DÜNYA EKONOMİSİ - Ünite 2: Temel Kaynaklar: Yiyecek, Enerji, Endüstriyel Ham Madde ve Çevre Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Temel Kaynaklar: Yiyecek, Enerji, Endüstriyel Ham Madde ve Çevre

Ünite 2: Temel Kaynaklar: Yiyecek, Enerji, Endüstriyel Ham Madde ve Çevre

Giriş

Nüfus artışı ve sanayileşme mevcut kaynaklar üzerinde baskılara neden olmaktadır. Kaynak kullanımlarındaki artışlar çevremiz üzerinde olumsuz etkilere sebep olmaktadır. Kirlilik değerli kaynakları harcadığı gibi atmosferi ve suyu da zehirlemektedir. Bazı problemleri giderecek olan çözümlerin maliyeti yüksek olmakla birlikte geleceğin yaşanabilir dünyasında bu çözümler gereklidir.

Kaynaklar Üzerinde Büyüyen Baskılar

Nüfus artışı kaynak kullanımını artırmaktadır. Bu durum ise yeni kaynak ihtiyacını doğurmaktadır. İktisadi gelişmeye bağlı olarak hammadde, yiyecek, enerji açıklarının artması 21. yüzyılda en önemli problemlerinden biridir.

Ekonomik faaliyet düzeyindeki değişmeler, nüfus artışı ile kaynak kullanımı arasındaki ilişkinin analizini zorlaştırır. Bu değişmeler kamuoyunun bu sorunları algılamasındaki karmaşaya yol açar ve devletin bu sorunlara çözüm olarak getireceği önerileri de zayıflatır. Ekonomik döngülerden refah dönemlerinde tüketim artışı olur. Bu artış fiziki kaynakların mevcut arzının azalmasına ve çevresel baskıların artmasına neden olur. Çeşitli ekonomik durgunluk dönemlerine bakıldığında temel mallara olan talebin azaldığı, bu nedenle de bu malların fiyatlarının düştüğü ve kıtlık sorunlarında bir azalmaya yol açtığı gözlenir.

Bir kaynağın neyin oluşturduğu konusundaki anlayışı teknolojik gelişme değiştirir. Kaynak kavramı, insanların ihtiyaçları olduğu zaman alıp kullanabilecek yararlı ve gerekli her şeyi ifade eder. Bu belirli ya da sabit bir şeyi kaynak olarak belirtmektedir. Bir kaynağın kaynak olarak nitelenebilmesi ancak insanlar tarafından keşfedilmesi ile gerçekleşir. Kaynak olarak sınıflandırılan şeyler anlayışa veya yeni teknolojiye, hatta yüksek fiyatların sömürülmesini muhtemelen hale getirmesine göre değişebilir.

Belirli bir teknoloji seviyesinde, doğal kaynakların elde edilmesi ve artırılması mümkündür. Ancak bu kaynaklar sınırsız ve sonsuz değildir.

Teknoloji etkisiyle artırılabilecek doğal kaynaklar yenilenebilir kaynaklardır. Bu kaynaklar aynı zamanda kendini çoğaltabilir ya da insanlar tarafından çoğaltılabilir. Bunlar ormanlar, balıklar, hayvanlar gibi canlı kaynaklardır. Kendini yenileyemeyen doğal kaynaklara mineraller örnek olarak verilebilir. Akarsu, rüzgâr, okyanus dalgaları ve sular, ışınlar ve bunlar gibi kaynaklar akışkan kaynaklar sınıfına girerler. Genelde bunlar tükenmezler fakat bulunduklarında kullanılırlar.

Dünya kaynaklarının gelecek nesillere yetip yetmeyeceği tartışmalı bir konudur. Kaynaklara ihtiyacı olanlar ile kaynaklara sahip olanlar dünyanın farklı bölgelerinde yaşamaktadırlar. Dünyanın en verimli topraklarına sabit nüfuslu ülkeler sahiptir. Birçok ülke kendilerini besleyecek kapasiteye sahip değildir. Aynı zamanda kaynaklara sahip gelişmemiş ülkelerin kaynaklarını (temel hammadde rezervleri) gelişmiş ülkeler kontrol etmektedirler. Kaynağa sahip olamayan ülkeler bu temel kaynakların ithalatından mahrum edilmemek için tehlikeli bazı politik risklere katlanmaktadırlar.

Kaynaklarla ilgili bir diğer problem ise mevcut rezervlerin tahmininde sağlıklı bilgilerin edinilememesidir.

