DÜNYA EKONOMİSİ - Ünite 4: Gelişmekte Olan Ülkeler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Gelişmekte Olan Ülkeler

Giriş

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Sanayi Devrimini yaşayan Avrupa kaynaklı toplumlar bu devrimi yaşamakta geç kalan tarımsal ülke ekonomileri ile aradaki farkı katlayarak açmaktadır. Teknoloji üretme gücüne sahip gelişmiş ülkeler I. Dünya Savaşından 1990’lı yıllara kadar iki alternatif ekonomik sisteme bağlı olarak gelişmelerini sürdürmüşlerdir. Kapitalizmi benimseyen ülkeler “Zenginler Kulübü, Sanayileşmiş Ülkeler, Batı Bloku gibi isimler almıştır. Sosyalizmi benimseyen ülkeler ise II. Dünya Ülkeleri, Demir Perde, Doğu Bloku gibi isimler almıştır. II. Dünya Savaşından sonra iki blok arasında şiddetli tartışmalar yaşanmış, 1991 yılında Doğu Bloku çözülmüştür. 1990 yılından sonra başlayan teknoloji üretme rekabeti, kapitalizmi veya sosyalizmi benimseyen çevre ülkeleri ortaya çıkarmıştır. Çevre ülkeler teknoloji üretemeyen ya da çok kısıtlı olarak üreten ülkelerdir. Bu gruba Üçüncü Dünya Ülkeleri, Bağlantısızlar, Gelişmekte Olan Ülkeler, Azgelişmiş Ülkeler gibi isimler verilmiştir.

Geri Kalmışlığın Belirtileri Nelerdir

Ülkelerin geri kalmışlığını gösteren çeşitli belirtiler bulunmaktadır. Bunlar gelişmiş ülkelerde bulunmayan problemlerdir. Geri kalmışlığın belirtilerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:

  • Bir ülkede okuryazar olmayanların çoğunlukta olması
  • Kadının erkekten aşağıda tutulması
  • Beslenme yetersizliği
  • Sağlığı korumada yetersizlik
  • Ulusal ve ekonomik bütünlüğün zayıflığı
  • Yapısal işsizlik
  • Kişi başına ulusal gelirin düşüklüğü
  • Sınırlı bir sanayileşme
  • Tarımla uğraşan nüfusun çokluğu
  • Şişkin bir hizmet kesimi
  • Ekonomik açıdan kapitalist ülkelere bağımlılık
  • Baskıcı siyasal rejimler
  • Bozuk gelir dağılımı

Geri Kalmışlığın Nedenleri Nelerdir

Geri kalmışlığı tek bir nedene bağlı olarak açıklamak mümkün değildir. Geri kalmışlık karmaşık bir olgudur. Geri kalmışlığı ülkelere özgü ırk, din, coğrafi konum gibi endojen nedenlere bağlayan görüşler yüzyılımızın başında reddedilmiştir. Lenin geri kalmışlığın nedenini ülkelerin birbirleri ile giriştikleri ilişkilerin bir sonucu olarak görmektedir. Ona göre, hemen hemen bütün geri kalmış ülkeler için geçerli olan tarihsel bir neden günümüzdeki geri kalmışlığın genel çerçevesini çizmektedir. Bu da Batı kapitalizmi ve emperyalizm yani sömürgeciliktir.

Büyük coğrafi keşiflerle başlayan Batı sömürgeciliği doğal zenginliklerin ve değerli madenlerin talan edilmesine dayanmaktadır. Kapitalizm daha başından itibaren ulusal sınırları aşıp dünyaya yayılma gereksinimi içinde olan bir ekonomik sistemdir. Üretimin sürdürülebilmesi için ucuz ham maddelerin hiç aksamadan elde edilmesi gerekmektedir. Kârlılığın ve sermaye birikiminin sürekliliği için ise üretilenlerin satılması gerekmektedir. Sürekli hammadde ve pazar gereksinimi içindedir. Bunlara ulaşmak için gerektiğinde silaha sarılmış, I. ve II. Dünya Savaşları gibi paylaşım savaşlarına girişmiştir.

