış ticaret, ülkeler arasındaki mal ve hizmet değiş tokuşu anlamına gelmektedir. Ticari büyüme iki büyük aşamadan geçmiştir. Bunlardan ilkinde İngiliz hegemonyası, ikincisinde Amerikan hegemonyası hakimdir. Dünya ticaretinde ortaya çıkan hızlı artış 19. yüzyılın son çeyreğinde yaşanmıştır.

Dünya Ekonomik Bunalımı veya Büyük Buhran, 1929 yılında başlayan ve 1930’lu yıllar boyunca devam eden ekonomik buhrana verilen isimdir. Kuzey Amerika ve Avrupa’yı merkez almasına rağmen dünyanın geri kalanında da yıkıcı etkiler yaratmıştır. Büyük Bunalım farklı ülkelerde farklı zamanlarda sona ermiştir.

Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT), uluslararası ticareti, düzenleyen çok taraflı bir anlaşmadır. 1947’de 23 ülke tarafından imzalanan bir anlaşma ile kurulmuştur. 1 Ocak 1948’de de yürürlüğe girmiştir. Kuruluş amacı, ithalat vergilerini azaltmak, uluslararası ticaretin önündeki tüm engelleri kaldırmak ve ticarette ayırımcı uygulamalara son vermektir. 1 Ocak 1995’te, uluslararası ticaretin en etkin kurumu olan Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) dönüşmüştür. Uluslararası Para Fonu ya da daha çok bilinen kısaltmasıyla IMF (International Monetary Fund), küresel finansal düzeni takip etmek, borsa, döviz kurları, ödeme planları gibi konularda denetim ve organizasyon yapmak, aynı zamanda teknik ve finansal destek sağlamak gibi görevleri bulunan uluslararası bir organizasyondur. 1944 yılında ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods’da kurulmuş ve 1947’de fiilen çalışmaya başlamıştır. Dünya Bankası (WB), II. Dünya Savaşı’nın ardından 1945 yılında Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası “International Bank for Reconstruction and Development (IBRD)” adıyla kurulmuş, 1947 yılında Birleşmiş Milletler’in özerk uzman kuruluşlarından biri olma özelliği kazanmıştır.

1980’li yıllarda dünya ticareti rakip ticari bloklar halinde örgütlenmiştir. ASEAN, AB ve NAFTA olarak adlandırılan bu bloklar üyelerinin birbirleri arasında ticari engelleri kaldırırken diğerlerine korumacı politikalar uygulanmasına neden olmuştur. Dünya ticaretinde ortaya çıkan neo-merkantilist uygulamalar küreselleşmenin mantığına aykırı gibi görünmektedir. Ancak küreselleşme ülkeler arasındaki çatışmaların varlığını inkâr etmemektedir.

Uluslararası işbölümü emeğin uluslararasında sosyal dağılımının yaşandığı ve emeğin uluslararasında teknik dağılımının yaşandığı aşama olarak ikiye ayrılmaktadır.

Ülkeler arasındaki keskin ayrım, son yıllara ait üç küresel etkenden dolayı berraklığını kaybetmektedir. İlk olarak sanayileşme çabasındaki bir grup ülkenin bu çabalarında başarılı olarak yeni sanayileşen ülkeler olarak adlandırılan bir grubu oluşturmalarıdır. İkincisi çok uluslu şirketlerin yeni yaklaşımlarıdır. Üretim görevi tüm dünya ülkeleri arasında paylaştırılmaktadır. Bu süreç bazı sınai ürünlerin üretiminin sanayileşmekte olan ülkelere kaydırılmasını içermektedir. Üçüncüsü ise bir grup sanayileşmekte olan ülkenin bir araya gelerek temel maddelerden elde edilen geliri arttıracak şekilde kartelleşmeye gitmeleridir. Bu üç gelişme, emeğin uluslararası iş bölümünün, sosyal iş bölümü yanında teknik iş bölümünü de içerecek şekilde değişmekte olduğunu göstermektedir.

1992 yılında firmalar arasındaki birleşmelerle küreselleşen dört endüstri dalı OECD tarafından aşağıdaki gibi belirlenmiştir:

  • Otomobil Parçaları: Son yirmi yıldır otomobil parçalarının ticaretinin üç misli arttığı hesaplanmıştır.