Global ekonomide mal ve hizmet üretmek için yeraltından elde edilen doğal kaynakların miktarı her geçen gün artmaktadır.

Doğal kaynaklar, yıllara göre bakıldığında rezervlerin giderek azaldığı söylenebilir. Sahip olduğumuz ekonomik sistem ve anlayışla kaynakların uzun süre dayanamayacağı açıktır.

Yiyecek (Besin) Kaynağı (Arzı)

Malthus, halkın gıda malı ihtiyaçları ile toprağın bu ihtiyaçları karşılayamayacağını tahmin ediyordu. Kıtlık nedeniyle sosyal dokunun parçalanabileceğinden korkmaktaydı.

Üç temel gelişme İngiliz halkını Malthus’un kehanetinden kurtarmıştır. Bunların ilki göçler, ikincisi tarım üretimindeki ilerlemeler ve üçüncüsü ise Sanayi Devrim’inin İngiltere’de başlamış olmasıdır.

Günümüzdeki duruma bakıldığında nüfus-gıda sorununda iki zıt gelişme mevcuttur. Ekilebilir toprak alanları erozyon ve kentleşme nedeniyle azalırken, teknolojik gelişmeler de birikim başına fiziksel kaynakların verimliliğini artırarak yiyecek üretiminin yeterliliğini arttırmaktadır.

Yiyecek üretimi yetersiz ülkeler iki ana gruba ayrılır. Birinci grup, Orta Asya’da petrol ihraç eden ülkeler ile Pasifik kıyısındaki ülkelerdir. Bu ülkeler yetersiz yiyecek üretimini petrol ve sınai ürün ihraç ederek, gerekli olan yiyecek maddelerinin ithalatını yaparak gidermektedir. Diğer grup ise Afrika Kıtasında, Güney Asya ve Latin Amerika’da gerekli olan yiyecek ihtiyaçlarını satın alamayacak kadar fakir ve az gelişmiş olan ülkelerdir.

Dünyanın yiyecek arzının %99’u tarımdan, %0,7’si ise denizden elde edilmektedir. Bugün dünyadaki toprakların sadece %36’sı yiyecek üretimi için kullanılabilmektedir. Bu oranın üçte ikisi otlaklar ve %11’lik kısmı orman alanlarıdır. İşlenebilir tarlalar çoğunlukla Asya, Kuzey Amerika ve Doğu Avrupa’dadır.

İnsan ve hayvan beslenmesinde asıl yükü buğday, mısır ve pirinç gibi tahıllar büyük bir yer taşımaktadır.

Dünya tarım üretimi artışı için iki temel kaynak, ekili alanları genişletmek ve hektar başına üretimi artırmaktır.

Tarımda daha fazla yiyecek arzı için en iyi umut, ekili alanları genişletmek değil, var olan alanlarda verimi artırmak olmalıdır. Bunun için hektar başına daha fazla emek ve sermaye uygulamak gerekir. Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya’daki teknolojik ilerlemeler bu yöndedir. Teknolojiden iki şekilde yararlanılır. Bunlar mekanizasyon ve geliştirilmiş ürün çeşitleri yani daha verimli tohum ve gübrelerdir.

Diğer bir yiyecek arzı kaynağı denizlerdir. Denizlerden sağlanan yiyecek arzı Japonya, Çin, Norveç, İzlanda gibi ülkeler için oldukça önemlidir. Ancak açık denizlerdeki aşırı avlanmalar sorun oluşturmaktadır.

  1. yüzyılda yiyecek taleplerinin büyük kısmı hızla nüfusları artan az gelişmiş ülkelerden gelmektedir. Bu talep artışının iki kaynağı vardır. Bunlar beslenecek insan sayısındaki artış, nüfus başına düşen tüketimi besleyecek gelir artışlarıdır.

Yiyecek arzı ile ilgili bir diğer sorunda iklim değişmeleridir. Fosil yakıtların yanması, CO2 artışı ve diğer kimyasalların güneş ışınlarını toplayarak global ısınmaya yol açması sera etkisini artırmakta bunun neticesinde yiyecek arzının maliyetini artıracağı düşünülmektedir.

Dünyada son dönemlerde gıda alanı ile ilgili sorunlar gündemi işgal etmektedir. Bu yönüyle yeterli ve dengeli beslenme sürecinde gıda güvenliği, gıda güvenilirliği, gıda savunması, gıda stokları, tarımsal yapı ve ham madde kaynaklarının maliyeti, tarımsal ürünlerin alternatif kullanım alanları, çevre kirliliği ve çevrenin korunması gibi konular ön plana çıkmıştır.