Gelişmiş ülke bazı kriterlere göre yüksek düzeyde gelişme göstermiş ülkeler için kullanılan bir terimdir. Bu kriterlerin en çok kullanılanları; kişi başına düşen milli gelir, sanayileşme düzeyi, insani gelişme endeksidir. Bu kriterlere uymayan ülkeler genellikle gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilmektedir.

Gelişme Çabasındaki Ülke Grupları

Gelişmekte olan ülkeleri gruplara ayırmak oldukça güç bir olgudur. XX. yüzyılda hızını arttıran bağımsızlık kazanımlarına bağlı olarak sayıları gün geçtikçe artmaktadır. Gelişmekte olan ülkeleri Latin Amerika, Asya, İslam Dünyası ve Kara Afrika olarak gruplamak uygundur.

Latin Amerika: Latin Amerika ülkeleri, Amerika kıtasının ortası ile güneyini kaplamaktadır. Latin Amerikalılar vaktiyle Portekiz ve İspanya’dan gelen Latin göçmenlerle yerlilerin karışımından oluşmuş toplumlardır. Latin Amerika ülkeleri bağımsızlıklarına XIX. yüzyılın ilk yarısında kavuşmuşlardır. Avrupa’dan gelen göçmenler anavatana karşı bağımsızlık elde etmişlerdir. Genellikle komprador nitelikli bir burjuvaziye sahip olan ülkelerdir.

Marksistler, günümüzde yabancı işletmelerle iş birliği yapan ve ortaklık kuran yerli iş adamlarına ülkedeki iş gücünü yabancılar lehine istismar ettikleri gerekçesiyle komprador adını vermektedirler. Ayrıca hâli vakti iyi, zenginliği diğerlerine göre fazla olan sermaye sahiplerine de komprador denilmektedir. Ekonomik bakımdan gelişmiş olan ülkelerde ya da endüstri toplumlarında, üretim araçlarıyla, bunların üretimi için gerekli olan hammadde ve araçları, yani makinaları ve fabrikaları mülkiyetlerinde bulunduranların meydana getirdiği sınıf burjuvazi olarak tanımlanır.

Latin Amerika’da sosyalizm taraftarları da olmuştur. Sosyalizm; üretim ve mübadele araçlarının topluma mal edilmesini öngören doktrinlere verilen addır. Temel olarak, fert yerine toplumu öne almış, toplumun yararı, ferdin yararından daha önemli saymıştır. Buna en iyi örnek Küba’dır. Latin Amerika’da ithal ikameci sanayileşme politikası benimsenmiş ve korumacı tedbirlere başvurulmuştur. İthal ikameci sanayileşme, toplam arz içinde ithalatın payını düşürerek yurtiçi üretimin payını artırmayı amaçlayan ekonomik gelişme ve sanayileşme stratejisidir. İthal edilmekte olan bir malın ya da mal gruplarının ithalatının kısıtlanarak yurtiçinde üretilmesine ithal ikamesi denir. Kurulan sanayinin uluslararası rekabet gücü kazanmasının gerekleri ihmal edilmiştir. Gevşek mali politikalar uygulanmış ve dış borçlara giderek daha bağımlı hale gelinmiştir. KİT’lere, altyapı yatırımlarına, bürokrasiye ve askeri kuvvetlere gerektiğinden daha fazla yatırım yapılmıştır. Sermayeye en fazla ihtiyaç duyulan dönemde sermaye dışarı kaçmış, yabancı kaynaklar tükenmiştir. Tüm bunlar ülkeler içindeki sosyal hareketleri arttırmış, liderler mülk sahiplerinden, halktan, işsizlerden, gerillalardan gelen taleplerin baskısı altında kalmıştır. ABD ve Latin Amerika ülkeleri arasında karşılıklı bağımlılık ilişkisi bulunmaktadır. Bu ülkelerdeki borçlanma ABD bankacılık sistemini tehdit etmektedir.