  • Kimyasallar: AB ve ABD’nin hâkimiyeti altındadır. Diğer endüstrilerden daha düşük düzeyde küreseldir. OECD dışındaki ülkelerin payının küresel üretimin %25’ine ulaşması beklenmektedir.

  • İnşaat: Bölgelere bağımlı bir endüstridir. İnşaatla ilgili üretim faaliyetlerinde AB’nin payı artmakta ve hâkim duruma geçmektedir.

  • Yarı iletkenler hafıza cipleri, mikro işleyiciler ve diğerleri: Bu endüstrideki üretimin yüzde 90’ı, çok uluslu 10 firmanın kontrolü altındadır.

Küreselleşme ile ilgili tartışmaların odak noktası çok uluslu ya da uluslar üstü şirketlerdir. Kapitalizme karşı olanlar için çok uluslu şirketler, sömürünün tüm dünyaya yayılmasının başlıca aracıdırlar. Kapitalizmin yandaşları ise bu şirketleri, yatırımların, teknoloji transferinin ve emek gücünün kalitesindeki artışın en önemli nedeni olarak göstermektedirler. Çok uluslu şirketlere yönelik olumsuz bir görüş ise bu şirketlerin, ulus devletlerin meşrutiyetini ve bağımsızlığını tehdit ettikleri yönündedir. Çok uluslu şirketler, doğrudan yabancı yatırımlara girişen ve üretim faaliyetlerini birden fazla sayıda ülkede gerçekleştiren şirketler olarak tanımlanmaktadır. Ancak söz konusu tanım çok genel bir tanımdır. Çok uluslu şirketler çeşitli kriterler açısından birbirlerinden farklı olabilirler.

Küreselleşmenin önemli bir aracı olan çok uluslu şirketler de zaman içinde evrim geçirmiştir. Gelişmelerinin seyri Dunning tarafından aşağıdaki aşamalarla ifade edilmektedir:

  • Merkantilist kapitalizm ve sömürgecilik (1500-1800)

  • Girişimci ve finansal kapitalizm (1800-75)

  • Uluslararası kapitalizm (1875-1945)

  • Çok uluslu kapitalizm (1945-60)

  • Küreselleşen kapitalizm (1960-1990)

  • yüzyılın başında Amerikan sanayi Fordizm adıyla büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Fordizm, Henry Ford’un öncülüğünde gelişen bir sistemdir. Geçen yüzyılın en baskın olarak kullanılan yöntemidir. 1920’li yılların başında uygulamaya konan yöntem, vasıfsız işçilerin bir üretim bandı oluşturduğu, kitle üretimi ve kitle tüketimi üzerine kurulu bir sistemdir. Her bir işçi üretim bandında çok küçük ve vasıfsız bir işle görevlendirilmiş olup, bütünün ne olduğu konusunda bilgisizdirler. Fordizmin özellikleri;

  • Üretimin standartlaştırılması

  • Otomasyon yoluyla kitlesel üretim yapılması

  • Sosyal refah devletinin düzenleyici ve kontrol edici rolü

  • Üretimde merkezi örgütlenme ve Taylorist yönetim anlayışı

  • Kalifiye düzeyi düşük işçilerin büyük ölçekli işletmelerde yoğunlaşması.

Japonya’nın sınai başarısındaki kritik nokta yönetme becerisinde kaydedilen gelişmelerdir. Bu yönetim beceresinde Japon çok uluslu şirketleri aracılığıyla dünyaya yayılmıştır. Kitle iletişim araçlarının yayınları, üniversitelerde Japon başarısının incelenmesine yönelik araştırmalar, basılan kitaplar bu kültürün tüm dünyaya yayılmasında aracı olmuştur. Japon yönetim anlayışının özellikleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır.

  • Stratejik yönetim

  • Tam zamanında üretim (JIT)

  • Toplam kalite yönetimi

  • Takım çalışması

  • Yönetimin âdemi merkezîleşmesi

  • Sayısal anlamda esnek istihdam

  • Fonksiyonel anlamda esnek istihdam

Ekonomik yaşamın en fazla küreselleşen boyutu paranın alınıp satıldığı sermaye piyasalarıdır. Gilpin uluslararası finansal piyasaların gelişiminde üç tarihsel asamadan söz etmektedir:

  • 1870-1914: İngiltere’nin en önemli sermaye ihracatçısı olduğu yıllardır.