Dünya gıda arzı ve talebindeki dalgalanmaların temel nedenlerini doğal nedenler ve iklim değişikliği, enerji kaynakları ve girdi kaynaklarındaki fiyat artışları, nüfus artışı, gıda ürünlerinin alternatif kullanım alanlarının gelişmesinde aramak mümkündür.

Bugün dünyanın yaklaşık %10’u şiddetli beslenme sorunu yaşamaktadır. Özellikle yiyecek arzı bakımından birçok ülke 20 yıl öncesinin altına düşmüştür.

Açlığın temel sebebi kuraklık değil, fakirliktir. Dünya genel olarak yeterli yiyecek arzına sahiptir. Bu arzı satın alabilecek güce sahip olan Japonya, diğer Asya ülkeleri ve bazı Avrupa ülkeleri iyi beslenebilmektedir.

Açlığı çözebilmek için birçok ülke dış yardıma muhtaç durumdadır. Verilen yardımlar büyük ölçüde ithalat yapma koşullarına bağlıdır. Dış yardıma bel bağlayan ülkeler için bu kapı dört sebepten ötürü hızla kapanmaktadır. Bunlar;

  • Soğuk savaşın bitmesiyle Afrika’da yandaş hükümet bulmak ihtiyacı, dolayısıyla yardım sebepleri ortadan kalktı.

  • Doğu Avrupa, Çin, Vietnam, Filistin gibi Batı için daha önemli yardım alanları çıktı.

  • Yardım veren ülkelerin kamu bütçeleri zayıfladı, yardım kapasiteleri azaldı.

  • ABD, Uluslararası Gelişme Örgütü, IMF, Dünya Bankası gibi yardım kuruluşları yardım bütçelerini daralttılar. IMF son yıllarda yardımlarını giderek daha fazla başarı kriterine göre vermeye başlamıştır.

Dünya ekonomisinin küresel kriz sırasında bir taraftan gittikçe fakirleşen ülkeler, diğer taraftan da gittikçe katlanan borç yükünü karşılamak için zengin ülkelerin satın aldıkları ürünleri yok pahasına çalışarak üreten bağımlılık ilişkisine giren ülkeler hızla artmaktadır.

Dünyanın genel sorunu kıtlıktan çok açlık sorunudur. Bu bir dünya problemidir. Açlık nedeniyle, çocuk ölümleri artmakta, zihinsel gelişmeyi olumsuz etkilemektedir.

Enerji Kaynakları

Sanayileşmiş ülkeler yenilenmeyen kaynakları hızla tüketmektedirler. Bu nedenle en önemli sorun sanayileşmiş ülkelere kaynakların yetip yetmeyeceğidir. Özellikle ABD, Batı Avrupa, Japonya, yakın zamanlarda Pasifik kıyısında ve Latin Amerika’da yeni sanayileşen ülkelerin global kaynak tüketimleri hızla artmaktadır. Eğer dünyanın tamamı nüfus başına kaynak tüketiminde ABD düzeyine ulaşırsa, önemli ölçüde kaynak talebi yükselecektir.

Çevreciler, nüfus arttıkça kaynak arzında sorun doğacağını savunurlar. Ekonomistler ise dünya kaynaklarının nicelik olarak sabit olmadığını, kaynak azalırsa fiyatının artıp tüketiminin azalacağını, bu nedenle de fiyat artışını, ürün temini ve eş değer ürünlerin araştırılmasını teşvik edeceğini savunmaktadır.

1970’lerde petrol krizi ile OPEC’in 1973 sonlarında petrol arzı ve fiyatını belirleme olanağı, enerjinin geleceği hakkındaki iyimserliği ortadan kaldırmıştır.

Temel enerji kaynaklarından petrol ve doğalgaz yakıt ve hammadde olarak kömürden daha çok talep görmüştür. Çünkü depolanabilme ve nakledilme kolaylığı, yüksek kalori içeriği ve tamamının yanması avantajlarıdır.

Bugün çıkarılan ham petrolün tamamı kullanılmakta olup, birçok petrokimyasal ürüne kaynak teşkil etmektedir. Doğalgazda aynı şekilde kullanım alanına sahiptir. Günümüzde modern sanayi şehirleri bu çok yönlü yakıtlara bağımlı hale gelmişlerdir.