Asya: Asya’daki azgelişmişliğin coğrafi alanı çok geniştir. Bu bölgedeki ülkeler arasında ekonomik ve teknolojik gelişmişlik düzeyleri arasındaki farklılıklar yüksektir. Asya’nın başarılı ülkeleri kendilerine Japonya’yı hedef alarak gelişme yolunda ilerlemektedirler. Bu ülkelerin büyüklükleri, nüfusları, tarihleri ve siyasal sistemleri arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu yapısal farlılıklara rağmen sahip oldukları bazı ortak özellikler gerçekleştirdikleri kalkınmayı açıklamaktadır:

  • Eğitim ve öğrenmeye verilen önem
  • Tasarrufların yüksekliği
  • Ekonomik kalkınmayı destekleyen siyasal çevrenin varlığı
  • İthal ikamesine veya tüketime dayalı politikaların tam tersine kaderlerini ihracata bağlamaları
  • Japonya gibi Batılı olmayan bir gücün ekonomik başarılarının hayranlıkla izlenmesi.

Çin ve Hindistan Asya’da üzerinde durulması gereken iki önemli ülkedir. Nüfus çokluğu açısından dünyanın en öndeki ülkeleridir. Bu kalabalık nüfuslardan gelen kalkınma talebinin enerji ve çevre kaynakları üzerindeki etkisi büyüktür. Her iki ülkenin de en önemli problemleri hızlı nüfus artışı, düşük gelir düzeyi ve bozuk gelir dağılımıdır. Bu ülkelerde tarıma yatırım yapılmakta, sanayi ve hizmet sektörlerine önem verilmekte, en yüksek harcamalar askeri harcamalara yapılmakta, nüfusun eğitilmesi konusunda büyük güçlükler yaşanmakta, zamana karşı yarışmaktadırlar.

İslam Dünyası: İslam dünyası coğrafik olarak tanımlanamayacak kadar geniş bir alana yayılmıştır. Batı Afrika’dan Endonezya’ya kadar olan geniş bir bölgededir. Petrolün İslam ülkeleri arasındaki dağılımı dünyanın başka bölgelerinde az rastlanan türden çelişkiler yaratmıştır. İslam ülkelerinin insanlık tarihindeki değişime ve gelişime ayak uydurmaktaki yetersizlikleri akıllara durgunluk vericidir. Günümüzde pek çok İslam ülkesinde dini hoşgörüsüzlük, teknolojik gerilik ve orta çağ düşüncesi hakimdir. İslam âlemi bugünkü uluslararası düzene karşı öfke içindedir. Bu öfkenin altında Batıya olan güvensizlik yatmaktadır.

Kara Afrika: Kara Afrika’da yer alan bağımsız ülkelerin büyük çoğunluğu eski İngiliz ve Fransız sömürgeleridir. II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bu nedenle büyük çoğunluğu genç ulus devletlerdir. Afrika’daki bağımsız ülkelerin sınırları Avrupalılar arasındaki sömürge pazarlıklarına göre çizilmiştir. Afrika ekonomik ve sosyal anlamda üçüncü dünyanın da üçüncü dünyası olarak tanımlanmaktadır. Kıta ile ilgili raporlar son derece karamsar ifadeler kullanılmaktadır. Afrika bir felaket bölgesi, ölüm döşeği, tamamen kenara itilmiş ve dünyanın geri kalan kısmından dışlanmış olarak ifade edilmektedir. Afrika’nın problemleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır;

  • Verimlilikteki artış nüfus artışından daha yavaştır.
  • Borç artarken, borç ödeme kapasitesi hızla düşmektedir.
  • Batılı bankacılar kredi vermeye isteksizdir.
  • Sanayi üretimi düşüktür.
  • Savaşlar, etnik çatışmalar, hükümet darbeleri, siyasal istikrarsızlık kol gezmektedir.
  • Yeni devlet yöneticileri diktatörlüğü veya tek parti yönetimini tercih etmektedir.
  • Beşerî kaynaklara, girişimcilik kültürünü geliştirmeye, bilimsel ve teknik araştırmalara yatırım son derece düşüktür.

Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Politikalarında Değişim

Gelişme çabasındaki ülkeler görünürde bağımsız olmakla birlikte eskisinden çok daha fazla gelişmiş ülkelere bağımlı hâle gelmişlerdir. Bu ülkeler yıllardır kendi kaderlerine sahip çıkma çabası içindedirler. Bu amaçla Batılı şirketleri millileştirmişlerdir. Emtia ihracatı için karteller kurmuşlardır. Yerli sanayii sübvanse etmişler ve ithal ikameci politikalar uygulamışlardır. Bu ülkelerin kalkınmasında bilimsel sosyalizm ve devlet müdahaleciliği olumlu sonuçlar vermemiştir. Serbest piyasa uygulamaları ise tepkilere yol açmıştır. Dünya Kalkınma Raporu, iyimser bir yaklaşımla fakir ülkelerin piyasa yanlısı politikalar benimsenmesi ve zengin ülkelerin korumacılıktan vazgeçmesi halinde olumlu gelişmeler yaşayacağı belirtilmektedir.

İktisat politikalarında değişim yılları-1980’ler : II. Dünya Savaşı’ndan sonra sayıları hızla artan bağımsız ülkelerin hedefi gelişmiş ülkelerin ulaştıkları yaşam standardını yakalamak olmuştur. Bu hedefe ulaşmak için ülkelerin çoğunun benimsediği politika 1980’li yıllara kadar ithal ikameci sanayileşme politikasıdır. İthal ikameci politikaların benimsenmesinin en önemli nedeni, piyasaların kontrolsüz işleyişine duyulan güvensizlik ve Sovyetler Birliği’nin planlı ekonomisinin gerçekleştirdiği yüksek performanstır. İthal girdiye bağımlı olan üretim, petrol fiyatlarındaki artış nedeni ile dövize olan gereksinimi daha da arttırmıştır. 1980’li yılların en önemli iki olgusu yaşanan borç krizi ve bu krizden kurtulmak için gerçekleştirilen ekonomik reformlardır. 1980’li yıllarda gelişmekte olan ülkeler arasında geniş kabul gören ekonomi politikalarını Williamson “Washington Kararları” adını verdiği listede toplamıştır. Williamson’un listesinde aşağıda yer alan politikalar bulunmaktadır:

  • Mali disiplinin sağlanması
  • Kamu harcamalarındaki önceliklerin sağlık, eğitim ve altyapıya yönlendirilmesi
  • Vergi tabanının genişletilmesi ve marjinal vergi oranlarının kısılmasını içeren vergi reformunun yapılması
  • Gerçekçi ve rekabetçi döviz kurları
  • Mülkiyet haklarının korunması
  • Deregülasyon (Devletin piyasalara müdahale etmemesi)
  • Serbest Ticaret
  • Özelleştirme
  • Doğrudan yabancı yatırımlar karşısındaki engellerin kaldırılması
  • Finansal serbestleşme

Bu dönemde ithal ikameci politikaların tamamen tersi yaşanmaktadır. Ekonomi politikalarındaki değişim dünya çapında bir olgudur. Bu dönemde en şiddetli reformlar Bolivya, Meksika, Arjantin, Peru, Kolombiya, Brezilya ve Şili gibi Latin Amerika ülkelerinde yaşanmıştır. İstikrar ve yapısal uyum politikaları Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Asya ve Afrika ülkelerinde de benimsenmiştir.