  • 1920-1939: I. Dünya Savaşı, Avrupalı devletlerin deniz aşarı yatırımları finanse etmesini gerektirmiştir. Bu dönemde ABD ekonomik güç olarak ortaya çıkmıştır.

  • 1947-1985: New York uluslararası finansal merkez hâline gelmiştir.

Finansal piyasaların küreselleşmesi hem devletleri hem de bireyleri etkilemektedir. Bankacılık hizmetleri yer ve zaman kısıtlamalarından bağımsız hâle gelirken yeni teknolojinin sağladığı olanaklar herkese açık hâle gelmektedir. Finansal piyasaların küreselleşmesinin küresel kültür ve bilinç yaratmadaki katkısı yüksektir.

Ekonomik hayatın küresel güçlere en fazla karşı koyan boyutu emek piyasalarıdır. Diğer üretim faktörleri hızla küreselleşirken emek giderek ülke sınırları içinde hapis olmaktadır. Bunun önemli bir nedeni iş olanaklarının ve kamu hizmetlerinin kısıtlı olması nedeniyle devletlerin göç olgusuna sıcak bakmamalarıdır. Ancak göç serbest bırakılsa bile insanların çoğu alışageldikleri yerleri, akrabalarını, kültürel bağlarını kolay kolay terk etmemektedir.

Küreselleşmenin en erken aşamalarında çok büyük emek göçü yaşanmıştır.

Küreselleşme gerçekleştikçe kapitalist sınıf, uluslararası bir sınıfa dönüşmektedir. Kapitalist sınıfın uluslararasılaşması üç aşamadan geçmiştir.

  • Uluslararası sınıf bilinci geliştirilmiştir. Uluslararası hukuk kavramları ve dünya devletine olan gereksinim artmıştır.

  • Uluslararası düzeyde devlete benzeyen bir kontrol kurumu geliştirilmiştir. Bu kurum Amerika’nın askerî gücü ile desteklenen Birleşmiş Milletler organizasyonu ile ifadesini bulmuştur. Böylece dünya kapitalizm için güvenli bir yer hâline getirilmektedir.

  • Uluslararası ekonomik alanın sınırlarını çizebilmek için emek toplumsallaştırılmıştır. Ticaret, yatırım ve üretim politikaları aracılığı ile dünya sömüren ve sömürülen ülkeler olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.

Dünya üzerindeki ekonomik kademeleşmenin ortadan kalktığı düşünülmemelidir. Günümüzün kademeleşmesi üretim ilişkilerinden ziyade tüketim olanakları temel alınarak gerçekleştirilmektedir.

Ekonominin finansal piyasalar ve organizasyon ideolojisinin oluşması ile ilgili alanları en hızlı küreselleşen kesimlerdir. Emek piyasasında ise küresel eğilimler baskı altındadır. Maddi ilişkiler yereldir ve güç ilişkileri uluslararasıdır. Sembolik ilişkiler küreseldir. Toplumsal ilişkiler maddi ilişkilerden, güç ilişkilerine daha sembolik ilişkilere doğru bir evrim geçirmiştir. 1970’li yıllardan beri dünya üçüncü bir aşamaya geçmiştir. Bu dünyanın sanal piyasaları devlet kontrolünden kaçabilmektir. Ekonomik üretim birimi küçülmekte, ürerim bireysel bir hale gelmektedir. Kültürel küresel ekonomik yaşamın en önemli sektörleri; kitlesel medya, eğlence sanayi ve sanayi ötesi hizmet sektörleridir.

Küreselleşmenin Dinamiği Kapitalizmin Yayılması ve Sonuçları

Dünyadaki en tartışmalı konulardan birisi de küreselleşmedir.