Petrol rezervlerinin dünyadaki dağılımı eşit değildir. Petrol rezervleri çoğunlukla OPEC üyelerinde Orta Doğu’da, Kuzey ve Batı Afrika’da, Güney Afrika’da ve Güney Amerika’da Venezüella ve Ekvatorda bulunmaktadır.

Dünya petrol arzı üzerindeki baskılar doğalgaz üretimi ile azaltılabilir. Doğalgaz rezervleri son yıllarda hızla artmakta, sanayileşmiş ülkelerde kullanımı yaygın iken, az gelişmiş ülkelerde kullanımı henüz çok fazla yaygınlaşmamıştır.

Dünya üzerinde gerekli olan enerji kaynağını sağlamada kullanılan diğer bir fosil yakıt olarak kömür, son yıllarda petrol ve doğalgazın gerisinde, ikinci planda kalmıştır. Kömür Sanayi Devrimine öncülük etmiştir.

Geleneksel enerji çeşitleri içinde en istikrarlı talep artışı elektriktedir. Elektriğin çok yönlü ve esnek olması ona ideal bir özellik kazandırmıştır. Elektrik türemiş bir enerji kaynağıdır. Bu enerji kaynağı petrol, doğalgaz, kömür, su gibi temel kaynaklardan türetilmekle birlikte önemli rizikolarına rağmen nükleer füzyondan yararlanma son yıllarda giderek artmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde ise ticari olmayan enerji kaynakları aşırı ilgi görmektedir.

Daralan enerji kaynağı arzı, fiyatlar üzerinde etkilidir. Kısa dönemde gelişmiş ülkelerde enerji talebinin fiyat esnekliği düşüktür. Yüksek enerji fiyatları ekonomik durgunluğu hızlandırır. Uzun dönemde enerji talebinin fiyat esnekliği yüksek olabilir.

Yüksek enerji fiyatlarından az enerji kullanan teknolojilerle korunabilen ülkelerde ekonomik büyüme etkilenmezken, az gelişmiş ülkelerde önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Özellikle gelişme sürecinde enerji talebinin arttığı düşünülürse, azgelişmiş ülkelerde ekonomik durgunluk ve daha yavaş büyüme kaçınılmaz bir sondur.

Bilinen petrol rezervlerinin büyük kısmının çok dar alanda, Kafkaslar ve Orta Doğu’da toplanmış olması sebebiyle petrol üretiminin bulunduğumuz yüzyılda da önemli olacağı ifade edilmektedir. Bu bölgelerdeki siyasal belirsizlik birincil enerji kaynağı petrolün geleceği üzerindeki kaygıları artırmaktadır.

Doğalgaz kaynaklarının rezervlerinin de Orta Asya ve Orta Doğu’da olması, petrolde duyulan kaygıların aynısı çağrıştırmaktadır.

Fosil yakıt olarak dünyada bol miktarda bulunan kömür rezervlerinin 210 yıl kadar daha yeteceği tahmin edilmektedir. Orta Asya, Avrupa, Avusturalya, Kuzey ABD ve Çin büyük kömür rezervlerine sahiptir. Doğal çevreye zararı ve taşıma maliyetlerinin fazla olması, kömürün diğer enerji kaynaklarına göre önemli dezavantajlarıdır.

Nükleer Füzyon’un tükenmesi, uranyum kaynaklarının sınırlılığı sebebiyle mevcut teknolojilerle bu yüzyılın sonuna ulaşılması mümkün görülmemektedir. Uranyumun ayrıştırılması, öğütülmesi, uranyum gazına dönüştürülüp zenginleştirilmesi gerekir. Ancak bu zenginleştirmeden sonra yakıt olarak kullanılmaktadır. Su gücü potansiyellerinin çoğunun tükenişi ile hidroelektrik enerjinin geleceği sınırlıdır ve bu kaynakların bu potansiyeli kullanmayan üçüncü dünya ülkelerinde yoğunlaşması enerji kaynağının geleceği için iyimser bir durum ortaya koyulmasını engellemektedir.

Endüstriyel Ham maddeler

Yenilenemeyen kaynakların bir türü olan endüstriyel malzemeler bütün sektörler için vazgeçilmezdir. Bazı malzemelerin ikamesi mümkünken, bazılarının mümkün olmayabilir. Bu nedenle mevcut metal kaynakları son derece önemlidir. Ancak bazı metallerin rezervleri hal çok bolken, bazı metal kaynakları sürekli azalmaktadır. Bunlar bakır, kurşun, çinko, nikel, cıva, manganez, altın, gümüş, kalay gibi metallerdir.