Pek çok ekonomist gibi Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların yetkilileri de ithal ikameci politikaları krizin nedeni olarak görmektedir. Reform politikalarının sürdürülmesindeki temel problem, kısa dönemde, uygulanan politikaların büyüme üzerindeki olumsuz etkisidir.

Washington Kararları olarak adlandırılan listede yer alan ekonomi politikalarının IMF, Dünya Bankası gibi gelişmiş ülkelerin sözcüsü durumundaki kurumlar tarafından gelişmekte olan ülkelere empoze edildiği anlaşılmaktadır.

1970’li yıllarda patlayan ve Keynesyen politikalarla kontrol altına alınamayan kriz, bu politikaların da sonunu getirmiştir. Bu politikaların yerini liberalizmin yeni bir versiyonu almıştır. Piyasalarda finansal serbestleşmeye gidilmiş, ulusal piyasada faiz oranlarına yapılan müdahaleler kaldırılmış, uluslararası piyasada sermaye hareketliliğinin serbestliğini sağlanmıştır.

Kriz Yılları-1990’lar: Washington Kararları adı verilen serbest piyasayı etkin kılmaya yönelik politikaların uygulamaya konması gelişmiş ülkelere pek çok avantajlar sağlamıştır. Gelişmiş ülke borsalarında düşen kazançlar ve düşük reel faizler, bu ülkelerdeki yatırımcıları daha kârlı yatırım alanları aramaya zorlamıştır. Sermaye gereksinimi duyan gelişmekte olan ülkeler ise yabancı sermayeyi cezbedebilmek için finans piyasalarının liberasyonu, yüksek faiz haddi ve sabit döviz kuru gibi politikalara başvurmuşlardır. Sonuç olarak ülkelerin yabancı sermayeye bağımlılığı artmış ve pek çok ülke borç bulmadan ekonomisini döndüremez hâle gelmiştir. Tüm dünyada borç patlaması yaşanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin borçları katlanarak artmıştır. 1990’lı yıllar borç bulmakta güçlük çeken ülkelerin krizleri ile sarsılmıştır. Asya krizi, Rusya krizi, Arjantin, Brezilya, Meksika krizi art arda dünya ekonomisini zorlamıştır. Yabancı sermaye, bilgisayar teknolojisinin sunduğu olanaklardan yararlanarak en yüksek karı gördüğü ülkeye gitmektedir. Yabancı sermeye ülke ekonomilerini canlandırırken, çıkışı da ülkeleri ekonomik yıkıma uğratmaktadır.

1980li yılların, dünya ekonomisine entegrasyon politikalarının, Türkiye ekonomisini 1990’lı yılların sonlarında en borçlu ülkelerden birisi hâline getirmiştir. Türkiye kamu borcunun GSYİH’ya oranının yüzdesi açısından oldukça olumlu bir tablo sergilemektedir.

Krizlere çözüm arayışları-2000ler: 1990’lı yıllar, toplumların ve insanların başa çıkmakta zorlandığı ekonomik, sosyal, siyasal ve doğal felâketlerle ilgili pek çok problemin yaşandığı bir dönem olmuştur. Var olan dünya düzenine karşı, gerek gelişmiş ülkelerden gerekse gelişmekte olan ülkelerden yükselen tepkiler çözüm arayışlarını arttırmıştır. Kalkınma için, ekonomik büyümeyi öncelikli hedef olarak kabul eden, neo-liberal iktisat politikalarının taşıyıcısı Washington Uzlaşması yaklaşımı, 1990’ların ikinci yarısından kapitalizmin daha insani bir yorumu olan, Post-Washington Uzlaşmasına yerini bırakmıştır. Böylece, büyümenin yanında yoksulluğun azaltılması ya da yok edilmesi, iyi yönetişim ve kurumsal iyileşme, kalkınma sağlamak için göz ardı edilemeyecek değişkenler olarak ön plana çıkmıştır. Ekonomik olan yanında, sosyal olanın da kalkınma için önemli olduğu gerçeği yaygın kabul görmüştür. 2000 yılının Eylül ayında New York’ta yapılan BM Genel Kurulunda sekiz hedef olarak ilan edilen BKH (Binyıl Kalkınma Hedefleri) aşağıda sıralanmaktadır:

  • Açlık ve fakirliğin kökünü kurutmak
  • Temel eğitime evrensel erişim
  • Cinsiyet eşitliği ve kadınların dâhil edilmesi
  • Çocuk ölümlerini azaltmak
  • Anne sağlığını arttırmak
  • HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla savaşmak
  • Çevresel sürdürülebilirliğin elde edilmesi
  • Kalkınma için küresel ortaklık geliştirmek

2000-2015 yılları arasında yer alan, BKH ile ilgili kalkınma yaklaşımı, yerini yeni bir kalkınma anlayışına bırakmıştır. Yeni kalkınma gündemi, BKH ile kazanılan tecrübe üzerine inşa edilmektedir ve bu sürecin ulaşamadığı hedefleri tamamlama iddiasındadır.

2015 sonrası yeni kalkınma gündemini hayata geçirme aracı olarak 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:

  • Yoksulluğun tüm biçimlerinin her yerde ortadan kaldırılması
  • Açlığın sona erdirilmesi, gıda ve daha iyi beslenme güvencesinin sağlanması; sürdürülebilir tarımın desteklenmesi
  • Sağlıklı yaşamların güvence altına alınması ve her yaşta esenliğin desteklenmesi
  • Kapsayıcı ve eşitlikçi, nitelikli eğitimin güvence altına alınması ve herkes için yaşam boyu öğrenimin desteklenmesi
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve tüm kadınların ve kız çocuklarının güçlendirilmesi
  • Herkes için suyun ve hijyenin erişilebilirliği ve sürdürülebilir yönetiminin güvence altına alınması
  • Herkes için uygun fiyatlı, güvenilir, sürdürülebilir ve modern enerjinin güvence altına alınması
  • Kesintisiz, kapsayıcı ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin, tam ve üretken istihdamın ve herkes için insana yakışır işlerin desteklenmesi
  • Dayanıklı altyapıların inşası, kapsayıcı ve sürdürülebilir sanayileşmenin desteklenmesi ve inovasyonun güçlendirilmesi
  • Ülkeler içinde ve arasında eşitsizliklerin azaltılması
  • Şehirlerin ve insan yerleşimlerinin kapsayıcı, güvenli, dayanıklı ve sürdürülebilir kılınması
  • Sürdürülebilir tüketim ve üretim kalıplarının güvence altına alınması
  • İklim değişikliği ve etkileri ile mücadele konusunda acilen eyleme geçilmesi
  • Sürdürülebilir kalkınma için okyanuslar, denizler ve deniz kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı
  • Karasal ekosistemlerin sürdürülebilir kullanımının korunması, geliştirilmesi ve desteklenmesi, ormanların sürdürülebilir yönetimi, çölleşme ile mücadele, karasal bozulmanın durdurulması, iyileştirilmesi, biyoçeşitlilik kaybının engellenmesi
  • Sürdürülebilir kalkınma için barışçı ve kapsayıcı toplumların desteklenmesi, herkes için adalete erişimin sağlanması ve her düzeyde etkili, hesap verebilir ve kapsayıcı kurumların inşası
  • Uygulama araçlarının güçlendirilmesi ve kalkınma için küresel ortaklığın canlandırılması

Devlet, sivil toplum, iş adamları, bilim ve teknoloji dünyasından oluşan tüm kesimler SKH’ne ulaşma konusunda birlikte hareket etmek zorundadırlar. İnsanlığın ve doğanın geleceği tüm kesimlerin işbirliğinden doğacak enerjinin büyüklüğüne bağlıdır.