Küreselleşme, çağdaşlaşma ve gelişme demektir ve mutlaka desteklenmesi gerekir. Bu görüşü savunanlara göre öncelikle küreselleşme dünya kaynaklarının en akılcı ve verimli biçimde kullanımına olanak vermekte ve iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesine yol açarak dünya ticaretini arttırmaktadır. Diğer bir olumlu tarafı ise Batı barışının kurulmasına yol açarak çatışmaların engellenmesidir. Bu görüşün tam zıddını savunanların tezine göre ise küreselleşme emperyalizmin XXI. yüzyıl başındaki adıdır ve mutlaka engellenmesi gerekir. Tıpkı XIX. yüzyılda olduğu gibi açık kapı, serbest ticaret politikasını tüm dünyaya dayatarak fakir ülkeleri Batı devletlerine yem yapmaktadır. Bu nedenle dünya gelir dağılımı korkunç derecede bozulmuştur.

Küreselleşme tartışmalı bir kavramdır. Bilim adamları arasında fikir birliğine varılmış bir tanım yoktur. Farklı bakış açılarına göre olumlu ve olumsuz bir değerlendirme süreci ile yakından ilgilidir.

Küreselleşme Batının altyapısı ve üst yapısı ile tüm dünyaya yayılmasıdır.

Birinci küreselleşme olarak adlandırılan dönem, Batı Avrupa’da burjuvazi ile kralın işbirliği içine girerek feodal beyleri ortadan kaldırması ve mutlakiyetçi krallıkları kurması ile gerçekleşmiştir. Böylece hem pazar genişlemiş hem de pazar içinde tek bir hukuk uygulandığından ticaret kolaylaşmıştır.

İkinci küreselleşme olarak adlandırılan dönem, burjuvazinin sonunda kralını kesecek kadar yükselmesine (1789) ve dünyanın en büyük devrimini yani sanayi devrimini yapmasına yol açmıştır. Bu devrim sayesinde XIX. yüzyılda Batının uluslararası şirketleri tüm dünyayı etkileri altına alıp köreltebilmişlerdir.

Çağımızda üçüncü küreselleşmenin hızını arttıran çok önemli üç gelişme yaşanmaktadır.

  • 1970’lerde çok uluslu şirketlerin dünya ekonomisini denetim altına almaları

  • 1980’lerde Batının optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayarlar, internet gibi teknolojik buluşları devreye sokarak yarattığı ve kültürünü yaymakta kullandığı iletişim devrimi

  • 1990’larda SSCB’nin dağılması sonucu güç dengesinin ortadan kalkması ve Batının yeniden rakipsiz güç odağı konumuna gelmesi.

Her üç küreselleşme de Batının yayılmasıdır.

1890’lı yıllarda dünyada üç önemli özellik bulunmaktadır. Bunlar;

  • Sermayenin tekelleşmesi ve yayılması

  • İşsizlik ve yoksullaşma

  • Alternatif ideoloji yokluğu.

Birinci küreselleşme Batı ekonomisi, feodalizmden ticaret kapitalizmine geçerken, ikinci ve üçüncü küreselleşmeler de Batı ekonomisi, milli kapitalizmden uluslararası kapitalizme atlarken oluşmuş olgulardır.

Demek ki küreselleşme üretim biçimi değişikliğinin sonucudur. Üretim biçimi değişiklikleri durdurulamaz. Üstelik ikinci küreselleşme sermayenin yanı sıra emek faktörünü de güçlendirdiği hâlde üçüncü küreselleşmede böyle olmamaktadır. Yalnızca sermaye güçlenmiş emek zayıflamıştır. Emeğin zayıflama nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  • Bilgi toplumunda kol emeği başta olmak üzere genel anlamda emeğe olan talep azalmaktadır. Piyasadaki önemi ve pazarlık gücü azalmıştır.

  • Sermaye dünya çapında hareketlilik kazanırken emek lokalize olmaktadır. Hem göç olanakları kısıtlanmıştır. Hem de sermaye işçinin ucuz olduğu yere kendisi gidebilmektedir. Fabrikasını götürmektedir.

  • İşçi sınıfının bilinci zayıflamıştır. Dizüstü bilgisayarlar nedeniyle eve iş verilmektedir. Bu yüzden emekçiler fabrikalarda bir araya gelememektedir.

  • SSCB’nin dağılması ile emekçi ideolojisi büyük darbe görmüştür.