Her endüstriyel ham madde kaynağının bir sınırı vardır. Bu hammadde kaynaklarına olan talep artışı da hızla artmaktadır. Azalan kaynak rezervleri nedeniyle kaynakların fiyatları ileride yükselecektir.

Doğal kaynakların tükenmesi ekonomik büyümenin sınırlarını algılamamıza yardımcı olur. İlk olarak insanlık ve dünyanın içinde bulunduğu koşulların köklü bir şekilde düzeltilmesinin sadece dünya çapında uzun dönemdeki iş birlikleri ile mümkündür. İkinci olarak, vaktinde önlem almamanın maliyetinin ekonomik ve politik olarak değil, insanın ıstırap çekmesi açısından ileride daha büyük sorunların olacağını hatırlatmaktadır.

Çevre

Modern yaşamın yaygınlaşması birçok yeni problemlere yol açmıştır. Ortak mal olarak kullanılan çevre sahipsiz değildir.

Çevre sorunları daha önceleri yerel ve ulusal bir sorun iken günümüzde küresel bir boyut kazanmıştır. Karbon gazının yayılması, nükleer santralların güvenliği, bulaşıcı hastalıkların artması gibi sorunlar uluslararası sorun haline gelmiştir.

Çevredeki bozulma ve tüketimin hızı, boyutları ve nedenleri çevre politikalarının ekonomik politikalarla birlikte örtüşmesini gerektirmektedir.

Son 25-30 yıl içerisinde teknolojik yenilikler hız kazanmış olması çevre koşullarını etkilemiştir. Ancak bu üretim faaliyetleri aşırı ham madde tüketimine ve oluşan atıklar ise çevre sorunlarına neden olmaktadır. Ayrıca eko sistem de giderek tahrip olmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde çevre bilinci daha belirgin ve sınırlı bir bölgede söz konusudur. Az gelişmiş ülkelerde ise çevre için kaynak ayrılması söz konusu olamamaktadır.

Kirlilik çok yönlü bir sorundur. Kirlilik havayı, suyu tehdit etmekte ve kaynak israfına neden olmaktadır. Kaynak kullanımının nüfus artışını aştığı bir ortamda kirlilik oranı hızlı bir yükseliş göstermektedir.

Hava kirliliği, atık gazlar ve katı parçaların atmosfere atılması ile oluşmakta ve yaşamı tehdit etmektedir.

Hava kirliliği yoğun enerji tüketiminin sonucudur. Karbon monoksit, sülfür dioksit, kül uçuran kâğıt fabrikaları, petrol rafinerileri, kimyasal tesisler kirlilik kaynaklarıdır.

Havayı kirleten her bir unsur insan sağlığını olumsuz etkilemekte, biyolojik çeşitlilik yok olmakta, sular giderek kirlenmektedir.

Tatlı su da tükenen kaynaklardan biridir. Orman tahribatı, kentleşme, çiftçilik, madencilik, kâğıt endüstrisi su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır.

Ozon tabakası dünyayı örten örtüdür. Ortadan kalkması canlıların yok olması anlamına gelir.

Başta CO2 olmak üzere sera etkisini artıran gazlar dünyanın ısısını her geçen gün artırmaktadır.

Küresel ısınma öncelikle buzulların erimesine ve deniz seviyesinin yükselmesine neden olmaktadır. Bunun neticesinde kutupların ılımanlaşması, ekvator bölgesinin çölleşmesi ile karşı karşıya kalınacaktır. Bu durumda biyolojik çeşitlilik azalacak ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olacaktır.

Sera gazının emisyon yoğunluğunu azaltmak zengin ve fakir ülkelerde birtakım tedbirlerin uygulanması gerekmektedir.

Global çevre sorunları sınır tanımamakta, bütün dünyayı etkileyerek, kalkınmanın sürdürülebilirliğini tehlikeye sokmaktadır. Tüm dünya gelecek nesillerin yaşamını tehlikeye atmadan kalkınmak zorundadır.

Bununla beraber sürdürülebilir kalkınma modeli şu amaçları da içermelidir;

  • Temel ekolojik dengelerin korunması,

  • Ekosistemlerin korunması,

  • Kirletmeyi minimize edici teknoloji geliştirerek ve kullanarak Çevresel Etki Değerlendirme yöntemiyle insan faaliyetlerinin çevresel sonuçlarını belirleyerek önlemler alınması,

  • Üretim girdileri ve ürün fiyatlandırmasını uygun olarak yaparak, çevre korumacılığını özendirmek,

  • Global ve ulusal ölçekte iklim değişiminin dengelenmesi,

  • Tarımsal etkinliklerde kirlenmenin önlenmesi ve toprağın korunması gibi önlemlerin alınması,

  • Enerjiyi minimize edecek teknolojilerin üretim ve tüketim alanlarında kullandıracak ulusal plan ve programların yapılması,

  • Dünyanın biyolojik çeşitliliğin korunması,

  • Doğal kaynak israfına son verilmesi.

Gelişmiş ülkeler sürdürülebilir kalkınmanın yerleştirilmesinde önemli sorumlulukları vardır.

Sürdürülebilir Kalkınma Modelinin mevcut doğal kaynakların ve çevresel kapasitelerin rasyonel bir şekilde yönetilmesi ve daha önce önemsenmeyerek yanlış kullanımdan dolayı bozulan ve kirletilen çevrenin ekonomi ile uyumlaştırılması ve zenginleştirilerek değerlendirilmesi ile sağlanabileceği kabul edilmektedir.

Sürdürülebilir Kalkınma Modelinin gerçekleştirilmesi uluslararası işbirliğine bağlıdır. Bu işbirliğinin taraflarca yararlı olabilmesi için ilk olarak ekosistemlerinin sürdürülebilirliğinin garanti altına alınması gerekir. İkincisi ise bir değişim ilişkisinde tarafların bu alışverişinde adil olunduğuna kanaat getirmeleri gerekir.

Bu bağlamda, gelişmiş ülkelerin aşırı israfına son vererek, az gelişmiş ülkelerin nüfus artışını planlayarak, kalkınma hızında istikrarı sağlayarak, temiz teknolojilerin yaygınlaştırılması gerekmektedir.

Diğer yandan insanların, ekosistemle uyumlu bir yaşam biçiminin ortaya konması gerekmektedir.

Sürdürülebilir kalkınma anlayışı dünya sistemlerinin yapısını, işlevlerini ve çeşitliliğini korumayı düşünen eylemler gerektirir. Bunun sağlanabilmesi için aşağıdaki etkinliklerin yapılması gerekir;

  • Yaşam destek sistemlerinin korunması,

  • Biyolojik çeşitliliğin korunması,

  • Yenilebilir kaynakların kullanımının sürdürülebilir olmasının sağlanması,

  • Yenilemez kaynakların kullanım ömrünün uzatılması,

  • Dünyanın taşıma kapasitesi içinde kalmak.

Günümüzde “ekonomi” ekosistemi de kapsayan büyük ve esas sistem olarak kabul edilmektedir. Daha yeni ve modern görüşlere göre ise ekosistem ekonomiyi de içine alan aktivitelerin yürütülmesi gerektiğini savunmaktadır. Ekonomik sistemin ekosistemin bir alt parçası olduğu kabul edilmekte ve ekonomik büyümenin ekosistemin sürdürülebilirliği ölçeğinde yürütülmesi gerekir.

Ekonomik büyüme özünde doğal olan sermayeyi alarak insan eliyle inşa edilen sermaye, mal ve hizmetlere çevirir.

Kitabımızda Tablo 2.1’e zayıf sürdürülebilirlik anlayışına bakıldığında doğal sermaye tüketilebilir ancak bunun yerine insan eliyle inşa edilen sermayenin gelmesi gerekir.

Güçlü sürdürülebilirlik anlayışında ise toplam sermaye sabit kalmakta, yani doğal ve insan yapımı sermaye birleşimi değişmiş ve bu durumun sürdürülebilirliği tartışılır olmuştur. Kısaca, doğal ve insan yapımı sermaye birbirinin ikamesi görülerek yürütülecek olan ekonomik sistemler zayıf, çok zayıf belki de imkânsız sürdürülebilirliğe sahip olacaktır.

Doğanın gelecek kuşaklara yeni bir bilinç ile doğanın korunması gerektiği anlatılmalıdır. Yeryüzündeki her kuşağın en önemli sorumluluğu; hayatı, doğanın dengesini ve insanlığın evrimini olumsuz etkileyen her türlü teknolojik değişimi gelecek kuşakların haklarını korumak için akıllıca ve sürekli olarak gözetim altında tutmaktır.